13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 TEMMUZ 2012 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR Ahu Türkpençe ve Esra Bezen Bilgin’i alkışlarken Afife Jale’nin torunları 24 Temmuz, Afife Jale’nin, tiyatro sahnesine çıkma yürekliliğini gösterdiği için yıpratılarak tüketilen yaşamının noktalanışının yıldönümüdür. Afife Jale’nin kuşağından olan birçok Müslüman kadın sanatçımız, daha sonra, genç Cumhuriyet yönetiminin destekleyici tutumundan yararlanarak başarıya ulaştı. Bedia Muvahhit’in, Şaziye Moral’ın, Halide Pişkin’in tiyatroyu sevmemde ne denli önemli katkıları olduğunu unutabilir miyim? O günlerden bugüne, dünya sahnelerindeki rakipleriyle rahatça yarışabilecek birçok usta kadın sahne sanatçısı yetişti ülkemizde. Artık kadın sahne sanatçılarıyla övünen bir ulusuz. İçinde bulunduğumuz dönemde sahnede ‘yıldızlaşma’ sırası, çocuklarımın yaşıtları olan, 1970’lerde doğmuş sanatçılarda. Arkalarından da daha genç olanlar geliyor. Cumhuriyet Türkiyesi’nde soluk alabilmiş kadın sanatçıların simgelediği tüm kuşakların sahnedeki eylemine birinci elden tanıklık edebildiğim için şanslıyım. Gelin, 72. ölüm yıldönümünde Afife Jale’yi, doğum tarihleri 1970’li yıllara denk düşen, Afife Tiyatro Ödülleri’nin sahibi olmuş iki sanatçının, yepyeni iki İngiliz oyunundaki başarıları aracılığıyla analım. kendisine ait bir sığınağa indirmesiyle başlıyor. Türkpençe, doğal koşullarda birlikte olmayı düşünmeyeceği bir erkekle bilmediği bir uzamda ve koşullarda yaşamak zorunda kalan Louise’in, kendisine söylenenlere inanmakla inanmamak arasında gidip gelişini, ‘korunmuş’ olmanın doğurduğu ‘zorunlu’ minnet duygusunun, ‘tutsak’ alınmış olmanın farkındalığının getirdiği öfkeye dönüşmesini, karşısındaki saplantılı erkeğin onu önce düşünsel baskının nesnesi yapmaya çabalaması, zaman içinde bedensel saldırıya, dahası, cinsel tacize yönelmesi karşısındaki tutumunu, duygusal ve düşünsel dozu aşama aşama gelişen, her aşamada oyuncu kişi akıl ve duyarlığıyla dengelenmiş bir yorumla sergiliyor. Oyun, genç kadını alıkoymaktan tutuklanmış/tımarhaneye kapatılmış olan Mark’ı görmeye gelen Louise’in monoloğuyla noktalanıyor. Mark’ın hiç konuşmadığı bu bölümde, Louise, psikolojik ve bedensel olarak yaşadıklarının derin izlerini taşıyan bir ‘bunalım’ bulutu içinden, celladını ve kendini her şeyin yolunda gittiğine inandırmaya çalışıyor. Söylenecekleri, aksamadan ve duygusal ses kırılmalarına uğramadan dillendirme çabasının ön düzeye alındığı, soğukkanlılık ve hüzün arasında gidip gelirken yolunu şaşır‘Sondan Sonra’ adlı oyunda Ahu Türkpençe’ye Emre Kınay eşlik ediyor Kitaplar Sonsuzdur Yazlığa, yıl içinde okumaya yetişemediğim bir çanta dolusu kitapla gelirim her yıl. Kimi ertelenip yaza bırakılmış kimi yeni çıkmıştır. Burada kaldığım iki ayda en çok iki ya da üç roman, bir öykü, birkaç inceleme kitabı okuyabileceğimi bilirim ama seçme şansım olsun isterim. Getirdiğim kitapları yeniden yoklayıp karıştırarak yakınlık kurmaya çalışır, ben farkına varmadan kendini okutanlara öncelik tanırım. Okuyamadıklarımın bir kısmını dönüşte İstanbul’a geri götürürüm. Bazılarını ise gelecek yaz okumak umuduyla burada bırakırım. Savaş görmüş yaşlıların açlık korkusuna benzer bir duyguyla kitap yedeklerim. Bunların çoğu okunmadan kalır çünkü durmadan yeniler gelir yerlerine. Tersine, bazen de önceki yaz ilgimi çekmeyen bir romanı sonraki yıl bir solukta okuyup bitirdiğim olur. Bulunduğum ruh hali, yazıp yazmıyor oluşum, zamana ve duruma göre değişen ilgilerim etkilidir kitap seçimimde ya da başladığımı bitirmekte. Bu arada kalanlar biriktikçe birikir. Eski yazlardan kalanlar arasında yıllarca kapağı açılmamış bir Hermann Hesse ya da Ursula K. Le Guin olabilir. Üçüncü kez okumak istediğim bir Katherine Mansfield güncesi de. Nasıl olur bilmem birine kapılır giderim. Hani bazı şeyler bazı zamanları bekler ya, kitaplar için de böyledir. Bir kitap kurduna dönüştüğümden beri, benim bazı kitapları beklediğim kadar bazı kitaplar da sabırla beni beklemiştir. ??? Bu yıl, otuz kadar kitapla geldim yaz evine. Bunlar arasında Terry Eagleton’un, trajik kavramını irdeleyen Tatlı Şiddet’i ve Hayatın Anlamı adlı incelemesi, Elias Canetti’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında yerleştiği İngiltere kırsalı anıları, Soylu Sınıfın Sonbaharı var. Jose Saromago’nun Körlük, Pirandello’nun Dışlanmış Kadın, Anais Nin’in Minator’u Kışkırtmak ve Müge İplikçi’nin Civan’ı ile Soner Yalçın’ın Samizdat’ı yaz bitmeden okumayı umut ettiklerim. Nasıl, bilmem. Çünkü bu yaz yeni bir romana da çalışıyorum. Kendi denizimde boğuluyorum daha doğrusu, ilerleme yok. Kitaplığı taradım, sevdiğim yazarların yazarken el altında tutmak istediğim bazı kitaplarını ayırdım. İyi bir yazardan birkaç satır, birkaç sayfa okumak insanın dilini, belleğini çözer, imgeler canlanır, anılar geri gelir, inancıyla. On beş yaşımda başladım kitap toplamaya. Hayatımdaki bütün dağılmalara, kopmalara rağmen terk edemediğim kitapları kentten kente, evden eve taşıdım durdum. Son durakları bu yazlık ev. Neler, kimler yok ki köy marangozu elinden çıkmış ahşap raflarda. 1959 1980 arası Varlık yıllıkları, Güven Yayınevi’nin Şaheser Romanlar’ı. Orhan Kemal’ler, Attila İlhan’lar, Faulkner, V. Wolf, Dostoyevski. Yaz izleri var çoğunda. Su ve güneş yağı lekeli sayfa aralarından hala kum taneleri dökülüyor. Nemden kabarmış kapaklar, altı çizilmiş, sararmış, hayallerle dolu sayfalar geçen zamanı, tasalı gençliğimi ve nasıl değiştiğimi hatırlatıyor bana. ??? Geçen yıl getirip bıraktığım kitaplara bakıyorum; Hal Niedzviecki, Dikizleme Günlüğü; Don DeLillo, Beden Sanatçısı. Nobokov’un geçen yaz başlayıp sürdüremediğim, altı yüz sayfalık Ada Ya Da Arzu’su. Bu yaz bitireceğim. Yaz çabuk geçse de. Diyorum ki, bu yaz uzun sürer belki de. Bunca sorun, bunca kaygı, dağılmışlık, adaletsizlik ve zulmün olduğu yerde zaman geçmek bilmez. Yine de sonunda eylül gelir. Yeni kitaplar yazılır, basılır, okunur. Döngü sürer gider. Mevsimler ve insanlar geçici, kitaplar kalıcı ve sonsuzdur. mayan, bu etkileyici ‘yüzleşme’ sahnesinde Türkpençe doruğu yakalıyor. sra Bezen Bilgin’den, Önce Bir Boşluk Oldu…, E Ahu Türkpençe ‘Sondan Sonra’da Bu sanatçılardan ilki, Duru Tiyatro yapımı, Emre Kınay’ın sahnelediği ‘Sondan Sonra’ (‘After the End’) oyunundaki Louise rolüyle 2011 Afife En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü’nü alan Ahu Türkpençe. 1970 doğumlu İngiliz yazar Dennis Kelly’nin ilk kez 2005’te Londra’da sahnelenen bu iki kişilik oyunu, Mark (Emre Kınay) adlı genç adamın 11 Eylül benzeri terörist bir saldırıdan kurtardığını söylediği Louise’i, baygın olarak, Esra Bezen Bilgin’e 2012 En Başarılı Kadın Oyuncu Ödülü’nü getiren ‘Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince…’ (It Felt Empty When the Heart Went…’) başlıklı iki kişilik (öteki oyuncu, İrina’da Güliz Gençoğlu) oyun, bir Talimhane Tiyatrosu yapımı. 1984 doğumlu İngiliz yazar Lucy Kirkwood’un ilk kez 2009’da dünya prömiyeri yapan oyunu Seçil Honeywill tarafından Türkçeye ve Türkiye koşullarına ustaca uyarlanmış ve Mehmet Ergen’in yorumuyla sahnelenmiş. Ukraynalı Dijana’nın yaşamının, ilk görüşte âşık olup pasaportunu teslim ettiği Mustafa tarafından sevgili, sekreter, temizlikçi kadın, en sonra da seks işçisi olarak alıkonmasıyla beklemediği biçimde yönlendirilmesinin öyküsü, zaman sırası gözetilmeden dile geliyor. Bilgin’in büyük başarısı, bu öyküden can yakıcı bölümleri karışık düzende canlandırırken, dramatik iniş çıkışlara ve kolay abartmalara hiç yüz vermeden, oyunun vardığı son noktanın etkisinde kalmadan, yumuşak başlı, iyi huylu, seven ve umut eden kadın imgesini incelikli ayırtılarla (nüans) bezeyerek, gülümseme ve hüzün arasındaki gelgitlerle daha da ‘can yakıcı’ kılmasında. Ukraynalı bir kadının kullandığı Türkçe bu denli mi ‘gerçek’ duygusu verir? Aldatılmış, yıpratılmış, insanlıktan çıkarılmış bir genç kadının yüreğindeki sevgi, vazgeçmediği düşleri ve/ya da düş kırıklıkları böyle mi sıcaklıkla yansıtılır? Böyle mi burukluk yaratır? Tiyatro sanatının ve toplumumuzun ‘aydınlığa dönük’ cephesini güçlendirmedeki işlevi ‘vazgeçilmez olan’ kadın oyuncuların bu tür özenli çalışmaları, Afife Jale’nin yaptığı zorlu başlangıcı daha da anlamlı kılıyor. ZÜLAL KALKANDELEN Eylül 2007’de festival sezonunun ardından yazdığım bir yazının son cümlesi şöyleydi: “Gençlerin bütün bir hafta sonunu müzik dinleyip, çocuklar gibi koşup oynayarak, dans ederek geçirmelerini ve en önemlisi bunu kendi ülkelerinde yapmalarını sağlayanlara teşekkürler.” Bu yıl henüz festival sezonu bitmedi, ama bu cümleyi aynı sevinçle söyleyemiyorum. Çünkü gençlerin artık kendi ülkelerinde özgürce festivalde eğlenmeleri olanaksız bir hal almaya başladı. Geçen hafta sonu İstanbul’da yapılan One Love Festival’e alkol yasağının gölgesi düştü. Cumartesi öğlen saatlerinde Bilgi Üniversitesi’nin Eyüp’teki kampusu santralistanbul’da alkol satılamayacağı duyuruldu. Bir grup yobazın son haftalarda yoğunlaşan baskısı, Yeşilay ve Eyüp Belediyesi’nin çabalarıyla oldu bu. Festivalin sponsoru Efes Pilsen olduğu için “Eyüp’te bira festivali yapılamaz!” diyenlere karşı dik duruş sergilenemedi ve yine geri adım atıldı. 18 yaşını aşmış, oy verip ülke Siyaset kapanında festival GEÇEN HAFTA SONU, SANTRALİSTANBUL’DAKİ ONE LOVE FESTİVAL’E ‘ALKOL YASAĞI’NIN GÖLGESİ DÜŞTÜ yönetiminde söz sahibi olan gençlerin İstanbul’un orta yerinde bira içmesi yasaklandı. Ben bu yazıyı sponsor firmayı korumak için yazmıyorum; zira aynı firmanın bağlı olduğu grubun, HES projelerine karşı gelen halka uygulanan zulümler nedeniyle korunacak bir yanı yok. Benim derdim, dinci iktidarın alkol yasağını giderek genişletip İstanbul’un göbeğine kadar getirmesi. Olayı “2 gün bira içmeseniz ne olur? Alkolsüz eğlenemiyor musunuz?” şeklinde sığ bir açıdan yorumlayanlar da var tabii. Oysa erişkin bir insanın hayatını nasıl yaşaması gerektiğini dini nedenlere bağlayarak dikte eden bir iktidar baskısına topyekun direnmek gerekir. Sonuçta herkesi birleştirmesi gereken bir müzik festivali, etkinliğin girişine gelip “Tekbir” diye bağıran Alperenler’le orada bira içenler arasında çıkabilecek olayları düşünmekle geçti; herkes çok tedirgin oldu. Bir yandan Diyarbakır’daki utanç verici olaylar, diğer yandan Eyüp’teki yobaz ayaklanışı yüzünden, One Love bu yıl eski tadından yoksundu. Yaşananlar nedeniyle biletini iade edenler de vardı ve katılımcı sayısı geçmiş yıllara oranla düşüktü. İlk gün kapılar duyurulandan yaklaşık 1 saat geç açıldı; bu yüzden konserlerin başlama saatleri ve süreleri açıPulp Esra Bezen Bilgin sından aksamalar oldu. Her şeye karşın müziğe sığındı insanlar. İlk gün ana sahnede Damien Rice, Yuck ve Kaiser Chiefs, birin ci sınıf performanslarıyla yüzümüzü güldürdü. Alternatif rock grubu Kaiser Chiefs, kalabalığa sadece enerji aşılamakla kalmadı, vokalist Ricky Wilson sahneden inip elindeki birayı izleyicilerle paylaştı. Festival tarihimize trajik bir anı olarak kayda geçti o anlar. İkinci günün tartışmasız en iyi performansı, Britpop’un ünlü grubu Pulp’a aitti. 2002’deki konserden 10 yıl sonra şehrimize yeniden ayak bastı Jarvis Cocker ve ekibi. Yine bir an yerinde durmadı; “Hardcore”, “Disco 2000”, “Do You Remember the First Time?”, “I Spy” gibi çok sevilen şarkılarını seslendirirken kan ter içinde kaldı Jarvis. Özellikle “Common People”da One Love’ı havaya kaldırdı, ama geçen yıl Glastonbury’de izlediğim Pulp, kalabalığın coşkusuyla daha etkileyiciydi. Bir One Love daha bitti. Birçok sorun arasında siyasetin kapanına sıkıştı festival. Siyasetle hiç ilgilenmeyenler bile şimdi sosyal medyada “özgürlüğüne sahip çık” diyor. 10 yıldır Türkiye’deki özgürlük ihlalleri karşısında sustuktan sonra epey geç kaldı bu talep, ama umarım etkili olur. (www.zulalkalkandelen.com) Sansür otosansür getirdi ‘One Love Festival’ alkol yasağı uygulamasında adı geçen kurum ve kuruluşlar etkinliğin ardından suskunluğa büründü MELTEM YILMAZ 10. ARGUVAN ULUSLARARASI TÜRKÜ FESTİVALİ ÖNCEKİ AKŞAM SONA ERDİ hiçbir şekilde ulaşamadık, çünkü internet sitelerinde belirtilen telefon numaraları geçerli değildi. Tüm bu yaşananların ardından kafaları karıştıran konu ise, festival süresince alkol yasağı uygulanmasında bu derece ateşli bir tutum sergileyen kesimleri şimdi neden hiçbirine ulaşılamadığı. Öte yandan medya, eğlence, iletişim, kültür, sanat gibi insan ilişkileri odaklı sektörlerde çalışan kişiler, sosyal paylaşım sitesi Twitter üzerinden “Özgürlüğüne Sahip Çık” başlıklı bir imza kampanyası başlattı. Kampanyada şu ifadeler yer aldı: “Halkın hassasiyetleri gözetilerek verildiği iddia edilen bu karar, bireylerin özgürlüklerinin kısıtlanmasından ve hatta ayrımcılığa yol açmaktan başka bir şey değildir. Ülkemizde demokrasi ve hatta ileri demokrasi kavramlarından söz ettiğimiz bugünlerde kanunlarca yasaklanmayan alkolün çevreye kapalı bir festival alanında tüketilmesinin yalnızca toplum baskısı ve tehdidi nedeniyle yasaklanması kişilerin hassasiyetlerinin birbirinden üstün sayılıp sayılmadığını düşündürmektedir. Dikkat çekmek istediğimiz nokta, alkol tüketme özgürlüğünden çok öte, seçme haklarımızın elimizden alınmaya çalışılması ve yaşam tarzlarımızı belirli çerçeveler dahilinde şekillendirme zorunluluğunun dayatılmasından duyduğumuz rahatsızlıktır.” Türkülerle memleket ahvali ? BDP’li Sırrı Süreyya Önder, Diyarbakır mitinginde yaşananlar yüzünden festivale katılamadı. Panelde, Ahmet Şık’ın kitabının yayımlanmadan toplatılması sansürün doruğu olarak tanımlandı. Arguvan Belediye Başkanı Taştan, bakanlıktan 5 bin lira gibi komik bir yardım aldıklarını söyledi. ÖZLEM ALTUNOK “Efes Pilsen One Love Festival” ya da bu yıl değişen adıyla “One Love Festival”, 1415 Temmuz tarihlerinde Bilgi Üniversitesi santralistanbul yerleşkesinde gerçekleşti. Kamuoyunun da yakından izlediği gibi etkinliğe “alkol yasağı” damgasını vurdu. Ancak festival süresince “kimseye içirmeme” konusunda güç birliği yapan kurum ve kuruluşlar, festivalin son bulmasıyla birlikte adeta ölüm sessizliğine büründü. En baştan başlamak gerekirse, alkol yasağı uygulamasında 4 ayrı kesimden söz etmek mümkün: Festival öncesi “Eyüp’te bira festivali istemiyoruz” kampanyasını başlatan DinBir Derneği, festival başlamadan hemen önce etkinliğin adından Efes Pilsen ibaresini çıkarttıran Eyüp Belediyesi, santralistanbul yerleşkesinde alkol ruhsatını kullandırmayacağını açıklayan mekânlar ve Bilgi Üniversitesi. İlk günden bu yana sessizliğini koruyan Eyüp Belediyesi, dün yaptığımız görüşmeler sonucunda kısa bir açıklama yapmaya karar verdi. Açıklamada, “Eyüp Belediyesi olarak festivale hiçbir şekilde telkinde bulunmadıkları, yaşananların alkol ruhsatını kullandırmayan iki mekânın inisiyatifinde olduğu” belirtildi. Ardından alkollü içecek satışı yapmayacaklarını söyledikleri belirtilen mekânlardan Otto Santral’le görüştük. Buradaki yetkili, bu konu hakkında konuşmayacağını, alkol ruhsatının kendi inisiyatiflerinde olmadığını, bilgi almak istiyorsak üniversite görevlileriyle görüşmemiz gerektiğini belirtti. Bunun üzerine de Bilgi Üniversitesi’ni aradık, ama burada da konuyla ilgilenen kimseyi bulamadık. DinBir Derneği’ne ise MALATYA “Otu çek, köküne bak” dedi Haşim amca. Arguvan’ın gündemi türkü olacaktı, ama Türkiye’de olan biten yine, bizlere bir festivalin sadece kendinden ibaret olabileceğini unutturdu. Haşim Amca’nın bu, doğadan esinlenen özlü sözü önceki gün biten iki günlük Arguvan Türkü Festivali’nden bir memleket tahlili gibiydi. Misal, festivalin konuklarından BDP’li Sırrı Süreyya Önder Diyarbakır mitinginde yaşanan şiddet yüzünden katılamadı “Yargı Nereye Gidiyor” başlıklı panele. Oyuncu, yönetmen ve şair Orhan Alkaya, Cumhuriyet Kitap’ın yayın yönetmeni Turhan Günay ve yazar Suzan Samancı “Edebiyat ve Özgürlük” başlığı altında konuştukları panelde san sürden otosansüre uzanan baskı politikasının doruk noktası olarak Ahmet Şık’ın kitabının yayımlanmadan toplatılmasını tanımlarken, CHP milletvekili Sabahat Akkiraz cem evlerinin yasallaştırılması gereğinin bir insan hakları meselesi olduğunu vurguladı. Gönüllülerin desteğiyle Arguvan Belediyesi ile Arguvan ve Köyleri Eğitim Kültür Vakfı’nın düzenlediği festivalin 10 yıllık geçmişinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan, sadece bir kez, 5 bin liralık komik bir yardım aldıklarını belirten Arguvan Belediye Başkanı Hüseyin Taştan’ın da Bahçelievler katliamının sorumlularının tahliyesi için “Vicdanım ra C MY B C MY B hat değil” diyen Bakan Günay’a bir mesajı vardı. Festivalin kapanış konuşmasında Azerbeycan Kültür Bakanlığı’na teşekkür eden Taştan, Bakan Günay’a da teşekkür etmek yerine şu sözleri iletti. “Kültür Bakanımızın vicdanı rahat olsun, biz ülke barışına, halkların bütünlüğüne katkı yapmayı sürdüreceğiz. Bu ülkeyi onlardan daha çok sevdiğimizi biliyorum.” Adının türkü festivali olduğuna bakmayın Kübalı müzisyenlerden Sabahat Akkiraz’a, Azeri halk dansçılarından Mikail Aslan’a, Derdiyok Ali’den Feryal Öney’e rengarenk bir müzik şöleni vardı Arguvan’da. On yıllardır türkülerle dertlerini, özlemlerini aktaran, yoğun Kürt ve Alevi nüfusu, muhalif yapısıyla iktidarların görmezden geldiği, unuttuğu Arguvan’da iki gün boyunca Uludere katliamından, tutuklu yazar ve gazetecilere, kürtaj meselesinden, siyasallaşan yargıya pek çok gündem maddesi Birsen Çolak’ın aracılığıyla yeniden dillendirildi. İçinde “ah”ı, “aman”ı bol türküleri dinlerken aynı Haşim Amca’nın sözü gibi bir köksüzlük hissi çöktü içimize.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle