26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
25 NİSAN 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 hüzünle boğuşuyorum. Sebebi belli, oğlumu özledim... Sesini duymak istiyorum. İki gündür dilekçe yazıyorum, oğlumla telefonda görüşmek istiyorum; telefon günümüz pazartesiydi, ama belgeleri tamamlayamadığımız için kaçırmıştım... Kantinden telefon kartımı filan aldım; 50 kontör 3.75 lira. Cezaevi yönetiminden anlayış bekliyorum... Kahvaltı yaparken gardiyan müjdeyi verdi: “Soner Bey telefon.” Ama bu saatte olmaz, oğlum okulda. Ben de ne çok talepkârım! Cezaevi yönetmeliğinde haklar çok kısıtlı, cezaevi yönetimi yine anlayışlı davrandı... Akşamı zor ettim. 16.30’da telefona götürüldüm. Ağlamamalıyım. Cezaevi koridorunda kafamda bin soru. Roberto Benigni’nin 1997 yapımı “Hayat Güzeldir” filmini bilirsiniz. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi olduğu için toplama kampına atılan bir baba, Nazilerden gizlediği oğlunu kampta saklar; ona tüm yaşananların bir oyun olduğunu anlatır hep. Bu filmden yıllar önce, benzer bir olay 1971’de Ankara’da zindandaki yazaryayıncı Erdal Öz’ün başına gelir. Üç yaşındaki kızı Senem, babasının askeri okulda yatılı öğrenci olduğunu sanmaktadır. Bir gün ziyaretine gider. Erdal 3 Şubat 2011 Çarşamba… 2Yüreğim sızlıyor; derin bir anlattım. Yalanı doğruyu karıştırıyorum artık. Pembe, Roberto Benigni yalanları... Ve: 10 dakika ne çabuk sona erdi, telefon pat diye kesildi. Gardiyana, “Veda edemedim, bir daha açayım” dedim. Telefonlar otomatik olarak 10 dakikayla sınırlı. Koca 10 dakika ne çabuk tükendi, bir yel gibi. Gardiyan iyilik yaptı, yine numarayı çevirdim. Oğlumla vedalaştım, onu çok sevdiğimi söyleyebildim. ??? Telefonu kapatıp, birkaç saniye öylece kalakaldım. İnsan beyni olmadık yerde, olmadık şeyleri anımsıyor; Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanındaki bir cümlesi aklıma geldi, “Hapisanede zaman, Rusya’dan çabuk geçer!” Romanın adından ötürü mü bu cümleyi anımsadım, yoksa zaman ya da mekân kavramı nedeniyle mi? İnsan beyninin şaşırtıcı yanları işte. “Hapisanede zaman, Rusya’dan çabuk geçer.” Silivri’de değil ama... Telefon kartını alıp cebime koydum, gardiyanın masasına gittim, telefonla konuştuğumu gösteren belgeyi imzaladım. Tekrar koğuş yoluna düştüm, gardiyanla... Kişi ne derece sevinse yine de bir an önce kurtulmak istediği dokunaklı durumlar var. Bu mahzun halimden kurtulmam lazım. Çok sürmedi Ergenekon “gerçeğiyle” yüzleşip hayatın katı yanına dönmem*... SONER YALÇIN *Samizdat/Kırmızıkedi, 2012 “Kardeşsiz el, ne yapa rsa yapsın ikiz düğüm çözemez.” TUAREG ATASÖZÜ GÖRÜŞ COŞKUN ÖZDEMİR Darbe Muhabbetleri Yıllardır televizyonlarda açık oturumlar dinliyoruz. Bu tartışmalardaki başlıca konu askeri darbeler oluyor. Adeta darbe ile kalkıyor darbe ile yatıyoruz. Yakın tarihimizi yeterince bilmeyen, okumayan, öğrenmeyen insanlarımızın eğer izliyorlarsa bu programlardan çıkarabilecekleri sonuç ne olabilir? Sanırım eğer darbeler olmasa idi yurdumuzda tıkır tıkır işleyen bir demokrasi olacaktı kanısını edineceklerdir diyebiliriz. Bunun çok yanıltıcı, son derece aldatıcı bir algılama olduğu kanısındayım. Bu tartışmalarda, 60 yıldan beri siyasetçilerin, çağdaş, bilimsel eğitime, laikliğe, eğitim birliğine darbe üstüne darbe vuran, emperyalistlerin dümen suyunda yol alan, halkın birey olmasına, bilinçlenmesine olanak tanımayan; halk, emek, aydınlanma karşıtı politikaların sahibi iktidarların rolü tümü ile göz ardı ediliyor. Askeri darbeler elbette yıkıcıdır, 12 Eylül perişan etti bu toplumu. Ama neden bu ülkede sık sık darbe teşebbüsü olmuştur, hangi koşullar bu yasadışı girişimleri tetiklemiştir, bu hiç sorgulanmıyor. Neden ordu irticaya karşı bir eylem planı hazırlamak ihtiyacı duyuyor, nasıl oluyor da bir iktidar Anayasa Mahkemesi tarafından laikliğe aykırı eylemlerin odağı olarak hüküm giyiyor. Bunlar hiç soruşturulmadan yaygınlaştırılan inanç şudur. Ordumuzda bir darbe geleneği yer etmiştir ve zaman zaman bu gelenek ve bu potansiyel keyfi bir şekilde harekete geçmekte ve demokrasinin önünü kesen darbeler gerçekleşmektedir. Yoksa gül gibi giden bir halk yönetimi, halk iradesi söz konusudur. Yineliyorum bu, siyasetçinin ağır iktidar kusurlarını halkın gözünden saklamak amaçlıdır. Dürüstçe, tarafsızca soralım. Geri kalmışlığımız; basın özgürlüğünde, insan haklarında, kadın erkek ve gelir dağılımı eşitsizliğinde, dünya ülkeleri arasında en gerilerde yer alışımız; çocuk gelinlerde dünya üçüncüsü oluşumuz bu darbeler yüzünden midir? Bir büyük eğitim devrimi olan Köy Enstitülerini yıkanlar, bir aydınlanma odağı olan halkevlerini yok edenler bu darbeler midir?.. Benim kuşağıma “Vatan Cephesi’ne gireceksiniz” diye baskı yapan, insanları bu onursuzluğa zorlayanlar, Meclis’te Tahkikat Komisyonu kuranlar askerler midir?.. Sağcı ve solcu gençler aynı kaynaklardan gelen silahlarla birbirini vururken bu şiddete karşı çıkması istenen ve buna karşılık “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyenler politikacılar mı, askerler mi olmuştur. Ülkedeki kirlenmeyi, sosyal adaletsizliği, bağımsızlığın zedelendiğini, emperyalizmin oyunlarını görerek yurtseverlik duyguları ile harekete geçen genç çocukların idamını onaylayanlar politikacılar değil midir? Toplu taşımacılık için “O bir komünistliktir... Anayasa bir kez delinse ne olur... Memurum işini bilir...” diyen yolsuzluklara yol açan asker midir? Bugün basın üzerinde ağır bir baskı uygulayan, 600 üniversite gencini yüze yakın gazeteciyi, 365 ordu mensubunu hapiste tutan uygar çağdaş değil dindar ve kindar gençler yetiştirmek isteyenler kimlerdir? Bu ülkenin yetiştirdiği en büyük asker, en büyük devrimciyi bunca yıldır karalayan, eğitim ve aydınlanma yoksunu bıraktıkları halkın gözünden düşürmek isteyenler de politikacılar değil mi? Darbelerden başımızı kaldırıp yakın tarihimize ve şu ülke gerçeklerine bakabilsek ve politikacının sicilini çıkarabilsek diyorum. [email protected] Onuncu Gün, Samizdat Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN Öz, cezaevi yöneticisi yarbaydan rica eder; Senem babasının elinden tutup koğuşa gider, babasının yattığı yeri ve arkadaşlarını görür. Bu oyuna herkes katılır, herkes öğrenci olur. Senem’e ellerinde sadece o vardırceviz ikram ederler. Bu topraklarda çocuklarımıza ne büyük acılar yaşattılar... ??? Telefon ahizesini kaldırdım. Kartı sokup numarayı çevirdim; oğlumun sesi... Gözyaşlarıma engel olamıyorum. “Oğlum” dedim ve sustum. Konuşamıyorum. Oğlum 11 yaşında ve ne kadar olgun, ağırbaşlı konuşuyor, hiç cezaevinden bahsetmiyor. Benim konuşamadığımı anladı. Sözlerim boğazımda düğümlendi, hâlâ çıkmıyor bir türlü. Yuh olsun bana. Oğlum babasını güçsüz mü sanacak şimdi? Hep o anlatıyor; dersleri, sınıfı, hafta sonu gittiği izcilik kampını... Kendimi toparlamayı başarıyorum. Nihayet. Cezaevinde nasıl rahat olduğumu, yine bol bol kitap okuduğumu, arkadaşlarımın da burada olduğunu, spor yapmaya başladığımızı ardeşim Soner, seninle hiç tanıştırılmadık, yüz yüze konuşmadık. Ama birbirimizi dikkatle izledik, değer verdik ve ben senin ortak mesleğimiz gazetecilikteki araştırmacı üstünlüğüne, çalışkanlığına, her zaman saygı duydum, duyuyorum, duyarım. Doğan Yurdakul, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan gibi çok değerli ve ilkeli gazetecilerle kurduğun Odatv, ülkemizin önce çöp, ardından çöle döndürülen medya kumulunda bir özgürlük vahası olduğu için yok edilmek istenmiştir. “Hakikatlere Dayanacak Gücünüz Var mı?” altbaşlığıyla yayımladığın son kitabın “Samizdat”, kuşkusuz en çarpıcı yapıtın. Çünkü insanlık onurunun, özgürlükten yoksun kalındığında açığa çıkan temel niteliğini içeriyor: Cesaret. Ve senin cesaretin, o cesareti çekincesiz savunmaya bile cüret edemeyen yalancı aydınların, çakma gazetecilerin acıklı çapsızlığını gözler önüne seriyor. Bu ülkede ifade özgürlüğü, ifadesine göre savunulduğu için katledildi. Voltaire’in “Düşüncelerinizi paylaşmıyorum, ama onları ifade edebilmeniz için dövüşürüm!” sözünü dilinden düşürmeyenler, tutuklu gazeteciler arasında ayrım yapıp, bazılarını “Düşüncelerini paylaşmıyorum, ama...” diye özenle vurgulayıp, gerisini yuttular, unuttular. Normal. Çünkü bir zamanlar “Elhamdülillah hepimiz Müslümanız ama...” diye başlayıp, şimdilerde “ama”sız elhamdülillaha fit olanlar da onlar. Başını dik tut, çünkü haklısın. Kitabındaki son sözün doğru çıkacak. Bu baskı, bu kâbus bir gün sona erecek, kazanan insan olacak. Tabii kalan insan, insan kalabilen... K KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] 3. Köprü Başka Bahara... Haberi detaylı aktarmamın iki nedeni var; birincisi, bu ihalenin aslında “yapılamayacağı” yönündeki tahminlerimizi destekleyen ayrıntılar içermesi; ikincisi de yapılsa bile 3. köprünün “yolsuz” kalacağı… Bu nedenle de zaten yapılmasına gerek kalmayacağı. Daha önce de sayısız kez dile getirdiğimiz gerçekleri 20 Nisan ihalesinin ışığında bir kez daha anımsatalım: 1 Hükümetin onca önem verdiği bir ihale komisyonuna “bakan” yerine genel müdürün bile değil, “yardımcısı”nın başkanlık yapması ilginç değil midir? Sayın Akbıyık bu konuda elbette ki birikimli bir bürokrat olabilir ama konuya verilen önemle eşdeğer, başkanının ‘bakan’ olmaması, akıbeti konusunda daha baştan soru işaretleri yaratıyor. 2 Asya ve Avrupa yakasında devam edecek 350400 km’lik “Kuzey Marmara Otoyolu”nun sadece “devlet” kaynaklarıyla yapılamayacağı yönündeki DPT’nin “ödünsüz” kararını sağır sultan bile duydu... Yaklaşık 6 milyar dolarlık bir maliyetin “ulusal öncelikler” açısından başka yatırımlar için gerekli olduğunu savunan DPT’yi, iktidar çevreleri dahil haksız bulan da yok. Bu nedenle Ulaştırma Bakanı’nın Gittikçe “hayal” oluyor... açıklaması gerçekçi olmadığı gibi, çevre yolu olmacekmiş ve ihalenin kesin so dan 3. köprüyü dayatmanın nucunun mayısta belli olaca mantığı da kendiliğinden ortağı “umut” ediliyormuş!.. dan kalkıyor. Komisyon yeterlilik zarflarını 3 Sadece “ağır vasıtalar” açtığında, 100 puan üzerin açısından planlanan 3. köprüden 70 ve üzerinde puan nün, RoRo seferleri başladıalan isteklilere davet mektu ğında geçersiz kalacağı İDO rabu gönderilecek, diğerleri ar porlarında açıklanıyor. İki kıta tık tamamen devre dışında arasındaki 68 saatlik mesakalacakmış. felerin RoRo ile 3 saatte ve Anımsanacaktır, 10 Ocak’ta çevre sorunu yaşanmadan alıdüzenlenen ihaleye 20’ye ya nacağını belirten bu raporlar, kın adaydan teklif veren çık uluslararası nakliyat kurumlamamış; bunun üzerine Baş rınca da destekleniyor. bakan’ın talimatıyla projeden 4 Türk hükümetinin ihaleyi yaklaşık 350 km’lik otoyol alacak firmaya “yıllık geçiş gakısmı “kırpılmış”, 3. köprünün rantisi” sağlaması “kıyağı”nın sadece 90 km’lik kent içi bağ da yine DPT tarafından geçerli lantı yollarıyla ihalesine karar sayılmayacağı yönündeki kaverilmişti. rarlar, buna dayalı güvencelePeki, projeden kırpılan bu ri ortadan kaldırıyor. ‘350 km’lik yol’un yapımını Sonuç olarak 20 Nisan’daki kim üstlenecek derseniz; Ulaş ihale de 3. köprü için en iyimtırma Bakanı’nın açıklamasına ser tahminin “bir başka babakılırsa “devlet”! (Gazete hara” olduğunu göstermeye ler21 Nisan 2012) yetiyor. Hükümetçe ısrar edilen “İstanbul Boğazı’na 3. karayolu köprüsü” projesinin 20 Nisan’daki son ihalesine “kırpılmış” hali için bile sadece 5 teklif gelebildi… Biri teknik yetersizliğinden elenince, geriye 4 aday kaldı. İhale Komisyonu Başkanı Karayolları Genel Müdür Yardımcısı İhsan Akbıyık’ın açıkladığına göre; “SaliniGülermak, İçtaş İnşaat San. Tic. AŞAstaldi, China Communications ConstructionDoğuş İnşaat Ticaret AŞYapı MerkeziArkon İnşaat, MAPA İnşaat ve Ticaret AŞ” ile “Cengiz İnşaatKolin İnşaatLimak İnşaatMakyol İnşaatKalyon İnşaat”ın teklifleri arasındaki China Com. Cons. grubunun teklifinde yeterli doküman çıkmadığı için hakkını kaybetti. Böylece, 3. köprünün yapımını da içeren “Kuzey Marmara Otoyolu Projesi’nin OdayeriPaşaköy kesimi”nin ihalesinde Yap İşlet Devret (YİD) modeline yönelik teklif alma işlemi tamamlandı. Şimdi yarış 4 grup arasında süre yrıntılardaki gerçekler A ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1/ Doğu Kara 1 deniz yöresinde, kadınların 2 giydiği peşte 3 mala benzer 4 eteklik. 2/ Pa5 dişah ya da vezir kavukların 6 da bulunan tüy 7 ya da püskül 8 biçimindeki süs... Boyun 9 eğen, kendini başka 1 2 3 4 5 6 7 8 9 sının buyruğuna bı 1 T E V E K K E L rakan. 3/ Eski dilde 2 E V İ Y E N A Ş dudak... Yakanın 3 R E Z A L E T U göğse doğru inen 4M E L E M A N devrik bölümü. 4/ E K R O L “Durur gibi dal 5 İ T 6 Y O N T S İ A larda kanlı bülbülU S Ö D ler” (Ahmet Ha 7 E P E İ V E Z E C E şim)... Şiddetli be 8 9 O K A L İ P T Ü S lirtilerle başlayıp kısa sürede ağırlaşan hastalıklar için kullanılan sözcük. 5/ Atın eşkin yürüyüşü... Boru sesi. 6/ İskambilde bir kâğıt. Kilime benzer, renkli ve motifli uzun yolluk. 7/ Uzakdoğu kökenli bir dövüş sporu. 8/ Minakop balığına verilen bir başka ad... Bir nota. 9/ Otellerde, müşterilerin arabalarını park etmekle görevli kimse... Osmanlı ordusunda ve donanmasında hafif piyade askeri. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Eskiden Türk erkeklerinin giydiği bir tür ceket ya da yelek. 2/ Yolcu evi... Güzel öttüğü için kafeslerde beslenen küçük bir kuş. 3/ Bir şeyin kalitesini garanti eden işaret... “ sanırdık ne zaman dalsak ela gözlerine” (F. N. Çamlıbel). 4/ Balık yakalama aracı... Hekimin hastanedeki hastaları dolaşıp yoklaması. 5/ Tibet sığırı... Torun sahibi kadın. 6/ Gereksiz, anlamsız ve boş söz. 7/ Asya’da bir ülke... Terbiyesiz kimse. 8/ Asker paltosu... Gözleri görmeyen. 9/ Ortaoyunu ve Karagöz’de sarhoş tiplemesine verilen ad... Kalın bükülmüş sicim. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle