18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 HAZİRAN 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 İç ve dış pazarlardaki talep azalması otomotiv sektörünün üretimine büyük darbe vurdu. 5 ayda üretim yüzde 21 düştü Otomotiv vites küçülttü Ekonomi Servisi Otomotiv sanayinde ocakmayıs döneminde toplam pazar, 2011’in aynı dönemine göre yüzde 21 oranında azalarak 285 bin adet düzeyinde gerçekleşti. Otomotiv Sanayii Derneği’nin (OSD) verilerine göre, 2012 yılı OcakMayıs döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre hafif ticari araç pazarındaki düşüş yüzde 29 gibi önemli bir orana ulaştı ve pazar 76 bin adet düzeyine geriledi. Geçen yıl ile kıyaslandığında, hafif ticari araçlardaki ÖTV artışı nedeniyle satışlardaki düşüşün Diyanet Bilir (mi?) Başbakan Erdoğan, iktidarının onuncu yılında kürtaj yasağını birdenbire ülke gündemine getirdi. Kendisine bağlı çevreler de bu görüşe tam destek verdi. Destekçi çevreler içinde Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ayrı ve önemli bir yer tutuyor. Kürtaj yasağı konusundaki gerekçesini açıklarken DİB, şöyle diyor: “…Bilim adamları, biyologlar, embriyologlar, jinekologlar, genetik uzmanları bize kesin bilimsel verilere dayanarak döllenmiş yumurta hücresinin anneden ayrı bağımsız bir insan olduğunu, her ikisinin de iki ayrı genetik sisteme sahip olduklarını... söyledikleri müddetçe… herkes… kürtajın bir insan yaşamına son vermek olduğunu, …haykırmaya devam edecektir.” Burada DİB, kullandığı kaynak konusunda çok önemli bir değişikliğe imza atıyor. Belki de ilk kez, sürekli yaptığı gibi Kuran’ın bir suresini kaynak ya da dayanak olarak sıralamıyor; gerekçesini çağdaş bilimsel verilere dayandırıyor. Benimsemediği ve özümsemediği bir tarlanın meyvelerini toplamaya çalıştığı için de yanlış yapıyor! Önce, DİB’in kaynak olarak sıraladığı bilim insanı ve uzmanlar, döllenmiş yumurta hücresinin anneden ayrı, bağımsız bir insan olduğunu söylemiyor; ayrı genetik sisteme sahip olmanın ayrı insan olma anlamına geldiğini öne sürmüyor. Tersine, döllenmiş yumurta hücresinin bağımsız yaşamasına olanak bulunmadığından ayrı bir insan sayılamayacağını vurguluyor. Sonra, DİB’in şimdiye dek hiç yanaşmadığı, ancak kürtaj yasağı amacıyla kaynak olarak kullandığı bilimsel gelişmeler, bilim insanlarının, çoğu zaman dinsel öğretilerle ters düşerek ve gerektiğinde büyük bedeller ödeyerek verdikleri uğraşların ve binlerce yıllık bilimsel çalışmaların sonucudur. O bilim dünyasının ana dayanakları arasında akılcılık, ‘Evrim Kuramı’ diyalektik ve tarihsel maddecilik ve pozitivist düşünce çok büyük ve çok belirleyici bir yerdedir. DİB, bunlara bakışına açıklık getirmelidir. ??? Halkın vergileriyle yaşayan; birkaç bakanlığın bütçelerinden fazla olan bütçesi her yıl yüksek oranda arttırılan; aldığı çok sayıda kadroyu, başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, öbür kamu kuruluşlarının birer kadro havuzu gibi kullanan ve son kürtaj yasağı örneğinde olduğu gibi günlük siyasete, üstelik taraf olarak karışan DİB, nedense, iki temel işlevini yerine getirmez. Bu ülkenin camilerinin pek çoğunun, altı ve ekleri işyeri olarak kullanılır. Kimi yerde daha caminin yapımı tamamlanmadan altındaki mağaza çalışmaya başlar. Bütçe ve bütçe dışı gelirleri yeterli olan DİB öncelikle bunu görmeli, camilerin, gerçekten birer kutsal ibadet yeri olmasını sağlamalıdır. Ek olarak, geçmişte Avrupa’da yaşanan ve çoğu on yıllarca süren din savaşlarının ana nedenlerinden biri ibadet dilinin ulusal mı yoksa Latince mi olacağıdır. Sonuçta, Avrupa halkları bu sorunu çözmüştür. Herkes kutsal kitabını kendi anadilinde okur ve anlar. Bizde ise kutsal Kuran, tümüyle Türkçe okunamaz. Onun yerine, meali ya da tefsiri okunabilir. Eğitimin iyice dinselleştirildiği bir ortama giriliyor. Bakın, 4+4+4 düzenlemesi sonucu oluşan kargaşa ortamında, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer bir TV programında ne diyor: “Çocuk Arap harfleriyle bir kelimeyi okumayı öğrenecek ama okuduğu şey Kuran olacak. Bir müfredat oluşturacağız. Okuyacak ama anlamayacak. Zaten Kuran okuyanların büyük bölümü anlamazlar onu kutsal bir kitap olarak okurlar.” Çelişkiye bakar mısınız? Eğitim Bakanı, çocuk okuyacak ama anlamayacak diyor; diyebiliyor! Doğmamış çocuğu savunmaya kalkanların tutumuna bakın! Bu anlayış okul çocuğunun okuyup anlama hakkını öldürmek değil mi? Eğer, DİB bir iş yapacaksa, öncelikle bu topluma olan büyük borcunu ödemeli, Eğitim Bakanı’nın yardımına koşmalı ve Kuran’ın tam Türkçesini yayımlamalıdır. DİB, bilimsel bilgiye bakışını değiştirebilir mi? Hiç sanmam! Ancak, camileri işyeri olmaktan kurtarması ve Kuran’ın Türkçesini yayımlaması, kaçınmaması gereken en temel görevleridir. T 2012 yılı Mayıs ayında da devam ettiği görüldü. Ağır ticari araç talebinde de gerileme devam etti. 2012 yılı OcakMayıs döneminde bir önceki yıla göre ağır ticari araç pazarı yüzde 25 oranında daraldı ve 15 bin adet dü icari araçlar ve özellikle ÖTV artışı gerçekleşen hafif ticari araçlarda, 2011’in son aylarında başlayan talep azalmasının giderek büyüyen boyutu, ilk 5 aylık dönemde de ihracattaki daralma ile birlikte üretimi olumsuz etkilemeye devam ediyor. motiv sanayi ve otomobil ihracatı yüzde 5 azaldı. 2012 OcakMayıs döneminde toplam ihracat 328 bin adet, otomobil ihracatı ise 185 bin adet düzeyinde gerçekleşti. Bu dönemde, ticari araç ihracatı ise yüzde 7 düşüş ile 142 bin adet düzeyinde kaldı. İç ve dış pazarlardaki talep azalması üretime de yansıdı ve 2012 zeyine indi. 2012’de 2011 ilk 5 aylık döneme göre kamyon pazarı yüzde 26 oranında azaldı ve 13 bin adet düzeyinde kalırken, otobüs pazarı da yüzde 20 oranında azaldı ve 926 adet oldu. İhracat geriledi 2012 OcakMayıs döneminde bir önceki yıla göre, toplam oto OcakMayıs döneminde bir önceki yılın aynı dönemine göre toplam üretim yüzde 8, otomobil üretimi ise yüzde 14 oranında azaldı. Bu dönemde, toplam üretim 469 bin adede, otomobil üretimi ise 238 bin adede geriledi. 2012 yılı OcakMayıs döneminde üretim minibüste yüzde 33, midibüste yüzde 14 oranında arttı. Küçük kamyonda yüzde 19, büyük kamyonda yüzde 15, otobüste ve kamyonette ise yüzde 2 oranında azaldı. Gelir düzeyi yükseldikçe modaya ilgi artıyor İspanya’ya 100 milyar Avro’luk yardım eli uzandı Ekonomi Servisi İspanya Avro bölgesi borç krizinin başlamasından bu yana mali yardım talep eden dördüncü ülke oldu. Avro Bölgesi maliye bakanları, bankaları acil sermaye takviyesine ihtiyaç duyan ülkeye 100 milyar Avro’ya kadar kredi sağlama konusunda anlaşmaya vardı. Cumartesi üç saate yakın süren telekonferans toplantısında İspanya’ya yardımı tartışan bakanlar, krediyi serbest bırakmak için 2 bağımsız denetim şirketinin raporunu bekleyecek. İspanya bankalarına ne kadar sermaye takviyesi gerektiği, söz konusu şirketlerin raporuyla 21 Haziran’a kadar ortaya konacak. Avro grubundan yapılan açıklamaya göre; AB Komisyonu, resmi başvurunun ardından Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Bankacılık İdaresi ve IMF ile irtibat içinde, yardım karşılığında İspanya’dan istenecek zorunlu şartlar önerisini hazırlayacak. Yardım kararının ardından yeni bir ‘acı reçeteyle’ karşılaşmak istemeyen on binler, ülkenin çeşitli yerlerinde protesto gösterileri yaparken daha fazla bedel ödemek istemediklerini bir kez daha haykırdı. Geçen hafta Suriye sorununa ilişkin tartışmalarda, “askeri müdahale” çağrıları yoğunlaştı, parmaklar Türkiye’yi daha doğrudan, daha sık göstermeye başladı. The Economist’e göre Suriye’de bir tampon bölge oluşturma çağrıları Batılı hükümet çevrelerinde 25 Mayıs, “Hula katliamından” sonra, aniden güçlenmiş. Bu hükümetler, yakın zamana kadar bir tampon bölge oluşturmak için gerekli askeri müdahaleye karşıymışlar. Artık bu hava değişiyormuş. Askeri müdahale yerine, diplomasiye bir fırsat tanımaya çalışan “Annan planı” da geçen hafta sonuna doğru tükenmeye başlamış görünüyordu. Salı günü gazeteler Annan’ın diplomasi sürecine Rusya ve İran’ı da katmak istediğine ilişkin bir haberi dolaştırıyorlardı. Ignatius, Washington Post’ta Annan’ın bu önerisine ilişkin, “Devreye giremezse, geriye tek olasılık kalıyor, o da iç savaşın derinleşmeye devam etmesi” diyordu. The Guardian’daki yorumunda Kosova deneyimini anımsatan Lord Owen’e göre, Rusya katılırsa, tampon bölge savaşa gerek kalmadan kurulabilirdi. Ancak, perşembe günü Annan’ın Birleşmiş Milletler’e sunduğu rapor çok karamsardı, lafı “deniz bitti” demeye getiriyor, askeri müdahale çağrısı yapmasa bile “Batılı ülkeleri daha güçlü tavır olmaya” çağırıyordu. Aynı gün ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un “Annan planı sonuç vermiyor”, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague’in “Annan planı bu güne kadar başarılı Ekonomi Servisi Barem Research kentli Türk insanının moda ile ilişkisini anlamak için bir araştırma yürüttü. 10 ilde 18 yaş ve üzeri 1400 kişiyle görüşülerek yapılan çalışmanın sonuçlarına göre, toplumun yarısı modayı izleyip kendine yakıştırdığı kadarını giyiyor. Sosyoekonomik statü arttıkça modaya ilgi de artıyor. AB SES gruplarında insanların yüzde 22’si moda ile yakından ilgili olduğunu söylüyor. Hem kadınlar hem de erkekler için ilk üç moda referans noktası vitrinler (yüzde 83), tanıdıklar (yüzde 34) ve sokak (yüzde 28). Daha sonra benzer oranlarda TV’deki moda programları Türkiye’de toplumun yarısı modayı izleyip kendine yakışanı giyiyor. Modada referans noktası ise vitrinler. ? (yüzde 20), moda dergileri (yüzde 19) internet (yüzde 17) ve ünlüler (yüzde 12) geliyor. TV’deki moda programları, moda dergileri ve ünlülerin izlenmesinde kadınerkek farkı kendini gösteriyor. Her dört kadından biri modayı TV’deki moda programlarından da takip ediyor. Moda dergileri kadınların yüzde 22’si için moda referansı durumunda. Kadınlar erkeklere göre ünlülerden moda tüyola rını daha çok alıyor (yüzde 16). Görüşülen kişilerin dörtte üçü mağazada kendi kendine bakınmayı, ancak bir sorusu olursa cevaplanmasını (yüzde 76) tercih ediyor. Görüşülen kişilerin yüzde 7’si internetten kendileri için giyim ve aksesuvar alışverişi yapıyor. İnternetten giysi alışverişi de kadınlar, gençler, eğitimliler, öğrenciler ve üst sosyoekonomik statüye sahip kişiler arasında diğer gruplara göre daha yaygın. Kadınların yüzde 9’u internetten giysi alışverişi yaparken erkeklerde bu oran yüzde 5’te kalıyor. 21 gün alışveriş festivali Ekonomi Servisi Bu yıl ikincisi düzenlenen İstanbul Shopping Fest (ISF) başladı. Hedef 21 gün sürecek olan festivalle 7 milyar TL’ye ciroya ulaşmak. 29 Haziran’a kadar sürecek olan ISF, İstanbul’u bölgede bir alışveriş ve eğlence merkezi haline getirmeyi amaçlıyor. İstanbul Shopping Fest projesi, 2011’de perakende ticaret hacminde gösterdiği yüzde 41 artışı 2012’de yüzde 50’nin üstüne çıkarmayı planlıyor. Bu yıl 200 markanın katıldığı ISF’de geçen yıl 40 günde 8 milyar TL ciro elde edilmişti. İstanbul’da bulunan 100’ün üzerinde AVM ve Taksim, Nişantaşı, Şişli, Bakırköy, Fatih, Bahariye, Bağdat Caddesi festivalin merkezi olacak. 500 marka yüzde 1550 arası ve kimi zaman sürpriz indirimlerle 21 gün indirim vaat ediyor. olamadı” açıklamaları savaş yanlısı çevrelerde adeta “diplomasi bitti” olarak yorumlanıyordu (The Daily Telegraph 08/06). Evet belki, savaş olasılığı, tampon bölge gereği üzerine konuşmalar yoğunlaşıyor “askeri müdahale” çağrıları artıyor, ama The Economist’e göre Batılı ülkeler açısından askeri müdahale henüz gündemde değil. ulus inşası zorunluluğu ilişkisinde kesinlikle haklı. Financial Times’tan Gideon Rachman’ın bir yorumundan anladığım kadarıyla, Batılı güçlerin de “boğazına kadar borca batık, son derecede kırılgan uluslararası ekonomik ilişkiler ortamında”, Afganistan, Irak’tan sonra, Müslüman dünyasında yeni bir müdahaleye, hele ordusu, nüfusu ve İran’la bağları göz önüne alındığında, Suriye’de yeni bir savaşa daha hazine ve kan dökmeye ne mecali ne de isteği var. Ama bu müdahale olasılığını dışlamıyor. Rachman’a göre “bir müdahale olacaksa bölgesel güçler başı çekmeli”. “Bırakın” diyor “sınır boyunca korunaklı bölgeyi Türkler kursun. Bırakın gerekli ileri teknoloji silahlara harcanacak serveti Suudiler sağlasın. Eğer NATO bir rol üstlenecekse bu lojistik destek olsun”. AKP hükümetinin, bu havaya kapılmaması, çok dikkatli olması gerekiyor. Batı medyası askeri müdahaleyi kolaylaştırmak için ne gerekirse yapıyor, yalan ya da saptırılmış haberler üretmekten çekinmiyor. Irak savaşında çekilmiş fotoğrafları servis ettiler, “YouTube” filmlerini, başka kaynaklardan doğrulatmadan, zamanına, mekânına bakmadan haber bültenlerinde kullanıyorlar, “isyancılar” denen “şey”in propagandasını haber diye satıyorlar, böylece bizleri savaşa uygun bir ruh haline sokmaya çalışıyorlar. 25 Mayıs’ta 100’den fazla insanın ölümüyle sonuçlanan “Hula katliamı”ndan sonra da aynı şey oldu. Medya hiçbir araştırmaya dayanmadan, hemen Suriye devletini suçladı. Halbuki, Suriye hükümeti ne diyeceğini bilemezken Katolik örgütü, Vox Clamantis, resmen muhalefeti suçlamış. Suriye’de 100 binden fazla personeli, yaygın bir istihbarat ağı olan Rusya kısa sürede önemli bilgilere ulaşmaya başlamış, katliamdan sorumlu olan 13 kişinin adını Suriye gizli servisine vermiş. Olaydan beş gün sonra da Rossiya 24 haber kanalı, olayı ayrıntılarıyla sergileyen bir belgesel yayımlamış. Bu katliam, Batı’nın tavrı, Rusya’nın kuşkularını daha da derinleştirmiş (Thierry Meysan, Voltairenet.org, 05/06) İngiltere televizyonu Kanal 4’ün habercisi Alex Thomson’un ve ekibinin başına gelenler de isyancıların askeri müdahaleyi çabuklaştırmak için başvurdukları yöntemleri gözler önüne seriyordu. Bu gazetecileri, tehlikeli bölgeden sağ salim çıkarmak için gelen birileri, götürüp Suriye ordusunun ateş hattına bırakmış. Suriye hükümetinin katliamlarını haber yapmak için giden bu “yararlı gazeteciler”, Thomson’un deyimiyle tuzağa düşürülmüşler; az kalsın bizzat kendileri yeni bir katliam haberi olacaklarmış. Sakın, AKP hükümetinin Suriye politikası, bölgede güç oluyorum, sorun çözüyorum derken ülkeyi bu gazetecilerinkine benzer bir tuzağa sürüklemesin? Zaman çok hızlandı, Batı’nın “işbirliği yapılacak güçlü lider”, “yenilikçiler” diye pohpohladıkları bir de bakıyorlar, “rejim değişikliği” konusu olmuşlar, ülkeleri de kurtlar sofrasında servis ediliyor... Hava değişiyormuş Savaş Davulları ve Türkiye tehlikeye sokacak olası bir yangına” işaret etmeye başladı. Kissinger’in Washington Post’ta yayımlanan uyarısı tam da bu noktaya işaret ediyordu. Kissinger, 2005 yılında BM’de kabul edilen R2P (“Responsability to ProtectKoruma Sorumluluğu”) doktrininin, tutarsızlıklarına, uluslararası düzene getirdiği risklere değiniyordu. Özetle, Kissinger, devletlerin içişlerine karışmanın, ulusal egemenliklere dayalı uluslararası sistemin temelini kuran “Westefalya Anlaşması”nı geçersiz kıldığını vurguluyor, “Her otoriter rejime karşı ayaklanmayı destekleyecek miyiz? Bu doktrin başka güçlere, uygun buldukları konularda, ‘koruma sorumluluğu’ yetkisini kullanma hakkı verecek mi” diye soruyor. Sonra da “Her rejim değişikliği, tanımı gereği ulus inşa etme zorunluluğunu beraberinde getirir. Bu başarılamadığı takdirde uluslararası düzen dağılır” diyor. Prof. Joseph Nye de geçen hafta yayımlanan bir yorumunda, “R2P”nin fiziki kapasitenin ötesinde mantıklı bir başarı olasılığını gerektirdiğine ve Suriye sorununda bu koşulların eksikliğine dikkat çekiyordu. (Project Syndicat 8/06). Kissinger, hem müdahalenin sorunları hem de rejim değişikliği– aydi Türkiye, göster kendini...’ Çünkü, böyle bir müdahale ancak bir BM kararı kapsamında gerçekleştirilebilir. Rusya ve Çin’in onayı olmadan BM Milli Güvenlik Konseyi’nden bu yönde bir karar çıkması olanaksız. İkincisi, Batılı güçler, 23 milyon nüfuslu, modern silahlara sahip bir ülke olan Suriye’ye askeri müdahale konusunda çok istekli değil. “Askeri müdahale zor, uzun, çok kanlı olur” diyor The Economist ve ekliyor: “Böyle bir müdahale, Türkiye’nin ve Arap Birliği’nin açık desteği olmadan düşünülemez bile”. The Independent’tan Mary Dejevski, “Demokratik isyan görüntüsüyle başlayan bir şey daha şimdiden kendini etnik, dini bölünmelerde ifade ediyor”... “üstelik, Esad Batı’nın sandığından daha fazla toplumsal desteğe sahip” saptamalarını yaptıktan sonra “Esad’ın gitmesi kavgayı bitirmez. Amerika, İngiltere, Fransa böyle bir şeyin içine neden girmek istesinler ki?” diyor. Üstelik Suriye sorunu daha şimdiden Lübnan, İran, Ürdün, İsrail ve Türkiye’de “iktidarları ‘H Çiftçi yüksek maliyetlerle boğuşuyor Ekonomi Servisi Türkiye Ziraat Odaları Birliği Genel Başkanı Şemsi Bayraktar, çiftçinin başta mazot, gübre olmak üzere yüksek girdi maliyetleriyle baş etmeye çalıştığını, bunun yanında tabii afetlerle mücadele ettiğini söyledi. Bayraktar, yine de çiftçinin büyük gayretiyle Türk tarımının 2011’de, balıkçılıkla beraber 105.1 milyar liralık, dolar bazında ise 62.7 milyar dolarlık hasılaya ulaşabildiğini, tarım ve balıkçılıkta, 2011’de yüzde 5.25’lik büyüme gerçekleştirilebildiğini vurguladı. Devletin tarımda ihracatın arttırılması için gereken her türlü desteği yapması gerektiğini, Türkiye’nin tarım ihracatında büyük potansiyel barındırdığını anlatan Bayraktar, “Halen sulanabilir 8.5 milyon hektarlık arazinin 5.4 milyonu sulamaya açılmış durumda. Bu alanlar sulamaya açılırsa, tarımda bir üretim patlaması yaşanacak” dedi. ‘Bizi tuzağa düşürdüler...’ C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle