26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 NİSAN 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sağla Sol FRANSA’DAKİ başkanlık seçiminin ilk turu birçok konuyu birden gündeme getirdi. Birincisi, Avrupa’daki sağa kayış, hem de Fransa gibi bir ülkede en çarpıcı biçimiyle. Bayan Marine Le Pen’in kamuoyu yoklamalarının hesaplarını aşarcasına yüzde 18 oy alması küçümsenecek bir olay sayılmaz. Babasının tutumunu sürdüren bu çalışkan politikacı, koyu bir faşist görüntüsü vermeden, yalnız burnu havada şık mahalle sakinlerinin değil, orta ve alt sınıfların da içgüdülerine seslenerek başarılı bir kampanya yürütmüşe benziyor. Nedir oraların büyük derdi? Ucuz yabancı işçi akınının hem istihdam piyasasını altüst etmesi, hem de iş bulanların ucuz ücretle çalışmaya razı olması... Kimilerinin, özellikle dürüst davranma zorunluluğu duymayan küçük işverenlerin sigortasız, sosyal güvencesiz insan çalıştırma fırsatını yakalaması. Böyle bir durum, sosyal demokrasinin iyi kötü uygulandığı bir ülkede bile yabancı düşmanlığı yaratıp, ulusçuluğu koyu ırkçılığa dönüştürmekte. Buna bir de büyük kent güvenliğine düşen gölgeyi, sokakların güvensizleşmesini ekleyebilirsiniz. slında bütün Avrupa’yı olumsuz etkileyen dıştan gelme göç akımı, herkesten önce yakın geçmişin, hatta bugünün sömürgecileri olan ülkeleri ürkütmekte. Bu öyle bir ürküntü ki, Avrupa Birliği’nin ateşli yandaşlarını bile derinden düşünmeye itmekte. Soğuk Savaş sonrasında Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkelerinin halklarına da Batı’nın kapılarını açmak, birçok bakımdan elverişli ve yararlı sayılmıştı. Hem sağlam bir barış demekti bu, hem de Batılı sanayi toplumlarının mallarını satabilecek yeni ve geniş pazarlar açmaktaydı. Ama şimdi, Afrika’yla Asya göçlerine eski Doğu Bloku’nun yeni işsizleri eklenince, Avrupa iyimserliğinin pembesi de soldu. lbet, böyle durumlarda her zaman olduğu gibi, sağda tehlikeli güçlenme varsa, solda da buna karşı güçlü gelişme olması gerekir. O açıdan bakınca, Fransa’yla Türkiye’yi bir başka yazıyla geniş biçimde ele almak bazı sorunların düşünülmesine de geniş bir açı getirebilir. Anzaklar ve Atatürk’ün Evrensel Hümanizmi Tarihte hiçbir komutan, ülkesini işgale gelen, yüz binlerce vatan evladının ölümü pahasına yendiği düşmanını, Atatürk gibi uygarca, sevgi dolu, hümanist sözlerle onurlandırıp kucaklamamıştır. Bu unutulmaz sözler, savaş tarihine altın harflerle geçmiş bir büyüklük ve bilgelik örneğidir. Prof. Dr. Metin KALE Yazarımızın yazısı elimize ulaşmadığından yayımlayamıyoruz. A A E tatürk kendisine yaklaştıkça yücelen ve büyüyen bir zirve, düşünceleriyle derinleşip, enginleşen bir deniz gibidir. Bütün askerlik hayatı savaş alanlarında geçmiş bir muzaffer komutandır ve “Milletin hayatı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir” diyebilen özellikli bir askerdir. Ancak askerlik sanatının en üst örneklerini sergilemesine karşın gereğinde incecik bir yüreğe sahip olduğunu da göstermesini bilir. Büyük eseri olan Cumhuriyet ve Devrimleri bir yana, Anzaklar’a ilişkin düşünceleri bile O’nu eşsiz kılmaya ve O’nun ne kadar evrensel bir hümanist olduğunu görmeye ve göstermeye yeterlidir. Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya 1934 yılında 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümü nedeniyle düzenlenen törenlerde bulunmak üzere Çanakkale ve bölgesini teftişe gidecektir. Veda etmek için geldiğinde Atatürk ona şunları söyler: “Çanakkale’yi ziyaret ettiğin zaman aziz şehitlerimizi de ziyaret edeceksin. Bu vazifeyi yapacağına şüphe yok. Yalnız nasıl bir nutuk söyleyeceksin. Ben söyleyeyim. Burada yatan Aziz şehitlerimiz! Sizi hürmetle, saygıyla anıyoruz, diyeceksin. Mehmetçik abidesinin başında, dilinin bütün talakatıyla konuşacaksın. Burada rahat ve huzur içinde yatınız, diyeceksin. Siz olmasaydınız, siz göğüslerinizi çelik kalelere siper etmeseydiniz, bu Boğaz aşılır, İstanbul işgal edilir, vatan toprakları istilaya uğrardı, diyeceksin. ‘Evet, böyle konuşacağım’ Hayır, hayır… Sen böylenin üstünde, çok daha başka konuşacaksın. Dünyaya hitap edercesine konuşacaksın. Orada, Çanakkale’de yalnız bizim şehitlerimizi değil, bu toprak üstünde kanlarını döken insanları da, o kahraman muharipleri de hürmetle, saygıyla anacaksın. ‘Pa şam, ben bunu yapamam; Çünkü bu sözler ancak sizin söyleyebileceğiniz yüksek sözlerdir.’ Söyleyeceksin. Çanakkale’den cihana karşı böyle konuşacaksın. Senin böyle konuşman lazım.” Gece tekrar huzura çıktığında, Atatürk’ün Şükrü Kaya’ya verdiği ve onun Çanakkale’de Mehmetçiğin mezarı başında söylediği meşhur söylev şudur: “Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuştur.” Bu sözler Çanakkale Savaşları konusuna ilgi duyan, yerli yabancı herkesin zihinlerine adeta kazınmıştır ve bugün Arıburnu’nda Anzaklar’ın 25 Nisan 1915’te ilk çıktıkları koydaki bir taşın üzerinde yazılıdır. Tarihte hiçbir komutan, ülkesini işgale gelen, yüz binlerce vatan evladının ölümü pahasına yendiği düşmanını, Atatürk gibi uygarca, sevgi dolu, hümanist sözlerle onurlandırıp kucaklamamıştır. Bu unutulmaz sözler, savaş tarihine altın harflerle geçmiş bir büyüklük ve bilgelik örneğidir. Atatürk’ün büyüklüğünü, evrenselliğini, hümanist kişiliğini yansıtan özgün, sevgi dolu ve özenli sözlerdir. Rasgele, tesadüfen ve sıradan bir yıldönümü nedeniyle dile getirilmiş sözler değildir. Sadece Türklerin değil, düşman olarak savaştığı insanların da acılarını yüreğinde duyan, onurlu ve soylu bir davranışı yansıtmaktadır. Bu söylevin anlamından ve ifade gücünden etkilenmemek mümkün değildir. Anadolu’yu işgale gelen düşman askerlerinin anısına yönelik söylenen ve dünya savaş tarihinde bir örneğine daha rastlanmamıştır. O, her zamanki gibi, bu söyleviyle de ülkeler ve toplumlar arasındaki düşmanlıkları körüklemeyen, savaş içinden barış yaratmasını da bilen, ender bir devlet adamı olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. Gelibolu toprağında yendiği Avustralyalılar, bir dönem Ankara’da büyükelçi olan Donald W. Witheford’un da belirttiği gibi O’nu savaşta ve barışta büyük bir önder olarak değerlendirmekte ve “Ülkesinden çok uzaklarda yaşayan insanların kalplerine ve beyinlerine seslenip onları etkilemiş müstesna bir akıl ve duygu insanı” olarak görmekte ve O’nun görüşlerinden ve bir milletin kurucusu olarak gerçekleştirdiklerinden çok şey öğrenebildiklerini dile getirmektedirler. Ancak Atatürk gibi büyük bir dehanın dile getirdiği bu sözler günümüz koşullarında daha bir anlam ve derinlik kazanmaktadır. Günümüz dünya ve bölge koşullarında, barış için uğraşan O’nun gibi bir önderin değeri ve yokluğu daha iyi anlaşılmaktadır. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle