12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 TEMMUZ 2012 PAZAR [email protected] 16 KÜLTÜR Tate Modern’daki Edvard Munch sergisi, ünlü ressamı fotoğrafçı yönüyle de gündeme getiriyor Sanatçının kendi portresi ? Norveçli ressam Edvard Munch’un 1895 tarihli pastel “Çığlık”ı geçen mayıs ayında Sotheby’s New York’ta 120 milyon ABD Doları’na alıcı bularak, müzayedelerde satılan en pahalı sanat yapıtı olmuştu. Şu sıralar Tate Modern’da yer alan “Edvard Munch: Modern Göz” sergisi, resim ve fotoğraf otoportreleriyle değişik ruh hallerinde bir Munch sunuyor. HANDE EAGLE Tülay German’dan Mimaroğlu İçin… Sevgili Okurlar, Önceki gün, çok sevdiğim, çok saydığım eşsiz bir sanatçıdan Tülay German’dan bir mektup aldım. “Hayatımda çok büyük bir yeri var” dediği İlhan Mimaroğlu’yla ilgili yazısını paylaşıyordu. Bu çok yalın, çok alçakgönüllü, müthiş özlü ama aynı zamanda sonsuz duyarlı ve gerçekçi yazıyı ben de sizlerle paylaşıyorum: ??? “Korkuyorum ölümden, herkes gibi. Ama öldükten sonra yeniden doğmaktan, bu bataduran korsan gemisine geri gelmekten daha çok korkuyorum” diyen, gerek meslek, gerek özel hayatımda büyük bir yeri olan 50 yıllık arkadaşım Mimar Kemalettin oğlu İlhan Mimaroğlu’nun önce kitaplarını okudumdu. Türkiye’de yayımlanan ilk caz müziği kitabı olan “Caz Sanatı” Yenilik Yayınları, 1958. İç kapakta yer alan Ayzenştayn’ın bir sözü o genç yaşımda çok ilgimi çekmişti. “Modalar geçer, kültür kalır.” Sonra, 1961 yılında Varlık Yayınları’ndan çıkan “Musiki Tarihi Kitabı”. 1962 yazında da İstanbul’a geldiğinde Moda’daki evinde kaldığı en yakın arkadaşı Erdem Buri tanıştırmıştı. Buri, Stephane Mallarme’nin “Le Tombeau d’Edgar Poe” şiirini okuyor, Mimaroğlu da kayıt yapıyordu. (Electronic Music Turnabout Vox Productions, 1964) 1972’de piyasaya çıkan albümü “Wings of the Delirious Demon” için, Andrew Derken, High FidelityMusical America’da “başyapıt” der. 1973’te Jean Dubuffet’nin “Coucou Bazar”ı için gerçekleştirdiği albüm, gerek ABD’de gerek Fransa’da olay olmuştu. Büyük trompetçi Freddie Hubbard ile yaptığı “Sing Me a Song of Songmy” (Atlantic, 1971), 12 Mart felaketinin üzerine 1972’de benimle yaptığı TRACT (Folkways, 1975), Che Guevara’nın söylediklerinin yer aldığı “To Kill a Sunrise” (Folkways, 1976) ilk aklıma gelen en sevdiğim politik yapıtları. “Sanatçının varoluşunu hayatının değil, eserlerinin belirttiği konusundaki yaygın görüşe ben de katılıyorum” diyen İlhan Mimaroğlu’nun eserlerini anlatmak için yüzlerce sayfa gerek. Erdem Buri’nin ardından Abidin’i de yitirdiğimde, “Tülayka, Paris’in tadı kalmadı benim için” diyen sesi kulağımda. Bugün, sanki Erdem Buri’yi ikinci kez yitirmişim gibi bir his var içimde. Tülay German. 19 Temmuz 2012. Paris. ??? İlhan Mimaroğlu’nun eşsiz bir yazar olduğunu önceki yazımda belirtmiştim. İşte “Günsüz Günce” kitabından çok sevdiğim bir bölüm: Bir kol saati yapmışlar. Sayıların yerine notalar var. Üçü beş mi geçiyor saat? “Mi’yi do diyez geçiyor” diyeceksiniz. İkiye yirmi mi var? “Re’ye la bemol” o da. Günün birinde belki alaturkasını da yaparlar o saatin. 12 yerine do değil de Çargâh. 7 yerine sol değil de Gerdaniye. “Saat kaç şimdi?” “Dikçe Dilavizi Gülizar geçiyor.” “İyi öyleyse. Mahura Muhayyer kala Eminönü’ne bir vapur var. Kaçırma onu. Kolaylık olsun diye köprünün Kadıköy iskelesi çıkışında buluşalım Acemaşiranı Yegâh geçe. Oldu mu?” “Oldu.” Unutma. En geç Zirguleye Dilarâ kala Arnavutköy’de olmalıyız.” ??? Sevgili Okurlar, Önceki gün DMarin Klasik Müzik Festivali’nden dönüşte, havaalanında THY uçak gecikmesiyle boğuşurken, İstanbul köprü trafiğiyle can çekişirken yol boyunca yazdığım festivalin kapanış konseri yazısında, Sevgili Fazıl Say’a Çaykovski’nin “1. Piyano Konçertosu” yerine “1. Keman Konçertosu”nu çaldırmışım! Buna “dil sürçmesi” bile denmez; olsa olsa “beyin sürçmesi” denir! Hem Fazıl Say’dan hem de siz okurlardan özür dilerim. LONDRA Tate Modern’ın 4. katında yer alan Edvard Munch sergisi, sanatçının 50 yılı aşan bir süre içerisinde yaptığı farklı tekniklerdeki otoportreleriyle başlıyor. Yağlıboyalardan litografilere, ağaç baskılardan fotoğraflara çeşitli duruşlarda, değişik ruh hallerinde bir Munch tanıtıyor bize. 1882’de yaptığı, kartona monte edilmiş kâğıt üzerine yağlıboya otoportresi henüz 19 yaşındaki Munch’un yüz hatlarına odaklıyor dikkatimizi. Odada ilerledikçe sonraki otoportrelerine ulaşıyoruz. 1895’te litografik mum boya, çini mürekkebi ve spatulayla yaptığı kendi portresinde, 32 yaşındaki Munch’la tanışıyoruz. Ardından Munch’un Asgardstrand’daki evinin bahçesindeki nü otoportre fotoğrafına rastlıyoruz: Munch sol elini beline koymuş, sağ eliyle de kılıcını havaya doğrultmuş. Çevresindeki ağaçlar, ön plandaki yeşillik, kırılgan ışık demetleriyle tamamlanmış fotoğraf, Munch’un vücudunu tüm kusurları ve kıvrımlarıyla gözler önüne seriyor. Sanatçının çektiği fotoğraflar otobiyografik özellikler de taşıyor. İlk fotoğraflarını Şubat 1902’de Berlin’de çekmeye başlayan Munch, o dönemin amatör fotoğraf makinelerinden biri olan ve Amerikan şirketi Eastman tarafından üretilen Kodak Bull’sEye No. 2’yi kullanmış, sergide yer alan fotoğrafların bazılarını çekmek için. 1926’da kendine bir Kodak Vest Pocket fotoğraf makinesi de satın alan ve fotoğraf sanatına deneysel örnekler katan Munch’un sergideki en etkileyici fotoğraflarından biri, 1906 dolaylarında çektiği otoportre. Fotoğraf Munch’u omuzları hafif sarkık, elleri bacaklarının arasında kavuşturulmuş, derin düşüncelerde olduğu hissini veren, yere bakan gözleri ve arkasındaki duvardan yüzünü ayıran çekingen ışık çizgisiyle profilden sunuyor. Munch’un çektiği fotoğraflar, 183 farklı görüntüden oluşan 244 fotoğrafla sınırlı. Ancak ressam hiçbir fotoğrafını sonradan tuvale ya da kâğıda geçirmek için kullanmamış. Çektiği fotoğraflar, kendini ve çevresindekileri tanımaya, anlamaya ve oldukları gibi görmeye dair bir meraktan kaynaklanıyor. ? Edvard Munch, “Otoportre”, 1882, 26 x 19 cm, kartona monte edilmiş kâğıt üstüne yağlıboya, Munch Müzesi, Oslo. (Solda) ? Edvard Munch, “Atölyede Sandık Üstünde Otoportre”, Berlin 1902, 7.9 x 8 cm, kâğıt üstüne jelatin gümüş baskı, Munch Müzesi, Oslo. (Üstte) Bir de kısa filmler var Munch’un çektiği. Filmlerdeki hareketlilik, Munch’un kamera arkasındaki çevikliği, çevresindeki olayları, insanları hızla kaydedebilmesi, o dönemde az rastlanan bir meraka işaret ediyor. Çoğu Oslo’daki Munch Müzesi’nden gelen yapıtlar arasında imzalı 60 tablonun yanı sıra, öldüğünde mezarının başına konmasını planladığı ve çeşitli yağlıboya örneklerinin de olduğu ‘Ağlayan Kadın’ adlı küçük bronz heykel de var. Aynı temadaki tabloların bir araya getirilip odanın duvarlarına karşılıklı olarak asılması da Munch’un dünyasına farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor. Yalnızlık, sağlık sorunları, üzüntü ve kendi olma uğraşını, söyledikleri ya da yazdıklarıyla değil, yapıtlarıyla otobiyografileştiren, 23 Ocak 1944’te hayata gözlerini yuman ve ölümünden iki yıl önce ‘Yatakla Saat Arasında Otoportre ’ye imzasını atmış Munch’tan kısa bir alıntı size: “Kendi sanatım üstüne yorum yapmamayı yeğlerim. Bu, kolaylıkla bir manifestoya dönüşebilir. Bütün manifestolar terk edilmeye mahkumdur…” [email protected] MASAL YAZMA YARIŞMASI Eflatun Cem anısına İşadamı Andrew Paulson, satrancı görkemli günlerine döndürmek için kolları sıvadı Satrancı ‘satın alan’ adam Kültür Servisi Satranç dünyası, 1970’lerin başlarında Bobby Fischer ile Boris Spassky arasındaki dünya şampiyonluğu karşılaşmasıyla doruğuna yükselen, 1980’lerin ortalarında Anatoli Karpov ile Garri Kasparov arasındaki unvan maçıyla süren parlak günlerini geri getirme çabasında. 54 yaşındaki ABD’li işadamı Andrew Paulson, satranç oyununu kamuoyunun gözünde yeniden çekici kılma konusunda kararlı. Yaşamının son 15 yılının büyük bölümünü Rusya’da geçiren Paulson, Uluslararası Satranç Federasyonu FIDE’yi, dünya şampiyonasının medya ve pazarlama haklarını 10 yıllığına kendisine vermesi için ikna etti. Satranç dünyasının kişiliklerini büyüleyici bulan Paulson’ın ilk tasarılarından biri, gelecek yıl “grand prix” turnuvalarından birini Londra’daki Simpson’sintheStrand’de düzenlemek. 1828’de bir satranç kulübü ve café olarak mekâna zamanın ünlü satranç oyuncuları devam etmiş, seçkin bir restorana dönüşen mekânın müdavimleri arasına Charles Dickens, George Bernard Shaw gibi edebiyatçılar da katılmıştı. Aslında sıradan bir satranç meraklısı olan ve Rusya’da yayıncılık işleri yapan Paulson, geçen yıl FI ? Dünya satranç şampiyonasının medya ve pazarlama haklarını 10 yıllığına satın alan Paulson, sponsorluk anlaşmalarından elde edeceği gelirle satrancın yıldızını yeniden parlatacağını söylüyor. Paulson’ın bir projesi de eski şampiyon Kasparov’u satranca geri döndürmek. SELAHATTİN GÖKATALAY MALATYA Türkiye’nin yanı sıra Türki cumhuriyetlerden eserlerin de katıldığı, Malatyalı ünlü masalcı ve yazar Eflatun Cem Güney anısına düzenlenen “Masal Yazma Yarışması” sonuçlandı. Yarışmada, Miyase Polat birinci, Sefa Toprak ikinci, Salim Durukoğlu üçüncü oldu. Ödüller, Malatya Belediyesi Aile Danışma ve Destek Merkezi’nde düzenlenen törenle verildi. Törende bir konuşma yapan Malatya Belediyesi Başkan Yardımcısı Ertan Mumcu, toplamda 335 eserin yarışmaya katıldığını bunun da beklenin üzerinde bir ilgi olduğunu söyledi. Yarışmanın seçici kurulu Prof. Dr. Esma Şimşek, eğitimciyazar Hasan Hüseyin Karatay, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Yardımcı, Yrd. Doç. Dr. Selim Emiroğlu ve Yrd. Doç. Dr. Ramazan Çiftlikçi’den oluşuyor. Karpov ve Kasparov satrancın parlak günlerinde. DE Başkanı Kirsan İlyumjinov’la tanıştıktan sonra satrancın çok büyük bir ticari potansiyele sahip olduğunu fark etmiş. FIDE’nin en büyük hatasının satranç şampiyonası ve turnuvalarını tek tek pazarlamaya çalışmak olduğu sonucuna varan Paulson, “Dünya Şampiyonası kapsamındaki turnuvaların tümünü bana verirseniz, her şeyi bütü nüyle yeniden düzenleyebilirim” demiş. Şimdi Paulson, tek tek karşılaşmaları değil, satrancı bir fikir, bir simge olarak pazarlayacağını söylüyor. Paulson, ABD’de çocuklar, gençler ve yetişkinlerin satrançla sanıldığından çok daha fazla ilgili oldukları kanısında. Şimdi, “En iyi zihin kazanır” sloganıyla dünya şampiyonası için yeni bir görsel kimlik hazırlanıyor. Paulson, FischerSpassky maçından ve satrançla ilgili filmlerin sahnelerinden oluşan bir kısa film sipariş etmiş. Satrancın, Doğu’da ve Batı’da kültürün vazgeçilmez bir parçası olarak görülmesini istiyor. Yakında farklı sektörlerden 56 şirketle yapılacak sponsorluk anlaşmalarını açıklayacağını söyleyen Paulson, buradan elde edilecek 6 milyon Avro’luk gelirin, iki yılda bir yapılacak dünya şampiyonluğu serilerinin, ünlü kentlerde yapılacak “Grand prix”lerin, dünya kupasının ve dünya şampiyonu ile finalist arasındaki büyük unvan maçının düzenlenmesini olanaklı kılacağını belirtiyor. Paulson’ın bir projesi de eski dünya şampiyonu Kasparov’u satranca geri döndürmek. ABD’li işadamı, önümüzdeki yıl 50 yaşında olacak olan Kasparov’un dönüşünün, satrancın kamuoyu gözünde yeniden çekicilik kazanmasına büyük katkıda bulunacağına inanıyor. Kasparov bu öneriyi şimdiye kadar reddetti, ama Paulson eski şampiyonunun fikrini değiştireceği konusunda umutlu. Satranç dünyası, özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından medyanın ilgisini yitiren bu oyunun yıldızının Paulson’la birlikte yeniden parlayıp parlamayacağını merak ediyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle