10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 TEMMUZ 2012 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER T elevizyonlarda her gün birkaç açık oturum izliyoruz. Politikacılar, gazeteciler, tarihçiler, bilim insanları, iletişimciler, sosyologlar, siyaset bilimcileri konuşuyor ve görüşlerini bildiriyorlar. Darbeler, faili meçhul cinayetler, suikastlar, yeraltından çıkarılan silahlar, kafatasları, örgütlüörgütsüz yolsuzluklar, kaçakçılıklar ve her şey tartışılıyor. Sorumlular, suçlular aranıyor. Tartışmaların iktidar partisinin tüm toplumda ve medyada yarattığı baskı, tedirginlik ve ürkeklik içinde süregeldiği çok açıktır. İnançlar vesayetinin izlerine de sık sık tanık oluyoruz. Cumhuriyet dönemi, İstiklal Mahkemeleri, isyanların güçle bastırılması alabildiğine suçlanıyor. Faili meçhul cinayetler ve kayıplar dile Halkın Adı Yok... Çokpartili düzene girişimizden beri halk çoğunlukla ve belki de planlı olarak, Aydınlanmacı, bilimsel, laik bir eğitimden yoksun bırakılmıştır. Birey olmasına, bilinçlenmesine ve aklını kullanmasına izin verilmemiştir. Yıllardır geri kalmışlığımızın, çağdaşlığın gerisinde bulunuşumuzun önde gelen sebeplerinden biridir bu. Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR getirilirken bugünün faili belli eziyetleri ve zulmü şaşılası bir şekilde hiç gündeme gelmiyor. Cumartesi Anneleri’nin haklı feryatları enine boyuna sergilenirken, aylardır, yıllardır suçlarının ne olduğu bilinmeden hapiste yatan 600 genç çocuğun, yüze yaklaşan gazetecinin, yüzlerce ordu mensubunun, üniversite hocasının, milletvekilinin, iktidar muhaliflerinin anası, kardeşi, bacısı anılmaya değer bulunmuyor. Türkiye’nin basın özgürlüğünde dünya ülkeleri arasında 148’inci, melez demokrasisi ile 88’inci sırada yer aldığı, OECD ülkeleri arasında en sonda yer aldığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından en çok mahkum edilen ülke olduğu pek az konuşmacı tarafından dile getirilip sorgulanıyor. Bunu konuşmacılar adına utanç verici buluyorum. Sözü edilmeyen önemli, hem de çok önemli bir ülke gerçeğimiz de şudur: Çokpartili düzene girişimizden beri halk çoğunlukla ve belki de planlı olarak, Aydınlanmacı, bilimsel, laik bir eğitimden yoksun bırakılmıştır. Birey olmasına, bilinçlenmesine ve aklını kullanmasına izin verilmemiştir. Yıllardır geri kalmışlığımızın, çağdaşlığın gerisinde bulunuşumuzun önde gelen sebeplerinden biridir bu. Suçlular aranırken bu gerçek hiç gündeme gelmiyor. Bunun hesabı sorulmuyor. Tartışmalarda halkın adı ve onun için neler yapıldığı, onun nasıl ihmale uğradığı yoktur. Demokrasimizin gelişememesinde, günümüzün sorunlarında, bunca yıldır çağdaş bir eğitimden yoksun bırakılmış halkımızın durumu, halkın sosyal, ekonomik, kültürel düzeyinin oynadığı rol hiçbir zaman söz konusu edilmemektedir. Oysa bence ilk aranacak suçlular; halkı, her konuda pervasızca ve hatta kasıtlıca, ahkâm kesen, bugünün ayrıcalıklı konuşmacılarının gerisinde bırakanlar olmalıdır. Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından yazırlarına bir süre ara vermiştir. Medikopolitik: Kleptokratlardaki Fobi Olgusu Prof. Dr. S. KEMAL EROL leptokrasi, bir ülkede iktidarı ele geçiren bir siyasal grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli biçimde soymaları olarak ortaya çıkan hırsızlar rejimi anlamına gelir. Kleptokrat ise hırsızlar rejimini yürüten politikacıdır ve o ülkede güç sahibidir. Fobi Yunanca’daki “phobos”un Türkçe okunuşudur ve korku anlamına gelir. Kleptokratın fobisi, hırsızlar rejimini yürüten politikacının önlenemez olan, sürekli biçimdeki korkusudur. Kleptokrasilerde yerli üretim büyük ölçüde çökmüştür, iç pazar, ithalata dayanan ve iktidar olanların yandaşlarının da yer aldıkları büyük sermaye gruplarının eline geçmiştir. Yurtiçinde, ekonominin yürütülebilmesi için, halkın yararına olan tüm birikimler ve yeraltı kaynakları pazara çıkarılarak haraç mezat, yok pahasına satılır; bunun adına özelleştirme denilmektedir. Halkın yararına olacak yatırımlar yapılmadığından, işsizlik de artar. O devletin anayasasında “sosyal devlet” kaydı olsa bile, bu ancak yazıda kalır, çünkü devlet artık onu peşkeş çekenlerin eline düşmüştür. İnsan haklarını her alanda çiğneyen bu yönetim, rüşveti, bürokraside bir kural durumuna sokar ve rüşvetsiz olarak bir işin yapılma olasılığı artık ortadan kalkmıştır. Yönetimin sürdürülebilmesi için baskıcı ve korku verici bir rejime dönüşmeye gereksinme vardır. Ortaya çıkan despotizmi alkışlayan bilinçsiz halk katmanları da korku içindedir. Hırsızlığı, demokrasi içerikli söylemlerle kamufle ederek yoksul kesimleri soygunlarıyla daha da fakirleştiren bir çete iktidarı, ülke içinde devletin kurmuş olduğu iletişim kurumlarını, limanları, sanayi yatırımlarını ve yeraltı zenginliklerini yerli ve yabancı sermayedarlara peşkeş çekerek, gerçekte fakirleştirdikleri ülkeyi, o zamana kadar görülmemiş bir düzeyde kalkındırdıklarını da ileri sürerler; buna katılmayarak ses çıkaranlar acımasız biçimde cezalandırılıp defterleri dürülür. Tutukevleri dolup taşar ve yeni tutukevlerine gereksinme olur. Herkese dinleme ve fişlenme uygulanır. Bunun nedeni de kleptokratın önlenemez korkusudur. Kleptokrat artık bir korku salıncağı içinde yatmaktadır. Kimi kleptokratlarda bu korku yumağı iç organların bozulmasına, bazen de kanserleşmelere neden olmaktadır. Karşıtlarının ölümünden haz duyan kleptokrat, kendi güvenliği açısından endişelere kapılarak zırhlı koruma birliklerini artırır ve bir polis devleti yaratma çabası içine girer... Korku içinde olan kleptokrat, şuursuzca herkese saldırır; ülke sorunları büyüyünce, bundan herkesi sorumlu tutar, kimseye güvenmediğinden kararları hep kendisi vermek ister, ama her şeyi yüzüne gözüne bulaştırır. Dinci otoritenin devleti ele geçirdiği teokrasilerde, kleptokrasi ile sarmaş dolaş bir yönetim biçiminin olamayacağı ileri sürülemez. Din kisvesi altında gizlenerek devleti ve halkı soyan yönetim biçimlerine tarih boyunca rastlanmıştır. Buna benzer biçimde, çeşitli ideolojilerin de ön plana çıkarıldığı kleptokrasiler, tarih süzgecinden geçip gitmişlerdir. Kişisel hak ve özgürlükler dini kurallara göre ayarlanırken devletin ve halkın malları yağma edilmektedir. Baskı kurmanın önemli bir aracı, içerik ve anlamdan önce, biçime ağırlık vermektir. Kleptokratlar, kimi zaman sosyalist/komünist, kimi zaman faşist, kimi zaman teokrat, kimi zaman da sosyal demokrat görüntü altına gizlenebilirler. Suharto, Mussolini, Yaser Arafat, Slobodan Miloseviç, Ferdinand Markos, Hüsnü Mübarek, Muammer Kaddafi bunlardan bazılarıdır. Kimi kleptokratlar kara gömleği, kimileri özgün üniformaları, kimileri kızıl gömleği yeğlerler. Bazen de kleptokrat, siyasal erk ağırlığına ulaşabilmek için, geleneksel başörtüsünü değil de dinciliğin simgesi durumuna soktukları sıkmabaşı yaygınlaştırmaya çalışırlar ve siyasal ortamı bu çerçevede oldukça da gererler. Korku içinde yaşayan kleptokrat, oyuncağı olduğu dış güçlerin devlet başkanları yanında yalakalaşırlar, elini tuttuğu yabancı devlet başkanının elini, güç almak istercesine, uzun süre sımsıkı tutarak bırakmazlar; bunlara ait görüntüler, tarihe ışık tutacak biçimde, TV arşivlerindeki yerlerini çoktan almışlardır. Her şeyin kullanılarak işe yaramaz duruma geldiğinde çöpe atıldığı gibi, dış güçlerin ve emperyalistlerin kuklaları olan korkak kleptokratlar da, bir gün tarihin çöplüğündeki yerlerini alacaklardır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın. K C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle