19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 HAZİRAN 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İki Toplantı, İki Önemli Konu Büyüklük ve Bürokrasi BÖLGEMİZ, kompleksler bölgesidir. İrili ufaklı ülkeler ve güçlü güçsüz yönetimlerle yöneticiler bakımından da. Çünkü, ülkeler ya vaktiyle sömürgeyken sonradan bağımsızlaşmış veya işgal altına düşmüşken bir kurtuluş savaşıyla bağımsızlıklarını korumuşlardır. Öyle ülkeler ki, oralarda duygular duyarlıklara, övünmeler öfkelere, kinler hınçlara, beklentiler hesaplara kolaylıkla dönüşür. Böyle ortamlarda iç politika kolaylaşmıştır. Demagoji, abartma, kabadayılık, büyüklük iddiaları, atıp tutmalar gırla gider. Bireyler olarak, yoksul bırakılmış, iyi okutulmamış, itilip kakılmış, onurlu ve başı dik yaşaması sağlanmamış olmaktan kompleksten komplekse sürüklenen halk yığınları, gönül okşayan sözler söylendiğinde, çılgınca alkışlayıp bağırırlar ve “gurur duyuyoruz” sesleriyle yer gök inler. şte o aşama, bürokrasinin devreye girmesini gerektiren kritik aşamadır. Politikacıyı daha hesaplı, temkinli, abartısız olmaya ikna etmek onun işidir. Temelsiz siyasal yandaş, bu tür uyarmalara pek cesaret edemez; gözden düşme, çevreden dışlanma tehlikesi vardır. Ama, dürüst bürokrat için durum öyle değildir. Onun görevi, devlet mekanizmasının halkın yararına çalışmasını sağlamak, siyasetçinin de o yolda yürümesini kolaylaştırmaktır. Böylesi, belki politikacıyı yakın ve kolay başarı görüntüsünden bir süre yoksun etmek, alkışları ve “gurur duyuyoruz” bağrışmalarını ertelemek anlamına gelebilir, ama sonuç elbette politikanın da, kamunun da, devletin de lehine olacaktır. Memurun aldığı maaş bunun için verilmiştir. İçteki görevlerin memurları için doğru olan, dış görevlerin insanı olan diplomatlar için haydi haydi doğrudur. Sıradan politikacıya göre dış dünyayı çok daha iyi tanıyan, değişik toplum psikolojilerini kendi deneyimiyle öğrenmiş olan odur; hangi sözün hangi yabancıyı niçin yaralayacağını en iyi o bilir. Örneğin, yerli muhalefet liderleri ile dış politikanın tartışıldığı açık bir toplantıda bile Suriye’nin pervasızlığından söz edilirken, “Biz büyük devletiz, sineklerin her yaptığına cevap verecek değiliz” sözünün bir başbakan ağzından çıkmış olmasındaki yanlışın ne kadar çok zarar verebileceğini ancak bir diplomat ölçebilir. Böyle olduğu içindir ki, bir diplomatın elde edilmesi istenen sonuç açısından ters bulduğunu mutlaka belirtip hiç değilse “şöyle dense daha iyi olur” demesi beklenir. Bu bir cesaret işi değil, görevin bir gereğidir; diplomat bunun için yetiştirilmiştir. Yeter ki, politikacıda memur sözü dinlemek erdemi olsun. Açlık ve yoksulluğa karşı verilen savaşta, uygulanacak politikaların küresel ısınma ve çevre üzerindeki etkisini gözden uzak tutmak tehlikeli olabilir. Rio+20 konferansının bu sorunlara çözüm getirmesini kimse beklemiyordu ama, en azından bu alandaki duyarlığı artıracağı ümit ediliyordu. Baran TUNCER eçen hafta Meksika ve Brezilya’da iki uluslararası toplantı yapıldı. Bu önemli toplantıların Türkiye’de kamuoyunun dikkatini yeterince çektiği söylenemez. Bunu da Türkiye’nin kendisine özgü yoğun gündemi içinde doğal karşılamak lazım. Birinci toplantı Meksika’nın Los Cabos kentinde G20 ülkeleri devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı zirve idi. Türkiye bu gelişmiş, ya da büyümekte olan yirmi ülkeden birisi sayıldığı için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da Los Cabos’ta idi. Bu toplantıya bizim medyanın ilgisi Başbakan’ın Obama ve Putin ile kaç dakika konuşmuş olduğundan fazla ileri gitmedi. Her yıl bir başka ülkede yapılan G20 toplantısının bu yılki resmi gündeminde ekonomik istikrar, uluslararası finans sisteminin güçlendirilmesi, gıda arzının nasıl arttırılacağı ve sürdürülebilir büyüme konuları bulunuyordu. Ancak, dış basına yansıdığı kadarıyla, liderlerin gözleri Avro bölgesi ekonomik krizinin ötesinde bir şey görmedi. O nedenle de toplantılarda konuşulan ana konu Avrupa’nın düştüğü krizden nasıl çıkacağı idi. Ekonomik krizin büyümesi yalnız Avrupa ülkelerini değil bütün ülkeleri düşündürmeye devam ediyor. Bunalımın yakın gelecekte çözülememesi halinde Amerikan Başkanı Obama’nın kasım ayında yapılacak seçimlerde yeniden kazanma şansının zayıflayacağını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Ancak, yapılan bütün baskılara rağmen krizin çözümünde anahtarı elinde tuttuğu düşünülen Merkel, büyümeden çok istikrarı ön planda tutan tutumunu fazla değiştirmedi. G İ Toplantılar bittikten sonra Başkan Obama’nın yapmış olduğu açıklama da zirvenin çözüm konusunda fazla yol almadığını işaret ediyor. Obama Avrupalı liderlerin yeterince güçlü tedbirler alacağı konusunda “ihtiyatlı bir iyimserlik” taşıdığını söylüyor, Avrupa’nın sorunlarının ne G20 ülkeleri, ne de Amerika tarafından çözümlenemeyeceğini sözlerine ekliyordu. Öte yandan, belirtmek gerekir ki, çeşitli ülkelerden gelen yoğun tenkitlere karşı bazı Avrupa liderleri, Amerika, Çin ve Hindistan hükümetlerinin kendi ülkelerinden doğan sorunlara dikkat çekmekten geri kalmadı. Haftanın ikinci yarısında ise gözler çok sayıda ülkenin katıldığı Rio+20 konferansına çevrildi. Başbakan Erdoğan’la birlikte büyükçe bir Türk heyeti de oradaydı. Birleşmiş Milletler tarafından organize edilen toplantının teması “sürdürülebilir kalkınma” idi. Rio+20 denmesinin sebebi, aynı konuda 20 yıl önce yine Rio’da bir toplantının düzenlenmiş olmasıydı. Konferansın çözüm arayışında olduğu ana konu bir yandan yoksulluğa karşı savaş verilirken, bir yandan da çevrenin nasıl korunabileceğiydi. Bir başka deyişle çevreye zarar vermeden kalkınmanın başarılıp başarılamayacağı ve büyümenin sürdürülebilir olması için neler yapılması gerektiği tartışıldı. Yaklaşık 50 bin kişinin katıldığı Rio Konferansı’nda hükümet temsilcileri, akademisyen ve sivil toplum kuruluşları yanında ilk defa özel sektör temsilcilerinin de yer alması dikkat çekti. Oysa bu güne dek büyümeyi yavaşlattığı gerekçesiyle özel sektör çevre sorunlarını konu alan toplantılara katılmıyordu. Dünya ölçeğinde açlık ve yoksulluğun azaltılması her şeyden çok yerkürenin gıda maddesi üretme kapasitesine bağlı. Günümüzde 7 milyar olan dünya nüfusu yılda 77 milyon artıyor. Yani her yıl dünya nüfusuna bir Türkiye’den fazlası katılıyor. Her gece 850 milyon kişi aç yatıyor. Buna ek olarak en az 1 milyar kişi de yeterince beslenemiyor. Büyüyen dünya nüfusunun beslenmesi tarım kesimi üzerindeki yükü kaçınılmaz olarak arttıracaktır. Tarım kesiminin dünyadaki su kaynaklarının yüzde 70’ini kullandığı ve “sera gazlarının” yüzde 30’unu doğurduğu unutulmamalı. Burada göz önünde bulundurulması gereken, tarımsal üretimi arttırma zorunluğu ortadayken, bu artışın su kaynakları üzerinde doğuracağı baskının ve küresel ısınmaya sebep olan “sera gazı” etkisinin nasıl azaltılabileceği. Söz küresel ısınmadan açılmışken, besi hayvanlarının küresel ısınmaya katkısı gözden uzak tutulmamalı. Gerçi ilk bakışta ayrıntı gibi görülebilecek bu konunun Rio’daki konferansın gündeminde olmadığı anlaşılıyor. Besi hayvanlarının çıkardığı metan gazı, bazı bilim adamlarına göre toplam “sera gazlarının” yarısı kadar. Daha muhafazakâr tahminler bu rakamın üçte birden az olmadığını gösteriyor. Önümüzdeki dönemlerde sayılarının hızla artması beklenen çiftlik hayvanlarının küresel ısınmaya katkısının küçümsenemeyecek düzeyde olacağı unutulmamalı. Neresinden bakılırsa bakılsın, dünyanın çözümü çok güç ciddi bir sorunla karşı karşıya olduğu aşikâr. Açlık ve yoksulluğa karşı verilen savaşta, uygulanacak politikaların küresel ısınma ve çevre üzerindeki etkisini gözden uzak tutmak tehlikeli olabilir. Rio+20 konferansının bu sorunlara çözüm getirmesini kimse beklemiyordu ama, en azından bu alandaki duyarlığı artıracağı ümit ediliyordu. Sefere Çıkacak Ya, Çıkamıyor... Menderes’in Kore’sinden, Ecevit’in Kıbrıs’ına kadar, iz bırakmış liderlerin iyi kötü bir askeri zaferi var... Bunun yok... ? Tansu Çiller bile Kardak zaferinin sahibi... “Yunanlılar Kardak’a çıkıp bayrak diktiler” dediklerinde bir miğfer bulup giydi... Öyle resim çektirdi, seçimde lazım olur hani... Fırladı, rastladığı ilk birliği “Merhaba asker” diye selamladıktan sonra, onların zabıta memurları olduğunu öğrendiğinde bozuntuya vermedi... “O bayrak inecek, o asker gidecek” dedi... Tarihe geçti... ? İşte bunun böyle bir zaferi bulunmuyor... Dönüp Osmanlı padişahlarına bakıyor, her birinin birkaç seferi var en azından... Bu dünyayı dolandı, yalaka editör “ABD’yi fethetti... Fransa’yı fethetti... Çin’i fethetti... Güney Afrika’yı fethetti, Brezilya’yı fethetti...” diye başlıklar attı... Bakıyordur; elde bir şey yok... Git gel, boşuna... ? Bunun alt ettiği tek ordu var... Kendi ordusu... ? İşte bu aşamada, ABD’nin “Yeni Ortadoğu” projesini getirdiler önüne, bayıldı bu işe... ABD’ye Yeni Ortadoğu’nun kaynakları lazımdı, kendisine de bir zafer... Veee... Sarmaş dolaş olup arada bir koklaştığı Esad’a bir anda “Sizde insan hakları yok” demeye başladı, sanki kendisinde varmış gibi... Başladı silah göndererek, isyancıları destekleyerek Suriye’nin içini oymaya... Nihayet keşif uçağı gönderdi, Suriye uçağı düşürdü... ? Askeri zafer derken, çizildi mi karizma?.. ? Dün grup konuşmasında onu dinlediniz işte... Gördünüz; uçağın düşmesinden sorumlu köşe yazarlarından, İslam komutanı Selahaddin Eyyübi’ye... Bu devletin 29 Ekim 1923’te başlamadığından, Hazreti Ali’nin adaletine kadar karıştırdı... Hem Suriye halkının kardeşliğinden söz etti... Hem kardeş kıpırdarsa vurulacağından... Artık hangisi denk gelirse... ? Kısacası: Bu savaş Türkiye’nin savaşı değildir... Tayyip Erdoğan’ın kendi savaşıdır... Bırakın savaşsın... ? İstiyor ki sefere çıksın... Çıkamıyor da... Bilim ve Futbol Yüksel PAZARKAYA vrupa Futbol Şampiyonası’nda bilimsel çalışmanın etkisi bir kez daha görüldü. Almanya ulusal takımının antrenörü Joachim Löw ve yönetici ekibi, yıllardan beri Köln Yüksek Spor Okulu’nda yürütülen “Scouting” projesinin sonuçlarından yararlanıyor. Proje, Profesör Jürgen Buschmann yönetiminde asistanları ve öğrencilerinden oluşan elli kişilik bir ekiple çalışıyor. Alman ulusal takımı rakiplerinin oyun sitemini, oyuncuların performansını, güçlü ve zayıf yanlarını, oyun tarzının açıklarını didik didik irdeleyip çözümlüyor. Sonuçları ayrıntılı ve özet raporlar halinde ulusal takımı çalıştıran ekibe, antröner Joachim A Löw’e sunuyor. Almanya’nın Portekiz, Hollanda ve Danimarka ile eşleştiği kümeye, “ölüm grubu” denildi. Dört takımın dördü de tur atlayacak güçteydi. Yine de Almanya ile Hollanda favori gösteriliyordu. Almanya ile Portekiz yola devam ederken, Hollanda ve Danimarka elendi. Köln Yüksek Spor Okulu Scouting Projesi ekibi, Joachim Löw’e Hollanda takımını bütün özellikleriyle irdeleyen kırk sayfalık bir rapor hazırladı. Bu rapor doğallıkla Löw ve ekibinin çalışmasına bilimsel bir destek. Sonuçta Almanya, yıldızlar takımı Hollanda’yı yendi ve grup birincisi olup çeyrek finale yükseldi. Eleme turlarının ilk maçında, çeyrek finalde Almanya sürpriz ekip Yunanistan ile eşleşince, Köln’deki Scouting ekibi dokuz yüz dakikalık video kayıtlarını inceleyerek Yunan takımını ve oyuncuları tek tek bütün özellikleriyle çözümleyen yüzlerce sayfalık bir rapor hazırladı. Bir de Löw için bu nun özetini. Ayrıca dokuz yüz dakikalık kayıttan Löw’e sunulmak üzere, on dakikalık video kaydı. Almanya çeyrek finalde Yunanistan’ı 42 geçerek yarı finale yükseldi. Scouting ekibinden bir kişi, Profesör Buschmann’ın bir asistanı, turnuva boyunca antrenörler masasında oturuyor ve maçın taktik hazırlıklarına katılıyor. Raporlarda karşı takım oyuncularının futbol açısından özelliklerinin yanı sıra eğitim durumları, kültürel, sosyal ilgileri, psikolojik, toplumsal özellikleri de betimleniyor. Profesör Buschmann, ekibi tarafından hazırlanan çözümleme raporlarının, Alman ulusal takımının başarılarında, yüzde kaç katkısı var, sorusuna da, yüzde iki, üçü geçmez, ama yaklaşık eşit güçte iki takımın karşılaşmasında, bu yüzde iki, üç farkı yapar, sonucu belirler, diyor. Elbette dünyada bütün kalbur üstü ve ulusal takımların, rakibi inceleme yöntemleri var. Ama Profesör Buschmann ve elli kişilik ekibinin Scouting Projesi dünyada tek. Görüldüğü gibi, futbolda da “tek doğru kılavuz, bilimdir” ilkesi geçerli. Elbette doksan dakikalık oyun sırasında o günün koşulları bütün öngörüleri altüst edebilir. Yoksa, futbol futbol olmazdı. Dil Yoksulluğu Adil İZCİ azı televizyon kanallarının gündüz saatlerindeki evlendirme izlencelerini bilmeyen var mı: Adaylar, bir sunucunun yönetiminde sahneye “alınıyor”, birbirlerine uygun mu değil mi, izleyiciler de olmak üzere hep birlikte bir karar verilecek. Ama neye göre: Adaylar, acaba birbirlerinden “elektrik aldılar mı”? Aldılarsa ne kadar, almadılarsa neden? Biraz yalnız kalırlarsa almaları olası mıdır? Kısacası, bundan sonrası hep “elektrik” üzerinden... Birinden birinin aklına, bundan özge bir söz gelmiyor. Shakespeare gibi söyleyelim: “Elektrik almak ya da almamak! Bütün mesele bu!” Bundan daha eski ve yaygın bir “almak” daha var: “Start almak”! Aklımıza ne gelirse hepsi “start alıyor”. Bir muhabire bakarsanız, o sabah “Mahkeme, saat tam dokuzda start aldı.” Bir örnek daha verelim: “Öğrenciler, okul yolunda. Yeni ders yılı, bugün start alıyor.” Bunlar televizyon kanallarından örneklerdi. Bunlar da gazetelerin internet yayınından olsun: Hemen her haberin, yazının altında bir “yorum” bölümü oluyor artık. Önce sözlükten bu sözcüğün anlamına bir bakalım: 1) Bir yazının ya da sözün, anlaşılması güç yönlerini açıklayarak aydınlığa kavuşturma, 2) Bir olayı B belli bir görüşe göre açıklama, değerlendirme, 3) Gizli ya da imgesel olan bir şeyden anlam çıkarma, 4) Bir müzik parçası ya da tiyatro oyununun özgün bir teknik ve duyarlıkla sunulması... Sözün özü, “yorum” dediğimiz, ciddi, temelli, özgün olmalı. Özelliği bu! Öyle ki “yorumbilim” adıyla bir bilim dalı bile var! Bu bilgilerden sonra haber ve yazıların altında rahat rahat yer bulan “yorum”lara dönebiliriz: Hayır, yorumla uzaktan yakından ilgisi yok oralarda sarf edilen sözlerin nicesinin! Sadece birtakım zırvalıklar! Temelsiz tepkiler ya da övgüler! Ucuzun ucuzu sözler! Hatta saldırı sözleri! Yine bu alanda günden güne yayılan bir hastalık daha: “Kızdırma” hastalığı... Gazetelerin internet yayınlarında, özellikle futbol takımlarıyla ilgili bazı haberler böyle veriliyor: “Bu sözler, …………’ları yine kızdıracak”, “Bu haber, ………… taraftarlarını fena halde kızdıracak”… Bu tarz muhabirlik yapanlara ah bir sorabilmek olanağımız bulunsa: Derdiniz haber vermek mi, insanların olumsuz, kötücül, ilkel birtakım duygularını körüklemek mi? Öyleyse ne uğruna? “Rating” uğruna mı? “Futbol sahalarında görmek istemediğimiz olaylar”da, bu tür sözlerin, haberlerin de bir payı olacağının, hayır, hanidir olduğunun ayrımında mısınız? C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle