13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2012 PAZAR 2 Dilediğim yere götüren / Dürü tayımdı yollar... / Şimdi kocaldım / Kırlangıçlarla uçup gitti bir yanım / Sabahlar sancı, akşamlar hüzün / Yakınlar ırak oldu / Kendimi arıyorum çıkmazlarda...” Yok olmaya gideni bulup, eski yerine yerleştirmek yaşamın her gününde varlığını hissettirmese keşke!.. Desen de boştur, “kocalmış bir sayrı”nın var olmakta direnmesi... Bir zamanlar Tanrılar vardı. Bir değil çoktular. Nerdeyse kişiye göre!.. Ya bir coğrafyada yaşayan topluluklara göre... Boşuna olduğunu bilseler de vazgeçmemişler. Belki bir umuttur doğru çıkar sanarak! Oysa piyango değil ömür, okunan bir kitabın son yaprağı... Başaran gencecikti, ben de gençtim. İlk şiirlerini Köy Enstitüsü’nde öğrenciyken yazdı. İlk kitabı “Ahlat Ağacı” idi. İlk okuyuşumda hoşlanmamıştım. Bir köy çocuğunun duyarlığına yabancı mıydım? Kentlilik başka, köylülük başka mıydı o yaşlarda?.. Sonra yeni şiirlerini okudum. Niteliğini, kişiliğini kendime yakın buldum. Demek ayrı yaşamaların insanı olmak sevgileri engellemiyormuş, duyarlıkları da yaşantının oyunlarını da... İkimiz de yaşlandık epeyce! Cumhuriyet devriminin iki çocuğuyuz! Varlığımız, çabamız, özlemimiz, amacımız bir. Sen orda yetiştin, ben burda, ama aynı yolda yürüdük, yürüyoruz, bizden sonrakileri de o yolda yürüteceğiz... Sevgili Başaran ne güzel söylüyorsun: “Üşüyor kırlarda divan perçemler kızıl yapraklar.” Evet dostum, “hüzün tütüyor topraktan”... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Son Söz Yargıçların... İş yargıçlarımıza düşüyor. Her olayı, her sanık için irdelemek ve adil sonucu yaratmak onların hem gururu hem de başarısı olacaktır. Son yasanın yürürlüğünden sonra ortaya çıkan sonuçları süzgeçten geçiriyorum ve diyorum ki, elinizde güzel bir norm var, onun adı adli kontrol. Anayasasına adil yargılanma hakkını yazan ülkenin yargıçları olarak, bu hakkı perçinlemek sizler için hiç de zor değil. Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi azıya başlarken bir hususu açıklamak isterim. Bu yazı, daha önce yayımlanan “Ne Umduk, Ne Bulduk?” başlıklı yazının devamıdır. Kamuoyunda 3. yargı paketi olarak adlandırılan 6352 sayılı yasa ile yapılan değişikliklerin bölümler halinde ele alınması, kamuyu aydınlatma görevinin elbette gereğidir. Bu kez Ceza Muhakemesi Kanunu’nu (CMK) ele almamız uygun olur, çünkü bu konuda da önemli adımlar atıldı. Ülkemizde ceza adalet sisteminden söz edildiği zaman, konunun “olmazsa olmazı” tutuklama kavramıdır. Tutuklamanın ne olduğunu bilmeyen kimse kaldığını sanmıyorum. Ama bu kavramla ilgili bazı açıklamaların okurlarla paylaşılması, her şeye rağmen kaçınılmazdır. Aşağıya iniş Sözü uzatmadan tutuklama kavramına gelirsek, ilk söylenmesi gereken şudur: Son değişiklikten sonra dahi tutuklama normları olması gereken düzeyde değildir. Türkiye bu konuda geçmişte eriştiği noktadan aşağıya indirilmiştir. Nasıl mı? 1992 yılında, o zamanki adıyla CMUK değiştirilmişti ve tutuklama için, faile yüklenen suçun cezasının alt sınırının 7 yıldan çok olmadığı durumlarda, kaçma ve delil karatma karinesinin uygulanmayacağı kabul edilmişti. Bunun amacı, tutuklu yargılama sayısını azaltmaktı. Bunun etkisi uygulamada da görülmüştü. Ancak takvimler 2005’i gösterdiğinde, CMK “doğdu” ve bunu sildi. İşte bugünkü durumun sorumlusu bu değişikliktir. ‘Hüzün Tütüyor Topraktan...’ “Dağların da suların da Bir şey var söylemediği” Mehmet Başaran duymuş dağların da suların da söylediklerini!.. “Ölümsüzlük Otu” adlı yeni kitabında bizlere ulaştırmış dağların, suların anlattıklarını. “Geçsin içinizden sevginin ırmakları / çağıldasın gizli vadileriniz / için şarabını Kozak bağlarının / düşlerin düşlerine dokunsun elleriniz.” Doğa hem dostumuz hem düşmanımız! Yaşamın yasaları böyle! Size, bize göre düzenlenmemiş! Denizler taşar, nehirler coşar, dağlar devrilir kendi yasasına göre. Bizlere tanık olmak kalır. İstediğin kadar yalancı tanık olmaya, gördüğünü görmemeye, duyduğunu duymamaya çalış, boştur. O yapar yapacağını. Önemli olan “dağların da suların da” söylediklerine uymaktır. Varsın Nâzım Hikmet, “Ne ölümden korkmak ayıp / Ne de düşünmek ölümü” diyesiymiş. Ölüm diye bir güç gelir yakana yapışırsa!.. Korkular gider yerine bambaşka bir şey gelir yerleşir ki korkudan beter! Her an, her an beklenen... Okuyalım şairin dediklerini... “Ben gençken / Dünya da gençti / Kösnül bir at gibi kişnerdi / Karşımda ala sabah / Ovalar başka dağlar başka güzeldi / Bir gök daha vardı üstümde / Ay’ı Güneş’i yepyeni / Meyve Sineğinin Demokrasiye Katkısı Prof. Dr. Coşkun TECİMER kciğer kanserinden ameliyat olup iyileştiği halde sigaraya devam etmesi beni çok şaşırtmıştı. Kanserin nedeni yıllarca büyük bir tutkuyla içtiği sigaraydı. Başka alanlarda oldukça mantıklı olan dostum bu konuda zayıf görünüyordu. “Ne iradesiz adam!” diye düşünmüştüm. Yıllar sonra bir toplantıda insanların sigara alışkanlıkları yönünden birbirlerinden bedensel olarak farklı olduklarını öğrendim. İnsanlar sigarayla ilişkileri açısından dört gruba ayrılıyormuş: Birinci gruptakilerin hücre yapısı sigaraya tamamen ilgisiz olmalarına neden oluyormuş. İkinci gruptakiler sigarayı buldukça içiyor ama özellikle aramıyorlarmış. Üçüncü gruptakiler sigarayı tiryaki olacak derecede seviyorlarmış. Zorlansalar da gerektiğinde bırakabiliyorlarmış. Son gruptakiler ise sigaraya karşı aşırı bağımlılık geliştiriyor, kanser ya da kalp hastası olduklarında bile bırakmakta sorun yaşıyorlarmış. Bu bilgilerden sonra sigara tiryakisi dostuma karşı daha anlayışlı oldum. Onun biyolojik yapısı birçok insandan farklılık gösteriyordu. Sigarayı bırakabilmesi diğer gruptaki insanlardaki gibi kolay olmuyordu. İradesiz olduğunu söylemek kolaycı bir yaklaşım ve ona karşı bir haksızlıktı. Yalnız sigara konusunda değil, bizim psikolojik diye geçiştirdiğimiz, ruhsal olduğunu düşündüğümüz birçok alanda insanlar birbirlerinden temeldeki biyolojik nedenlerden dolayı farklılık gösteriyorlar. Örneğin toplumlardaki bazı kişilerin genetik olarak bağlanmaya ve inanmaya daha yatkın olduğu, diğer bazılarının ise şüphe duyma ve soruşturup araştırmaya daha eğilimli olduğu biliniyor. Yine bazı insanlar genetik ve biyolojik nedenlerden dolayı belli konularda daha tutkulu olabiliyor, konuyu daha çok sahipleniyor, daha kolay öğreniyorlar. Diğerleri ise değişik ilgi alanlarında gezinmeyi seviyorlar. İnsanlarla şempanzelerin genetik yapısı birbirine yüzde 99 benziyormuş. Solucanlarla insan DNA’sı arasındaki benzerlik yüzde 75 imiş. Nereden çıktı diyeceksiniz ama meyve sineği gibi ilgisiz küçücük bir yaratık ile genetik benzerliğimiz bile yüzde 60’a yaklaşıyormuş. Genetik yakınlıklar bu türlerin bizlerden farklı olmadığı anlamına gelmez. Bu, konuya nereden baktığınıza bağlı. Aslında biz insanlar da benzer genetik yapılarımız sonucunda aynı türün bireyleri olsak da biyolojik küçük değişiklikler nedeniyle birbirinden çok ayrı kişiliklere bürünüyoruz. Belki DNA’daki bir baz değişikliği, belki proteindeki ayrı bir yapı insanları birbirinden farklı yapmaya yetiyor. Yani demem o ki biyolojik farklılıklar bir anlamda ruhlarımızı, duygularımızı, düşüncelerimizi de ayrımlaştırıyor. Bu durumda değişik düşüncelere saygının ifadesi olan çoğulculuğun insanoğlunun doğası nedeniyle bir zorunluluk ve ihtiyaç olduğu bir kez daha anlaşılıyor. “Ötekiler”le birlikte yaşamanın insanoğlunun kaderi olduğu, toplumda bizden farklı insanların hep olacağı tıp, genetik ve biyoloji bilimi tarafından da bir kez daha hatırlatılıyor. O zaman toplumlarda hoşgörü ve demokrasi isteğinin, içi boş bir slogan olmadığı, bilimsel temellerinin bulunduğu, bu temelin de insan biyolojisi olduğu ortaya çıkıyor. Hasta insanlara daha anlayışlı olma eğilimindeyizdir. Oysa hastalık ve sağlık birbirinden her zaman keskin sınırlarla ayırabileceğimiz iki ayrı ruh ya da beden hali değildir. Bir uçtan diğer uca varyasyonlarla giden bir süreçtir. Bu süreci iyi kavrarsak, insanoğlunun birbirinden çok farklı normallikler içinde bulunabileceğini ve hemen herkes için uygun bir iletişim yolu olduğunu anlarız. Demek ki demokrasi yalnızca sosyal bilimlerin konusu değil, fen bilimlerinin de ilgi alanı içine girebiliyormuş. İnsanoğlunun demokrasiye katkıda bulunabilecek kendi biyolojisiyle ilgili daha keşfedilmemiş birçok gerçeği olabilir. Bunları ortaya koymak için önünde belki çok zamanı da vardır, ancak günümüz insanları için zaman kısıtlı. Her zaman pozitif bilimlerden yararlanma ihtiyacında olan felsefe ve onun alt dalı siyaset felsefesi de günümüz bilgilerinin ışığında demokrasi, çoğulculuk ve hoşgörüye biraz da bu paradigmayla yaklaşmalıdır. Fen bilimlerindeki bu bilgilerin topluma yaygınlaştırılmasının bir anlamı olabilir mi? Önemli olan bilgi değil, özümsemedir. Bazıları için bu bilimsel veriler çok anlamsız gelebilir. Tüm bunları öğrenseler de iş pratiğe gelince bildiklerini okuyabilirler. Bu tıynetteki insan gruplarından biri de antidemokratik yapıda olandır. Hitler örneğinde olduğu gibi toplumlarda her dönemde şiddet yanlısı ve diktatör doğasında insanlar olduğunu biliyoruz. Belki bu insanların genetik yapısı da böyle yazılmıştır. Öyleyse bunların genetikleri böyle diye kaderimize razı mı olacağız? Toplumlarda “Hitler genetiği”ne sahip sayısız insan olduğu halde her zaman bir Hitler ortaya çıkmıyor. Zira çevresel etkenler (burada herhalde toplumsal koşullar oluyor) genetiğin biçimlenmesinde önemli işlevler görüyor. O zaman toplumlara düşen görev, bu tür antidemokratik doğadaki insanları kendi dar alanları içinde bırakmak ya da enerjilerini olumlu olarak kullanabilecekleri alanlara yönlendirmek, ama asla yönetici ve iktidar yapmamaktır. A Y tem bunun ilkelerini ve temellerini çok sağlam biçimde koymak zorundadır. Aksi takdirde tutuklama, suçluluğu belirlenmemiş bir kişi için azap olur, işkence olur, ıstırap olur. Türkiye bugün içinden çıkılamaz gibi görünen, fakat aslında pekâlâ çıkılabilecek olan durumun neresinde? Bu konuda düşüncelerini açıklayanların söze başlarken ilk söyledikleri şudur: “Sorunun çekirdeği uygulamada.” Bu değerlendirmede kısmen gerçeklik payı vardır. Delil olgudur Bu sonuç kaldırılınca, sorun başka türlü çözülmeye çalışıldı. Başvurulan araç, gerekçeli tutuklama kararları yaratmak olarak ortaya çıktı. İlkin bir gerçeği belirtmek gerekir. Yargıçlar için gerekçe yazmak kolay değildir, fakat olanaksız da değildir. İyi yargıç ulaştığı sonucun dayanaklarını da iyi ifade eder. Bu konuda kötü yöntem yasadaki sözcüklerin tekrarlanmasıdır. Bu yol tabii ki hukukun benimseyeceği bir yol değildir. Ayrıca bunun iyi denetlenmesi de şarttır. Son değişiklikle yasaya eklenen, tutuklama kararının ölçülü olacağı, delillerin somut olgularla gerekçelendirileceği biçimindeki metin, taşıdığı iyi amacın dışında, konuya fazla bir katkı sağlamayacaktır. Ayrıca, “delillerin somut olgularla” gerekçelendirilmesi ibaresinin hukuken hiçbir anlamı yoktur. Delil olgudur. Delilin somut olguyla gerekçelendirilmesi ne demektir? Delil delille mi temele oturtulacaktır? Bu metin hatalıdır. Olması gereken şuydu: Tutuklama ve buna ilişkin kararlar somut olgulara dayanmak zorundadır. Gelelim adli kontrol konusuna. Adli kontrol CMK’nin getirdiği bir kurumdur. Amacı tutuklamanın ağır sonuçlarını ortadan kaldırmaktır. Adli kontrol, tutuklanarak tutukevine konulacak olan bir kişiye özgürlüğünü vermek anlamını taşır. Bu kişi hakkında bazı yasaklar konularak, bu kişinin özgürlüğü sağlanır. Bu kişi “serbest” olarak yargılanır. Bu yönüyle adli kontrol iyi bir normdur. Bundan ülkemizin sonuna kadar faydalanması kaçınılmazdır. Son değişiklikle bu kurumun, sanığa yüklenen suçun ağırlığına bakılmaksızın uygulanması olanağının yaratılması alkışlanacak bir iyileştirmedir. Yasada adli kontrole olanak verecek olan önlemlerin artırılması, konutu terk etmemek, belirli bir yerleşim bölgesini terk etmemek, belirlenen yer veya bölgelere gitmemek seçeneklerinin eklenmesini destekliyorum. Amaç, kişiyi suçluluğu sabit olmadan dört duvar arasından kurtarmak olunca, bu önlemlere şapka çıkarmamak ne mümkün? Son söz: İş yargıçlarımıza düşüyor. Her olayı, her sanık için irdelemek ve adil sonucu yaratmak onların hem gururu hem de başarısı olacaktır. Son yasanın yürürlüğünden sonra ortaya çıkan sonuçları süzgeçten geçiriyorum ve diyorum ki, elinizde güzel bir norm var, onun adı adli kontrol. Anayasasına adil yargılanma hakkını yazan ülkenin yargıçları olarak, bu hakkı perçinlemek sizler için hiç de zor değil. İyi norm Bu konu açıldığında, söz ister istemez norm (kural) koymaya, bu kuralı uygulayacak olan kişileri belirlemeye gelir. Önce norm iyi olacaktır. İyi norm bilimsel ilkelere uygunluk taşıyan normdur. Ayrıca bu normun amacını iyi belirleyen normdur. Norm iyi olmazsa, uygulama iyi olamaz. Geçmişte çok sözü edilen, iyi yargıç kötü normu iyi norm haline getirir, düşüncesinde çok büyük haklılık payı yoktur. Ayrıca iyi norm yapmak için her türlü olanak varken, neden iyi norm yapılmasın ki? Tutuklama vardır Bilimsel yaklaşımda tutuklamasız ceza adalet sistemi düşünülemez. Bunun sonucu olarak her ülkenin yasalarında tutuklama mutlaka yer alır. Ancak sorun şuradadır; kim, ne zaman, hangi koşullarda, hangi sürelerde tutuklanacaktır? İyi bir sis C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle