25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 AĞUSTOS 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kürt Sorunu, Dış Politikamız ve CHP Akyaka’da Ağustos Alışmak, hem iyi, hem kötü! Ben de yeni daktilo makineme bir türlü alışamadım. Yepyeni, ama parmaklar harflere gitmez oldu. Sen yine elli yıllık dostunla çalış, diyen bir ses!.. Oysa yazılacak nice güzellikler var. Akyaka’da yaşadığımı biliyorsunuz. Güzel bir toplantı yapıldı. Köyün hemen bütün dostları bir araya geldi. Bir büstün açılış töreniydi. Ben de gittim. Nasıl gitmem ki, o büst benim! Yaşlılık günlerimin yüzü!.. Sevgili dostum, mimar, ressam, müzisyen, Prof. Sadun Ersin’in eseri. Durup dururken zamanını ayırmış, benim büstümü yapmış. Sağ olsun! Ama ben yıllardır kaçarım benimle ilgili olaylardan... Sadun Ersin habersiz gerçekleştirmiş! Yıllar önce İstanbul Göztepe Parkı’ndaki heykelim de benden habersiz yapılmıştı, bu da öyle oldu... Prof. Sadun Ersin, çok yönlü bir sanatçı. Müzik, resim, heykel birbirinin içine girmiş, bir de santur ustalığı. Hepsi bu değerli arkadaşta bir araya gelmiş... Yaşlılığın son çizgisine geldim. Emeklinin emeklisiyim. Ama öyle bir şey yasak bana. Çalışacaksın, yazacaksın, uğraşacaksın, savaşacaksın... Kimlerle mi? Önce kendinle... Hem kendini zamana karşı korumak hem de zamana meydan okumak... Akyaka’yı okurlarım iyi bilirler. Gelip gidenleri de çoktur. Öyle ya Halikarnas Balıkçısı’nın övdüğü, Nail Çakırhan’ın şair mimar olarak güzelleştirdiği, İlhan Selçuk’un, Melih Cevdet’in ve otuz yıldır benim yaşadığım yer... Akyaka Kültür Sanat Derneği Başkanı Aydın Turunç bu güzel köyü geliştirmek için elinden geleni yapar. Tüm üyeleriyle bu yeri örnek bir sanat yuvası haline getirmek isterler. Perde inmeden beni sevindirmek, yaşama bağlanmama yardım etmek istemişler. Akyaka’da Nail Çakırhan’ın da büstü var. Gönül ister ki Akyaka’nın unutulmaz sevgilisi İlhan Selçuk’un da bir büstü, bir heykeli bulunsun. İnsanoğlu geçicidir; heykeller, resimler geleceğe bir sesleniştir. Ardında bıraktığın kalıcı, eskimez anılarla, yapıtlarla... İşte böyle, ağustos Akyaka’sından bir sesleniş. Sağ olsun tüm dostlar diyerek... Hükümet bilmeli ki, Türkiye’nin güvenilir olması için müttefiklerinin her istediğini yapması gerekmez. Kimi zaman açıkça “bu konuda ulusal çıkarlarım nedeniyle yanınızda olamayacağım” demesi yeterli olabilir. Asıl en yanlışı “yanınızdayım” deyip aksine davranması ya da daha sonra bunu telafi etmek için fütursuz bir payandalığa girişmesidir. Hurşit GÜNEŞ Kocaeli Milletvekili C HP’nin TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırması, gerek komşumuz Suriye’de gerçekleşen son gelişmeler gerekse PKK’nin Şemdinli’de egemenlik kurma kalkışmasını değerlendirmek açısından aslında son derece yerinde bir siyasal girişim. İktidar partisinin ve çoğu zaman onun uysal izleyicisi olarak kalmayı yeğleyen MHP’nin bu girişime katkıda bulunmaması ise hiç iyi olmadı. Türkiye’nin her türlü sorununun çözülme, en azından tartışılma zemini olan parlamento ağır bir darbe almış oldu. Özellikle ulusal sorunlarımızı Meclis çatısı altında tartışarak ve uzlaşarak çözemeyeceğimiz izlenimi doğmaya başladı ki, bu daha da endişe verici. Meclis’teki anayasa uzlaşma süreci ve akil adamlar projeleri sanki suya düşürülüyor. Dış ekonomik dengelerin gitgide kırılganlaştığı, Türkiye’nin AB’den uzaklaştığı ve baskıcı bir rejime dönüştüğü görüntüsünün yanı sıra şimdi bir de bölgesinde istikrarsızlık unsuru haline gelmesi hiç de iç açıcı değil. Bu anlamda CHP’ye çok daha ağır yükler, sorumluluklar düşüyor. PKK’nin Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün’ü kaçırması karşısında da CHP’nin ağırbaşlılığını koruyarak hükümeti sorumluluğa davet etmesi gerekiyor. Sorun bölgesel Kürt sorunu (kimileri pek farkında olmasa da) giderek çözülmesi daha zor bir hale geliyor ve bölgesel niteliği belirginleşiyor. İşin en üzücü yanı kimi Kürt kökenli yurttaşlarımız arasında devlete olan gönül bağları zayıflıyor. Birçoğumuz kabul etmekte zorlansak, işi PKK’nin silah dayatmasına bağlasak da (ki kısmen de öyle), sonuçta kafa karışıklığı içinde olan ve liderliği İmralı’da gören bir toplumsal kesim gelişiyor. Bu da çok vahim bir durum. Kürt sorununun temelinde elbette farklı etnik yapıda olan yurttaşlarımızın anadillerini kullanabilme, kimliklerini yaşayabilme, kendilerini ifade edebilme gibi birçok demokratik eksik bulunuyor. Kuşkusuz sosyokültürel haklar çok önemli. Ancak 25 yıl önce Kürtçe televizyon resmen TRT tarafından kurulacak denseydi, inanamazdık. Nihayet oldu ama pek de bir şey değişmedi. Terör aynı hızıyla sürüyor. Açıkçası, Bingöl’ün Genç ilçesinin Çötele Yaylası’ndan hiçbir ergen çoban “özgürce Kürtçe konuşamıyorum” diye Kandil Dağı’na çıkmaz. O zaten Kürtçe konuşur. Ne 1990’lı yıllardan bu yana sürdürülen silahlı mücadele, ne bölgeye yapılan yatırım hamleleri ne de demokratikleşme açılımları terörün azalmasını sağladı. Oysa neoliberal kesim Kürt kökenli yurttaşlara tanınacak demokratik gelişmelerin terörü durdurabileceğini savunuyordu. Terörün ilk belirdiği yıllarda askeri gücümüzün bunu fazlasıyla bertaraf etme kapasitesinde olduğu tezinin (ki MHP hâlâ aynı çizgide) de kısırlığı anlaşılmış oldu. Her gün bir ya da birkaç askerimiz şehit düşüyor, yürekler parçalanıyor. Kürt sorununu İrlanda ya da Bask örneğine benzetmek de ciddiyetle bağdaşmaz. Bu sorun aslında 1990 yılında Saddam’ın Kuveyt’i işgali ile başka bir boyuta geçmiştir. ABD güçlerinin Irak’a askeri müdahalede bulunduğunda Irak’ı (36. Paralel’den itibaren) fiilen bölen bir bölge yarattığı göz ardı edilemez. Bu bölünme, etnik farklılığa dayandırıldı ve o tarihten bu yana Türkiye’de terör kendi sınırları dışında odaklandı ve yönetildi. Böylece dış güçlerin cirit attığı bir hal aldı ve Saddam’ın tümüyle devrilmesine kadar çok ciddi bir kuluçka dönemi olarak da sürdü. Rahatsızlığın artan boyutu Artık bugün Kuzey Irak’ta Kürt özerk bölgesi var ve bu gelişme karşısında Türkiye’nin kendi sınırları içinde bir siyasal hareketliliğin olmaması düşünülemez. Benzer bir biçimde Kuzey Suriye’de Kürtlerin egemen olduğu bir bölge oluşuyor ve bu oluşumun da ABD tarafından tasarlandığı görünüyor. Bu aşamada Türkiye’ye güvenceler verilebilir ama gerçek değişmeyecektir; cin şişeden çıkmıştır. Haliyle Türkiye içindeki rahatsızlık daha da artacaktır. ABD’nin bölgede izlediği politikayı sadece enerji kaynaklarına bağlamak da doğru değildir. ABD bu coğrafyada İran ve İsrail parametreleri arasında denklem çözmeye çalışırken, Arap olmayan Müslüman ya da Arap olsa da Şii olmayan (yani Sünni) unsurları aktive etmektedir. 1 Mart tezkeresiyle beraber ABD içinde birçok kesim nezdinde güven kaybeden Türkiye şimdi başta Suriye olmak üzere ABD’nin tüm stratejilerinde koşulsuz destekle bunu yeniden kazanmaya çalışıyor. Ama kimi zaman da bu Türkiye’nin egemenliğini riske sokuyor. Uzun vadeli ve gerçekçi olmayan bir dış politika kümesinin sonuçlarına katlanıyoruz. Türkiye’nin içinde bulunduğu Kürt sorunu (ki bu aynı zamanda terör olarak yaşanmaktadır) karşısında bu hükümetin kavraması gereken en önemli gerçek, dış politikada çeşitli aktörlerle doğru ve güvenilir bir zeminde anlaşmaya çalışmaktır. Kürt sorunu sadece bir iç güvenlik sorunu olmadığı gibi, sosyoekonomik yahut sosyokültürel ya da demokratik gelişmeyle ilgili de değildir. Bunların hepsinin yanı sıra sorunun temelinde bölgede yeni bir siyasal tasarım yürümektedir ve Türkiye bu konuda gafil avlanmıştır. Hükümet bilmeli ki, Türkiye’nin güvenilir olması için müttefiklerinin her istediğini yapması gerekmez. Kimi zaman açıkça “bu konuda ulusal çıkarlarım nedeniyle yanınızda olamayacağım” demesi yeterli olabilir. Asıl en yanlışı “yanınızdayım” deyip aksine davranması ya da daha sonra bunu telafi etmek için fütursuz bir payandalığa girişmesidir. Türkiye, bölgedeki gücünün bilincinde, müttefikleriyle net, güvenilir ve uzun vadeli opsiyonları ortaya seren bir müzakereye girmedikçe kendi içindeki terör sorununu çözmede de yetersiz kalacaktır. CHP’nin yıllardır hükümeti uyardığı en kritik nokta da budur. Unutmayalım, aslında kendi içinde dengesini yitirmiş bir Türkiye Batı için de bir kâbustur. Kalem Ol Kırsınlar... Dolma kalem: Doldur ki yazsın... Artık hangi rengi doldurursan... Kafası mürekkebin içine batırılır, kıçı iki parmak arasında sıkıştırılarak pompadan mürekkep yüklenir... O zaman yazar... Yazmazsa; sahibi tutup sallar... Sıçratır tabii... Artık kime denk gelirse... Lekesi çıksa bile nasıl olsa izi kalır... ? Tükenmez kalem: Her dönemin kalemidir... Devir değişir, dönem döner, zaman gelip geçer... Tükenmez.. Yok istenilen biçimde yazmadı, burnunu sürerler... Burnunu sürttükçe açılır... Yazar... Olmadı, ucunu ağzına yaklaştırıp “huh” yaptı mı sahibi, nefes kokusuna bayılır, döktürür de döktürür tükenmez... Ucuzdur... İşi bittiğinde kaldırıp çöpe at gitsin... ? Kurşun kalem; tetiği çekti mi sahibi vınlar, kafadan mı, topuktan mı artık... Pilot kalem... Divit kalem... Keçe kalem... Sabit kalem... Olmadı; göz kalemi bari... Göz boyasın... ? Başbakan medya patronlarına “kalemlerle” ilgili seslendi: “Şimdi çıkmış birileri köşesinde yazıyor. Ne diyor? ‘Dışişleri Bakanı’nın Myanmar’da ne işi var’ diyor... Başbakan’ın kızının, hanımının gidişini anlıyorum da, Dışişleri Bakanı oraya niye gidiyor, diyor. Ben buradan o medya patronuna ‘yazıklar olsun’ diyorum. Bu adamları köşe yazarı olarak nasıl tutuyorsunuz?..” ? Hadi kalemler... Bir kez olsun tepki gösterin... O köşeleri bir gün olsun boş bırakın, dünya medyası onurlu Türk meslektaşlarından bir kez olsun söz etsin... Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, gazeteci yazarlara her sene dağıttığı ödüllerden en büyüğünü vermek istiyorsa, bir defa olsun çağrı yapsın... Boş kalsın köşeler... Pislik dedi, alınmadınız... Tasmalı dedi, umursamadınız... Alçak dedi, utanmaz dedi, satılmış dedi... Bir onursuz mesleğin mensupları olmaktansa bir kez olsun hadi... ? Bir kez olsun “kalem” ol... Kırsınlar bari... Tuncay Özkan’a Nazlıcan’dan Nazlıcan ÖZKAN yılının Tuzluçayır lise yıllığına 16’lık bir genç adam Sait Faik’ten alıntılıyor: “Her şey bir şeyi sevmekle başlar, diyor Sait Faik. Siz de sevin sayın ki, sevgi ve saygı olsun payınız.” 30 yıl geçiyor; 46’lık bir genç adam anlatıyor, ben dinliyorum. O hayatı anlattıkça, insanı seviyorum. O direnişi anlattıkça, umudu seviyorum. O başkaldırdıkça, Camus’yü seviyorum. O dürüstlüğün ardından cesaretle gittikçe, Foucault’yu seviyorum. Sonra onu tecride atıyorlar, ben Nâzım’ı seviyorum... Çoğu zaman görüyorum ki şairler, hikâyelerimizi tamamlıyorlar. Cam ardında yutkunduklarımızı ya da görüş süresinin yetmediklerini, yıllar öncesinden bir sayfada önümüze koyuyorlar. Zaman, sanırım yalnızca şairleri yutmuyor. Bugün de benim elimden tutuyorlar. Dershanemin ikinci gününde Orhan Veli, imdadıma yetişiyor... “Kargalar, sakın anneme söylemeyin! Bugün toplar atılırken evden kaçıp Harbiye nezaretine gideceğim. Söylemezseniz size macun alırım, Simit alırım, horoz şekeri alırım; Sizi kayık salıncağına bindiririm kargalar, Bütün zıpzıplarımı size veririm. Kargalar, ne olur anneme söylemeyin!” Bugün toplar atılırken Kadıköy’de dershaneden kaçıp 46’lık bir genç adamın doğum gününe, Silivri nezaretine gideceğim. Kargalar, ne olur anneme söylemeyin! Benim kargalara simit ve macun 82 rüşvetlerimin hesabını önceden yapan Orhan Veli’nin, 16’lık bir genç adamken lisede tanıştığı dostu Melih Cevdet Anday da zamanın günü yutmasını engelliyor, niye kargalar işin içinde, açıklıyor. Ve burada, sanki bir tanıdıktan bahsediyor... “Uyumayacaksın Memleketinin hali Seni seslerle uyandıracak Oturup yazacaksın Çünkü sen artık o sen değilsin Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin Durmadan sesler alacak Sesler vereceksin Uyuyamayacaksın Düzelmeden memleketin hali Düzelmeden dünyanın hali Gözüne uyku giremez ki... Uyumayacaksın Bir sis çanı gibi gecenin içinde Ta gün ışıyıncaya kadar Vakur metin sade Çalacaksın.” Ben gördüm; bu tanıdık, hep çaldı bir sis çanı gibi gecenin içinde. Baktım, hiç uyumadı. Memleketin, dünyanın hali uykusundan uyandırır, yazdırırdı. Ama düzelmedi memleketin hali, girmedi onun da gözüne uyku. Biliyorum, 14 Ağustos 2012 günü, Silivri nezaretinde bu uyuyamayan adamı bırakmış dönerken her zamanki soru olacak aklımda: Acaba ne patlatır kocaman bir insanlığın afyonunu? Ve özgürlüğümden utanarak döndüğüm yolda mırıldanacağım yine yolun ardında kalan nezaretin B/3 tecrit hücresine doğru: “Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin” Silivri’de, “Vakur metin sade” çalmaya devam eden... İyi ki doğdun! C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle