14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 AĞUSTOS 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER Odatv ve Balyoz davası avukatları, bilirkişilere seslendi: Dosyayı bilimsel namusunuza emanet ediyoruz 7 TÜBİTAK’a açık mektup ERGENEKON DAVASI ‘Böyle yargılama olmaz’ HATİCE TUNCER Ergenekon davasında, gazeteci Can Dündar ile birlikte “Ergenekon” adlı kitabı yazan gazeteci Celal Kazdağlı tanık olarak dinlendi. Kazdağlı, davanın sanıklarının, kitapta araştırdıkları söz konusu yasadışı gizli yapılanma ile ilgisi olup olmadığını bilmediğini söyledi. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından Silivri Cezaevi Yerleşkesi bitişiğindeki duruşma salonunda görülen davanın 219. duruşması gerçekleştirildi. Duruşmaya CHP İzmir Milletvekili gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, gazeteci Tuncay Özkan, emekli tuğamiral Alattin Sevim, tümgeneral Hıfzı Çubuklu’nun da aralarında bulunduğu 33 tutuklu sanık katıldı. Tanık olarak dinlenen gazeteci Kazdağlı, 19961997 tarihlerinde Show TV’de yayımlanan 40 Dakika programında yaptıkları röportajları “Ergenekon” adlı kitapta toplayıp yayımladıklarını anlattı. Kazdağlı, Türkiye’de 1950’li yıllardan devlet içinde yasal olmayan gizli bir yapının bulunduğu bilgisine ulaştıklarını anlattı. İstanbul Haber Servisi Odatv davasında bilgisayarlara virüs aracılığıyla izinsiz girildiğine ilişkin TÜBİTAK raporunun 28 haftadır mahkemeye gönderilmediğine dikkat çeken avukatlar “Bu raporun gecikmesindeki ana neden Balyoz davasında karara çıkmasının beklenmesi olabilir mi” diye sordular. 16 Ağustos’ta Balyoz davasının son duruşmasının yapılacağını belirten avukatlar, TÜBİTAK bilirkişilerine yazdıkları açık mektupta “Sizden beklediğimiz raporunuzun 16 Ağustos 2012 gününe değin sunulmasıdır” şeklinde çağrıda bulundular. Balyoz davasında Çetin Doğan’ın ve Odatv davasında Soner Yalçın ve diğer Odatv çalışanlarının avukatlığını yapan Celal Ülgen ile Hüseyin Ersöz, TÜBİTAK bilirkişilerine açık mektup yazdı. Ülgen ve Ersöz, Odatv bilgisayarlarına “Trojan” adlı virüs gönderilerek, bilgisayarlara izinsiz girildiğine ilişkin TÜBİ ?Odatv davasında bilgisayarlara virüs aracılığıyla girilip girilmediğini tespit için çalışan TÜBİTAK, raporunu 28 gün geçmesine karşın mahkemeye göndermedi. Odatv ve Balyoz davası sanık avukatları TÜBİTAK bilirkişilerine yazdıkları açık mektupta, raporun Balyoz davasının sonuçlanacağı 16 Ağustos’tan önce gönderilmesini isteyerek, ‘’Sizden beklediğimiz, bizim düşüncemiz doğrultusunda değil bilimsel gerçekler doğrultusunda rapor vermenizdir’’ dediler. TAK bilirkişilerinden rapor istendiğini anımsattılar. zmanlar 1 haftada tamamladı İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 8 Ocak 2012 günü tarihinde TÜBİTAK’tan inceleme istediğini belirten avukatlar “En son 2012 Mart’nin ayında dosyanın ve verilerin bilirkişi kuruluna teslim edildiği tarafımızdan bilinmektedir. Bu dosya içinde dijital verilerin imajları üzerinde yaptırdığımız incelemeler en çok 1 hafta içinde bitirilmiştir. Ancak şu anda dosyanın ve imajların size teslim tarihinden itibaren 28 haf U ta geçmiş bulunmaktadır” şeklinde açıklama yaptılar. Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’ün TÜBİTAK’tan sorumlu olduğunu ifade eden avukatlar “Bakan Ergün, Odatv raporunun 11.5 ay içinde mahkemeye ulaşacağını açıklamıştı. Bakan Nihat Ergün’ün verdiği süre de doldu, söz yerine gelmedi” dediler. Bilgisayarlara ilişkin raporun “Soner Yalçın, Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan’ın özgürlüğünün kısıtlanması ile ilgili olduğunun” altını çizen avukatlar “Bu raporun gecikmesindeki ana neden Balyoz adı verilen davanın karara çıkmasının beklendiği olabilir mi” diye sordular. Balyoz davasına bakan İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin taleplerini reddettiğine dikkat çeken avukatlar mektuplarında şu ifadelere yer verdiler: “16 Ağustos tarihinde Balyoz davasının son duruşması yapılacaktır. Özel yetkili mahkeme savunmayı da bertaraf ederek hükme gitmek istemektedir. Sizden beklediğimiz raporunuzun 16 Ağustos 2012 gününe değin Odatv davasına bakan İstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulmasıdır.” Avukatlar açık mektuplarında TÜBİTAK bilirkişilerine “Bu konunun ivedi olduğunu bilim namusunuza emanet ediyoruz. Sizden beklediğimiz bizim düşüncemiz doğrultusunda değil, bilimsel gerçekler doğrultusunda rapor vermenizdir. Bilimsel gerçekler neyi gösteriyorsa onu istiyoruz. Asla fazlasını değil” şeklinde çağrıda bulundular. AKP Milletin Meclisi’nden Kaçarken Eşkıya da Milletin Vekilini Kaçırıyor! Cumhuriyet Halk Partisi’nin, çalışmalarına ara verilmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, “Artan ve şekil değiştiren PKK terörü olaylarını görüşmek için” olağanüstü toplantıya çağırması Başbakan’ın hiddetlenmesine yol açtı! Başbakan’ın, eleştirinin “e”sine tahammülü olmayışına alışmış olan ana muhalefet partimiz ile ülkede gerçek demokrasinin işlemesi için Silivrili olmayı göze almış bir avuç özgürlük mücahidi medya mensubuna verip veriştirerek parlamentoya gelmeyeceklerini buyurduğu günlerde terör örgütü kente indi. Foça ve Şemdinli gibi, ülkenin hem en batısından hem de en doğusundan iki kent seçilerek psikolojik bir plan uygulandı. Şemdinli’yi “kurtarılmış bölge” yapmak ve aynı anda Foça gibi Akdeniz’de TSK’nin önemli bir deniz üssünün de bulunduğu sahil kentimizde bayrak göstermek için azgın saldırılar düzenledi. O çabaları için güvenlik güçlerimizden dersini aldı, tam sayısını bilemediğimiz kayıplar verdi. Ama vur kaç yöntemi uygulayarak, yol kesti ve CHP’li bir milletvekilini de silah tehdidi ile kaçırdı! Söylentilere göre hedefinde Tuncelili olan Sayın Sevim Kılıçdaroğlu da vardı. Ancak son anda bir strateji değiştirilerek Hüseyin Aygün ile yetinildi. 89 yıllık Cumhuriyet Türkiyesi’nde bir ilk olan bu eylem, eşkıyanın devlete tam bir meydan okuması olarak yapılmıştır! Terör örgütü, “üç beş gün misafirimiz olacaksın” diye bir milletvekilini aracından indirerek zorla dağa götürürken, tüm dış dünyaya da kendi gücünün nelere yettiğinin mesajını vermek istemektedir. Sağduyulu bir iktidar, bu yol kazasını da dikkate alarak, hemen parlamentosunu toplar ve giderek azan eşkıyaya karşı ne türlü önlemler alınacağını görüşür. Millet Meclisi’nin ortak bir karar almasını sağlar. Ne yazık ki, büyük kongresinde icraatı karşısında aykırı seslerin güçleneceği görünümlerinden dolayı telaşlanmış olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de o yanlış stratejiye koltuk değneği olmaktadır. Seçimlerde yönetimde istikrar olmasını amaçlayan seçmen bu gerekçe ile tek partili bir iktidarın işbaşına gelmesini sağlamıştı. O iktidar, işbaşına gelişinin 10’uncu yılında “çoğunluğun diktatörlüğü”ne gitmekte sakınca görmediği için sekiz milletvekilini hâlâ demir parmaklıklar arkasında tutmayı bir erdem saymaktadır. 90 dolayında gazeteci yine ucu açık tutuklu olarak çeşitli cezaevlerindedirler. İktidar partisinin yetkili sözcüsü Van Milletvekili Hüseyin Çelik, “Artan ve yön değiştiren terör ile Suriye ve Irak’taki son gelişmeleri görüşmek amacıyla bir genel görüşme talebi ile toplanması istenilen TBMM’nin bugünkü birleşimine katılmayacaklarını” bildirirken bakınız ülkenin güncel durumunu nasıl yansıtmaktadır: “Adalet ve Kalkınma Partisi, PKK bomba patlattı diye, birkaç Mehmet’i şehit etti diye Meclis’in toplantısına katılmayacaktır. Hükümet işinin başındadır ve terörle mücadele etmektedir!” Meclis’te ezici bir çoğunluğu bulunan ve o çoğunluğu teşkil eden lider vekillerinin devletlu efendilerinin izni olmadan parmaklarını kımıldatamayacaklarına güvenen Hüseyin Çelik’e göre, hükümet işinin başında ve terörle mücadele ediyor, ama bir Tunceli milletvekilinin yolunun kesilerek dağa kaçırılmasını engellemekten de aciz kalıyor. Çoğunluk grubunu sağduyulu davranmaya yönlendirmek için çok ünlü bir iktidar mensubu mu dağa kaldırılmalıydı? İktidar partisinin bu aczi içinde Meclis’e gelerek “Gün parti ayrılığı gösterilecek gün değildir. Adı konulmamış dışarıdan destekli bir iç savaş ya da başkaldırı hepimizi tehdit edecek boyutlara geldi. Hep birlikte oturup ne yaparsak bu terörü önleyebiliriz” diye görüşelim diyecek Milletin Meclisi’ne saygılı bir başbakan aranıyor! Can Dündar ile görüş ayrılığı Kazdağlı’ya duruşmada tanık olarak dinlenen meslektaşı Can Dündar’ın “Bizim belgeselini yaptığımız gizli yapılanma ile burada yargılama konusu olan yapının ilgisi yok” şeklindeki sözleri anımsatıldı. Kazdağlı ise “Bu konuda Can Dündar ile görüş ayrılığımız var. Bu dava bizim araştırdığımız konunun devamı gibi görünüyor. Ancak salonda yargılanan insanların bu yapılanma ile ilgisi olup olmadığını ben bilemem” diye konuştu. Duruşmanın öğleden sonraki oturumunda gizli tanık Kurşun’un ifadesi sesi ve görüntüsü bozularak salondaki perdeye yansıtıldı. Kurşun’un ifadelerine tepki gösteren gazeteci Tuncay Özkan, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Erkan Önsel ve Tümgeneral Hıfzı Çubuklu’nun kızı ve avukatı Nazlı Çubuklu, salondan çıkarıldı. Kurşun, Tuncay Özkan’ın fotoğrafı gösterilip “Tanıyor musun” diye sorulduğunda “Cumhuriyet mitinglerinden tanıyorum” dedi. Tuncay Özkan ise, “Yüz yüze görmüş mü” diye sordu. Başkan Özese, “Müdahale etmeyin, çıkarırım” sözleri üzerine Özkan sorusunu yineleyince salondan çıkarıldı. Avukat Nazlı Çubuklu’nun “Böyle yargılama olmaz” diye bağırması üzerine, dışarı çıkarılması istendi. Başkan Özese, İP’li sanık Bedri Gültekin’in bazı sorularına izin vermeyerek “Böyle yargılama olmaz” dedi. Bu sırada emekli Tuğgeneral Veli Küçük “Gerçekten böyle yargılama olmaz” diye bağırdı. Başkan Özese “Ben böyle soru sorulmaz anlamında söyledim” dedi. LDP’den gazetemize ziyaret Liberal Demokrat Parti (LDP) Genel Başkanı Cem Toker, Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Tavşan ve beraberindeki heyet, dün gazetemizin Şişli’deki binasına gelerek Cumhuriyet Gazetesi İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç’i ziyaret etti. Toker, ziyaret sırasında yaptığı açıklamada CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılmasını “Parlamenter sistem rehin alınmıştır” sözleri ile değerlendirdi. AKP hükümetinin de en sert tepkiyi vermesi gerektiğini vurgulayan Toker, TBMM’nin toplanmamasını da eleştirdi. Orhan Erinç ise ifade özgürlüğü konusundaki sıkıntının yasalardan ve yaklaşımlardan kaynaklandığını belirtti. (Fotoğraf: VEDAT ARIK) Cemaatçileri fişletiyorlardı 1970’lerde sosyalistlerle faaliyet gösterdiğini söyleyen Kurşun, İşçi Partisi’nde tanık olduğu konuşmaları jandarma istihbaratta görevli arkadaşlarına bildirdiğini, ama hiçbir işlem yapılmadığını belirtti. Gültekin’in avukatı İbrahim Erdoğan’ın “Kayıt cihazıyla İşçi Partisi’nde kayıt yaptığınızı söylediniz. Jandarma haber elemanı olarak ne kadar ücret ödeniyordu” sorusuna sinirlenen Kurşun, “Bir kuruş almadım” dedi. “Kaç İşçi Partiliyi fişlediniz” sorusu üzerine Kurşun “İşçi Partilileri değil, bize cemaatçileri fişletiyorlardı” dedi. Gizli tanık Kurşun, İP Genel Merkezi’nde, dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özök’e “İrtica tehdidini anlatan ve bir şeyler yapmasını isteyen” fakslar çekildiğini ifade etti. “Anne beni pencereye çıkar, denizi göreyim...” Yıllar yıllar önce, İzmit hapishanesinde görüş odasındayım. Karşımda oturan genç kadın utanarak kalktı, kızını kucaklayıp demir parmaklıklı pencereden baktırmaya başladı. Ana–kız beni unutarak bir süre öylece durdular. Demir parmaklığın öte yanında arabalar, sonsuz bir hızla geçiyordu. Uzakta deniz vardı. Anayla kızı yola, arabalara, denize baktılar. Gülşen anayla kızı, dört yaşındaki Sabahat, biraz önce İzmir mapushanesinin kadın gardiyanıyla birlikte geldiler bulunduğum odaya. Küçük kız ürkek bakışlarla süzdü beni, anasının eteğine yapıştı. Çok sonra onunla dost olmayı başardık. O zaman istedi denizi görmeyi. O zaman masallar anlattı bana. Mapus bir çocuğun masalları... ben de size anlatacağım. Sabahat’ın anası Gülşen Turan cinayetten yatıyor. Altı yıl sekiz aya mahkum. “Benim de kendime göre mutlu bir ailem vardı” diyor gözleri dolarak. “İki çocuğumla yaşıyorduk, Allah’a çok şükür. Kocam işçiydi. Petkim’de. Nazara geldik biz. Bir kötünün kurbanı olduk. Yolunu şaşıran birinin kötülüğüne yandık. Bir gün, o adam kapıma dayandı. O da evliydi. Benden kendine teslim olmamı istedi. Ölür 28 Şubat’ta bir ölüm 28 Şubat soruşturmasında tutuklanan Albay Mehmet Haşimoğlu yaşamını yitirdi. Yakınları ‘Bizi çilehaneye attılar’ diye isyan etti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından sürdürülen 28 Şubat soruşturması kapsamında gerçekleştirilen “3’üncü dalga” operasyonunda tutuklanan ve Mamak Cezaevi’ne konulan Albay Mehmet Haşimoğlu yaşamını yitirdi. Haşimoğlu’nun yakınları, “Bizi çilehaneye attılar. Bu adamın tek suçu yok. Cezaevine konulmasını kaldıramadı. Cezaevinde 3 ay içinde hastalandı ve sonuç ölüm” diye konuştu. Albay Mehmet Haşimoğlu’nun yaşamını yitirmesi üzerine gazetemizi arayan Haşimoğlu’nun eşi Makbule Haşimoğlu’nun yakın arkadaşı Kıymet Gülderen, Haşimoğlu’nun 3 ay önce tutuklandığını, bir ay sonunda stres ve sıkıntı nedeniyle safrakesesinden rahatsızlandığını belirtti. Gülderen şöyle konuştu: “Haşimoğlu’nun, cezaevine konulmadan önce hiçbir rahatsızlığı yoktu. Cezaevinde yaşadığı sıkıntıdan ötürü GATA’da ameliyat oldu. Hastanede bir hafta bile kalmadan yeniden Mamak Cezaevi’ne gönderildi. Mamak’ta hastalığı yeniden belirince GATA’da yoğun bakıma alındı. Ne yazık ki bugün de (dün) yaşamını yitirdi. Cezaevine konulmasını kaldıramadı. Bizi ‘çilehane’ye attılar. Bu insanlar suçsuz. Bu adamın tek bir suçu yok. Bu adam 52 yaşındaydı. Kızı henüz 24, oğlu 17, eşi de 44 yaşında.” Haşimoğlu’nun hastalığının nüksetmesi üzerine 3 gün önce cezaevinden tahliye edildiğini söyleyen Gülderen, “Sanırım yetkililer öleceğini anlayıp serbest bıraktılar” dedi. Haşimoğlu için yarın Kocatepe’de tören düzenlenecek. Gülşen Turan geldiğinden beri ilk kez gülümsüyor. Kızının konuşması, gülmesi her ana gibi mutlu ediyor onu. “Buradan çıkınca yeni bir hayat kurmak çetin olacak. Çocuklarım birbirine yabancı. Sonra Sabahat hep kapalı yerde büyüdü, sağlıksız, çekingen...” Sabahat sözünü kesiyor anasının, gene pencereden denizi görmek istiyor, anası onu pencereye çıkarıyor. “Anne televizyondaki deniz böyle renkli değil. Bu deniz daha güzel. Anne ben bu denize giremem değil mi, televizyondaki çocuklarla oynayamam değil mi, onlar beni kumlarına sokmazlar değil mi?” Gülşen Turan, susuyor, sorusuna yanıt bulamayan Sabahat gözlerini dikmiş bana bakıyor. “Ben bir masal anlatacağım” diyor, “bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde ben ölmüşüm. Ama ölü ayaklarım nerede?” Not: Gazetemizde Sibel Bahçetepe arkadaşımızın “Sistemin Kurbanları” başlıklı incelemesinden 2 bin 600 çocuğun cezaevlerinde büyüdüğünü öğrenince, aklıma yıllar önce tanık olduğum bu hikâye geldi; “denizi görmek isteyen bir çocuk”. OYAK DAVASI BAŞLADI ‘Anne Bana Denizi Göster’ düm de teslim olmazdım, bıçakla öldürdüm.” Sabahat, annesi anlatırken başını eğip ayaklarına bakıyor durmadan. Gülşen Turan başını kızının altın sarısı saçlarına gömüyor, ağladığını ben görmeyeyim istiyor. Gülşen Turan yeniden yaşıyor o uğursuz günü. Elleri titriyor, bir sigara uzatıyorum ona, alıyor. “Şu saçlarım bir gecede ağardı bacım; var sen çektiğim acıyı ölç. Her şeyimiz dağıldı. Oğlan dördündeydi, kaynanamın yanına gitti; Sabahat o zamanlar iki buçuk yaşındaydı, yanıma aldım. Zavallı kızım. Sokakta oynamayı hiç bilmedi. Kocam her hafta gelir ziyaretimize. Namusumu temizledim ben. Ne kocam kötü söz edebilir hakkımda ne de başkaları. Babası bilir bunu, bizi hiçbir şeye muhtaç komaz.” Sabahat babasından söz edildiğini duyunca iri mavi gözlerini açıp yüzüme bakıyor. Çocuk gözleri değil gözleri. Maviler yaşlı, yorgun. Birden eliyle saçlarını geriye atıp kulağını açıyor. İki altın halka parlıyor kulağında. “Bak” diyor, “babamdan küpe istedim, getirdi. Kolye istedim getirdi, kolyeyi yitirdim ama. Yüzük istedim getirmedi. Ben ninemin yanına gittim, küçük köpek büyümüş, ben de büyümüşüm ama küçük köpek daha çok büyümüş, beni şalvarımdan çekip döndürdü.” 10 sanık hâkim karşısına çıktı İstanbul Haber Servisi Eski Oyak Güvenlik Genel Müdürü Orhan Çoban , yardımcısı Mustafa Tarık Özyılmaz, elektronik güvenlik sistemleri müdürü Yavuz Selim Kavaklıoğlu, bilgi işlem sorumlusu Barış Demirtaş, montaj bakım şefi Metin Almalı, teknisyen Serkan Akyıldız ve Danıştay’da görevli mühendis Celalettin Yüksekkaya’nın da aralarında bulunduğu 10 sanık, Danıştay’ın güvenlik kamera görüntülerinin silinmesine ilişkin davada dün yargıç karşısına çıktı. İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dün yapılan ilk oturumda, 61 sayfalık iddianame TRT spikerleri tarafından okundu. İddianamede, 6 sanığın “Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. OYAK’ın, rutin dışında, bilinçli olarak 16 Mayıs 2006’da Danıştay’daki kayıt cihazını söktüğü ifade edildi. Mahkeme davayı bugüne erteledi. Bugün tutuklu sanıklar savunma yapacak. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle