25 Ocak 2025 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 MAYIS 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Örgütlenme Çağında Astsubaylar Lojistik ESKİ öğrenci dilinde “ikmal” denirdi, sonra “bütünleme” dendi. Not durumu iyi olmayanların tatil aylarında çalışıp eksiklerini gidererek yeniden sınava girip sınıf geçmelerine yarardı. Böylece, daha önce Arapça kökenli “ikmal” sözcüğüyle belirlenen böylece yeni bir anlam daha kazanmış, bütünlük kavramının desteğiyle eğitici bir niteliğe bürünmüştü. Doğru Türkçeleştirme işte tam böyle olmalıydı. Kim bulduysa doğru bulmuş, “zihni keder görmesin” gibi bir duaya hak kazanmıştı. Önceleri daha çok askerlikte kullanılan “ikmal” sözü bu yüzden boşta kalmış sayılmaz; birliklerin gereksinimlerini karşılamak ya da eksiklerini gidermek anlamında daha geniş olarak kullanılmaya devam ediyor yine. Ama, sıra, artık klasik Yunanca kökenli “lojistik” kavramına tam denk düşecek biçimde ikmal ve taşıma işlevlerini yan yana getiren Türkçe bir terim bulmaya gelmiştir. ünkü Türkiye yeryüzünün hayli geniş bir bölgesinde rakipsiz denebilecek ölçüde elverişli bir lojistik merkezi olmaya aday bir ülke... Dikkat etmişsinizdir, bütün kıtaları gösteren bir haritada dünyadaki yarımadaların hepsi kuzeyden güneye doğru uzanır; doğubatı doğrultusunda tek yarımada Anadolu’dur. Böyle olduğu için, Asya’yla Avrupa söz konusu olduğunda bizim dilimiz hep “köprü” demeye kayar. Bu görüntüyü delicesine sevip benimsemiş gibiyizdir. Var mı yok mu köprü. Sanki başka meslek kalmamış gibi, ille köprücülüğü yakıştırırız kendimize ve bunun gereğini yapacağımızı söyleyerek AB’de görev tutmaya çalışırız. “Merkez” ve “kaynak” benzeri deyimleri başkalarına bırakarak. Oysa, bulunduğumuz topraklar, bir değil birkaç uygarlığın doğum yeri ve beşiği olmuştur. Yerimiz daha iyi değerlendirilmeli. ereket, bunun yolları henüz tükenmiş sayılmaz. Nitekim, gelecek yazıda okuyacağınız gibi, deniz taşımacılığıyla demiryollarını ve karayolu olanaklarını akıllıca hazırlanmış bir limanlar sistemiyle tamamlayarak Türkiye’yi merkez durumuna getirecek ilginç hazırlıklar var. Önemli olan, bu lojistik canlanmanın verimli ve planlı bir üretim seferberliğiyle birlikte yürütülmesi ve bu ülke insanlarının, başkalarının mallarıyla birlikte, hatta onlardan da daha çok, kendi ürettiklerini taşıyor olmasıdır. Bugün nasıl ki laiklik sorun yapılıp, insanların ordudan ilişkilerinin kesilmesine sebep ise, o gün de birliklerde Cumhuriyet gazetesi okumak da bir disiplinsizlik ve mimlenme nedeniydi. Ama ben öylesine başarılı bir astsubaydım ki bu tek kusurum fazla dert olmuyordu. Sonra emeklilik yıllarım geldi ve tüm birikimimi alan Ordu Yardımlaşma Kurumu beni kapının önüne koydu. Ben zaten ruhen sivilleşmiştim. Kıyısından köşesinden Cumhuriyet gazetesine yazılar yazıyor, arada bir de bunların yayımlandığını görüyordum. Muzaffer ERGÖZ Emekli Başçavuş 50’li yılları bugün hatırlayan kaç büyüğümüz vardır bilemem. O yıllar öylesine yokluk yıllarıydı ki Amerika’dan gönderilen bir kutu ne idüğü belirsiz peynir, bir kutu süttozu için insanlar birbirlerini yiyorlardı. Hatay Cumhuriyeti’ni kurmuş olan ekipten olan babamın o manzaralar karşısında kaç kez ağladığını görmüştüm. Devlet, fakirin çocuğunu okutsun diye de dişinden tırnağından arttırdığı paralarla sayısız yatılı okul kurmuş, yoksul çocukları böylece az da olsa okutmaya çalışıyordu. (DDY meslek okulu, hemşirelik okulu, haritacılık okulu, subayastsubay okulları, Köy Enstitüleri, bölge yatılı okulları diye uzayıp giden yatılı okullar.) Daha sonra bu okullar birer birer kapatıldı; fakirin çocuğu okusun diye bir tek imam hatip okulları kaldı ve teşvik edildi. Kapatılan okullarda okuyamayan fakirin çocuğu işte bu okulun barajının arkasında birikti, birikti ve bu baraj yarılarak bugünkü iktidarın arka bahçesini oluşturdu. Aslında 19 AKP’nin on yıllık geçmişi bugünkü iktidarın başarısı değil, yıllardır unutulan, eğitilemeyen köylü ve yoksul çocuğunun elitler tarafından itilmesinin birikimidir. astsubay hazırlama okulu Mersin… Milletin bir kutu süttozu almak için birbirini ezdiği yıllarda, anam suç işliyormuş gibi ağlaya ağlaya beni Mersin astsubay okuluna götürdü, bıraktı. İlkokulu henüz bitirmişim. Bu okullar ülkenin her yerine dağılmış sayıları yaklaşık yedi civarında ve öğrencilerinin neredeyse tamamı köy çocukları. Hepsi yaşça ve kemikleşmiş yapılarıyla biz şehir çocuklarından daha iri. Bunu niçin söylüyorum çünkü yatılı okullarda okuyan bilir, güçlü olan bu sistemde ayakta kalabiliyor. İşte bu naturel seleksiyondan kurtulmak başlı başına bir başarı. Tek bir anımı anlatayım; okul komutanımız Albay Salih Egemen. Her sabah tüm okul öğrencilerinin toplandığı meydana oğlunu çıkardı ve oğlunu işaret ederek şunları söyledi; “Bu benim 3. Ç oğlum. Yediği önünde yemediği arkasında, ayrı bir odası ve başı sıkışınca da yardımına koşan hocaları var. Ama kıyasladım sizinle aynı okulda aynı sınıflarda olmasına rağmen size göre başarısızdır. Dün gece yatak odamın penceresinden sızan ışığın altına toplanmış, ders çalışan siz öğrencilerimi gördüm, önünüzde oğlumu kınıyor, size ışıklı okuma ve çalışma mekânları sağlamadığım için utanıyorum. Sizden de özür diliyorum.” Bunu niçin anlatıyorum? O günün subay profili ile astsubay olmak için ışık kapmaya çalışan ve sabah saat beşte yataktan fırlayan çocukları anlatmak için... Bu ülke böyle çocukların önüne baraj kurabilir mi? İşte soruda bu, sorunda bu. mak Astsubay Hazırlama Okulu komutanımız Albay Etem Baykara idi ve bizim yemekhanenin önünde duruyordu, bir grup öğrenci gidip selam verdik ve bizimle yemek yemesi için onu yemekhanemize davet ettik. Geriye döndü ve bize tepeden bakarak “Ben Menderes’in askerleriyle yemek yemem dedi”. O gün ne dediğini anlayacak yaşta ve bilgide değildik ancak yıllar ilerledikçe biz bu lafın ne anlama geldiğini acı acı yaşayarak öğrendik. Biz artık Türk ordusunun KuntaKinte’leriydik. Bu itilmişlik böylece oluşmuştu. Nitekim bu olaydan iki gün sonra Cumhuriyet’i süresiz kapattılar. Yine o gün anladım ki ordunun en üst kademesi ordunun tabanından ve halkın gereksinimlerinden çok uzağa düşmüştü. Nitekim birçok üst rütbeli subay ya Ordu Yardımlaşma Kurumu’nda kendilerine yaşam hakkı buluyor ya da birkaç holdingin yönetim kurulunda. Bu kadar okumuş, elinde bu kadar güç tutmuş insanlar emekli olur olmaz kaybolup gidiyorlardı. Halk ile kaynaşamıyorlardı. Acaba ülkenin sivilde bu insanlara ihtiyacı yok muydu? Elbette bu bir akademik araştırma konusuydu. Haberiniz Var mı?.. Adalet Bakanı gazetecileri götürüp cezaevini gösterdi... Baktılar; güzelmiş... İnsanın içi çekiyor... Bayan gazeteci Nagehan Alçı demek çok keyiflendi ki, Bakan ile masatenisi bile oynadı tak tuk... Oynanacak gibi... Her şey var hapishanede... Sadece adalet yok... ? Aynı gün Cumhuriyet, AİHM’nin verilerini duyuruyordu manşet haberinde: “Adil yargılanma ihlallerinde 47 ülke arasında Türkiye birinci...” AİHM şimdiye kadar, Türkiye’deki yargı aleyhine 2 bin 404 karar verdi... Başka bir eşi, emsali yok, birinci ne de olsa... Rekor... Ya da adaletsizlik şampiyonluğu... ? İyi ama bu bir bilgisizlikten, eksiklikten, beceriksizlikten kaynaklanmıyor... Tam tersi bir istila planının parçası... Bir bilinçli yok edişin... Bir işgal hukukunun sonucu... Dünyayı kandırmanın istatistik rakamlarından pırtlaması... ? Onun için cezaevine götürülen gazeteciler badanayı, boyayı beğendiler... Bakan ile masatopu oynayıp anlattıklarına göre, “kolonya ile karşılanıp gülle uğurlanmalarına” şaşıran sadece bizim Mustafa Balbay oldu: “İyi ama cezaevinde kolonya da, gül de yasak...” ? Dün geceden bu yana Ahmed Arif’in şiiri dilimde: “Haberin var mı taş duvar? Demir kapı, kör pencere, Yastığım, ranzam, zincirim, Uğruna ölümlere gidip geldiğim, Zulamdaki mahzun resim, Haberin var mı? Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş, Karanfil kokuyor cıgaram Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...” ? Haberiniz var mı?.. Ulus, millet, halk... Ne dersen de... Hapishanelerde “hüküm olmadan” yıllardır çürüyen aydınlarınızdan... Hukuksuzluğun hücrelerinde “tutuklu” insanların çığlığından... Geceleri uyanıp babasını ağlayarak isteyen, kurban edilmiş çocuklardan... Hadi; adaletsizlikte şampiyon olduğunuzdan... Haberiniz var mı? ürkiye Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD)… Bu dernek ile Genelkurmay arasında basın aracılığı ile yapılan diyalog son derece yanlış zemine oturtulmuş bir diyalogdur. Sayın Genelkurmay Başkanımız makamına oturmadan önce bu derneğin yönetimi çok ciddi ve titiz bir çalışma sonucunda değişti. Bu değişimin şifrelerini çözmek bu derneği kazanmakla mümkün. Kimse amacını aşan sözleri söylemiş gibi gösterilmemeli. Bu derneğin üyelerinin tamamı meslekli, bilinçli ve sayıları yaklaşık 250 bin kişi. Bu rakam hiç göz ardı edilmemeli. Bugün bu kadar bilinçli üye sayısı hemen hemen hiçbir siyasi partinin üye sayısında olmadığı gibi hiçbir dernekte de yoktur. Bu değerler Avrupa Birliği normlarında da ciddi bir değerdir. Bu insanların derdi ne maaşta ne de üç kuruşluk zamda. Onlar dağ bayır vuruştuğu insanların çetecilik suçlamaları ile hapsedilmesinin şokunu yaşamaktalar. İnançları ve Kâbe’leri yıkılmıştır. Geçmişleri yıkılmıştır. Geleceklerinden emin değildirler. Onlara KuntaKinte muamelesi yapmak hiçbir makam sahibinin düşeceği yanlış olmadığı gibi hiçbir siyasi parti de bu kadar meslekli insanın üye olduğu derneği göz ardı edemez. Etmemelidir derim. Burada Ordu Yardımlaşma Kurumu da bu kıssadan hisse çıkarmalıdır. Çağımız örgütlenme çağıdır. T umhuriyet gazetesi okumak ciddi bir disiplinsizlikti… Bugün nasıl ki laiklik, sorun yapılıp insanların ordudan ilişkilerinin kesilmesine sebep ise, o gün de birliklerde Cumhuriyet gazetesi okumak bir disiplinsizlik ve mimlenme nedeniydi. Ama ben öylesine başarılı bir astsubaydım ki bu tek kusurum fazla dert olmuyordu. Sonra emeklilik yıllarım geldi ve tüm birikimimi alan Ordu Yardımlaşma Kurumu beni kapının önüne koydu. Ben zaten ruhen sivilleşmiştim. Kıyısından köşesinden Cumhuriyet gazetesine yazılar yazıyor, arada bir de bunların yayımlandığını görüyordum. C B Mayıs 1960 İhtilali ve astsubay okulu… Okulların bitirme imtihanı 1 Haziran’da başlayacak ve ihtilal olmuş. Bütün hocalarımız işten el çektirilmiş ve sorular ile imtihan yapacak komisyonlar Ankara’dan gelmiş. Öyle bir imtihan yaptılar ki! Normalde bu imtihanı geçen çocukların tamamı askeri liselere subay olmak için giderdi, ama ilk üçe giren çocuklar subay okuluna gönderildi. Bizler astsubay meslek okullarına gönderildik. Muhabere Okulu eğitim grup komutanı 23 kişiyi görünce şoke oldu. Her yıl bine yakın öğrenciyi ağırlayan okul o yıl sadece 23 kişi kabul etmişti. 27 rgeneral Fikret Küpeli orduda iki numara… 12 Eylül olmuş. Sayın Küpeli ile aramızda kültür ve okumaya dayalı bir sevgi köprüsü olmuştu. O şimdi ordunun iki numarasıydı. Çok başarılı bir kurmaydı. Genelkurmay’a gittim ve Cumhuriyet gazetesi için bir röportaj yapabilir miyiz, diye de sordum. Yüzüme uzun uzun baktı ve ağzından şu cümleler döküldü “Hem de Cumhuriyet’e öyle mi?” O gün şunu çok iyi anladım ki bu silindir Cumhuriyet’i de ezip geçecekti. O enderes’in askerleriyle yemek yemem… M 19 MAYIS’TA ÙİÙİ "5"5f3, &7ݵ/%& #66Ù6:036; Bu çocukların tamamı neredeyse üstün zekâlı ve çok çalışkan çocuklardı. Nitekim ben dışarıdan lise bitirme imtihanlarına girdim ve her üç sınıfı da bir haziran bir de eylül ayındaki imtihanlarda bitirdim ve Ankara Siyasal’a girdim. Burada okuyamadım, arkasından Ankara DTCF’ye girdim. Ma #":3"Û*/* " #":3".*/" (&  .":*4 $6."35&4İ 4""5  :&3 ÙİÙİ "5"5f3, &7İ 19 Mayıs’ın 93. Yılında Hasan AKARSU Mayıs 1919’un anlamı gittikçe büyüyor gözümüzde. Ulus olma sürecinde ne çok savaşlar yaptık, ne çok acılar çektik. Mustafa Kemal’in önderliğinde Cumhuriyet’e kavuşmanın sevincini yaşadık, yaşıyoruz. Ünlü ozanımız Fazıl Hüsnü Dağlarca, ilkokul ikideki çocuklara seslenirken Atatürk’ün önderliğini ne güzel yansıtıyordu: “Bir yıldız aydınlatır/ En koyu karanlıkta/ Yurt denen evi/ Bir yıldız kim/ O’nun/ Türk gençliğine söylevi.” Çocuklar, gençler, yaşlılar, kısaca ulusumuz, kurtuluşumuza giden yolun başlangıcı olan 19 Mayıs 1919’un 93. yılında onun söylevini (yıldızını) yine yüksek sesle okuyup düşünecekler, sözlerindeki anlamın derinliğini anlayacaklardır. Cumhuriyet’in 10. yılında ulaşılan 19 başarıyla, 89 yıl sonraki başarıyı karşılaştırıp bir sonuca ulaşacaklardır. Ulusunu seven, koruyan, yücelten, dünya ulusları arasında onurlandıran Atatürk, ne güzel sesleniyordu Cumhuriyet’in 10. Yıl Söylevi’nde: “… Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk yiğitliği ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bundaki başarıyı Türk ulusunun ve onun değerli ordusunun bir ve birlikte olarak kararlıca yürümesine borçluyuz…” Bugüne baktığımızda geçmişimizi, geçmişe baktığımızda bugünümüzü çok iyi anlıyoruz. Bu anlayışla, bu yıl “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”nı her zamankinden daha büyük bir coşkuyla kutlamaya katılıyoruz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle