18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 MAYIS 2012 ÇARŞAMBA [email protected] 14 KÜLTÜR Cannes Film Festivali bu akşam Wes Anderson’ın ‘Moonrise Kingdom’ıyla açılıyor Yaş 65 ama hâlâ taptaze ? Fatih Akın’ın ‘Cenneti Kirletmek’ belgeseli yarışma dışı gösterilecek. Nuri Bilge Ceylan, Fransız Yönetmenler Birliği’nin Altın Fayton Ödülü’nü alacak. Rezan Yeşilbaş’ın ‘Sessizlik/Be Deng’ adlı filmi, kısa film dalında Altın Palmiye’nin 10 adayı arasında. MEHMET BASUTÇU Şiir Nedir Aslında? Kırmızı Yayınları’nın yöneticisi Fahri Özdemir söyledi; İnkılâp Kitabevi’nden bir yazı almışlar, artık şiir kitapları satmak istemediklerini bildiren. Aferin onlara! Şiir kitapları bulundurmasınlar mağazalarında, edebiyat dergileri bulundurmasınlar, sonra da o mağazalara “kitabevi” desinler. Kırmızı Yayınları’nın bastığı şiir kitaplarına bakıyorum, Ülkü Tamer’den Refik Durbaş’a, Kemal Özer’den Metin Altıok’a çağdaş şiirimizin birbirinden önemli ozanları... Yalnız Türkçe şiirin değil, dünya şiirinin de seçkin örnekleri var yayınevinin yayınları arasında. Bu kitapları kitabevlerinde bulundurmamakla daha başarılı olacağını düşünen kitabevi yöneticilerini kutluyorum! Ülkemizin en eski kültür kurumlarından biri olan bu büyük yayınevinin böylesi günlük ticari kaygılara düşmüş olmasının nedenlerini anlamak istemiyorum. Şiir kitapları bulunmayan bir kitabevi olur mu? Olursa onun adına ne denir? Bu soruların yanıtlarını okurlara bırakıyorum. ??? Aslında bugünkü yazı konum başkaydı: Yıllardır şiir yazan ve yayımlayan bir ozanımız, son zamanlarda yazdığı her yeni şiiri sanal ortamda tanıdıklarıyla paylaşıyor. Ozanımız son günlerde peş peşe başka ozanlar üstüne yazdığı şiirleri gönderiyor. Gün geçmesin ki posta kutumuzda yeni bir şiiriyle karşılaşmayalım. Elbet ilgimi çekiyor bu şiirler, bir ozan üstüne bir başka ozanın yazdığı dizeler olduklarından. Ne ki kimi zaman başarıyı yakalayan ozanımız kimi zaman da işin kolayına kaçıveriyor: Birkaç şiirinde, o şiire konu olan ozanlara ait bir iz bulamadığımı fark ettim. Son gelen şiirlerden biri Filistinli ünlü ozan Mahmud Derviş’in adını taşıyordu. Bu şiiri ötekilerden daha büyük bir heyecanla okumaya başladım. Çünkü Sözcükler dergisinin MartNisan sayısında Mahmud Derviş’le İstanbul’da yapılmış, bütün hayatını, şiirini kuşatan ve tam kırk bir dergi sayfası uzunluğunda, benzersiz bir söyleşi yayımlamıştım. İlk düşüncem bu söyleşinin ozana esin verdiği yönündeydi. Şiiri okuyunca, böyle bir bağ olmadığı hemen anlaşılıyordu. “damlardan havalanan güvercinler / şafağı müjdeler, gözyaşı gülleri açar” gibi sıradan, herkes için söylenebilecek dizeler içeriyordu şiir. O zaman bu şiirin adı neden Mahmud Derviş olsun? Turgay Fişekçi dense de pek bir şey değişmez. Ne ona ne de bana özgü bir şey içermiyor çünkü. ??? Şiir sanatına ilişkin söylenebilecek en temel özellik, okuruna duymadığı, bilmediği bir evrenin kapılarını açmasıdır. Bir şiir, öyle benzersiz bir şey olmalıdır ki önümüze koyduğu dünya büyülemelidir bizi. Sıradan sözlerle de şiir yazılabilir elbet ama o sıradan sözlerle o büyülü dünyayı kurabilmek koşuluyla. Orhan Veli’de, Nâzım Hikmet’te, Can Yücel’de sayısız örnekleri vardır böyle sıradan sözlerle yazılmış çarpıcı şiirlerin. İnsan en eski çağlardan günümüze çalışarak insan oldu. Kendini emekle dönüştürerek öteki canlılar dünyasından ayrıldı. Sanat insanın insan olma serüveninde yan yana yürüdüğü bir büyülü süreçtir. Bütün efsaneler ve masallar bu inanılmaz serüvenin açıklamalarıdır. Prometheus’un gökyüzünden yeryüzüne ateşi indirmesi, insanlığın bir kez yaşadığı bir serüven değildir. Sanat yapıtları böylesi mucizeleri kendi çağlarında yeniden yeniden ortaya çıkaran ürünlerdir. İnsanı içinden çekip çıkardığınız zaman sanatın da hayatın da anlamı kalmaz. CANNES Sinemanın tartışılmaz simgesi, bir noktada tescilli markası sayılan Cannes, bu yıl daha da çarpıcı, farklı bir ışığa boğulmuş. Yaş 65 ama karşımızda henüz 35. baharında bir dilber var: Marilyn Monroe’nun (19261962) siyahbeyaz portresi, ölümünün 50. yılında hâlâ taptaze… Hem estetiği hem de çağrıştırdıklarıyla festivalin en güzel afişlerinden biri bu. Cannes’ın simgesel gücünü bir bakışta yansıtıveren Marilyn Monroe, geçmişte festivalin konuğu olamamış hiç ama, sanki hep aramızda gibi. Sanatla eğlence endüstrisinin, katıksız yaratıcılıkla seyircinin hoşuna gitmeyi hedefleyen reçetelerin koşut yollarını kesiştirmeyi başaran gizemli ve çekici bir çehre… Dünya ciddi bir ekonomik kriz yaşamaktaymış, kimin umurunda! Bu akşam, Wes Anderson’ın “Moonrise Kingdom” adlı filmiyle yapılacak açılış töreni öncesinde sinemanın, özellikle de Hollywood sinemasının yıldızının bunalımlı dönemlerde daha da parlak olduğunu, kırmızı halılı merdivenlerdeki geçit töreni sırasında bir kez daha hatırlayacağız. O halılar üzerinde, Altın Palmiye için yarışacak filmlerde izleyeceğimiz Nicole Kidman (“The Paperboy” / Lee Daniels), İsabelle Huppert (“Amour” / Michael Haneke ile “İn Another Country” / Hong Sangsoo), Juliette Binoche (“Cosmopolis” / David Cronenberg) ve Marion Cotillard (“De rouille et d’os” / Jacques Audiard) yanında daha kimler olmayacak ki: Nanni Moretti başkanlığındaki ana jürinin üyesi Diane Kruger, Haiti’ye yardım kampanyası için gelen Sean Penn, Oscar’lardan zaferle dönen “The Artist”in açılış gecesinin sunumunu yapacak olan kadın oyuncusu Bérénice Béjo, geçen ay kaybettiğimiz Fransız yönetmen Claude Wes Anderson’ın ‘Moonrise Kingdom’u Cannes’ın açılış filmi. Miller’in kapanış gecesi izlenecek son filmi “Thérèse Desqueyroux”un baş oyuncusu Audrey Tautou ve aralarında Brad Pitt ile Angelina Jolie’nin de bulunacakları diğerleri… “Cannes, sinemayla ilgili herkesin bulunması gereken yer olmayı sürdürüyor” diyen festivalin sanat yönetmeni Thierry Frémaux, bu gururlu sözlerinde haklı, Cannes’dan kaçış yok! Marilyn Monroe’nun üflediği doğum günü pastasındaki gibi, Cannes hep bir yaşında… Ceylan’dan sinema dersi 2000’li yıllarda Türk sineması Cannes’da iki adla özdeşleşmişti: 4 filmiyle Altın Palmiye adayı olup birçok ödül alan, arada da ana jüri üyesi olan Nuri Bilge Ceylan ile kültürel ve coğrafi düzeylerdeki farklı konumuna karşın Türk sinemasının sahiplendiği ve yine hem Altın Palmiye adayı hem de jüri üyesi olan Fatih Akın. Bu yıl da durum değişmeyecek: Fatih Akın, Karadeniz kıyılarındaki köyleri Çamburnu’nun yakınına çöp tesisi kurulması projesine karşı çıkan köylülerin direnişini anlattığı belgeseli “Cenneti Kirletmek” ile yarışma dışı Özel Gösterimler bölümünde izlenirken N.B. Ceylan “Yönetmenlerin On Beş Günü” yan bölümünü düzenleyen Fransız Yönetmenler Birliği’nin 2002’den bu yana her yıl bir yönetmene verdiği “Carrosse d’or” (Altın Fayton) ödülünü alacak ve daha önce Cannes’da izlenmemiş olan “Mayıs Sıkıntısı”nın (1999) 17 Mayıs günü yapılacak gösteriminden sonra da bir sinema dersi verecek. Bu yıl Türk sineması açısından en önemli yenilik, Rezan Yeşilbaş’ın (1977, Diyarbakır) “Sessizlik Be Deng” adlı 14 dakikalık filmiyle, kısa filmler dalında düzenlenen Altın Palmiye yarışının 10 adayı arasına girebilmiş olması. Bu ödülün önceki Türk adaylarının listesi de oldukça kısa: N. B. Ceylan (1995), Ebru YapıcıCeylan (1998), Belma Baş (2006) ve Deniz Gamze Ergüven (2006). Türk sinemasının tanıtımı için önemli bir işlevi son yıllarda başarıyla yerine getiren Türk standı da yine Ankara Sinema Derneği’nin sıcak ve etkin organizasyonuyla, festivalin “Uluslararası Köy”ünde hizmet verecek. Açık Der gi’de Cannes’d an notlar Kültür Servisi Açık Radyo’nun kültür sanat programı “Açık Dergi” kapsamında gazetemizin Paris muhabiri Uğur Hüküm, Cannes Film Festivali’nden haberler geçecek. Hüküm’ün festival boyunca gün aşırı notlarını paylaşacağı programın ilk yayını bugün saat 18.30’da. Hüküm, bugün festivalin açılış filmi “Moonrise Kingdom” üzerine notlarını dinleyicilerle paylaşacak. Şehir Tiyatroları’nda kök salan bir çınar Ustalara Saygı Toplantıları’nın konuğu Nedret Güvenç için düzenlenen gecede yine tiyatroların özelleştirilmesi gündemdeydi Kültür Servisi Beşiktaş Belediyesi tarafından düzenlenen Ustalara Saygı Toplantıları, önceki akşam, 60 yılı aşkın süredir tiyatroyla iç içe olan, oyuncu, yönetmen, yazar ve seslendirme sanatçısı Nedret Güvenç için gerçekleştirildi. Serpil Tamur, Atilla Dorsay, Çiğdem Tunç, Orhan Alkaya, Gülriz Sururi, Ece Uslu, Çetin Yıldırımakın, Ferdi Merter, Lale Belkıs, Zafer Ergin, Ayşenil Şamlıoğlu, İlham Gencer ve Refik Erduran’ın da aralarında bulunduğu dostları Melih Cevdet Anday Sahnesi’nde Nedret Güvenç’i anlattı. Hakan Altıner’in sunduğu etkinliğe, Şehir ve Devlet tiyatrolarındaki özelleştirme tartışması damga vurdu. Kariyerine İzmir Şehir tiyatrolarında başlayan ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda devam eden Güvenç’in sanat yaşamı üzerinden tiyatronun özgürlüğüne vurgu yapan konuşmacılardan Atilla Dorsay, “Şehir Tiyatroları’nda yetişen Nedret Güvenç’in varlığı bile bu kurumun ne kadar önemli olduğunu göstermez mi” diye sordu. Orhan Alkaya, “Neyi özelleştirecekler? Nedret Güvenç’in otobiyografisini mi özelleştirecekler? Bugünler geçecek” dedi. Zafer Ergin ise “Oyun oyunu bozar, yapacak çok iş, oynanacak çok oyun var” diyerek Güvenç’i yeniden sahnede görmek istediklerini ima etti. Ayşenil Şamlıoğlu ise Şehir Tiyatroları’nda yaşadığı bu zorlu dönemde Güvenç’in kendisine verdiği desteği hiçbir zaman unutmayacağını söylerken “Her gecenin bir sabahı vardır. Biz sizin gibi sanatçılardan güç alarak bu zor zamanları atlatacağız” dedi. Haldun Dormen’in öğrencilerinin müzikallerden seçme bir kolaj yorumladıkları etkinlikte, Aslı Omağ da iki şarkı seslendirdi. Hakları için mücadele eden yedi kadının hikâyesini anlatan ‘Yedi’ adlı okuma tiyatrosu bugün Kenter Tiyatrosu’nda Şiddetin sureti kadın CEREN ÇIPLAK ? Oyundaki kadın hikâyelerini “Sanki bu oyundaki yedi kadın da Türkiye’den söz ediyor gibi geliyor bana” diyen Meral Çetinkaya’nın yanı sıra Zeliha Berksoy, Derya Alabora, Ayça Damgacı, Esra Dermancıoğlu, Mehveş Evin ve Can Dündar seslendiriyor. dır 11 farklı ülkede sergilenen oyunun her ülkenin seyircisiyle güç kazandığını belirtiyor: “Bir gösterimden sonra bir kadın geldi yanıma ve ‘Kendi hayatımı düzeltmem açısından bana enerji verdiniz’ dedi, bunu duymak muhteşemdi. Asıl önemli olansa karşı durabilmek. İnsanların nasıl bir duruş sergilediği önemli. Tekst aynı fakat farklı sorular ortaya çıkıyor” Bir haberci olarak belki de yüzlerce kadına şiddet konulu haber anonsu yapan Can Dündar da bir kadını seslendiriyor oyunda. Rusya’da aile içi şiddet görenlere telefonla yardım hattını kuran Marina PisklakovaParker’i seslendiren Dündar “Keşke oyundaki bütün kadınları erkekler oynasaydı çünkü o kadınların sesini içten duyma şansı veriyor oyun” diyor. Taliban rejimince yönetilen Afganistan’da mücadele veren Farida Azizi’i seslendiren Esra Dermancıoğlu ise şiddeti, baskıyı, kadına zulmü anlatmak için kadının sesine ihtiyaç duyulduğunu söylüyor. Usta oyuncu Meral Çetinkaya tamamlıyor onu, “Sanki bu oyundaki yedi kadın da Türkiye’den söz ediyor gibi geliyor bana” diyor. “Benim ülkemde yoksulluğun sureti bir kadının yüzüdür” diyor Guatemala’dan bir kadın. Fakirlerin, özellikle de kadınların ve yerel halkların hakları için yürüttüğü mücadele yüzünden ölümle tehdit edilen Annabella de Leon bu kadın. Afganistan, Nijerya, Kuzey İrlanda, Rusya, Guatemala, Pakistan ve Kamboçya’dan, dünyanın dört bir yanından kadın hakları için mücadele veren cesur yedi kadınla yapılan röpor tajlardan yola çıkarak hazırlanan “Yedi” adlı okuma tiyatrosu 18. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında bugün saat 18.30’da Kenter Tiyatrosu’nda okunacak. Bu yedi kadının hikâyesini ülkemizden yedi önemli isim okuyor. Zeliha Berksoy, Derya Alabora, Meral Çetinkaya, Ayça Damgacı, Esra Dermancıoğlu, Mehveş Evin ve Can Dündar’ın yer aldığı oyunun dünkü provasına katıldık. Ülkemizde üçüncü kez sahnelenen oyunu, yöneten Hedda Krausz Sjögren dört yıl C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle