29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 TEMMUZ 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 İlhan Selçuk ve satranç Sevgili İlhan Selçuk’un ricamı kırmayıp, ‘Mat’ adlı oyunun program dergisi için kaleme aldığı, başka bir yerde yayımlandığını sanmadığım bu güzel yazıyı sizlerle paylaşmak istedim roman kahramanının çıldırmamak için tek başına satranç oynadığını anlatır; dört duvar arasında daralıp bunalıma düşen tutuklu, dört köşeli satranç tahtasının evreninde zamanı öldürmeye çalışır; bir ölçüde başarır da… Maltepe’de bizim koğuşta yatan eylemci gençler, aramızdaki kimi satranç ustalarından oyunu öğrendiler; kimisi dört elle bu yeni uğraşa sarıldı; Hasan çok yetenekliydi; kısa sürede satrancın girdisini çıktısını kavradı; geceleri sabahlara dek tek başına oynamaya başladı. Bir yaz sabahı erken uyanmıştım; gün daha ışımamıştı; Hasan satrancın başında düşünceliydi: “Abi,” dedi, “ne yaparsam yapayım hep siyahlar kazanıyorlar.” Düşündüm: Satranç tahtasındaki taşlar özgür müydüler? Bağımsızlıklarını mı ilan etmişlerdi? Hasan kendisini dört duvar arasına düşüren kara yazgısından mı söz açmak istiyordu? Sözleri belleğime yazıldı. Tutukevinden çıktıktan sonra Hasan’ı görmedim; yaşamındaki satrançtan haberim yok!.. Yaprak Akşamdır. Adalar kendilerine bir anne arar gibi, usulca inen akşamı sarınırlar. Güz adasını bilmem ama, yazın da kışın da adaya çöken, aslında sis değil, onun mantosudur, battaniyesidir, uykunun armağanı bir sıcaklıktır ve yalnızca gözlerine değil, yüreğine doğru da üflenir. Adanın annesi gecedir. Dağların içinden geçerken her şeyini yitirebileceğini düşünür insan ve bu boşuna değildir. Bir daha bulmamak üzere üstelik. Zaten kaybedip de yeniden bulduğunu sandığın şey, asla aynı şey değildir. Bir şeyi kaybedersin, bulduğun şey başka bir şeydir. Yine de arar insan. Birbirinin içindeki insanı arar. Her şey “ben”den ve “ten”den ibaret değildir, çünkü bir insan vardır “ten”den içeri. Acı, ruhun mu fiyakasıdır aşkın mı, bilemedim. Onların da arasında bir aşk var fakat, acıyla aşkın arasında. İmkânsız bir aşk diyelim. Aşk sanki insanın mutluluk, sevinç gibi gereksinimlerini ya da eksikliklerini gidermekten çok acıyı denemesi için icat edilmiştir. Aşkın mutluluğundan çok acısı sevindirir âşığı. Niyet. İşte nasibin yanına eklenecek bir sözcük daha. Bir zamandır, şiirin “niyet” olduğunu düşünüyorum, “şiir niyeti”yle yazıyorsan şiirdir. Tıpkı nasip gibi. İnsan duyar bunu, sezer, nasibim yok der ve çeker gider. Israr hastalığı diye bir şey var, önemli bir hastalık. En çok da insanın kendisine ısrar etmesi. Gecede ısrar etmek gibi, karanlık bir yolculuk. Gece bir salgın gibi yayılır ve ısrar, arzunun da önüne geçer, insanı kendisinden sızdırır. Nar. Eskiden kederin de ödünç olduğunu düşünen birisi için, hâlâ öyle düşünürüm, ama bu sevincin payına bir çoğaltma değildir, şimdi her şeyin nardan ödünç olduğunu düşünmek de sanırım kederle ve şiirle çelişmez. Her şeyi hem biricik olduğu için, tanem, bir tanem, hem de çoğul olduğu için, çok taneli, çoğulum, çoğalt beni, bizi diye sevmiyor muyuz? Bir ve çok, hem nar oluş, hem yar oluş. Adı olan şeylerden adsızlığa doğru gitmek. Bazen atlarla dolu bir nehir düşlerim. Atların su gibi aktığı. Yelelerinden terin, ağızlarından köpüğün hayat suyu gibi yayıldığı, havaya karıştığı bir nehir. Su gibi atlar, dalga dalga atlar, yeşil ile maviyi sağrılarında buluşturan atlar. Aşk olsun rengini suya da, hayata da, dünyaya da sunan her şeye, aşk olsun sese: “Her ses bir renge yakışır.” “Neyse” başlıklı bir yazı yazmıştım çok zaman önce. İnsan bazen çoğaltmak hevesine kapılıyor, “keşke”yi de yazsaydım, “oysa”yı da diye de epey gönül gezdirmiştim harfler aleminde. Sonra belki tam da o sıralar şuna benzer bir incelik duymuştum: “Ben öyle inceydim ki / bir yapraktan önce düşerdim”. Fazla ince mi gelmişti, aşırı yüklü mü her neyse, onu şöyle anımsıyorum şimdi, ikinci bölümünü: “Bir yapraktan önce düşerdim size”. Düş ey yakın yaprak düş ince deftere! Nehirler boyunca... Bruegel tablosuna benzer bir söz söyleyebilseydim keşke, okuyan, “Şu resme bak!” deseydi, bazen isterdim bunu. Nehir yerine dere de olabilirdi, dere boyunca şiirler söyleyip, şaraplar içip, çimenlerle göz göze gelmek ve ağacın büyüklüğüne, gölgesinin hoşgörüsüne sığınıp kendini unutmak, kendini kendinde unutmak... “Sırf unutmak için unutmak ey kış büyük yalnızlığını dünyanın.” Kış yerine yaz. Dıranas’ın “büyük yalnızlığı”nı yıllarca “büyülü’ diye okuduktan sonra... Demek ki şiirlerle birlikte yalnızlık da büyürmüş! Esrik olmanın gölgesi eski anılardan yenilerine dek uzanır. Sanki bir ağaç gibi. Her zaman göğe yükselmez bazen de komşuluğa, iyiliğe, yakınlığa doğru açılır kendinden. Bir ağaç olmak, biraz da insanların birbirlerinin gölgesine sığınmasıyla anlaşılır. Tut beni, bana tutun, beni sıkı sar, dal, budak, gövde, diş, yaprak. Sarhoşluğun üzümden eski olması gibi. Sevmek. Unutmaya karşı bir savaş gibi. Bellek gibi. Yalnızca geçmişi değil, geleceği de anımsamak gibi. İyileşmek. İyilik adası. Çokluk. Nar tanesi. Birlik. Yakınlık. Sen gel bizi güzel vakitlere çıkar der gibi. İyileşmek ve iyileştirmek yakınlığa da sayılır, sevgiye de. Hayat rastlantılarla, insan zihninin akışı da o rastlantıların açtığı kesişen yollarla örülüyor bazen. Elimde bir kitap var dört, beş gündür. Toplamı 88 sayfa, üstelik çok sürükleyici: Stefan Zweig’ın yazdığı, Ahmet Cemal’in dupduru diliyle çevirdiği “Satranç”. İş Bankası Kültür Yayınları’nın Modern Klasikler dizisinden çıkmış. Kitap hem sürükleyici, hem de 88 sayfa ise niye dört, beş gündür bitmedi diyeceksiniz. Haklısınız, ama iki nedeni var bunun: Birincisi, ben hemen bitsin istemiyorum; ikincisi, kitap kendini bitirtmiyor, durmadan yeni yan yollar açıyor zihnimde. Önce beni on iki yıl önce İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda sahneye koyduğum, Toygun Orbay’ın yazdığı “Mat” adlı oyuna götürdü. Arşivimdeki “Mat” dosyasını alıp karıştırmaya başladım. İçinden bir yazı çıktı: İki daktilo sayfası, üzerinde elle yapılmış düzeltmeler, altında bir imza: İlhan Selçuk… Sevgili İlhan Selçuk’un ricamı kırmayıp, “Mat”ın program dergisi için kaleme aldığı yazı. Baktım, o yazıda da Zweig’ın kitabı çıktı karşıma. “Bu kadarına da pes doğrusu” dedim ve başka bir yerde yayımlandığını sanmadığım bu güzel yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. ? Arşivimdeki “Mat” dosyasını alıp karıştırmaya başladım. İçinden bir yazı çıktı: İki daktilo sayfası, üzerinde elle yapılmış düzeltmeler, altında bir imza: İlhan Selçuk… Hep siyahlar mı kazandı? Bilmiyorum. Ancak aradan bunca yıl geçtikten sonra, satranç taşlarının tiyatro oyuncularına dönüştüğünü ve “üç duvarlı dünya”da canlandıklarını görecektim. ? Satranç Doğu bilgeliğinin ürünü. Yaşadığımız dünyada dipten doruğa geçerli amansız savaşımın simgesine dönüştüğünden, dört köşe oyun tahtası olmaktan çıkarak evrensel anlamlar yükleniyor. Amerikan Ulusal Güvenlik eski danışmanı Zbigniew Brzezinski, Avrasya kapsamında yaşanan uluslararası Mat 12 Mart döneminde MaltepeKartal Tutukevi’nde birlikte hapis yattığımız Ayşe Emel Mesci “Mat” oyunu için benden yazı isteyince, aklıma bizim koğuştaki satranç partileri geldi. Cezaevinde en iyi vakit geçirme aracı satrançtır. Stefan Zweig’ın bu konuda bir kitabı var; yazar uzun süre hücrede yatan çatışmanın irdelemesini yaptığı son kitabına “Dev Satranç Tahtası” adını yakıştırmadı mı? Türkiyemizin de bu dev satranç tahtası içinde yer aldığını nasıl unutabiliriz? Şahlar, vezirler, kaleler, atlar, filler, piyonlar; birbirleriyle göze göz dişe diş savaşan siyahlar, beyazlar; oynayanlar ve oynatanlarıyla insanı derinliğine düşündürüp kendisine çeken soyut bir oyunun araçları dört köşe bir tahtaya koca bir evreni mi sığdırıyor? Oyun yazarı Toygun Orbay satranç tahtasının siyahbeyaz karelerinde yengiyenilgi felsefesinin sekseğini oynayarak yanıtları her zaman tartışmalı bir sorgulamayı üç duvarlı dünyanın gündemine oturtuyor: Ya piyonlar canlanırsa?.. ? Piyon canlanırsa neler olur?.. Ya da neler olmaz?.. Maltepe Tutukevi’ndeki koğuş arkadaşım Hasan’ın dediği gibi hep siyahlar mı kazanacak?.. “İşte sorun burada” diyor yazarımız: “İnsanlar yüzyıllardır değişik inanışlar, politikalar, öğretiler peşinde… Oysaki bu dünyanın efendileri belli…” Rahmetli dostum Doktor Safter Tarim eşi bulunmaz bir kişiydi. O anlatmıştı: “Atlı polodaki at, oyunda binicisinin istencine göre koşar; bir süre sonra oyunu anlayıp topa yönelmeye başlarsa, oyun dışı bırakılır.” Satrançtaki at cansızdır. Polo oyunundaki at canlı… İnsan at değildir. İnsanın insanlaşması, kural koyup kural değiştirmek yetisinden geliyor. Peki, insan dört köşe satranç tahtasının siyahbeyaz karelerinde tarih boyunca hep seksek mi oynadı? Ve hep “mat” mı oldu? ? Gün ola harman ola İlhan Ağabey, gün ola harman ola… MUNZUR FESTİVALİ’NDE ‘DERSİM ’38’ SERGİSİ 8 BİN KİŞİNİN İZLEDİĞİ KONSER 25 ÜLKEDE CANLI YAYINLANDI Tarihe ışık tutacak Kültür Servisi Dersim Belediyesi ile Dersim Dernekleri Federasyonu tarafından bu yıl 2629 Temmuz tarihlerinde 12. kez düzenlenecek Munzur Kültür ve Doğa Festivali, “Dersim ’38” sergisine de ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 1938’de Dersim’de yaşananları bütün çıplaklığıyla gözler önüne sermeyi amaçlayan sergi, Kalan Müzik’in sahibi Hasan Saltık’ın yıllar içinde oluşturduğu özel arşivinden seçilen belgeler, tanıklıklar ve görüntülerle bir dönemin acı tarihine ışık tutuyor. Dersim’de ölüm ve sürgün yıllarının kaybolmayan hafızası niteliğindeki sergi, Hozat Belediyesi Sergi Salonu’nda 28 ve 29 Temmuz tarihlerinde izleyiciyle buluşacak. Öte yandan bu yıl “Dersim Soykırımı Tanınsın, Barajlar İkinci ‘38’dir” sloganıyla düzenlenen Munzur Kültür ve Doğa Festivali süresince, “Dersim İnancı ve Cemevleri”, “Dersim’in Güncel Sorunları”, “Dersim 38 Soykırımı Talepler Tazminat ve İstismar” başlıklı paneller düzenlenecek. Dersim’in inanç merkezlerinin ziyaret edileceği festivalde, kentin tarihi ve güncel sorunlarına dikkat çeken belgeseller gösterilecek. Festival boyunca, Pınar Aydınlar, Aynur Doğan, Zelal Gökçe, Silbus u Tarî, Zele Mele, Yaşar Kurt, Servet Kocakaya, Metin Kahraman, Erdoğan Emir, Grup Munzur, Grup Yorum, Ferhat Tunç, Ozan Cömert, Giamis Xarolis gibi sanatçı ve topululuklar da konser verecek. Grup Yorum’dan Morrissey’e eleştiri Kültür ServisiDört yıl aradan sonra ilk kez Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda konser veren Grup Yorum, geçen günlerde aynı sahnede dinleyiciyle buluşan Morrissey ve ekibinin Esad’la ilgili küfürler yazan tişörtler giymesini eleştirdi. 8 bin kişinin izlediği Grup Yorum konseri, internet üzerinden 25 ülkede canlı olarak yayınlandı. Konserde sık sık “Grup Yoruma Özgürlük”,“Halktan Yana Sanat Engellenemez”, “Faşizme Karşı Omuz Omuza” sloganları atıldı. İngiliz şarkıcı Morrissey’in de eleştirildiği konserde, şu ifadeler kullandı: “İki gün önce bu sahnede İngiliz Morrissey adında bir sarkıcı Esad’la ilgili küfür ler yazan tişörtler giydi. Neden böyle yapıyorlar? Çünkü Esad emperyalizme karşı direniyor. Emperyalizm Suriye’ye karşı uyguladığı zulmü görüyoruz ve bütün bunları Amerika’nın yaptığını biliyoruz. Irak’ta da nükleer silah var dediler, halkı kandırmaya çalıştılar. Onlara inanmıyoruz.” Abdülkadir Bulut Şiir Ödülü Akman’ın ? Kültür Servisi Henüz 43 yaşındayken bir trafik kazasında yaşamını yitiren; 1970’li yılların Türk şiirinde, gür sesiyle kendine özgü bir yer edinen şair Abdülkadir Bulut’un anısına bu yıl ikincisi düzenlenen şiir yarışması sonuçlandı. Ödüle, “Düş Kuşun Kanadında” adlı dosyasıyla Alp Arslan Akman değer bulundu. Jüri, Melih Elhan’ın “Kedi Tedirginliği”ni “Övgüye Değer Eser Ödülü”ne; Yusuf Alper’in “Zamanı Geçtim” kitabının ise “Jüri Özel Ödülü”ne değer bulundu. Fotoğraf: FATİH ERDOĞDU C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle