25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 NİSAN 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR 15 Bir Osmanlı deyimi olan ‘maili inhidam’, tarihi yapıları yıkmanın bahanesi oluyor Korumada ‘maili inhidam’ sorunu İki torundan iki kitap ? Kültür Servisi JRR Tolkien’in ve Charles Dickens’ın torunları iki çocuk kitabı için işbirliği içinde. Şair Michael Tolkien’in dedesinin çocukken ona okuduğu masallardan derleyeceği iki kitabın sesli kitap versiyonunu ise Gerald Dickens hayata geçirecek. Thames River Yayınevi tarafından yayımlanacak kitapların 2012’nin sonlarında piyasaya çıkması planlanıyor. Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu yurt düzeyinde izlenecek koruma yöntemlerini belirler… Bunlar koruma bölge kurullarına “yol gösterici” olduğundan adına da “ilke kararları” denir. Yüksek kurulun “Depremde Hasar Gören Tescilli Kültür Varlıkları”nı ele alan 7 Şubat 2012 tarih ve 24 No’lu kararındaki “Deprem nedeniyle özelliklerini yitirmiş tescilli yapıların tescillerinin, ilgili koruma bölge kurullarınca kaldırılabileceğine..” hükmü, akademik ve mesleki çevrelerde çok yönlü bir tartışma başlattı. Eski eser bir yapının depremde hasar görmesi “kültür varlığı” niteliklerini yitirmesi anlamına gelir mi? Dahası, kısmen ya da tamamen yok olmuş eski yapıların “restitüsyon” (özgün şekliyle yeniden inşa etme) projeleriyle yeniden kazanılmaları için de hem yine ilke kararları var hem de artık çok başarılı uygulamalar gerçekleşebiliyor... Kaldı ki 1999 büyük Marmara depreminde de açıkça görüldü ki geleneksel yapılar, hatta yöresel köy evleri bile tarihsel deneyimleriyle yıkılmadan ya da içindeki insanları öldürmeden depremi atlattılar. Bu nedenle de UNESCO depreme dayanıklı geleneksel mimarinin kazanımlarını gündeme getiren uluslararası toplantısını İstanbul’da yaptı; sonuç bildirgesinde de özetle şu çağrıda bulundu: “Tarihsel ve yöresel mimari depreme karşı ders alınması gereken deneyimleri içeriyor. Günümüzün tasarımları, bu deneyimleri çağdaş yapı malzemeleriyle güçlendirerek sürdürebilmelidir.” İşte bütün bu değerlendirmeler ışığında Yüksek Kurul’un “depremde rekli fiziki ve güvenlik önlemleri, ilgili valilik ve belediyesince alındıktan sonra konu, koruma kuruluna iletilerek alınacak karara göre işlem yapılır.” Görünüyor ki bu kararda da maili inhidam bir yapının kültür mirası niteliğini kaybetmesi diye bir hüküm yoktur! Nitekim Koruma Kurulları, bu durumdaki yapıların mevcut hallerinin ölçüleri alınarak (rölöve) projelendirilmelerinin ardından yıkımına izin vermekte; onaylı rölövelerine uygun şekilde düzenlenmiş özgün restitüsyon projeleri esas alınarak hazırlanmış “yeniden yapım” (rekonstrüksiyon) projeleri ile de yıkılmış yapının benzerinin inşasını olanaklı kılmaktadır. Yine İleri Geri Savaşı... Ne zamandır bekleniyordu… Önce, vay efendim sahnede edepsizlik dediler, müstehcenlik diz boyu dediler. Sahnede örf, âdet ve edep kalmadı dediler… Yetmedi, bu yollu yazılar yazdılar, yazdırdılar… Derken koca koca yetkililer açıkladılar ki, tıpkı “İleri demokrasi” özür dilerim, “muhafazakâr demokrasi” gibi “muhafazakâr sanat” da olurmuş… İşte, “muhafazakâr sanat”, “muhafazakâr estetik”, “muhafazakâr sahne”, “muhafazakâr toplum” derken… Bir kez daha su yüzünde sanatçıbürokrat mücadelesine, ama özde ilerigeri savaşına tanıklık ediyoruz… Evet adını doğru koyalım: Bu bir ileri geri mücadelesidir. Kavganın, savaşın, mücadelenin (dilediğiniz sözcüğü seçebilirsiniz) ayrıntılarını bu sayfalarda okudunuz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’na ilişkin süregelmekte olan şudur: Öce antipropaganda; sonra karalama lekeme, sonra içini boşaltmaya çalışma; ardından eleştiriye tahammülsüzlük, derken “sadece beni onaylasın”, “sadece benim hık deyicim olsun”; “bana kul olsun, köle olsun” zihniyeti... Ardından gelsin yönetmelik değişimi… Ayrıntılara girmeyeceğim. Yeni yönetmelik yetki ve sorumluluğu genel sanat yönetmeninden ve sanatçı ağırlıklı yönetim kurulundan alıp bürokratlara ve “müdüre” veriyor. “Sanat kurumu” sözü bile “şube müdürlüğü” olmuş yeni yönetmelikte! “Emret müdürüm” diye başlayan nice komik skeçler yazılabilir. Gelin görün ki, komiklik yapmak ya da padişah önünde takla atmak istemeyen sanatçılar, Şehir Tiyatroları’ndan istifa ediyorlar... (Bakarsınız İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’den sonra başkaları da aynı talepte bulunabilir…) Sanatçıbürokrat mücadelesi gibi görünen bu olayın aslında ilerigeri savaşı olduğunu bilince, bunun ne ilk ne de son olduğunu kavramak için müneccim olmak gerekmiyor. Muhsin Hoca şapkasını alıp gittiğinde, “çocukları” yani Ayla ve Beklan Algan, Tunç Yalman, Şirin Devrim ve daha niceleri de çekip gitmişlerdi… 60’lı yıllardı. 12 Eylül ‘80 faşist darbesiyle Vasfi Rıza Zobu Şehir Tiyatroları’nın başına getirildiğinde, oyunların yasaklanmasına, “sakıncalı tiyatrocuların” (1402’ler) tiyatrodan atılmasına göz yumduğunda, yaşananları hiç unutmuyorum… Bin yıllık sanatçı kimliğini yok sayan Vasfi Rıza Zobu, “Beni kurumun başına müfettiş olarak getirdiler, ben de müfettişlik yapıyorum” diyebilmişti. Kendinize bu kötülüğü yapmayın diye yalvardığımızda ise “Burası beniiiiiiiiiim” krizine girmişti! Görüldüğü gibi, hiçbir sanat kurumu hiçbir kimseye kalmıyor. Hele bir bürokrata, belediye başkanına, hükümet başkanına, devlet başkanına hiç ama hiç kalmaz! Sanat kurumları, sanatçıları, sanatçıların yarattıkları, ürettikleri işle anılır. Sanatçılar da yaratıcılıkları, yorumları, yaptıkları iş kadar, baskı dönemlerinde, faşist tutumlar karşısındaki tutumlarıyla anılırlar. Hepsi bu! Günümüzde sanatın işlevi eleştirel olmaktır, muhalif olmalıktır, taraf olmaktır… Sanatta “tarafsız olmak” egemen taraftan olmak demektir... Düzenden yana olmak demektir... Hiçbir şey değişmesin, aynen böyle sürsün demektir... Sanatın özünde vardır muhalefet. Ama parayı ben veriyorum, benim şakşakçım olmalı diyemezsiniz. Bu tutum sanatın varlığıyla çelişir! Tüm sanatların, tiyatronun da kendi özüne sadık kalması ve işlevini yerine getirebilmesi için sanat kurumlarının bağımsız olmaları ve özerk yapılanma gerekir. Özgür olmaları gerekir. Sanat, parayı verenin düdüğü çalamadığı en geniş alandır! Bütün bunları nasıl anlatmalı ki! Aronofsky’den Washington filmi ? Kültür Servisi “Siyah Kuğu”nun yönetmeni Darren Aronofsky, ilk Amerikan başkanı George Washington’un hayatını beyazperdeye aktarmak için Paramount stüdyolarıyla görüşüyor. Variety dergisinin haberine göre adının “General” olması planlanan filmin senaryosu ise Adam Cooper ve Bill Collage’a ait. Aronofsky şu sıralar ise başrolünde Russell Crowe’un yer alacağı “Nuh” adlı film üzerine çalışıyor. Ressamlar da eski semtlerdeki maili inhidam evleri pek severler. İtalya’da ‘sanat savaşı’ ? Kültür Servisi İtalya’da Casoria Güncel Sanat Müzesi adlı bir sanat kurumu kültür bütçesinde kesintiye giden hükümeti protesto etmek için koleksiyonundaki sanat eserlerini yakmaya başladı. Müzenin sahibi Antonio Manfredi, Severine Bourguignon’a ait ilk eseri yaktıktan sonra durumu “Hükümetin umursamazlığı yüzünden zaten konu başlığımız yıkım” sözleriyle özetledi. Manfredi haftada üç eseri yakacağını söylediği protestoyu ise “sanat savaşı” olarak adlandırdı. hasar görmüş kültür varlığı yapıların koruma kararlarını kaldırma”ya olanak sağlayan bu “yeni”(!) ilke kararı, mimarlık ve koruma dünyamızda uzun süre tartışma konusu olacak gibi görünüyor… Esasen böylesi bir cümlenin, birçok yönüyle olumlu değerlendirmeleri içeren kararların “en sonuna eklenmiş” olması ise konunun Yüksek Kurul’da yeterince değerlendirilmediği izlenimini veriyor. ‘Mühendis raporları’ Yıpranmış eski eser yapılarını “yıkmadan” onarmak (gerçek restorasyon) yerine “yıkarak” yapmak isteyen birçok yapı sahibi ise maili inhidam raporu almaya çalışıyor... Kimi koruma kurulları da bu raporların gerçekliğini araştırmadan yıkım izni verebiliyor. Oysa eski eserlerde maili inhidam raporlarının mutlaka “restorasyon uzmanı mimarlar”ca hazırlanması gerekiyor. İnşaat mühendisliği eğitimimizde maalesef restorasyon önemsenmediğinden, her çürük ve harap gördükleri yapı elemanı için “yıkılsın” diyebilen mühendislerimizin bu raporları koruma açısından nasıl geçerli olabilir ki? Vaktiyle İstanbul’da koruma kurulunda birlikte görev yaptığımız Prof. Doğan Kuban, bir gün benzer bir rapora dayanamayıp dedi ki; “Çocuklar, eski eser zaten maili inhidam olur...” Doğan Hoca’nın kulaklarını çınlatarak biz de diyelim ki; “depremde yıkılan tescilli binayı yok etmek yerine kente kazandırmak” esas değil midir? Yüksek Kurul herhalde bu son ilke kararını gözden geçirecektir... İstanbulZeyrek’te tarihi mahallenin simgesine dönüşmüş, yılların maili inhidam evleri.. ‘Osmanlıdan kalma’ Peki, yukarıda özetlenen gerekçelerle bile bilimsel içeriği tartışmalı olan bir hüküm, ilke kararında hangi düşüncelerle yer alabiliyor? Yanıtı için koruma uygulamalarımızda öteden beri bilim dışılığın alışkanlığı haline gelen “maili inhidam” kavramı üzerinde durmak gerekiyor. Osmanlıca “maili inhidam”ın, bugünkü imar söylemindeki kullanım amacı olan anlamı; “yıkılmaya, çökmeye meyilli”dir. 1957’de çıkan 6785 sayılı İmar Yasası’na, Cumhuriyet öncesi yasalardan geçen bu kavram, 1985 yılından beri yürürlükte olan 3194 sayılı yeni İmar Kanunu’nun 39’uncu mad desinden de açıkça anlaşılmaktadır… Deniyor ki: “Bir kısmı veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilikçe tespit edilen yapıların sahiplerine bunun izalesi için on gün içinde tebligat yapılır.” Yani maili inhidam bir yapının, mal ve can tehlikesi yarattığından yıkılması öngörülmektedir. Bu durumun “korunması gerekli kültür varlığı” niteliğindeki yapılarda olması halinde ise ilgili yasada açık hüküm olmasa bile yine Yüksek Kurul’un 5 Kasım 1990 ve 660 sayılı ilke kararında şu düzenleme yapılmıştır: “Yıkılacak şekilde tehlike yaratan (maili inhidam) korunması gerekli taşınmaz kültür varlıkları belediyeler veya valilikler tarafından boşaltılır. Ge Emret müdürüm! MARMARA GRUBU VAKFI 15. AVRASYA EKONOMİ ZİRVESİ 50 ÜLKENİN KATILIMIYLA TAMAMLANDI BİR SİVİL İNİSİYATİFİN PRESTİJ BİRLİKTELİĞİ Dali’nin litografları Arte İstanbul’da Kültür Servisi Sürrealist ressam Salvador Dali’nin 1967 yılında yaptığı renkli taşbaskı resimlerden oluşan “Zodyak Serisi”, 197374 yıllarında yaptığı “Pantagruel Serisi” ve farklı dönemlerindeki baskı resimlerinden oluşan özel bir seçki sergisi Arte İstanbul Sanat Galerisi’nde açıldı. “Zodyak Serisi”nde Fransa’da Ekim 1967’de Fernand Mourlott matbaasında basılan 13 orijinal litograf yer alıyor. Bunlardan “Romain Du Roi’’ baskısı, 1964 yılında orijinal olarak kalıba sokularak Fransa’nın tarihi anıtlarından biri olan “Imprimerie Nationale”e yerleştirildi. “Pantagruel Serisi”nde ise Dali’nin Fransız yazar François Rabelais’ın 5 kitaplık serisinden ilham alarak 1975 yılında yaptığı 250 edisyon yer alıyor. 20 Mayıs tarihine kadar sürecek sergide kısıtlı sayıda eser satışa da sunulacak. Sanatın özünde muhaliflik vardır! ...CUMHURBAŞKANLARI İZMİR TİCARET ODASI?NDA... YÜKSEK KATKILARINDAN DOLAYI Ermenistan Türkiye Sinema Platformu ? Kültür Servisi 9. kez İstanbul’da buluşan Ermenistan Türkiye Sinema Platformu, Devrim Akkaya ve Josephina Markarian’ın “Gâvurun Torunu Ermeni Dedem” projesine 10 bin dolar destek vermeye karar verdi. 10 projenin katıldığı ve 1213 Nisan tarihlerinde gerçekleştirilen Sinema Destek Fonu toplantısında jürinin seçtiği film, mezarı kayıp olan büyük dedesiyle arasındaki bağı “1915 travması ve yaşadıkları yalnızlık” üzerinden kuruyor. Platform, Helen Kurkjian’ın “Homeport” isimli projesine de jüri özel ödülü verdi. www.cinemaplatform.org MARMARA GRUBU STRATEJİK VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR VAKFI Barbaros Bulvarı No: 42 Balmumcu Beşiktaş İstranbul Tel: 0212 213 05 5657 Faks: 0212 213 05 59 web: www.marmaragrubu.org email: marmaravakfi@gmail.com CUMHURİYET Gazetesine Teşekkürlerimizle C MY B C MY B TEŞEKKÜRLERİMİZLE...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle