19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 27 NİSAN 2012 CUMA 14 Alet mi siyasetin malzemesi? Tarih ve talih! Toplumsal gerçeklere sırtını dayayıp konuşuyor. Bunun rahatlığı içinde... En güncel toplumsal gerçek. 1.8 milyon gencimizden 700 bininin matematikten sıfır çektiğidir. Tarihten sıfır çekenlerin sayısı ise belli ki bundan az değil. Ailelerini de hesaba katarsak... İktidarın işi gerçekten çok kolay. Matematik mantık demektir. Tarih ise geçmiş bilinci. 23 gençten birinin bu iki konuda sıfır olduğu ülkede iktidar olmaktan rahat ne var ki? Diline doladığı 1923 1950 CHP dönemi. “Camiler yakılıp yıkıldı, ahır yapıldı. Sorumlusu CHP” derken.. Aslında hedefinde hep Atatürk var. Çünkü o dönemin en uzun dilimi Atatürk dönemi. Bir taşla iki kuş. Muhalefeti sürekli savunmaya zorlarken.. Bayrak, dil, dinden sonraki ortak payda olan Atatürk sevgisini törpülüyor. “Siyaset malzemesi yapılmadan, yasal zeminde çözümlenmesi hususunda görüşbirliği...” Belli ki ilk mutabakat metni bir oyalamaca idi! Dün eklenen, “Siyaset malzemesi yapılmadan” ifadesi neyin nesi? Umalım ki bu laf da yeni oyalamalara malzeme olmasın. Aslında “Siyaset malzemesi yapılmasın” demenin kendisi, en damardan siyaset malzemesi! Din, mezhep, ırk ve daha birçok şey siyasetin malzemesi oluyor.. Daha da ötesi.. Siyasetçi (ve siyaset) hukuksuzluğun malzemesi oluyor da.. Hukuksuzluk niye siyasetin malzemesi olmasın ki? Hukuk gökten inmiyor. Hukuku siyaset oluşturuyor, çerçeveliyor. Ama o hukuk siyaseti (siyasetçiyi) darp etmeye başlayınca, siyasetin devreye girmesi şart oluyor. 12 Eylül hukuku siyaseti ve siyasetçiyi darp etmişti.. Devreye siyaset girdi. Demokrasi ile yaralar bir ölçüde sarıldı. Ardından “ikinci bir 12 Eylül vakası”.. 28 Şubat’ta da hem hukuk hem siyaset yaralandı. Şimdi sıra o yaralardan yararlanmaya gelmiş görünüyor! ??? AKP, 9.5 yıldır hem siyaseti hem de hukuku kendisine malzeme yaparak iktidarını sürdürüyor. Bir defa bile dönüp kendi yanlışlarını sorgulamıyor. “Parti kurucusu” kimliği, “başbakan yardımcısı” ve “bakan” sıfatı taşıyan çekirdek kadrodan onlarca kişi şimdi yok. Niye yok? Niye yollarını ayırdılar? Bunun yanıtını arayan yok. Olsa bile verecek de yok. ??? Aylardır/ yıllardır tutuklu 8 yurttaşımıza en yüksek yargı kurumu onay vermiş: “Milletvekili seçilebilirsiniz!” Egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi milletimiz de oy vermiş, destek vermiş. Seçim bölgelerindeki görevli yargıçlarda her birinin milletvekilliğini “onaylayıp mazbatalarını” teslim etmişler. TBMM Başkanlığı da bunu kabul etmiş. Kendilerine makam, sekreter, danışman tahsis edilmiş. Maaşları da tahakkuk etmiş. Geriye “milletvekili andı” kalmış.. Bunu da örneğin Mustafa Balbay “Anayasanın öngördüğü çerçevede” mahkemenin huzurunda yerine getirmiş. Anayasanın ilgili 81. maddesi “milletvekili ant içer” diyor. Bu ant illa genel kurulda yerine getirilir diye bir kayıt yok. AKP ilk mutabakattaki imzasına sahip çıkmak isteseydi, sorun çoktan çözülmüş olacaktı. Hukuk da siyasete malzeme yapılmayacaktı. Dünkü “siyasete malzeme yapılmasın!” kaydı, umalım ki “İçeride yatmaya devam!” anlamına gelmesin! Yapılacak olan öyle anlaşılıyor ki... “Ceza Muhakemesi Yasası’na milletvekili sıfatı taşıyanların dava sonuçlanıncaya kadar tutuksuz yargılanmaları” ile ilgili bir madde eklemek. Bunu da halen tutuklu olanlarla sınırlı tutmak. ??? Yoksa, milletvekilleri görev başı yapıncaya kadar CHP, MHP ve BDP, bu konuyu “siyasete malzeme yapmaya” devam edecektir. Etmelidir de. Çünkü, siyasetin malzemesi her şeydir. İlk önce de hukuksuzluktur! Malzeme mi siyasetin aleti? GÖRÜŞ ERCAN YEŞİLYURT Egemenlik Kimindir? Egemenlik kavramı artık yeni bir içerik kazanmıştır ve hukuk sınırları içinde, hukukla kayıtlı bir yetkidir. Hukuk alanı içinde ve yalnızca hukuki sonuçlar doğuran belli işlemleri yapma yetkisidir egemenlik. Devlet, sosyolojik bir varlık olan halkın hukuki ve siyasi teşkilatlanmasıdır. Egemenliğin kullanılmasının kayıtlı ve şartlı olduğu yetkili organlar eliyle kullanılacağı ve kaynağını anayasadan almayan bir yetkinin kullanılamayacağı anayasal bir hüküm altındadır. Bir hukuk devletinde milletin egemenliğine dayanan hukuki faaliyetler (yasamayürütmeyargı) anayasa ile sınırlıdır. Bizim 61 ve 82 anayasalarında da egemenliğin kullanılması hukuka kayıtlı bir yetki olarak kabul edilmiştir. Osmanlı Devleti’nde parlamentonun ortaya çıkması Batı ülkelerindeki gelişmelerin kalıplarına uygun bir biçimde olmuştur. Önce bütün yetkiler yürütme gücü olan hükümdarda idi. Başka bir deyimle başlangıçta bütün yetkiler padişahtadır. Bu yetki bütünlüğünün içinden önce bir yasama organı filizlenmiştir. Kutsal kitapların diliyle söylemek gerekirse, Adem’in kaburga kemiğinden Havva’nın oluşu gibi, anayasa hukuku açısından yasama da yürütmeden koparak yaratılmıştır. 1920’de Meclis yalnız yasama yetkisini kullanan basit bir ‘parlamento’ değil, bütün yetkileri elinde toplayan bir kuruluş. Bu olağanüstü organ, görünürde, bütün yasama organları gibi “meclis” adını taşıyor. Artık Türk anayasa hukukun da “yasama”, “yürütme”den değil, “yürütme”, “yasama”dan çıkmaktadır. 1961 Anayasası’nda “yasama”nın bir yetki “yürütme”nin ise sadece bir “görev” oluşu işte 1920’deki bu başlangıçla ilgili. Meclis, yasama, yürütme, hatta bir bakıma yargı yetkilerini elinde bulunduran bir organ olarak doğuyor. Devletin temsil ettiği ve egemenlik gereği olarak kullandığı siyasal gücün düzenleyicisi artık hukuktur. Devlet yönetiminde tüm düzenlemeler ancak hukuk kurallarına göre yapılır. Devletin tüm işlem ve eylemlerinin hukuka uygunluğu başlıca geçerlik koşuludur. Yasalar ilkelerini dinden değil yasama ve hukuktan almazlarsa hukuk devleti niteliği zedelenir. Bizim devlet yapımıza hukuk 1961 Anayasası’yla girmiştir. Osmanlı’nın yürütme iktidarı geleneğine önce yasama ortak olmuş 61’de ise yargı ortaklığıyla kuvvetler ayrılığı hâkim olmuştur. O zamana kadar bizde geçerli olan ‘hukuk’ değil hep kanun olmuştur. Kanuni Sultan Süleyman’ımız var da ‘hukuki’miz yok. Enver Paşa yok kanun, yap kanun buyurmuştur. Hukuk evrenseldir ve bizim ülkemizde tam olarak “inkişaf” etmemiştir. Lisedeki resim hocam Mehmet Pesen’e dünyanın yedi harikasını anlatırken niye bunlara harika dendiğini sormuştum. Hoca, ortalama bir insan Mısır piramitlerinin karşısına geçip biraz daha geniş biraz daha yüksek olmalıydı diyemiyorsa, onun için harika olmuştur demişti. Bu tarif benim için ölçü olmuştur hayata ve olaylara bakışta. Hukukta bu tarife uygun olmalıdır, ortalama vicdani ve birikimi olan birisi cezai yaptırımlara baktığında, tamam işte hak etti ve cezasını buldu diyebilmeli. Bu suçun karşılığı tam da bu diyebilmeli. Hukuk işte bu vicdan ölçüsüdür. Hele siyasi davalarda bu ölçü daha hassas olmalıdır. Onun için sosyalistler başından beri idama hep karşı olmuşlardır. Özellikle siyasi suçlarda. Egemenlik insana dayalıdır. Özünde insan değeri bulunan egemenliğin hukuksal biçimiyle devlet gücüne dönüşmesi, hukuk devletinin uygar yapısını açıklamaktadır. Egemenlik, bütün eylem ve işlemlerin hukuka uygun kullanan devlet organlarınındır, yani “hukuk”undur. Tabii demokrasilerde. Süngü düşmesi değilse..! Artık Anıtkabir’in günlük ziyaretçi sayısı açıklanmayacak. Genelkurmay Başkanlığı haklı. 2007 yılı sadece 23 Nisan’ında 92 bin 489 olan ziyaretçi sayısı 2011’de 127 bin 867’e çıkmış. Bu iktidarın Atatürk’e sempati beslemeyen tavrı dünyanın malumu. İktidarın artan ziyaretçi sayısını görüp moralinin bozulmasını önlemek gerek! Yoksa, Milli Savunma Bakanı’nın “Tam bizim gibi halk adamı!” dediği sayın Genelkurmay Başkanı’nın Anıtkabir’e akın eden halktan korkacak hali yok. Yok ama neden bir geleneğe son veriliyor? Faili meşhur dava! AKP’li Tokat Belediyesi Başkan Yardımcısı Sefer Bayın’ın davası, merkezdeki birçok büyükelçi için gerçek bir umut kapısı olacak! Bayın, “Beni boş oturtuyorlar. Boş yere maaş alıyorum. Devleti zarara uğratıyorlar!” diye suç duyurusunda bulundu. “Benim gibi 3 müdür daha var. Biz özürlü müyüz ki bizi boş oturtuluyorlar?” diye soruyor. Savcılık bu soruyu haklı bulursa, Ankara’daki mahkemelere de iş çıktı. Başta Dışişleri, İçişleri ve Başbakanlık’ta olmak üzere, “boş oturtulan, hatta bakanlığa gelmemesi için masa bile verilmeyen yüzlerce kamu görevlisi” var. Ama dava açılırsa, “Boş oturtma suçu”nun asli failini bulmak çok zor olacak! Bakan mı, başbakan mı, özlük işleri müdürü mü, müsteşar mı, kim? Silivri’den ‘Anıtkabir’e! MERİÇ VELİDEDEOĞLU KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] 1. Ergenekon davasının duruşması vardı geçen cuma günü. “Simgesel Eylem Grubu” olarak o gün yine Silivri’deydik, 1. Ergenekon’un 222. duruşmasıymış. Mahkeme salonu bomboş gibiydi; izleyiciler bölümünde bir avuç insan ya vardı ya yoktu; basın bölümü de öyle. Oysa dışarısı oldukça kalabalıktı; bunun nedenini duruşma başlayınca anlayacaktık. Öyle de oldu; çünkü duruşma açıldığında sorgulanmaya başlanan bir “cinayet” olayıydı. Dakikalar ilerledikçe bu durum daha da belirginleşiyordu. Kuşkusuz, 1. Ergenekon ile Danıştay cinayeti davalarının birleştirilmesinin kaçınılmaz sonucuydu bu. Savcı; bu cinayetin azmettiricisi ile birlikte, daha önceleri, aynı tutukevinde yatmış birini “tanık” olarak sorguluyordu. Tanık konuştukça, türlü kirli işlerin, her türlü yalanın dolanın paranın döndüğü; “insan”ın hiçe sayıldığı deyim yerindeyse tam bir “mafyatik” yaşam ortaya dökülüyordu. Peki, bütün bunların Bakan Hüseyin Çelik’in diliyle söylersek, “bu pis kokular”ın, 1. Ergenekon’da yargılanan Doğu Perinçek, Hikmet Çiçek gibilerle ne ilişkisi vardı? Acaba “Kürsü”, bir kez olsun böyle düşünmüş müdür diye “yargıç heyetine” uzun uzun baktım. Başkan “sakin sakin” bizleri çileden çıkaran tanığı dinliyordu. Bir duruşmada (9.9.2011); alkışlara öfkelenip, onca insanın gece geç saatlere dek dışarı çıkmalarını yasaklayan ya da sanıkları, mikrofonu çatlatırcasına yükselen bir sesle azarlayan “yargıç” o değildi sanki. Üyelere gelince; onlar önlerindeki bilgisayar ekranına kilitlenmiş durumdalar; zaman zaman arkalarına yaslanıp şöyle bir rahat oturuşa geçiyorlar; sonra yine bilgisayara dönüyorlar... İnsan baktıkça, dinledikçe; yine böyle bir duruşmada (4.10.2011) Doğu Perinçek’in “bu” yargıç heyetine sorduğu: “Siz bu davanın neresindesiniz?” sorusunu anımsamadan duramıyor. Şimdi adeta bir cinayet davası duruşmasının görüldüğü bu salonda; bir gün önce, hemen hemen aynı saatlerde “TSK”nin, “250”si tutuklu “365” üst düzey komutanının, subayının, askerinin yargılandığı “Balyoz” davasının duruşması vardı (19.4.2012). Kürsü bu kez “Balyoz”undu. Başkan; yoklama sırasında ayağa kalkmayan J. Kur. Alb. Mustafa Önsel’e özür diliyorum “kıç”lı bir uyarıda bulunup “... size hoşgörülü davrandık (...) kıçınızı dönüp oturdunuz!” demiş. Acaba diyorum; başkan böyle dedikten sonra yüzü “kızarmış” mıdır? İnsan bu sözü kullanabilir; ama “Türk Milleti adına”, 75 milyon adına, bizim, sizin ve Alb. M. Önsel adına; “yargı yetkisi”ni kullanan bir mahkemenin başkanı olarak kullanabilir mi? Böyle bir [email protected] C MY B C MY B “kullanım” kabul edilebilir mi? Üstelik ülke çapında, dahası ülke dışında da izlenen bir “dava”nın duruşmasında... Alb. M. Önsel; geçen yıl “6 Ekim” günü yaptığı savunmasına; “Burada ne söylersek söyleyelim, yaptığımız karanlığa atılan bir ‘çığlıktır’!” diye başlamış; “Yazıklar olsun!” diyerek de bitirmişti. Bunu yüreğinden kopup gelen öyle bir sesle dile getirmişti ki, dopdolu koca salon bir anda buz kesmişti... 19 Nisan günkü duruşmayı izleyen dostlardan akşam telefonda; Başkan Ömer Diken’in “... kıçınızı dönüp oturdunuz!” dediğini duyunca, kendimi, “Yazıklar olsun, yazıklar olsun!” derken buldum. Demek yargı “hukuksal” olmaktan koptuğu gibi; “dil” olarak “söylem” olarak da inanılmaz bir “düşüş”e geçmişti. Böylece geçen haftayı Silivri’deki bu duruşmalarla kapadık; bu haftanın ilk günü de “23 Nisan”dı. TBMM’nin açılışının “92.” yılı kutlanacaktı. Kuşkusuz bu kutlama her yıl olduğu gibi, bu açılışı 92 yıl önce gerçekleştiren, TC Devleti’ni kuran Atatürk’ün kabrinin devlet protokolünce ziyaret edilmesiyle başlayacaktı. Ne var ki, bu yıl Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan; Atatürk’e şükranlarını, bağlılıklarını (!) sunmadılar. Genelkurmay Başkanı N. Özel de, bugünkü Başkomutanı Gül gibi yaptı; o da Atatürk’e gitmedi... Gül ve Erdoğan’ın Anıtkabir’e gitmemelerinin bir “nedeni” var; özellikle Erdoğan, Atatürk’ün huzuruna çıkmayı “sap gibi durmak” olarak görüyor; bunu açıkça söyledi. Öte yanda Atatürk; kurduğu “Cumhuriyet”in temel niteliğinin “laiklik” dolayısıyle “laik bir yönetim”; “laik bir rejim” olduğunu belirtmiş bunu da “anayasa”ya geçirmişti. “Laik rejim başarılı olamadı, değiştireceğiz!”; “Laiklikle İslam bir arada olamaz! Bizim referansımız İslam’dır” diyen Gül ve Erdoğan ikilisinin Anıtkabir ziyaretleri, dört dörtlük bir “takıyye” gösterisi olmuyor mu? İşte bu yıl bu “gösteriye” ara verdiler. Doğrusu iyi yaptılar... Peki, Genelkurmay Başkanı’nın nedeni ne olabilir dersiniz? Diyorum ki Genelkurmay Başkanı da gitmemekle “iyi” (!) yaptı... Başta “Balyoz” olmak üzere açılan tüm davaların üzerinden “TSK”ye atılan yüzlerce yüzlerce “alçak iftira”yı; saldırıyı; halkın gözünde küçük düşürülmesini ve yıllarca “TSK”nin sorumluluğunu yüklenip görevini “onur”la yerine getirmiş bir Genelkurmay Başkanı’nın “terörist” suçlamasıyla tutuklanmasını, TSK’nin ilk ve hep Başkomutanı Atatürk’e nasıl açıklayabilirdi ki? Kuşkusuz, bir önceki Genelkurmay Başkanı Koşaner’in ve “Kuvvet Komutanları”nın hep birlikte, topluca “istifa nedeni”ni de... ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] 1/ “Büvelek” 1 de denilen ve hayvanların 2 kanını emen 3 bir cins sinek. 4 2/ Çukuro5 va’da, Türkiye’nin bir del 6 tada oluşmuş 7 en büyük gölü. 8 3/ Lokanta. 4/ Vilayet... Kü 9 çük mağara... Konya 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ilinde bir baraj. 5/ 1 C İ H A N N ÜMA Evrenin düzene gir 2 İ MAME S A L meden önceki bi 3 H A L E O T G çimden yoksun, 4AME R İ K A L I uyumsuz ve karışık İ L E T İ durumu... Vietnam’a 5 N E 6 N O K E Y P İ özgü, ipek telli bir B A R çalgı. 6/ Gevişgeti 7 Ü S T A T L İ P A R İ ren hayvanların 8 M A 9 A L G I İ R İ S ayaklarının arkasındaki körelmiş tırnaklar. 7/ Şımarık, hoppa, züppe... “Ne zaman seni düşünsem / Bir ceylan içmeye iner” (İlhan Berk). 8/ Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın bir şiir kitabı... İğneleyici söz. 9/ Padişahın birine toprak bağışlaması... Yürürken dayanmak için kullanılan kalın sopa. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Çamurcun, çakırkanat” gibi adlar da verilen ve yurdumuzun sulak alanlarında da yaşayan yabanıl ördek cinsi. 2/ Bir göz rengi... Hararet. 3/ Habeş soylusu... Kalkerli arazilerde oluşan, derin kuyu biçimindeki çukurların ortak adı. 4/ Ekonomi. 5/ Fransa’da bir kent... Şiirde, iki ya da daha çok dizeden oluşan birim. 6/ Kimi yerlerde kadınların boydan boya örtündükleri çarşaf... Doğu Karadeniz yöresine özgü bir tür kıyı teknesi. 7/ Seyrek dokunmuş bir tür kumaş... Eski Mısır’da güneş tanrısı. 8/ Yunanlı tarihçi Ksenophon’un, “On Binler”in dönüşünü konu alan ünlü kitabı. 9/ Öğütülmüş tahıl... Japon mafyasına verilen ad.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle