19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 NİSAN 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 72. Yılında Köy Enstitüleri!.. 17 Nisan’ları Anımsamak “Neden Köy Enstitüleri?” Bu soru boşa gitmiş sayılır. Çünkü köylülerin, yani halkın okumasına, eğitim görmesine, bir gerçek aydın olmasına yönelik çalışmalar çoktan unutuldu. Daha DP’nin iktidara gelmesi, derken AP’nin, AKP’nin onu izlemesiyle böyle bir “Neden Köy Enstitüleri kapatıldı?” diye düşünmek, yazmak, savunmak gereksiz bir konu oldu. Cihandar Arıkan bu Enstitülerde yetişmiş bir aydın. Kalkmış soruyor. Kime? DP’lilere, AP’lilere ve AKP’lilere mi? Halkı sömürenlerdi bu Enstitülerin başlıca düşmanları. Sömür sömürebildiğin kadar, ez ezebildiğin kadar, hem de hükümet eliyle... Senden önceki hükümetler bu Enstitüleri kurmuş, binlerce genç yetiştirmiş, ama bağnaz kafalar daha kurulduğu günden başlayarak karşı çıkmışlar. Sonunda toptan kaldırmışlar. Özlemle anıyoruz 17 Nisan’ları... Köy Enstitüleri’nin kuruluş günü... Böyle tarihi bir günde “Neden Köy Enstitüleri?” diye sormak hem çok gerekli, hem de şimdiki gerici kafalara göre yersiz bir çıkıştır. Ama önemli olan bu konunun anımsanması, övülmesi, o ocakta yetişen sayısız aydının ülkeye kazandırdıklarıdır. ??? Cihandar Arıkan bakın ne diyor: “Binlerce yıldan beri süregelmekte olan insan nesli yaşadığı çağın, bağlı olduğu ulusun elverdiği ölçüleri içinde eğitilmeye çalışılmıştır. Ancak insan neslinin bilgi düzeyi yükseldikçe, edindiği değer birikimi arttıkça, teknoloji durmadan geliştikçe alınan eğitimler öğretimler zamanla yetersiz kalmaya başlamışlardır.” Bu gerçeği gören ülkeler eğitim politikalarını yeni kuşaklara uydurmaya çalışmak zorunda kalmışlardır. Yalnız belirli kuşakları değil, tüm halkı aydınlatmanın gerçek bir eğitimle olacağını bilen toplumlar, bu yolla önemli başarılar elde etmişlerdir. Köy Enstitüleri Atatürk’ün çağdaş bilimi yaygınlaştırmak için giriştiği bir uygarlık hamlesiydi. “Demek ki bireylerini yeterli ve kaliteli bir eğitimden geçirmeyen ülkelerde yaşayanların yoksul ve geri kalmış olmaktan başka çaresi yoktur. Elbette eğitim, bugün ekilip mevsimin sonunda ürün veren bir nesne değildir. Eğitimin ürünü seneler sonra alınsa da hasılatı çok değerli olur. Eğitimin bu değerli hasılatı da toplumsal gelişmeye yansır.” ??? 17 Nisan bir bayram günüdür. Oysa DP’ler, AKP’ler yüzünden bir yas gününe dönüşmüştür. Ama Atatürk anlayışının çocukları olan Enstitülüler, yine de her alanda toplumun gelişmesi için güçleri yettiğince uğraşmışlardır. Yaşları epey ilerlemiş olsa da yine aynı amaca hizmet etmektedirler. Yazarak, konuşarak, anlatarak, gençliği uyararak... 17 Nisan kutlu olsun. Kısa sürede “üreterek öğrenme” algısını olağanlaştıran Köy Enstitüleri uygulamalarıyla bir yandan toprağın, suyun niteliğinden, niceliğinden habersiz köylü toplumu uyandırılmaya çalışılırken, bir yandan da gelişmenin ve toplumsallaşmanın en korkunç engeli olan feodalizmin kendi içinde çökertilmesi amaçlanıyordu. Ali DÜNDAR Eğitimci/Yazar uruluşundan beri her yıl 17 Nisan’da olduğu gibi bu yıl da benim gibi Köy Enstitüleri uygulamalarından arta kalan, doksanına merdiven dayamış ya da dayamak üzere olan Enstitülüler, çevrelerimizde bir araya gelip, yaşantılarımızdan bizde ve bizim dışımızda kalanlarının çetelesini çıkarmaya çalışacağız. Bilindiği gibi Köy Enstitüleri; felsefesel temeli 1921’de, Kurtuluş Savaşı’nın en ateşli günlerinde toplanan “Ankara Öğretmenler Kurultayı”nda atılmış; kuruluş yasası Cumhuriyet hükümetince hazırlanıp sunulmuş; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce onaylanıp yürürlüğe konulmuş bir devlet tasarcasıydı.(1) Çağdaş eğitimbilim algılarının ışığında: Yüzyıllarca karanlıkta kalmış beyinleri ışıtıp bilgiye/bilime tıkanmış insanlık damarlarını bilgiye ve yaşama açmasını başaracak öğretmen ve köye gerekli meslek insanlarını yetiştirmeye yükümlendirilmişti Köy Enstitüleri. Uygulama en kısa zamanda varlığını kanıtlamış, ikinci üçüncü yıllarından itibaren, içeriden ve dışarıdan alkış almaya başlamıştı bile. İlk alkış bir Amerikalıdan gelmişti. 1940 başkanlık seçimini kazanamayarak dünya turuna çıkan başkan adayı Wendell Wilkie, Türkiye’de özellikle toplum yaşayışını/eğitimleşmeyi görmek istemiş; çok beğendiğini ve hayran olduğunu söylediği Köy Enstitüleri uygulamaları hakkında görüşünü: “...Bir Köy Enstitüsü görmek için gittiğim köyde enstitü öğretmen ve öğrencileri, demiri ve çimentoyu kullanarak akıttıkları suyun çevresinde köyün kuruluşuna yardım ediyorlardı. Türk sanayisinin kısa bir zaman içinde örneklerini Köy Enstitülerinde gördüm, ilerisi için göz alıcıydı. O zaman anladım ki sanayi devrimi ne tek bir ulusun, ne tek bir ırkındır. Öğretmenleriyle birlikte kendi okullarını yapan öğrencileri gördüm. Çocukların çevrelerinden getirdikleri şarkıları okuyuşlarını, milli marşlarını dinledim. Gördüm ki Türkler eski Şark’ın peçesini, kelimenin asli ve K mecazi anlamıyla yırtmış bulunuyor...” diye yazdı görüşlerini “Tek Bir Dünya” adlı gezi notlarında. Tonguç Baba ve arkadaşları 1940’lı yıllarda yedi Köy Enstitüsünü gezip gören F. R. Atay, “Bir işi âşıkları bilir. Eğer zorlarsanız halk, katı topraktan daha sert, eğer gönül yolunu bulursanız size gönlünü engin denizler gibi açar. Şimdi biz ikinci göbekte her şey olabileni, ilk göbekte bu asrın köylüsü olmaya çalışıyoruz. Köy Enstitülerini bunun için açtık. Oralarda eğitim alan çocuklarımız, kendi yuvalarını yapan kuşlar gibi taşı, çimentoyu demirle buluşturup kendi barınaklarını, kendi okullarını kendileri yapıyor; kendi sularını kendileri akıtıyor, elektriklerini kendileri üretiyorlar. Onları görünce anlıyorsunuz ki Tonguç Baba ve arkadaşları alınlarının teriyle, geleceğin bol yemiş verecek soylu bir ağacını suluyorlar...” yargısıyla özetledi gezip gördüklerini (F. R. Atay, Pazar Konuşmaları, s. 3435). Işıklar içinde olsun Nadir Nadi daha sonra sık sık övgüyle sözünü ettiği Köy Enstitüleri için ilk yazısında: “Ben Köy Enstitülerinde yetişmedim. Bu kurumların yararını dışarıdan yaptığım incelemeler sonunda anladım. Saffet Arıkan, Hasan Âli Yücel, İsmail Hakkı Tonguç gibi halk eğitimi davasına ömür harcayan kişilerle uzun konuşmalarım oldu. Enstitülerden birkaçını gezdim, gördüm. Yabancı eğitim uzmanlarının bu konudaki raporlarını okudum, görüşlerini aldım. Köy Enstitüleri sisteminin ülkemiz gerçeklerine çok uygun olduğu sonucuna vardım...” diye yazdı, Köy Enstitüleri uygulamalarıyla ilgili görüşlerini 4 Ağustos 1955 günlemli Cumhuriyet’te. Köy Enstitülerini bir kez övüp bin kez kapılarına kara kilit vurulmasına işçilikte ter dökenler de oldu. İşte bir örnek: 1950 seçimlerinden 6 ay önce benim de öğretmenlik stajı yaptığım Samsun/Ladik Köy Enstitüsü’nü ziyaret eden Samsun Bayındırlık Müdürü Mühendis Tevfik İleri, hayranlığını esirgemeden, enstitüden ayrıldıktan sonra Samsun Halkevi’nin çıkardığı 19 Mayıs dergisine şunları yazmıştı: “...Tesadüfen görmemiş olanların katiyen bilmelerine, tasavvur etmelerine imkân olmayacak şekilde yepyeni bir gençliğin, yepyeni bir neslin bu Köy Enstitülerinde yaratılmakta olduğunu zevk alarak, gurur duyarak gördük. Bugün dileğimiz, Türkiye için çok faydalı olan Köy Enstitüleri davasının muvaffak olması, gerçekleşmesidir. Bu güzel, bu hayat dolu, istikbalimiz için çok ümit verici enstitüden ayrılırken şöyle düşündüm: Şehirlerin kasvetli, insanı karamsarlaştırıcı havasından bunalanlar buraya uğramalıdırlar. Burası hasta dimağ ve ruhlar için bir şifa kaynağı olacaktır...” diye Köy Enstitülerine övgüler yağdıran T. İleri, 1950 seçimlerinde seçilip milletvekili, peşinden Milli Eğitim Bakanı olunca ilk kazmasını Köy Enstitülerine, bu kurumları kurup yaşatan eğitimcilere vurdu. Başta Tonguç olmak üzere, ondan çok eğitimciyi görevlerinden aldı; özellikle Tonguç ve iş arkadaşlarını “vatana ihanet”le suçladı. Toplumsal eğitimbilim öngörüleri bağlamında, nesnel gerçekliği eylemsel ve anlaksal bağlamda kavramlaştırmaya odaklanan Köy Enstitülerini Batı eğitim ansiklopedileri: “Türkiye’nin uygar uluslar arasında yetkin bir üye olarak, canlı özgür/bağımsız ve laik bir cumhuriyet olarak gelişmesine...” altyapı hazırlayan kurumlar diye sayfalarına geçtiler. Kısa sürede “üreterek öğrenme” algısını olağanlaştıran Köy Enstitüleri uygulamalarıyla bir yandan toprağın, suyun niteliğinden, niceliğinden habersiz köylü toplumu uyandırılmaya çalışılırken, bir yandan da gelişmenin ve toplumsallaşmanın en korkunç engeli olan feodalizmin kendi içinde çökertilmesi amaçlanıyordu. Ne var ki tek kitaplı, tek boyutlu medrese mantığı hızlı derneşti, henüz gelişme ve kurumlaşma aşamasına gelememiş olan çok kitaplı, çok boyutlu enstitü algısının yollarını kesti. Oysa, Orta Asya içlerinden varlığını yüklenip “Bir kısrak başı gibi Batı’ya uzanan” Türk geçmişine insancıl tarih penceresinden bakan, ışıklar içinde olsun, değerli öğretmenim Ord. Prof. Dr. E. Ziya Karal’ın “Tarih boyunca Türklerin dünya uygarlığına yaptığı tek özgün katkı Köy Enstitüleri uygulamalarıdır...” saptamasını nasıl da yürekten alkışlamıştık!..(2) (1) Tasarca Proje (2) Dr. M.C. Uğurlu, Tarihçi ve Düşünür E. Ziya Karal, s. 345 Ve Tanrı Mahkeme Reisiydi... Sabaha karşı tutuklanan 28 Şubat paşalarını, başka yer yokmuş gibi Sincan’daki hapishaneye kapattılar “Takdiri ilahi” diye... 28 Şubat’ta tankların yürüdüğü yere... Demek ki Tanrı mahkeme reisiydi... ? Başbakan bunu güzel açıkladı: “İntikam duygusu yok; millet adına, milli irade adına sorgulanıyor... Bunda intikam duygusu demek doğru değildir...” Demek ki konuşmasının bir paragraf sonrasını bile bekleyemedi, peşindeki cümlede intikam duygusunu döktü, mahkeme daha karar vermeden: “Tankları yürüttüler... Milletin hükümetini silah zoruyla, baskıyla, tehditle komployla, provokasyonla görevden uzaklaştırdılar...” Mahkemeye gerek kaldı mı?.. Kalmadı... ? 28 Şubat’ta medyaya baskı yapıldığı iddiası mesela... Diyelim ki o günlerde Aydın Doğan’a kimi gazetecileri atması söylendi, ama o direndi, atmadı diyorlar... Şimdi?.. Ata ata bitiremedi, sonunda en iyisi iki gazetesini ve televizyonunu da içindekilerle birlikte attı ya... Bir gazete patronu matbaasını bırakıp kaçtı, hâlâ kayıp... Öbürünün gazetesini damada aldılar elinden, sahibi evde ağlayıp duruyor... Büyük (!) medyada bir tek muhalif yazar, çizer, editör kalmadı... Bu köşenin yazarına yerel gazete bile değil... Yazacak memleket duvarı bulamasın diye, kestirmeden Türkiye’den “çek git” dedi “intikam duygusu ile hareket etmeyen” kin ve nefret sahibi... ? Askerlerin Sincan’a kapatılmasındaki gerekçelerden “medyaya baskı yapıldı” kısmını en iyi bildiğimiz için bu kadarı... Sorun misal: 28 Şubat’ta kaç gazeteci sorgulandı ya da hapisteydi?.. Ya da koca bir medya, bu kadar korkmuş, sinmiş, pısmış mıydı?.. * Bu bir intikam... En iyi kanıt ise Başbakan’ın “intikam değil” demesi, bilirsiniz ya... Ne dese tersi çünkü... ? 28 Şubat suçluları (!) bu kadar değil tabii ki... Başka gözaltıları ve tutuklamalar olacak... Sabahın karanlığında kapılarına polis dayanacaktır, yakında birçok sürpriz ismi mahkeme çağıracaktır... “Takdiri ilahi” ise... Bakarsınız Tanrı bu sefer mübaşir... Temelin Çivisi Yerinden Oynatılınca… Tevfik KIZGINKAYA ki… Örneğin, Suriye’ye demokrasi getirme görevini ABD’ye vekâleten bizim yapma olasılığımız, 1 Nisan şakası gibi elektriğe ve doğalgaza yapılan zamlar, Microsoft’un 2006’da yarattığı Calibri yazı karakterinin 2003’te Silahlı Kuvvetler bilgisayarlarında kullanılması, Gençlik ve Spor Bakanı’nın ticari becerisi ve tabii ki anayasa değişikliği istekleri gündeme geldi. Bu yoğun gündem içinde, demokrasimizi ve geleceğimizi kurtaracak denilen temel eğitim yasasında yapılan değişiklik, doğalgaz ve elektriğe yapılan zamların altında kaldı ve gündemden düşüverdi. Zamlar mı? Olabilecek en tehlikeli tepkiyle, alışılmışlığın tepkisizliği ile kabul gördü. Her biri günlerce konuşulması, üzerinde tartışılması ve sorgulanması gereken bu gelişmeler içinde “222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”la ilköğretimde kesintili eğitime geçtik. Eğitim sistemimizdeki bu değişikliğin, ülkemizin eğitim yapısını nasıl etkileyeceğini, gelecekte ülkemizi yönetecek olan gençliğimizin nasıl yetiştirileceğini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetim şeklini nereye götüreceğini göre göre kabullendik. Dilimizden düşürmediğimiz demokrasinin var B ir hafta içinde öylesine olaylar ve gelişmeler yaşadık olabilmesi için, insanların kul değil bilinçli yurttaşlar olmaları gerekir. İnsanın yurttaş kimliğine kavuşabilmesi için de eğitim alması gerekmektedir. İşte bu yüzden Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde akla ve bilime dayalı eğitim sistemi, hedefinde de çağdaş uygarlığın üstüne çıkmak vardır. İlhan Selçuk ’un söylemiyle “Cumhuriyet, aydınlanmadır”. Eğitim, Cumhuriyet aydınlanmasının temel çivisidir. Türkiye Cumhuriyeti, devrimle kurulmuştur ve saltanattan, demokratik laik cumhuriyet yönetimine geçilmiştir. Bu geçişi sağlayan irade, kurucu iradedir, milli iradedir. Bugünkü seçmen çoğunluğunu millet iradesi diye göstererek, kurucu milli iradeyi yok saymak, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerini yok saymak demektir. Ne yazık ki bugün eğitim sisteminde yapılmakta olan bu değişikliklerle, kurucu milli iradeye aykırı olarak demokratik laik cumhuriyetimizin niteliklerini değiştirme sürecine girilmiştir. Cumhuriyetimizin temel çivisi yerinden oynatılmaktadır. İnanç ve etnik temelde eğitimi, çağdaşlığın gereğidir diye bizlere yutturmaya kalkan emperyalist Batı’daki hiçbir ülkede bu tip bir eğitim yapısı yoktur. Bu sürecin sonu, inanç ve etnik temelde yapılanmayı ve parçalanmayı getirir. Tıpkı Irak’ta, Suriye’de ve baharı yaşadığını sanan diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle