24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 TEMMUZ 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 TURGUT REİS DMARİN FESTİVALİ BİR ‘STAR’LA AÇILIYOR Bir zamanlar Josep Carreras’la... Bundan tam 20 yıl öncesine dönüyorum: 15 Ekim 1992 gününe… Mersin’e… O akşam Mersin Devlet Opera ve Balesi açılacak… Kültür Bakanı Fikri Sağlar… O gün sahnede tam karşımda prova yapıyor Josep Carreras. Öğlen suları ve Mersin sıcaktan yanıyor. O, sahnede gri takım elbise, gömlek, kravat... Buram buram terliyor. Biz, salondaki gazeteciler ve opera yetkilileri ona baktıkça terliyoruz. Provaya ara verildi ve Carreras kulisteki odasına çekildi. Daha önce menajeri açıklamıştı. Kimseyle görüşmeyecekti. Dört gün önce geçirdiği gripten sonra, hâlâ ateşi vardı. Konserden önce konuşmayacaktı. Ancak menajer elimde sihirli bir anahtar olduğunu bilmiyordu. O anahtarla ona yaklaşıp, kapıları açacakmışım hissine kapılıyorum ve o odaya ilerliyorum. İçeri giriyorum. Elimdeki sihirli anahtarı gösteriyorum. Çok şaşırıyor. “Nerden buldunuz bunu?” diye soruyor. “Sihirli anahtar”, “Tutkunun Romanı: Leyla Gencer” adlı kitabımdaki bir fotoğraf: Lucresse Borgia operasında Leyla Gencer ve Josep Carreras karşılıklı Lucresse ve Gennaro rollerindeler. 1974’te, Amerika’da Dallas Operası’nda çekilmiş, Carreras 28 yaşındayken... Carreras bakıp bakıp kahkahayı basıyor. “Daha çocuktum o zaman” diyor ve böylece sohbet başlıyor. Leyla Gencer’e yağdırdığı övgüleri dinledikten sonra benim sorularıma ve yanıtlara geçiyoruz. Hayır, kimi şancılar gibi o, kendisini sahnedeyken tanrı ya da yarı tanrı gibi hissetmiyor. Tam tersine her sahneye çıkışında kendini minicik, çok güçsüz, kaybolmaya yüz tutmuş hissediyor. “Opera dünyası, sanat dünyası çok büyük, ben içinde miniciğim...” diyor. Zeynep Oral ve Josep Carreras (1992) kisinden de daha iyi” diyordu onun için. Opera sanatını kitlelere yaymakta Pavarotti ve Domingo’yla birlikte onun da rolü var. Bu üçünün İtalya’da, Caracalla’da, Zubin Mehta yönetiminde verdikleri dev konserin ve tekrarlarının kayıtları, kıtaları ve gönülleri fethetti. Bundan böyle, “Üç Büyükler” diye anıldılar. Büyük korku Mersin’de röportaj sırasında tüm büyük opera sanatçıları gibi o da “büyük korkusunu” dile getiriyordu. “Hem de nasıl korkuyorum! Yıllar geçtikçe korkum artıyor. Her sahneye çıkış, bir öncekinden daha çok büyüyor gözümde; korku, heyecan, bu akşam ne olacak, bu akşam sesim çıkacak mı, söyleyebilecek miyim paniği çoğalıyor!” demişti. Ya grip oluşu? Gülerek, “Grip etkisini konserden sonra siz bana söylersiniz” dedikten sonra daha ciddi eklemişti: “Bu gece de, her konserde olduğu gibi bir sürpriz olacak. Hem dinleyiciler, hem benim için bir sürpriz. Bakalım ne olacak?” O akşam, Mersin Devlet Opera ve Balesi’nin 500 kişilik salonu her aryadan sonra ayağa fırlamış, alkıştan inlemişti. Sahnede gerçekten “minicik” duruyordu. (Pek boylu boslu değil) Ama sesi… Fısıltıyla derinlik arasında çok geniş bir yelpazeye yayılan sesi ile sahnede büyüdükçe büyüdü. Sahnede devleşti. Bence o akşam, asıl konser dışarıda, salonun önündeki alandaydı. Alana kurulan dev bir perdeye yansıtılmıştı Carreras konseri. Dışarıda kusursuz ses düzeni… Sağlı sollu tribünlere, çimenlere yayılmış 4 bin kişi soluklarını tutup konseri izlemişti. Konserin gerçekleşmesini sağlayan Josep Careras’ın sevgili arkadaşı Ahmet San’dı. Sonradan konuştuğum herkes, “Mersin’de bir mucize yaşadık” demişti. Bakalım yarın akşam nasıl bir mucize ya da sürpriz yaşanacak Bodrum Yarımadası’nda? zeynep@zeyneporal.com Güngör Dilmen’ler Kuşağı… Nasıl bir kuşak mı? Yaratmadan, çalışmadan, üretmeden duramayanların kuşağı… Sürekli üretimi kalıcı ahlaka dönüştürenlerin kuşağı… Ve hele, ürettiklerini başkalarıyla kucaklar dolusu paylaşmadan hiç duramayanların kuşağı… Daha dün, Rekin Teksoy’du. Şimdi bir de Güngör Dilmen eklendi. Asıl acı olan, insanların ölmesi değil. Çünkü insan, yeryüzünde belirdiğinden bu yana hep ölümlüydü. Doğanın yasası. Ama kimi ölenlerle birlikte kuşakların da tükenmesi ve sonra ortaya çıkan korkutucu bir boşluk. Geride kalan ‘onlar gibi’lerin çok, ama çok sınırlı oluşu. Bu, doğa yasası değil. Bunun adı, umarsızlık ve gaflet. Güngör Dilmen. Sayfalar, sayfalar ve sahneler dolusu oyunlar ve çeviriler. Sınıflar ve sıralar dolusu öğrenciler. Yaşamın en uzak uçlarına kadar uzanan çok yönlü bir üretim. Yaşadıkları sürece, yeterince yaşatamadıklarımız. Ve ardından, bolca anmakla ‘vazifemizi’ yaptığımız inancı/yanılsaması. Aslında çok yönlü bir yanılsama. Çünkü artık çoktandır yerlerine gelenlerin sayısı azalmakta. Ölümünden bu yana akıp giden yıllar boyunca, kaç tane Haldun Taner’imiz olabildi? Ya da her yıl tiyatro, pardon, ‘oyunculuk’ anabilim dallarına başvuran adaylardan: “Muhsin Ertuğrul’u tanıyor musunuz?” sorusuna: “Galiba Harbiye’de özel tiyatro işletiyor…” gibisinden yanıtlar veren ‘tiyatroya âşığım’larda bir azalma var mı? Gerçek şu ki, bir zamanlar Güngör Dilmen’lerin kuşaklarını yetiştiren topraklar artık düşünce ile sulanmıyor. Düşüncenin üretkenliğinin yerini çoktandır dipsiz dogmaların karanlığı aldı. Ellili yıllardan bu yana o dogmaları hep birlikte ürettik. Kimse bu ortak suçtaki kendi payını saklamaya veya görmezlikten gelmeye çalışmamalı. İmecenin yerini itişme aldı. Bilgi açlığı, yerini para ve mevki hırsına bıraktı. Bencillik, ‘biz’i en gerekli olduğu yerlerden bile kimsenin gözünün yaşına bakmadan kovdu. Güngör Dilmen’in “Ben, Anadolu”suyla dokuduğu, bin bir can renkli örtü, yerini çoktandır kanlı kefenlere bıraktı. Yunan ve Roma antikçağının mirası onlarca tiyatro kalıntısı, nice zamandır insanı insan kılan seslere hasret kaldı. Güngör Dilmen, tiyatro sahnesinden insana aşılanabilecek tüm erdemlerin savunucusu ve tekrar tekrar yenidenüreteniydi. O da yok artık! Bu yazıyı karamsar bulanlar olabilir. Onlara bir sözüm yok. Ama iyimserliklerini körleşmeye dönüştürenlere, bu sütunlara sığmayacak kadar çok söyleyeceğim var! Kadere meydan okuyan tenor: Yarın, DMarin Turgutreis Uluslararası Klasik Müzik Festivali başlıyor. Festivalin kurucu destekçisi Doğuş Grubu. 5 gün boyunca heyecan verici bir programı var. Açılış konserinin solistleri Josep Carreras ve değerli soprano Simge Büyükedes. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı şef David Giménez yönetecek. Josep Carreras için “kadere meydan okuyan tenor” sözü sık sık kullanıldı. Yoksul bir ailedendi. Baba öğretmen, anne berber. (d:1946 Barcelona) Barcelona Konservatuvarı’nda eğitim. Se si, yeteneği, gösterdiği ilerleme, hocalarının dikkatini çekti. Yolunun açılması, büyük İspanyol soprano Monserrat Caballé ile tanışmasından sonra oldu. 70’li yıllarda Caballé ona tüm kapıları açacak, onu yönlendirecek, Josep Carreras kısa sürede opera dünyasının starı olacaktı. 1987’de “yıldız”ın dünyası karardı: Kanser, lösemi... Artık şarkı söyleyemez dediler. Azmi, inatçılığı, yaşama ama en çok sanatına bağlılığı sonucunda hastalığı yendi. Her şeye, ses eğitimine, sesini kullanmaya, şarkı söylemeye yeniden başladı. Operaya, şana yeni başlayan bir öğrenci gibi çalıştı. Ve “olanaksız” denileni olur kıldı. 1988’de doğduğu kent Barcelona’da 150 bin dinleyici için aryalarını söylerken, herkes “es ‘NEOSOUL’UN KRALİÇESİ’ ERYKAH BADU BU AKŞAM 19. İSTANBUL CAZ FESTİVALİ’NDE Baduizmin ses dalgaları HANDE EAGLE Benli, 3. Selim’e ait tahtı lojmanına taşıtmıştı. Saraydan taht kaçıran müdüre yer değiştirme SELDA GÜNEYSU ANKARA Topkapı Sarayı Müze Müdürü’yken, ziyaretçilerin dokunmasının bile yasak olduğu Padişah 3. Selim’in tahtını lojmanına taşıttığı gerekçesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hakkında soruşturma başlatılan Yusuf Benli sadece “yer değiştirme” ile “cezalandırıldı”. Benli, soruşturma süresince görevlendirildiği Konya Mevlana Müzesi Müdürlüğü görevini halen sürdürüyor. Yusuf Benli, Topkapı Sarayı’nın Harem Hünkâr Sofası Bölümü’ndeki 3. Selim’e ait tahtı, geçen yıl yağmurlu bir günde müze içindeki lojmanına taşıtmıştı. Ancak taht, lojmanın giriş kapısından geçememişti. Bu sırada görevliler tahtı kapıdan nasıl sokacaklarını düşünürken, paha biçilemeyen eserin üstüne yağmurdan korumak için beyaz branda örtülmüştü. Hatta tahtın kapıdan geçmesi için müdür Benli, kapının yıkılması talimatını da vermişti. Çok az sayıda müzisyen bir akıma kendi adını vermeyi başarabilmiştir, yaşarken bunu başarabilenlerin sayısı ise sıfıra yakın. Belki de dört Grammy Ödüllü Erykah Badu, Baduizmle bir müzisyen olarak bunu başarabilmiş ilk ve tek kadın. Düşünsenize, Fitzgeraldizm ya da Hollidayizm gibi müzikal akımlar müzisyenleri yaşarken ya da bu dünyadan ayrıldıktan sonra gelişseydi dünya ne kadar farklı bir yer olurdu... Yine de dünya, Erykah Badu’nun bugün İstanbul Caz Festivali kapsamında Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi’nde vereceği konser süresince farklı bir yer olacağa benziyor. 1997’de “Baduizm” albümünü piyasaya çıkaran Erykah Badu, müziği ve sosyal aktivizmiyle yeni bir akım yaratıyor. Badu’nun sesi, tarzı ve felsefesi öylesine bir derinliğe sahip ki, ilk albümünü piyasaya çıkardığından bu yana geçen 15 yıl içinde “NeoSoul’un Kraliçesi” olarak anılır hale gelmiş durumda. 1998’de Badu’ya ilk Grammy Ödülü’nü sağlayan “On & On” adlı şarkısının klibini izlediğimde elimde olmadan 1985’te sinemaseverlerle buluşan Stephen Spielberg yönetmenliğindeki “Mor Yıllar” (The Color Purple) filmi aklıma geliyor: Evi toplaması, küçük kızın saçını yapması, ardından yeşil abiyemsi elbisesini giyip kırık dökük ahşap dekorlu bir barda, dağınık duran müzisyenler eşliğinde filmdeki Shug Avery gibi şarkı söylemesi, hep o acıklı, hüngür hüngür ağlatan filmi hatırlatıyor. Klibin filmden tek farkı daha sempatik, daha mutlu bir hayatı anlatıyor olması. “Mama’s Gun” adlı ikinci albümünü 2000’de piyasaya çıkaran Erykah Badu bu albümle de çok ses getirmişti. Tematik olarak özsaygı, ilişki sorunları, polis gaddarlığını ele alan albüm Rolling Stones dergisi tarafından 2000’in en iyi 10 albümünden biri seçilmişti. Bu iki albümün ardından şarkı yazamama sürecine giren Badu, 2003’te “Worldwide Underground” albümünü dinleyicilerle paylaşmıştı. Hiphop kültürü, aşk, getto hayatı ve çete kültürü üzerine minimalist şarkı sözleriyle bezenmiş albüm “Love of My Life” şarkısıyla R&B ve Hiphop listelerinde bir numaraya tırmanmıştı. Ama kanımca bu şarkıyla Badu’nun sesi o ilk albümdeki pusluluğunu kaybetmiş, daha sıradan, daha pürüzsüz bir sese dönüşmüştü. 2008’den bu yana iki sene arayla “New Amerykah Part One (4th World War)” (Yeni Amerykah 1. Bölüm 4. Dünya Savaşı) ve “New Amerykah Part Two (Re turn of the Ankh)” (Yeni Amerykah 2. Bölüm Ankh’ın Dönüşü) albümlerini piyasaya çıkaran Erykah Badu birinci bölümde topluma ait konulara yer verirken, ikinci bölümde daha kişisel ve romantik konulara yönelmişti. Badu aynı zamanda Güney Dallas’ta bir hayır kurumunun da kurucusu. Kurum şehirde yaşayan gençlerin müzik, dans, tiyatro ve görsel sanatlarla gelişimine katkıda bulunmayı amaçlıyor. Üç çocuk sahibi Badu bu iki albümü çoğunlukla dizüstü bilgisayarını kullanarak kayıt etmişti. İkinci bölümde yer alan ‘Window Seat’ adlı şarkıyı sanki bir tüneldeymiş gibi duyulsun diye dizüstü bilgisayarını alıp duşakabinin içerisinde kaydettiğini Rolling Stones dergisiyle yaptığı bir röportajda belirten Badu’nun bugünkü konseri 11 kişilik bir ekiple ses bulacak. NeoSoul’un Kraliçesi, Açık Hava konserinde albümlerinden çeşitli şarkıları seslendirerek dinleyicilere Baduizmin ses dalgalarını iletecek. (hande.eagle@gmail.com) SANAT YÖNETMENİ FÜSUN MERİÇ SOYLU TOPRAĞA VERİLDİ Erken veda Kültür Servisi Genç yaştaki ölümüyle kültür sanat dünyasında büyük üzüntü yaratan, İş Sanat’ın sanat yönetmeni Füsun Meriç Soylu son yolculuğuna uğurlandı. Dün Zincirlikuyu Camii’ndeki öğle namazının ardından düzenlenen cenaze töreninde gözyaşları dinmek bilmedi. Törene Soylu’nun annesi, babası, dedesi ve ailesinin yanı sıra gazeteci Mehmet Ali Birand, İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, müzisyen ve yazar Aydın Büke ve eşi eleştirmen ve yazar Asuman KafaoğluBüke, gazetemiz yazarı Dikmen Gürün, Melih Fereli, Serhan Bali, Güher Pekinel ve Süher Pekinel, Gülsin Onay, Timuçin Esen, Yekta Kopan, yakınları ve çok sayıda iş arkadaşı katıldı. Cenaze namazının ardından, Soylu’nun cenazesi omuzlarda taşınarak Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi. 39 Yaşındaki Soylu, 10 Temmuz’da Cihangir’deki evinde ölü bulunmuş, kesin ölüm nedeninin bulunması için otopsi yapılmıştı. Soylu’nun kalp krizi geçirmiş olabileceği düşünülüyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle