13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 TEMMUZ 2012 CUMA 2 “Fatih Projesi”ni duymuşsunuzdur; çocuklar defter kitaptan, kalem kâğıttan kurtulacakmış. Kitap büyüklüğünde bir aracın üstünde parmaklarını dolandırdılar mı; gelecek, parmaklarının ucunda… Bu girişimin tanıtım filminde eli “tablet”li, başı sarıklı çocukla “sanatçı” Fatih Sultan Mehmet konuşuyor. Çocuk, bu kişinin Fatih olduğunu öğrenince biraz ürküyor; (doğal, padişahlardan kim korkmaz); ama az sonra Fatih’i şaşırtıyor. Artık gelecekten söz edenlerin esin kaynağı geçmiş… Kurtuluş Savaşı’yla kazanılan bağımsızlık coşkusu, Cumhuriyetle birlikte gelen devrimler esin kaynağı olmaktan çıkarıldı. Kısa bir süre önce yasalaşan ve “yeni” diye sunulan eğitim sistemiyle geçmişe yolculuk hızlanacak… Laik eğitimi bitiren gösterilerde sanatçıların rol oynaması, gerçekten acı veriyor. Üniversite mi? “Medreseleşiyor” dersek, haksızlık mı yaparız? Koca koca profesörlerle pek çok sanatçı, kitabı çok satan kimi yazarlar, ileri demokrasinin akışına kapılmış durumda. Üniversitelere cami yapılması, sanatsal ve bilimsel etkinlikleri kısıtlayan uygulamalara, bu iki kesimin suskun kalması, can alan selin, depremin, “ilahi güçle” yorumlanması gibi bir şey… Son on yıldır ulusal bayramları yapmamak için sudan nedenler bulanlar, ABD’deki “hocaefendi”nin başını çektiği Türkçe Olimpiyatları’na, Nakşibendi şeyhi Alvarlı Efe Hazretleri’nden alınmış, “İnsanlık el ele, bayram o bayram olur” sözüyle Türkçe bayramı yaptı. Açılış, “Four Seasons Oteli”ndeydi. Sözün sahibini bilmeyen; OLAYLAR VE GÖRÜŞLER GÖRÜŞ SEVGİ ÖZEL Kargayı Bülbül Diye Satan Demokrasi çoğu dün “Yetmez ama evet!” diyerek iktidara destek veren; bugün ileri demokrasi, sanatı ve sanatçıları sıradanlaştırırken, “tiyatroma dokunma” diye gözyaşı döken; kimi aklı, bilimi ve sanatı yok sayan dizilerle türlü etkinliklerde boy gösteren ünlü sanatçılar, olimpiyatları izlerken gözyaşı döküyordu. “Beach clup”larda eğlenen, “rezidans”larda oturan ünlülerimiz, yabancı çocukların Türkçesine hayran olmuştu. Ne ki çoğu, yabancı çocuklardan daha yabancıydı kendi ülkesine… Pek çoğunun, bütün ülkeyi saran yabancı adlandırmaya; yabancı dille eğitime; 4+4+4’lük sözde “yeni” eğitim yasasına; Arapçanın, eski yazının, Osmanlıcanın okullara girmesine; ulusal bayramların ortadan kaldırılmasına; Atatürk ve Cumhuriyetin değerleriyle hesaplaşılmasına ne tepkileri ne yeterli bilgileri vardı. Hemen hepsi üne ve paraya, laik eğitim dizgesiyle kavuşmuştu; ama laik eğitimi noktalayan ileri demokratların yanında gözyaşı dökerek Türkçe sevgisini gösteriyorlardı. Aydınları zindanlarda çürüten ErgenekonSilivri zulmünün sürdüğü; elli adımda bir camisi, beş bin adımda bir okulu olan bir ülkenin sanatçısı olmak, Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından yazılarına bir süre ara vermiştir. çoğunun umurunda değildi. Ses veren, tepki gösteren sanatçılara uzak duruyor; ne zaman ileri demokrasi onlara dokunursa, çığlık atıyorlardı. Sanatçının ya da bilimcilerin, kargayı bülbül diye satanı görme ve algılama duyarlılığını yitirmesi, onlar için “hayırlara vesile” oluyor; ün ve paraya dönüşüyor. Demokrasi oyununun her türlüsünü yaşamak da birilerine ün ve para kazandıran halka düşüyor. “Obezite”ye savaş açan politikacı, bir deri bir kemik kalan, ekmekten başka yiyecek bulamayan milyonları görmüyor; sözde aydınlar “kamu spotları”na söz yazıyor; sözde sanatçılar da sözüm ona halk için olan bu gösterilerde oynuyor. Dil sevgisi, yurt sevgisi; emeğin, hak ve özgürlüklerin, kadın bedeninin sömürülmesi, çocukların siyasaya araç yapılması… Artık hepsinde karşılıklı oynuyoruz. Politikacı oynuyor, sanatçı oynuyor, bilimci oynuyor; halk da oynuyor; hem de ötekilerinki gibi görkemli ortamlarda görkemli araçlar eşliğinde değil, tek telli sazla… Parsayı kim topluyor? “Fatih Projesi”yle geleceği parmak ucuna getirme numarası çekenler ve bu oyuna katılanlar… Kim avcunu yalıyor; parsayı toplayanlara malzeme olanlar… Yurttaşlık bilinci ve haklarından uzaklaştırılanlar… İnancının, kökeninin, dilinin, tüm ortak değerlerinin, içte ve dışta politikaya araç yapılmasına suskun kalanlar; yani halk… Biri çıkıp Türk halkı diyor, öteki Kürt halkı… Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olmanın onur ve bilincinden uzaklaşılmasında sanatçı ve bilimci izleyici konumuna düşmüşse; sanatçı ve bilimci, yurttaşa “inancı kadar” yaklaşan politikacı önünde eğiliyorsa, sözde Türkçe bayramı da ötekiler de “o bayram olur”. Laik Türkiye Cumhuriyeti’ne uzaktan bakanların bayramı olur. Bu gidişe sessiz kalan ya da mimarlarına destek olan sanatçılara alkışlarımız haram olsun! Yunanistan Ege’de Ne Yapmak İstiyor? Yunanistan’ın yeni hükümetinin, özellikle Yunanistan’ın bugünkü ekonomik durumu göz önünde tutulduğunda, Türkiye ile ilişkilerini tırmandırıcı bir dış politika izlemesinin makul bir yaklaşım olduğunu düşünmek zordur. Bu durumda yeni Yunanistan hükümetinin iç politik nedenlerle hareket ettiği akla daha uygun gelmektedir. Prof. Dr. Hüseyin PAZARCI edya, birkaç gün önce Yunanistan’ın yeni Başbakanı Andonis Samaras’ın hükümet programında Yunanistan’ı çevreleyen denizlerde münhasır ekonomik bölge ilan edeceklerini açıkladığını bildirdi. Ardından yeni Dışişleri Bakanı Dimitris Avramapoulos’un Yunanistan’ın Ege’de karasularını genişletebilmesi konusunda Türkiye’nin TBMM’nin casus belli (savaş nedeni) açıklamasından vazgeçmesi gerektiğini söylediği bildirildi. Öncelikle belirtilen bu konuların ne olduğuna bakalım: Münhasır ekonomik bölge, 1970’li yıllarda BM Üçüncü Deniz Hukuku Konferansı çerçevesinde ortaya atılmıştır; dokuz yıl süren görüşmeler sonunda 1982’de kabul edilen BM Deniz Hukuku Sözleşmesi bunu teyit etmiş, 70’li yılların sonlarında bu kural uluslararası hukukta yapılageliş (teamül) değeri kazanmıştır. Buna göre, bir devletin kıyılarından itibaren, coğrafya ve öteki koşullar izin verdiği takdirde, 200 mil uzaklığa kadar varan bir deniz alanını münhasır ekonomik bölge ilan ederek karasuları dışındaki deniz tabakası, deniz yatağı ve toprak altındaki doğal kaynaklardan ve ekonomik zenginliklerden münhasıran yararlanma hakkı bulunmaktadır. Münhasır ekonomik bölge, günümüzde uygulamaya geçmiştir. Türkiye’nin de, 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf olmamasına rağmen, Karadeniz’de ilan ettiği ve komşu devletlerle sınırlandırma anlaşmaları yaptığı münhasır ekonomik bölgesi bulunmaktadır. İkinci konuyu oluşturan Yunanistan’ın TBMM’nin casus belli (savaş nedeni) açıklamasından vazgeçmesi isteğine gelince, Yunanistan Meclisi 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni onaylarken karasuları genişliği konusunda da sözleşmenin tanıdığını bildirdiği karasularını 12 mile çıkarma hakkını saklı tuttuğunu açıklamıştı. Yunanistan’ın böyle bir yola gitmesi durumunda Ege Denizi’nin yaklaşık yüzde 72’si Yunan egemenliği altına girmiş olacaktı. Bu gelişme üzerine TBMM 8 Haziran 1995 tarihinde yaptığı oturumunda, Meclis’te temsil edilen bütün partilerin sunduğu bir ortak öneri üzerine oybirliğiyle “ülkemizin hayati menfaatlerini muhafaza ve müdafaa için, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine, askeri bakımdan gerekli görülecek olanlar da dahil olmak üzere tüm yetkilerin verilmesine” karar vermiş ve bunu “Yunan ve dünya kamuoyuna dostane duygularla” duyurmuştu. Belki Kuş Çarptı... Uçağının nasıl düştüğünü daha bilmiyorsun ya... Belki kuş çarptıysa... ? Olmadı git hapishaneye kapattığın göz nuru yetiştirilmiş komutanlara sor: “Biz düşürüldü dedik ama... Barut izi yok... Kurşun izi yok... Yakıcı ya da parlayıcı gibi bir iz yok... Peki, bu uçak nasıl düştü?” de... Yanıt verirler sana: “Kanıt yok... Belge yok... Gören yok... Duyan yok... İşiten yok... Biz nasıl hapishaneye düştük, sen de bakalım...” ? Günlerdir uçağımızın Suriye tarafından karasuları dışında düşürüldüğünü söyledikten, dünyayı ayağa kaldırdıktan sonra... Genelkurmay açıklamasında düşürme izine rastlanmadığının söylenip, uçağın vurulmasının bir “iddia” olduğunun vurgulanması... Diz boyu rezalet... ? Arapların “Biz düşürdük” diye sevinmesine bakmayın siz... 200 İsrail uçağı havada tepelerinde dolanırken, uçaksavar bataryaları ile ortalığı dumana boğmuşlar, sadece bir tek uçak vurmuşlardı... Nasılsa düşman uçaklarının arasına karışmış kendi uçaklarını... ? Bu kez karasularının teeee dışındaki uçağı atıp da vurunca!.. Esad bir de “Üzgünüz” dedi... İyi mi?.. ? Geriye kalıyor iki olasılık... Bir: “Suriye’ye ne yapacağımızı göreceksiniz” dedikten sonra, yapacak bir şey akıllarına gelmedi... Böyle “patlayıcı izi yok... bu bir iddia...” fikri geldi... Yani artık Suriye’ye bir şey yapmak gerekmiyor hacı... İki: Kuş çarptı... ? Devlet yönetmek zor iştir... Şıh efendi binlerce yıl gece gündüz uçtu, düşmedi de... O kültür devlet yönetimi ile, bilimle, teknoloji ile burun buruna geldiğinde... Ya deve keser uçak uçsun diye... Ya da işte böyle dünya karşısında zor durumda kalır uçak düştüğünde... ? Bin defa olsa tekrar tekrar söylerim: Modern okulları kapat, imam hatip aç... Çağdaşlığa kız, dindar nesil iste... Bilim adamlarını kov, mollayı kadroya al... Üniversitede laboratuvar yok, cami yetiştir... Sonra da “düşürdüler” diye savaşın eşiğine getirdiğin ülkede, aradan haftalar geçtikten sonra düşün: “Bu uçak nasıl düştü?..” ? Benim aklıma bu geldi... Belki kuş çarptı... M ‘Casus belli’ kavramı Yunanistan’ın bu konudaki isteği ile ilgili olarak en başta bir düzeltme yapılması gereklidir. Latince “casus belli” olarak ifade edilen savaş nedeni, bir devletin “Şu olursa bunu savaş nedeni sayarım” biçiminde bir açıklamasını gerektirmektedir. TBMM’nin kararında böyle bir tehdit yer almamakta ve yalnızca Türkiye’nin ulusal çıkarlarının ve haklarının gerektirdiği “askeri bakımdan gerekli görülecek olanlar da dahil olmak üzere tüm yetkilerin” hükümete verilmesinden söz edilmektedir. TBMM bu kararı ile Türkiye’nin ulusal çıkar ve haklarını kararlılıkla koruma görevini hükümete vermekte, ancak bunun yöntemini kuvvet kullanma yönünde belirlememektedir. Bu durumda Yunanistan’ın TBMM kararını bir kuvvet kullanma tehdidi olarak değerlendirilen casus belli kavramını kullanması hukuksal ve siyasal bir saptırmayı oluşturmakta ve Türkiye’yi saldırgan bir devlet konumunda takdim etmektedir. Peki Yunanistan’ın yeni hükümetinin Ege konusunda Türkiye’yi ilgilendiren bu kararlarının anlamı nedir? Bunların ilk akla getirdiği, Yunanistan’ın ekonomik sıkıntıları da göz önünde tutulduğunda, Yunan ekonomisine yeni olanakların eklenmesi arayışı olmasıdır. Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölge ilanı belki İyonya Denizi ve Yunanistan’ın güneyindeki bazı bölgelerde pek sorun olmayacak ve bu bölgelerdeki doğal zenginlikler Yunan ekonomisine katkı sağlayabilecektir. Ancak, Ege’de Türkiye ile Yunanistan arasında kıta sahanlığı sınırlandırılması gerçekleştirilememiş bulunurken bunlara bir de münhasır ekonomik bölge sorununu eklemek iki ülke arasında yeni sorunların çıkacağının kesin habercisidir. Zira Ege Denizi gibi dar alanlarda kıta sahanlığı ile münhasır ekonomik bölge birbirleriyle örtüşmektedir. Fakat, Yunanistan’ın münhasır ekonomik bölge ilanı yalnızca Ege ile sınırlı da kalmayacaktır. Böyle bir ilana gitmesi durumunda Yunanistan’ın Girit ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında ve hatta bazı olasılıklara göre Meis ile GKRY arasında münhasır ekonomik bölge sınırlandırmasına kalkışmak suretiyle Türkiye ile Yunanistan ve GKRY arasında yeni sorunların doğmasına olanak vermesi söz konusu olabilecektir. Yunanistan’ın TBMM’nin 1995 yılı açıklamasının geri alınması isteği çerçevesinde ise, Ege’de bir olumsuz gelişme durumunda hükümete tanınan yetkinin geri alınması nedeniyle bir hukuksal boşluk doğmuş olabileceği gibi, ayrıca Ege’nin Yunan karasularına dönüşmesine üstü kapalı yeşil ışık yakılması konumunda kalınacaktır. Yunanistan’ın yeni hükümetinin, özellikle Yunanistan’ın bugünkü ekonomik durumu göz önünde tutulduğunda, Türkiye ile ilişkilerini tırmandırıcı bir dış politika izlemesinin makul bir yaklaşım olduğunu düşünmek zordur. Bu durumda yeni Yunanistan hükümetinin iç politik nedenlerle hareket ettiği akla daha uygun gelmektedir. Bu çerçevede Yunan hükümetinin son seçimlerde bir hayli güçlenmiş olan aşırı sağ partileri dengelemek amacıyla bu yola başvurması olasılığı düşünülmüş olabilecektir. Bir başka olasılık da ekonomik nedenlerle moral bozukluğu içinde bulunan Yunan halkının moralini düzeltmek ve Batılı devletler karşısında hissettikleri egemenlik zaaflarını Türkiye’ye karşı kullanmak suretiyle psikolojik bir tatmin sağlamak olabilecektir. Sonuç: Bütün bu gelişmeler karşısında Türkiye’nin soğukkanlı değerlendirmeler yaparak Yunanistan’a karşı dış politikasını akıl yoluyla oluşturması esas olmalıdır. Başta hükümet olmak üzere Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı bütün bilimsel, hukuksal ve siyasal hazırlıklarını yaparak Yunanistan ile olabilecek gelişmeleri en sağlıklı biçimde değerlendirmeye hazır olmalıdır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle