13 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 TEMMUZ 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA 13 Biz Gariban Haymanalılar... Cavlı ÇULFAZ eni bir anayasa yapılacak ya... Televizyon kanallarında avare yârenliğinden geçilmiyor. Bu anayasada Türk sözcüğü yer almalı mı, almamalı mı? Diyorlar ki: Ne gerek var buna? Elhamdülillah hepimiz Müslüman değil miyiz? Murat Belge dostumuzun dayısı çok önce yazmıştı zaten: “O sizin Türk dedikleriniz Haymana’da yaşarlar...” GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT Y O sizin Türk dedikleriniz... Galiba bir de, başkenti Grand Turk olan Karayip Denizi’ndeki Turks ve Caicos Adaları’nda yaşarlar... Grand Turk; heybetli, görkemli, yüce Türk demek. Bundan böyle onu Haymana Yaylası’nda değil de, Kristof Kolomb’un yanlışlıkla Amerika diye karaya ayak bastığı Karayipler’de mi arasak acep? Bir zamanlar ABD’nin İngiltere’ye ilan ettiği savaşta en ünlü geminin de adıymış Grand Turk... İtalyanlar istihkâm (askeri mühendislik) sanatını 16. yüzyılda Grand Turk’ten öğrenmişler, Ferdinand’ın elçisi Busbecq’e göre... Suçiçeği aşısı da öyle... Avrupalılar İngiliz Büyükelçisi’nin eşi Lady Montagu aracılığıyla Grand Turk sayesinde bebek ölümlerine bir çare bulabilmişler. Don Kişot’un yazarı Cervantes, 1571 İnebahtı Savaşı’nda çolak kalmış... Yaşamının beş yılını Grand Turk’ün tutsağı olarak Cezayir’de geçirirken yazmış şu satırları: “Mahoma (Mehmet) sert bir yeniçeri / asker ve cebeci, / dürüst bir Türk. / Onun eline düştüğüm için çok talihliyim. / Yeniçerinin kölesine / ne kadar küstah olursa olsun / dokunmaya ya da yan bakmaya / kimse cesaret edemez.” Dobra dobra konuşan, gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemeyen insan demek olan Grand Turk’ü ra dönüp Grand Turk’ün kim olduğunu komşuya mı sorsak? Yoksa 1877’de, “yiğit, cesur ve centilmen Türklerin zaferinden eminim; bu zaferden sonra devrim Doğu’da başlayacak” diyen ve “heybetli sakalı, tertemiz bembeyaz kolalı bir gömleğin üstünde” dalgalanan ölümsüz ustamıza mı danışsak? Ne yapsak? Artık Türk’ü mumla arayıp bulmak için, Anadolu’da değil de, Karayipler’in sayfiye yerlerinde ya da Avrupa kütüphanelerinin tozlu raflarında mı dolaşsak? Molière’in Mösyö Jourdain’i “Türk gibi gürbüz, güçlü kuvvetli” derken nesir (düzyazı) konuştuğuna şaşadursun... Dilimize “Kibarlık Budalası” diye çevrilen burjuva centilmen “Türk dilinde birkaç sözcükle çok şey anlatabilirsin” demiş meğerse. ...Bir atasözüyle mat eder Üç yüzüncü doğum yıldönümü bütün dünyada kutlanan Cenevreli filozof JeanJacques Rousseau, ekranlarda avare yârenliği eden dostlarımızı ta o zamandan görmüş ? Meğer bütün Avrupa, Osmanlı’yı kurulduğundan bu yana Türk diye adlandırmamış mı? Koskoca Hıristiyan âlemi, Anadolu’da yaşayan Osmanlı egemenliğindeki bütün etnik toplulukları yüzyıllardır Türk diye tanımış da, biz gariban Haymanalıların bunun bilincine varması ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru olmamış mı? Cervantes’e mi sorsak mezarından kaldırıp? Meğer bütün Avrupa, Osmanlı’yı kurulduğundan bu yana Türk diye adlandırmamış mı? Koskoca Hıristiyan âlemi, Anadolu’da yaşayan Osmanlı egemenliğindeki bütün etnik toplulukları yüzyıllardır Türk diye tanımış da, biz gariban Haymanalıların bunun bilincine varması ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru olmamış mı? Voltaire’e göre, “ne kadar iyi tabiatlı insanlar”mış bu Türkler... Puşkin’e kalırsa, “ağırbaşlı, sakin, özgüven sahibi kişiler”miş şu bizim Erzurumlu dadaşlar. gibidir: “Konuşurken el, kol ve baş hareketleri yapanlar sadece Avrupalılardır; sanki konuşmalarının bütün gücü kollarındaymış gibi. Buna bir de akciğerlerinin gücünü eklerler; sanki bütün bunların bir yararı varmışçasına. Fransız çok söz söylemek için çırpınıp durur, bedenini hırpalarken; Türk bir an nargilesinin marpucunu ağzından çıkarıp sakince iki kelime söyler ve muhatabını veciz bir atasözüyle mat eder.” (JeanJacques Rousseau, Essay on the ‘Türkokrasi’ (Türk yönetimi) ‘Demokrasi’ sözcüğünü Yunanlardan almışız. Onlar ise tutmuşlar 400 yıllık Osmanlı/Türk egemenliğine ‘Türkokrasi’ (Türk yönetimi) demişler... Demokrasiyi geldiği yere gerisin geri gönderip, tek adama dayalı postmodern Türkokrasi’yi Haymana’da mı kursak? Ne kadar Türk sözcüğü varsa hepsini anayasadan kazıyıp tertemiz bir sayfa açtıktan son Origin of Languages) Avrupa uzmanı başmüzakerecimiz Egemen Bağış Bey, biraz gecikerek de olsa, karşılık verir Cenevreli filozofa: “Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarının umudu, ilham kaynağı, JeanJacques Rousseau değil, pratik bir Türkiye’dir ve AK Parti’dir.” (Star, 29 Mart 2011) Firuze diye bildiğimiz yeşile çalar mavimtrak taşa Avrupalılar 13. yüzyılda ‘turkuaz’ (turquoise) demişler... Nesir konuştuğuna şaşan Mösyö Jourdain gibi, “elin Avrupalısının ta 1210’larda buralara ‘Türk’ demesi ilginç o açıdan...” diye şaşıyor Sevan Nişanyan dostumuz (Taraf, 3 Aralık 2009). “Hiç hazzetmem, militarizmi çağrıştırıyor” diye her türlü marşa dudak büken anarkonihilist dostlara niye haksız yere öfkelenelim? Serzenişte bulunacaksak kabahat Mozart’ın... Ne diye mehter marşından esinlenip Türk Marşı’nı (Rondo alla Turca) besteledin a “dostum” Mozart? Şu kullanım süresi çoktan dolmuş Türk’ün defterini, fırsat bu fırsat, bir temiz dürüp anayasadan çıkarsak da Avrupalıların yazdığı tarih kitaplarının tozlu sayfalarında yavaş yavaş küflenmeye mi bıraksak? Biz gariban Haymanalıların “Mamma li Turchi” (Anne, Türkler geliyor) diye sessiz bir çığlık atıp buralardan sıvışmamızın zamanı çoktan geldi de geçiyor galiba... Bilenler Çözer Sorunları çözebilmek için konuyu bilen, iyi niyetli muhataplara ihtiyaç vardır. Yazı konumuz, ülkenin kanayan yarası Kürt sorunu. Nasıl ki kalp hastalığını, ürologla konuşup, tartışıp çözemezsek ülkemizin bu sosyalsiyasal sorununu da bilmeyenlerle çözemeyiz. Marx diyor ki “Benim sosyalizm üzerine yazdıklarım, kapitalizmi açıklamak için yazdıklarımın yanında devede kulak kalır.” Yani kapitalizmi bilmeyenle, sosyalizm konuşulmaz. Zaten gelecekteki toplumun nasıl şekilleneceğinin reçetesini önceden vermek de doğru olmaz. Zaten bunu yaratacak özgürlük ortamını, ancak her ezilen grubun dayanışma içinde kendi mücadele biçimlerini yaratmalarıyla gerçekleşebilir. İnsanların kendi yarattıkları, din, millet, devlet gibi kurumların nasıl gitgide onları yönetmeye başladığını bilmekle, kavramakla başlamak gerekir. Kürt sorunu, ülkemizde yaşayan herkesin canını acıtıyorsa, bunu birlikte çözmemiz gerekir. Hiç gocunmadan açık açık konuşarak. Hayat bugüne kadar yapılanların yanlışlığını ispatladı. Bu iş için ilk kafa yoran sosyalistlerdir, yıllardır Kürt ve Türk sosyalistleri uzmanlaşabilecek kadar da uzmanlaştılar. Hep tartışılıyor ya son zamanlarda akil adamlar heyeti diye; bunlar Kürtlerin, saygı duyacağı, güveneceği, iyi niyetinden ve bilgi birikiminden emin olacağı kimseler olmalı. Kürtçüler ve Türkçüler bu işi çözemez. Bu durumu örnekleyelim: Taraf gazetesinde Orhan Miroğlu diye birisi yazmış “Bir Kürt’ün Kurşunuyla Ölmek “ başlığıyla. Musa Anter’le beraber aynı masada otururlarken kurşunlanmışlar. Anter ölmüş kendisi yaralanmış. 20 yıl sonra katil yakalanınca “Bir Kürt’ün kurşunuyla ölmek zoruma gitmişti doğrusu” diye yazmış. Bunu yazansa kendisinde bu sorunu çözmek konusunda söz söyleme hakkı gören birisi. Demek istiyor ki bir Kürt’ü ancak bir Türk vurur. Aslında lafın bittiği yerdir bu durum. Bu ülkede solcu Türk aydınlarını da Türk faşistler öldürdü, hiç kimsenin aklına böyle bir şey gelmedi. Çözüm için bu tip ırkçı, milliyetçi, ölçüsüz insanların bir müddet susmaları gerekir. Türkiye de Kürt yok, herkes Türk’tür diyen faşist inkârcılarla bunların ne farkı var? Akil adamlar listesini daha önce yazmıştım; ikisi Türk, ikisi de Kürt, ama hepsi de sosyalistlerdi. 1) Tarık Ziya Ekinci, 196569 TİP Diyarbakır Milletvekili. 2) Mehmet Ali Aslan kısa bir dönem TİP Genel Başkanlığı yapmış 3) Oğuzhan Müftüoğlu, sosyalist bir hareketin lideri. 4) Sarp Kuray, bütün PKK yöneticilerinin yakından tanıdığı, saygı duyduğu, sonuna kadar güvenerek dinleyeceği bir isim Bu dört kişinin de böyle bir görevi severek yapacaklarını herkesin anlayacağı şekilde örnekleyelim. Sarp Kuray 17 sene önce tahliye edildiği tek kişilik davadan yaklaşık 3 yıl önce mahkum oldu. Davanın gelişimi bir kere beraat, bir kere TCK 168’den üyelik, son olarak 146’dan müebbet, tek kişilik örgüt, silah yok, ama silahlı örgüt. Tutuksuz yargılanıyordu ve her türlü olanağı varken ve etrafındaki herkesin yurtdışına çıkması ısrarına rağmen gitti teslim oldu. Ankara Sincan Cezaevi’nde yatıyor. Çünkü “Bir devrimci olarak belki beni Abdullah Öcalan’ın yanına verirler de Kürt sorununun çözümü konusunda katkım olur” diye. Yukarıda önerilen dört kişinin hiçbirisinin olayda ne maddi ne de siyasi beklentisi yoktur. Zaten onun için sosyalist olmuşlardı. ‘Sineklerle Uğraşmayız!’ MERİÇ VELİDEDEOĞLU Yaz sıcakları bastırınca başlayan “dinlence”lerle birlikte türlü bağlamlardaki devinimliğe de, kimi etkinliklere de ara veriliyor. Bunlardan biri de TV dizileri; dolaysiyle ünlü “Muhteşem Yüzyıl”a da ara verildi. İzlemeye pek fırsatım olmadı; ama kardeşim Ülkü diziyi beğeniyor; yer yer onun anlatımlarıyla bir bakıma ben de izlemiş gibi oluyorum. Bir ara “Kanuni”nin Fransa Kralı 1. Fransuva (François) ile olan mektuplaşmasına da yer verilmişti dizide. Bunu; “22 Haziran”da jet pilotu iki evladımızı “şehit” eden “Suriye” hakkında Başbakan’ın, ancak iki gün sonra “Sineklerle uğraşmayız!” diye ses vermesiyle yine anımsadım. Başbakan sinekler gibi demediğine göre Suriye Devleti’ne dolaysiyle “halk”ına doğrudan “sinek” demiş olmuyor mu? Bir ülkeyi “küçük görme”yi, “hayvan”a benzeterek dile getirme, dış politikada “kabul görecek” bir tutum olabilir mi? Ayrıca “terbiye” sınırını aşan bu anlatım, “haklı”yı “haksız” duruma düşürmez mi? Sanırım tam burada “Kanuni” ile “Fransuva”ya değinebiliriz. Fransa Kralı, Alman İmparatoru Şarlken’e (Charles Quint) kuvvetlerini birleştirerek Kanuni’ye karşı savaş açmayı önerir; ne ki bir süre sonra araları bozulur, savaşırlar; “Fransuva” yenilir; “Şarlken” onu esir alır, tutuklar. Esir Kral’ın hem annesi hem kendi “Kanuni”ye mektup yazarak yardım isterler. “Kanuni”nin yanıtı pek ünlüdür; şöyle başlar: “Ben ki” der ve ardından “15”i aşkın ülkenin adlarını sayarak sürdürür; “... fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki, ‘Françe vilayeti’nin kralı ‘Françesko’sun!” “Sinek” demeden “sinekleştirme”nin olağanüstü bir anlatımı, ne dersiniz? Her ne kadar Başbakan yarattığı “Suriye” sorununu, “tarihimizden aldığı güçle”, geleneğimize uygun bir tutum içinde ele aldığını birçok kez vurgulamışsa da, kendisini “Kanuni” ile karşılaştırmak kesinlikle düşünülemez. Ama bu örnekte de; insanın gerek “kişiliği”nin gerekse bunun oluşmasında aldığı “eğitim”in büyük payı olduğunun açıkça görüldüğünü söyleyebiliriz. Dolaysiyle “Erdoğan”ın hem yetiştiği çevrenin, “Kasımpaşa kültürü”nün; hem de köktendinci Gülbeddin Hikmetyar’ın ayakları dibine çöküp ona kulluk ederek edindiği eğitimin “sonuç”larından biridir bu “sinek” konusu. Ayrıca “Beşşar Esad”ın, “Utku Çakırözer” ile yaptığı tarihi görüşmede: “Başbakan”ın (Erdoğan) yaptığı açıklamalarda her türlü “terbiye”, “saygı” sınırlarını aşarak ileri gittiğini, iki siyasetçi ya da “iki insan” arasındaki sınırı aştığını söylemek zorundayım! diyebilmesi “de”... Yine ayrıca; “ABD”nin yarattığı ve onun ayak izinde giden “AB”nin de sürdürdüğü bu “kriz”de, Türkiye’nin onların önünde yer alarak “Suriye” ile dalaşmasını, “Yunanistan”ın kıs kıs gülerek izlediğini söylemek pek de yanlış olmaz sanırım. Çünkü “emperyalizm”in “1900”lerdeki lideri “İngiltere”nin, onları “Küçük Asya” sorununda hep dile getirdikleri bir benzetmeyle“maşa” gibi kullandığını unutmamışlardır, unutamazlar “da”... Üstelik Yunanistan’ın o dönemdeki ünlü Başbakanı Eleutherios Venizelos; İngiltere’den kendisinin “deliğe süprülmeyip kullanılmasını” yalvar yakar istetmemesine “karşın” yine de “maşa” gibi kullanılmıştı. Başka nasıl olabilirdi ki? “Emperyalizm” bu... Kuşkusuz; “E. Venizelos”un, dolaysiyle “Yunanistan”ın İngiliz emperyalizmi ve ortakları (İtilaf Devletleri) tarafından nasıl kullanıldığı tarihte yerini aldı. Bu bağlamda ilginç olan, “Venizelos”un, “Lozan Barış Antlaşması”nın oturumlarında, İngiltere ve yandaşlarının bu tutumunu “yana yıkıla” anlatmasıdır. Hem de daha “Birinci Müzakere Oturumu”nda ve “ilk” konuşmasında (22.11.1920) Venizelos bu konuşmasının başlarında, ordusunun Anadolu’nun içerlerine dek sürülmesini; “Şüphe yok ki, Müttefik’lerden üçü, Yunanistan’ı ‘Küçük Asya’da savaşa girmeye çağırmıştı (...) Oysa Yunanistan için, askeri üstlerinden yüzlerce kilometre uzağında ‘Anadolu’nun içinde savaşı sürdürmek tam bir ‘budalalık’ olmuştur!” diyerek içi yana yana ortaya koyacaktır. Burada beliren önemli bir gerçek de; “Venizelos”un “araç” olarak kullanılmasından sıyrıldıktan sonra, “Türkiye” ile olumlu “komşuluk” ilişkilerine girmesidir. Ne var ki yakın tarihimizdeki bu “örnek”; günümüz “emperyalizm”inin “lideri”nden tepe tepe “kullanılma”sı istenilen TC Hükümeti’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hiç mi hiç ilgilendirmez... Kendisine daha yakın bir dille söylersek: “Irgalamaz!” KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] Çelenk ve mutlu gün bağışlarınız için 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212 274 15 02 213 74 02 Fax: 0212 275 52 44 www.yekuv.org • [email protected] Vakıflar Bankası: Osmanbey Şubesi: 00158007287986476 Faks: 0216 355 31 78 1/ Lehçe. 2/ 1 Sahip olma, 2 kazanma... Bağışlama. 3/ 3 Başörtüsü ola 4 rak kullanılan 5 bir tür ipekli 6 dokuma... İtalya’da bir ya 7 nardağ, 4/ Siv 8 ri taşların top 9 rak zemine di1 2 3 4 5 6 7 8 9 kine çakılarak üze1 K İ Ş N İ Ş T İ rine beton dökülmesiyle yapılan dolgu. 2 I R O L A N A K İ N İ O 5/ Olağanı aşan bü 3 R O M 4 K N İ D O S Ü N yüklüğü olan... Ko5 A İ Z A N O İ İ laylıkla kandırılabilen. 6/ İçi küflü bir 6 Ğ A N N A T O D O D ON peynir cinsi... Bir 7 A Z soru sözü. 7/ Man 8 Ç E K İ M S E R S E ganez elementinin 9 M A K A S simgesi... Bir kimsenin kız kardeşinin ya da kadın akrabalarından birinin kocası. 8/ Kısa çizme... Anadolu halklarının en eski ana tanrıçası. 9/ Yolcu evi... Süs için yapılmış giysi kıvrımı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlı kapıkulu ocaklarına asker ve saraya hizmetli yetiştirilmek üzere Hıristiyan gençlerin toplanması usulü. 2/ Kaz Dağı’nın antik dönemlerdeki adı... Ana motifin yinelenmesinden oluşan canlı ve hareketli bestelere verilen ad. 3/ Sara hastalığına verilen bir başka ad... Köpek. 4/ Tıp dilinde “anüsle ilgili” anlamında kullanılan terim... Adana’nın bir ilçesi. 5/ Lityum elementinin simgesi... Ağır kokulu bir gaz. 6/ Uzun ve yorucu çalışma... Osmanlılar döneminde Roma kentine verilen ad. 7/ İçine sulu şeyler konulan kap... Sığırlarda görülen bulaşıcı bir hastalık. 8/ Bir şeye yalnız bir noktada değen, ama onu kesmeyen çizgi, eğri ya da yüzey. 9/ Bir nota... Tiyatroya uygulanan masal. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle