10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 TEMMUZ 2012 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 ? Olimpiyatın konusu spordur. Adaylık aşamasında İstanbul’un doğal ve tarihi özelliklerini vurgulamak önemli. Ama bunun yeri logo değil. Böylesine önemli bir logoda internetten bulunmuş izlenimi veren siluetler ve fontlar kullanılmamalı. ARDAN ERGÜVEN* limpiyat oyunları, ev sahibi ülkelerin kendilerini ve kültürlerini tanıtmaları için büyük bir fırsattır. Bu nedenle olimpiyata aday gösterilen şehirler arasında yer almak ve seçilmek dikkate değer bir başarıdır. Olimpiyat logolarının bu aşamadaki yeri çok önemlidir. Uluslararası etkinliklerde kullanılan logoların görsel özellikleri evrensel olmalıdır. Bir başka deyişle, farklı kültürlerden gelen insanlar bu işaretlere baktığında temsil edilen konuyu anlayabilmelidir. Amerikalı yazar ve eğitimci Ellen Lupton, grafik tasarımı kültürel bir yorumlama eylemi olarak tanımlamıştır. Grafik tasarım sözlü veya yazılı kültürü, toplumun uzlaştığı görsel kodları kullanarak aktarır. Olimpiyat logolarının görsel ve kültürel iletişim öğeleri olduğunu unutmamak gerekir. Olimpiyat tarihindeki ilk kapsamlı görsel kimlik çalışması 1964 Tokyo Olimpiyatı için Katsumi Masaru yönetimindeki bir ekip tarafından gerçekleştirilmiştir. Kamekura Yusaku’nun tasarladığı Tokyo 1964 logosu davetli tasarımcılar arasında düzenlenen bir yarışma sonucunda seçilmiştir. Doğan bir güneş olarak yorumlanabilen logo aynı zamanda Japon bayrağını temsil etmektedir. Amerikalı tasarımcı Lance Wyman tarafından 1968’deki Mexico Olimpiyat Oyunları için tasarlanan logo tipografik özellikleriyle dikkat çekmektedir. Wyman’ın MEXICO68 şeklinde kısaltarak tasarladığı logoda çizgilerden oluşan harflerin ve rakamların olimpiyatın dinamik kimliğini başarılı bir biçimde yansıttığı görülmektedir. 1972 Münih Olimpiyatı’nın logosu ise gör O sel kimlik tasarımı alanına büyük katkıları bulunan Alman tasarımcı Otl Aicher tarafından tasarlanmıştır. Op art akımının izlerini taşıyan logo bir daire içindeki helezonik eksen üzerine yerleştirilmiş çizgilerle güçlü bir hareket izlenimi yaratmaktadır. 2012 Londra Olimpiyat Oyunları için tasarlanan logo ise büyük tartışmalara yol açmıştır. Bu logo için marka tasarımı alanında uzmanlaşmış bir firma olan Wolf Olins’e 400 bin sterlin ödenmiştir (bu en çok eleştirilen konuların başında gelmiştir). Bununla beraber logo tasarımının profesyonel bir kuruma emanet edilmesi İngilizlerin olimpiyat oyunlarına ne kadar önem verdiklerini göstermiştir. Örnekler çoğaltılabilir. Peki, halk oylamasıyla seçilen, lale ve tarihi yarımada siluetinin yer aldığı İstanbul 2020 logosu olimpiyat oyunlarını temsil edebilecek nitelikte mi? Olimpiyatın konusu spordur. Adaylık aşamasında İstanbul’un doğal ve tarihi özelliklerini vurgulamak tanıtım açısından önemlidir, ancak bunun yeri logo değildir. Yunanistan’ın binlerce mimari eseri olmasına rağmen, Atina 2004 Olimpiyatı’nın logosunda Akropolis veya benzeri bir yapının görüntüsü yer almamış, mavi bir zemin üzerinde barışı ve zaferi simgeleyen zeytin dalından örülmüş yalın bir taç illüstrasyonu kullanılmıştır. Özgün bir kimliğe sahip olan başarılı logolar ustalıkla tasarlanmıştır. Böylesine önemli bir organizasyonu temsil eden bir logoda internetten bulunmuş izlenimi veren siluetler ve fontlar kullanılmamalıdır. Olimpiyat adaylığı bir imaj yarışıdır. İmajımızı etkileyen görsel konular deneyimli tasarımcılara emanet edilmelidir. Aksi takdirde 2020 İstanbul Olimpiyat Oyunları logosunun yeri, yalnızca ucuz ürünlerin satıldığı turistik eşya dükkânları olabilir. *Marmara Üniversitesi G.S.F. Grafik Bölümü Araştırma Görevlisi ve Grafikerler Meslek Kuruluşu üyesi. Kültür Servisi 29 Ağustos’ta Hintli yönetmen Mira Nair’in yarışma dışı gösterilecek “The Reluctant Fundamentalist” (Gönülsüz Köktendinci) adlı filmiyle açılacak olan 69. Venedik Film Festivali’nde büyük ödül Altın Aslan için yarışacak filmler belli oldu. Yarışacak 17 yapıt arasında Avrupa filmleri ağır basarken, Terence Malick, Brian De Palma gibi yönetmenlerin filmleri de yer alıyor. 1932’den bu yana gerçekleştirilen ve sinema dünyasının en saygın şenliklerinden biri sayılan Venedik Film Festivali’nin yeni sanat yönetmeni Alberto Barbera, bu yıl festivalin “daha ağırbaşlı ve daha az gösterişli” geçeceğini açıkladı. Bu yıl şenliğin dokusunda bir değişim başlattıklarını ve birkaç yıl içinde bir yeniden doğuş yaşanacağını söyleyen Barbera, Venedik Festivali’ni, “yaşlı, saygın, seçkin, ama tazelenmesi gereken bir hanımefendiye” benzetti. Festivalin uluslararası yarışmasında yer alacak filmlerden Terence Malick’in “To the Wonder” adlı yapıtında başrolleri Ben Affleck, Rachel McAdams ve Rachel Weisz paylaşıyorlar. Brian De Palma’nın Fransız yapımı “Passion”unun baş oyuncuları Rachel McAdams ve Noomi Rapace. Ramin Bahrani’nin “At Any Price”ında ise Zac Efron ile Dennis Quaid oynuyor. 1960’ların politik sinemasının önde gelen adlarından, İtalyan yönetmen Marco Bellocchio’nun “Bella Addormentata” adlı filminin oyuncuları arasında Isabelle Huppert de var. Bu yıl Venedik’te Türkiye’den de iki film yer alıyor. Yeşim Ustaoğlu’nun senaryosunu yazıp yönettiği “Araf”, festivalin ikinci yarışmalı bölümü “Orizzonti”de (Ufuklar) yarışacak. Ali Aydın’ın ilk uzun metraj filmi “Küf” ise Uluslararası Film Eleştirmenleri Haftası Bölümü’nde gösterilecek. Spring Breakers ALTIN ASLAN’IN 17 ADAYI ? Après Mai (Havadaki Bir Şey) / Olivier Assayas ? At Any Price (Ne Pahasına Olursa Olsun) / Ramin Bahrani ? Bella Addormentata (Uyuyan Güzel) / Marco Bellocchio ? La Cinquième Saison (Beşinci Mevsim) / Peter Brosens, Jessica Woodworth ? Lemale et Ha’chalal (Boşluğu Doldur) / Rama Burshtein ? È Stato il Figlio / Daniele Cipri ? Un Giorno Speciale (Özel Bir Gün) / Francesca Comencini ? Passion / Brian De Palma ? Superstar / Xavier Giannoli ? Pieta / Kim Kiduk ? Outrage Beyond / Takeşi Kitano ? Spring Breakers / Harmony Korine ? To the Wonder / Terence Malick ? Sinapupunan (Dölyatağın) / Brillante Mendoza ? Linhas de Wellington / Valeria Sarmiento ? Paradies: Glaube (Cennet: İnanç) / Ulrich Seidl ? İzmena (İhanet) / Kiril Serebrennikov Doğaya özen göster Elif Dağdeviren Kültür Servisi Mehmet Turgut’un “Doğaya Özen Göster” isimli fotoğraf sergisi İstanbul Optimum’da açıldı. Sergi, “Kendinize Gösterdiğiniz Özeni Doğaya da Gösterin” kampanyası kapsamında 6 Ağustos’a kadar devam edecek. Turgut’un objektifinin karşısına geçerek destek veren on isim arasında Deniz Akkaya, Levent Yüksel, Nefise Karatay, Elif Dağdeviren, Oben Budak, Bedük, Gülşen, Nazlı Tolga, Muazzez İlmiye Çığ da bulunuyor. Après Mai (Havadaki Bir Şey) İstanbul 2020 logosu, Olimpiyat Oyunları’nı temsil edebilecek nitelikte mi? Sportif değil, turistik 69. Venedik Film Festivali’nde büyük ödül için yarışacak filmler belli oldu Altın Aslan avcıları ? 17 film arasında Avrupa yapımı filmler ağır basıyor. Venedik Festivali’nin yeni sanat yönetmeni Alberto Barbera, 1932’den beri düzenlenen festivali ‘yaşlı, saygın, ama tazelenmesi gereken bir hanımefendiye’ benzetti. Frankfurt Hazırlıkları Başladı Yaz olduğuna bakmayın, tanıdığım ne kadar yayıncı varsa Frankfurt Kitap Fuarı’na hazırlanıyor. Dünyanın en büyük kitap fuarı bu. Kitap satılmıyor. Yayın hakları alınıp veriliyor. Yayıncılar hem kitaplarının haklarını satmak, hem de ilginç buldukları kitapların ülkelerinde yayın haklarını almak için kıyasıya bir yarışa girecekler. Ülkemizdeki hazırlıkları gördükçe anılarım canlanıyor hemen. ONK Ajans’ta çalışırken de, Milliyet Yayınları’nı yönetirken de her sonbahar Frankfurt’a giderdim. Frankfurt Kitap Fuarı’na. Hazırlıklar aylarca önceden başlardı. Fuar yönetimine mektuplar, yabancı yayınevlerine teleksler, döviz işlemleri... O yıllarda ne kolay kolay para transfer edebilirdin yurtdışına, ne de cebine istediğin kadar dolar koyup uçağa binebilirdin. Yanlış hatırlamıyorsam, yanımıza 100 dolar alma iznimiz vardı. Bir hafta Frankfurt’ta kalacaksın. Otele para, yemeğe para, şehir içi ulaşıma para. Harca harca bitmez. Fazladan 1520 mark götürmenin yolunu bulmuştuk. Uçakta sigara alır, Türk parası uzatırdık. Paranın üstünü Alman markı olarak verirlerdi bize. Fuara katılma ücretini önceden transfer edebilmek için anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan gelirdi. Hele stand kiralayacaksan yandın. Sadece stand kirasını karşılayabilmek için bile bürokrasiyle aslanlar gibi savaşmak zorundaydın. Özel ışıklandırma gibi “ekstra masraflar” için didişmeyi göze alacak halimiz yoktu. ??? Milliyet Yayınları’nı yönetmeye başladığım yıl, dağıtımın müdürü Erol Öktem’le gittik fuara. Açılıştan bir gece önce standımızı kurduk. Kitaplarımızı sıraladık. Yabancı yayınevlerinin standlarına imrenerek baktık. Hepsi ışıl ışıl. Bizimki, öteki Türk yayınevlerinin standları gibi, eh işte, aydınlık. İç çekerek otelimizin yolunu tuttuk. Ertesi sabah erkenden fuara gidince bir de ne göreyim? Bizim stand lunaparka dönmüş. Işıl ışıl. Özel ışıklandırma en üst düzeyde. “Yandık!” dedim. “Biz istemedik ki bunu! Şimdi dünyanın parasını alırlar.” Olsa neyse. Erol’la bendeki markları toplasak masrafın yarısını karşılayamayız. Yanımda iki kişi belirdi o anda. İkisi de Türk. “Ağabey, merhaba” dediler. “Merhaba” diye inledim. “Nasıl, beğendin mi ışıklandırmayı?” Şaşkınlıkla yüzlerine baktım. “Biz senelerdir Almanya’dayız. Fuarın elektrikçisiyiz. Standı görünce dayanamadık, geceleyin el ayak çekilince geldik, kimseye çaktırmadan burayı bir güzel ışıklandırdık.” Fuar kapanırken iki elektrikçiyi çağırdım. “Bir araba getirin” dedim. “Ne kadar kitap görüyorsanız hepsi sizin. Yükleyin götürün.” ??? Fuarda Türk yayıncılarının standları yan yana. Arada bir misafircilik oynuyoruz. Konumuz değişmiyor: Devletin yardımcı olmasından vazgeçtik, gölge bile etseler razıyız, yeter ki elimizi kolumuzu bağlamasınlar. Şuraya cenkten çıkmış gaziler gibi değil, adam gibi gelelim, standlarımızı kuralım. Hem kendimizi, hem ülkemizi doğru dürüst tanıtalım. Bir ara stand komşum Necdet Sander’le dertleşiyorduk. Yaklaşık on kişilik bir topluluk belirdi. Öteki Türk standlarıyla ilgilendiler, yayıncılarla ayaküstü çene çaldılar. Bizim standa geldiler sonunda. Hiçbirini daha önce görmüşlüğümüz yok. Biri, topluluğun önündeki kişiyi tanıttı: “Sayın Frankfurt Konsolosumuz.” Ötekilere döndü sonra: “Fuara Türk yayıncılarının katılışını beyefendiye borçluyuz.” Dayanamadım artık. Elimi cebime attım, cüzdanımı çıkardım. “Aman” dedim, “borcumuz ne kadarsa hemen takdim edeyim.” Bir an içinde ortadan yokoldular. Arkamda bir ses duydum. Dönüp baktım. Necdet Bey kitapların üstüne kapanmış, kahkahalarla gülüyordu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle