26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 NİSAN 2012 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 SGK ve Hastane ile Tümör Ayrımcılığı Sivil Posta Bürünmüş Postmodernlik! Adaletin simgesi, terazi ile kılıçtır. Terazinin de kılıcın da bir yanı hak ise öteki yanı hukuktur! Hak ile hukukun birlikte anılması bundandır. Haksız hukuk, hukuksuz hak olmaz! Ve zinhar, hakkı hukuku iktidarlar tayin etmez! Ederse.. Orada adalet sadece “tecelli eder”. Sonuç kesinlikle hakka hukuka uygun olmaz! ? Türkiye, uzun süredir, bu yüz kızartıcı uygunsuzluğa sahne oluyor. CHP lideri bu durumu eleştirmeye kalktı. Anında “darbe yanlısı” damgası yedi. Zaten amaç da bu! Kendinden olmayan herkesi “Darbe” tartışmasına çekmek… İki ucu pislikli değneği tutturmak! ? Başbakan, 28 Şubat tutuklamalarıyla ilgili, “İntikam peşinde değiliz. Hak tecelli ediyor!” dedi! En iktidar sözcüsü gazete bu lafı manşete çekti: Altına da darbeci subayların, “sıcak” haberini: “Tankları yürüttükleri yere gönderildiler!” Böylece “intikam peşinde olmadığı” kanıtlanmış oldu! Aslında Erdoğan, “Hak tecelli ediyor!” derken haklı! Tüm hukuk düzenimiz, “Hakkın böyle tecelli etmesi!” için ayarlanmadı mı? ? Elbette bu satırlar da “darbeci” damgası yemek için yeterli. Ama darbecilik artık ayıp değil. Ayıp olsa bu iktidar “darbeci” olmazdı! ? Darbeci, “Dar be!” diye edepsizlik ederek özgürlükleri genişletir gibi yapmaktan... “Darbe” ise “darp” etmekten geliyor. Cumhuriyet’in kurumlarını, niteliklerini ve daha da beteri toplumsal dokuyu nasıl darp ettiklerini dünya âlem biliyor. Bu iktidarın tüm icraatı zamana yayılı bir “sivil darbe”dir. Arkasındaki halk desteği “darbe” niteliğini değiştirmiyor. 12 Mart’ın da 12 Eylül’ün de arkasında halk vardı. Hem de yüzde 90’ları aşan düzeyde! Öteki darbeler gibi “AKP Darbesi”nin arkasında da Washington var! 28 Şubat Darbesi “Postmodern” ise.. Bu iktidarın özellikle adalet alanındaki icraatı da “Sivil posta bürünmüş postmodern darbe”dir! Başbakan’a Dert Olmak İstemeyen Bir Hemdert “Belli kanser tümörlerine kemoterapi masraflarında, üniversite hastaneleri kapsam dışı bırakılıyor!” Kanser hastaları feryat ediyor: “Demek ki hak arama ve mahkemelerde sürünme sırası bizlere geldi! Gerekirse AİHM’ye gideceğiz” Irk, mezhep, cinsiyet ayrımı duyulmuştu. Kaderde “tümör” ayrımıyla tanışmak da varmış! Kamil Özdemir adlı SSK emeklisi uzun süre “kanser” tedavisi gördü. Bir süre Cerrahpaşa ve Çapa üniversitelerinde kaldı. “Başbakan’ın hastalığından” kuşkulanıldı. Sonunda “karın zarında yaygın bir tümör (mezotelyama)” saptandı. Bu tümörlerde Dokuz Eylül Üniversitesi’nin uzmanlaştığı belirtilerek kendisi İzmir’e sevk edildi. Türk Cerrahi Derneği Başkanı da olan, Profesör Cem Terzi ve ekibi, kendisine çok başarılı bir ameliyat ve kemoterapi uyguladı. Emekli aylığının 4 katı tutarındaki kemoterapi masrafını kendisi borçlanarak ödedi. Çünkü SGK ödemiyordu. SUT adlı tedavi mevzuatına göre, bu tür kanserin tedavi şansı fazla değildi! Oysa o sırada, “kanser ihtimali var!” diye tiryakilerin tıbbi masraflarını devlet üstlenmişti! Hazır Kanserliler kapsam dışı!.. “Adli tıp”taki çarpıklık herkesin malumu.. Buna bir de “tıbbi adalet” acaipliği eklendi! Sağlık Bakanlığı bu çelişkiyi düzeltmeye yöneldi. Ama SGK Komisyonu’nun nedense “Üniversite hastanelerini kapsam dışı” bıraktığı anlaşılıyor! Kamil Özdemir isyanlarda! Tümör seçme özgürlüğüm yok! Özel hastaneye gitmiş de değilim. Uzman üniversite hastanesine sevk ediyorlar! SGK uzman kuruluşu kapsam dışı tutuyor! Eski hastaları, ölmediler diye mi cezalandırıyor! Irk, dil, din, mezhep, cinsiyet ayrımcılığı biliniyordu.. Tümör ve hastane ayrımcılılığını da öğrenmiş olduk! (Küçük bir not: Başbakan’ın ameliyatına, özel uzmanlığı var diye, üniversiteden bir profesör cerrah da girmişti. İyi de oldu. Başbakan da SSK emeklisi.. Üstelik Kamil’i de, tıpkı Cumhurbaşkanı Gül gibi şahsen ve yakından tanıyor. Ama Kamil, SGK Komisyonu’na örnek olmak ister gibi. Haksızlıktan, başkalarının hakkını çiğnemekten uzak duruyor... Ayrımcılık istemiyor! ‘Tam Bağımsız Türkiye...’ Grup Yorum’un “Bağımsız Türkiye için” İstanbul’da verdiği konseri yüz binlerce kişi, coşkuyla izledi. Genç Cumhuriyet, emperyalizme rağmen, “Bağımsız Türkiye” ilkesiyle kuruldu. Ancak... Mustafa Kemal Atatürk’ün “asıl kimliğim” dediği “bağımsız Türkiye”, yarım asır önce başlayan emperyalist güdümlü gerici iktidarlarla, karşıdevrimlerle bozuk para gibi harcana harcana bugünlere geldi. Geriye ne kaldı, malum! Küreselleşme, Anadolu’daki yenilgisinin rövanşını aldı, alıyor... Yugoslavya’da, Irak’ta, Ortadoğu ülkelerinde yaptığı gibi, uluslaşma sürecini durdurmaya, ortadan kaldırmaya çalışıyor. Amaç, enerji kaynaklarını ele geçirme ve pazarı tümüyle küreselleştirme... Emperyalizm, bağımsızlığın boş bir hayal olduğu yalanını pompalıyor. 21. yüzyıla ulaşan bu projenin, bugünün yoğun uygulama alanı, Ortadoğu... Bölünüp parçalanacak... Daha kolay sömürü için güçsüz şehir kentleri kurulacak... Bugünün operasyonu da Suriye... ??? 72. kuruluş yıldönümünü kutladığımız Köy Enstitüleri projesi, ulus olma bilincini, evrensel değerleri de katarak yükseltmekti. Bağımsız Türkiye anlayışıyla yakından ilgiliydi. Yüzde 10’u okur yazar bir toplumda, çağdaş eğitimi, aydınlanmayı amaçlıyordu. Genç Cumhuriyetin eğitim felsefesi, temel olarak üretim içindi. Kul değil özgür birey, ümmet değil çağdaş toplumdu hedef, aynı zamanda demokratik bir düzen. Ve kültür devrimi... Hasan Âli Yücel’in deyimiyle, “Türk vatanının dağlarında, bayırlarında ve kırlarında, hatta en ücra yerlerinde, kendi kendine açıp solan çiçekler bırakılmayacaktı...” Ne yazık ki ancak 14 yıl yaşayabildi aydınlanma ocakları; boğdular... ??? Gerici ve işbirlikçi bir anlayışla kapatılmadan önce, çağdaş ve bilimsel temelde 17 bin 341 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen ve 1248 sağlık memuru yetişmişti ülkede. Onlar, aydınlanma meşalesiydiler. Ömürleri kısa olsa da Anadolu’da, Kemalist, devrimci, ilerici, sol, sosyalist kuşaklar yarattılar. Onlar, 68 kuşağında, 12 Eylül öncesinde “Bağımsız Türkiye” diye haykırdılar, emperyalizme kafa tuttular. Deniz Gezmiş ve arkadaşları gibi, darağaçlarının kuytuları, son nefesleri oldu.. 12 Mart ve 12 Eylül faşist darbeleriyle, Köy Enstitülerinin yüz yüze kaldığı ve bugünkü iktidarın sürdürdüğü bir dizi sivil darbeyle karşılaştılar. Bugün gazeteci, aydın, bilim adamı, politikacı, sivil asker kimlikleriyle Silivri zindanlarında tutuluyorlar... Ama onlar dört duvarları aşıyor. Örneğin İzmir’de TÜYAP Kitap Fuarı’nda Mustafa Balbay, Soner Yalçın ve diğerleri okurlarıyla buluşuyor! ??? Kızılçullu ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu babam Hicri Bey’in aydınlık yaklaşımlarıyla ışıyan bir evde yetiştim. Olağanüstü bir kütüphanede, kültür ve sanat ortamında büyüdüm. Köy Enstitülerinin bugün yaşayan yeni kuşakları gibi, babalarımızdan miras ve ilkemizdir “Bağımsız Türkiye”... TU OKURUN NO im bir sözü nın çok sevdiğ Nikola Tesla’ tapları okuyup anlayanlara ki vardır: “Kutsal an ya da okuyup ateist, okumay ise dindar denir” diye.. anlamayanlara iyi re, okuyup çok Bir de bana gö en dini kullanmayı, geçim ğm anlamalarına ra ı ateist olmaya yeğleyenler ay kaynağı yapm vardır: neticiler, siyasetçiler, yö Din adamları, rler. vs.. ke kapitalistler, as nler ile ye nitelendirile ” Yani “dinci di rı) yönetmede araç olarak rla insanları (dinda yanlar! ÖR kullanıp pazarla Hasan GUNG ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] 12 Eylül Yalanları ve Çelişkileri (2) Ben 12 Eylül etrafında yaratılan yalanlarla yüklü bulutun 2. yazısını yazamadan, gündem bu sefer 28 Şubat davasına kilitlendi. Aslında ikisinde de sistem farklı değil. Hep, birilerinin önyargılı ve hışım dolu tavırlarıyla “geçmiş” masaya yatırılıyor ve “yüzleşiyoruz” masalıyla belirli bir hedef doğrultusunda dava hemen şekillendiriliyor: Daha başlamadan filmin sonu belli! Hemen medya özel jürileri kuruluyor ve kamuoyu fazla itiraz edemeden mahkeme genel gidişatına şartlanıyor. Gerisi, her konuda bilinen tiyatroların devreye sokulması. Ergenekon, Balyoz, Odatv, 12 Eylül, 28 Şubat… Ya da yarın şizofreni daha da tavan yaparsa 27 Mayıs veya… 1923! Hepsi aslında aynı torbaya hizmet ediyor: Cumhuriyet tarihinde ister 90 yıl ya da üç saat önce yaşanmış her şeyi, “laik” Türkiye’de İslamcıların görmek istediği gibi yeniden yorumlamak ve bunun sonucu olarak Cumhuriyet tarihinde yaşanan neredeyse her hükümeti “suçlu” ve “demokrasi haini” ilan etmek. Tabii “mağdur” Menderes, Özal, Erbakan ve AKP hükümetleri hariç! Sonuçta ordu da, CHP de, İnönü de, hatta sağda Demirel de, Mesut Yılmaz da aynı suçtan(!) mustarip: “Laik Cumhuriyeti korumak için önlemler almış (ya da aslında alamamış(!)) olmak.” Hemen ardından hükümetin yaratıcı suçlamalarıyla “nasıl din düşmanlığı yapıldığı, demokrasiye ihanet edildiği” birbiri ardına sıralanıyor. Sonuçta bugün gücü eline geçiren grup, ülkeyi istediği gibi yönetmekle kalmıyor, geçmişimizde yaşanan her şeyi inkâr yoluyla kendine malzeme üretmek için eski günlerin seçmenlerini suçluyor! Geçen hafta söylediğim gibi, tarih bu iktidar kadar, bir ülkeyi salt geçmişte yaşatarak şizofrenik travma eşliğinde altını üstüne getiren başka bir toprak görmedi. 153060 yıl önceki şartlarda yaşananları, yapılmış yorumları geriye dönük şeytani cadı avı suçlamalarına dönüştürme performansını, bugüne kadar en sağ faşistler veya en uç solcular bile becerememişti! Fransa’ya demokrasi ve düşünce özgürlüğü dersi veren hükümetimiz, iki kuşak önce yaşanmış olaylara getirilen ve dönemlerinde genel kabul görmüş yorumları “suç”a dönüştürerek, dünya kamuoyunun alay konusu ve “anakronizm” şampiyonu olmaya HARBİ SEMİH POROY hazırlanıyor… 12 Eylül’e dönersek… Ne demiştik? Nedenlerini ve yaptıklarını ayırmak şart! Bugün 12 Eylül’ü analiz ettiğini iddia edenler nasıl ABD’yi ve ünlü “Yeşil Kuşak” teorisini yargılayamıyorlarsa, o günlerde ülkenin neler yaşadığını da tamamen günümüz rüzgârlarına göre uydurarak yazmaktan öteye gidemiyorlar. Özellikle 19761980 arası günde 40’a varan sağsol cinayetlerin halkta yarattığı yıkımı görmezden geliyorlar. TSK’nin darbeden aylarca önce yaptığı son uyarı yok sayılıyor. Ecevit ve Demirel’in “sıfır” diyalogla bir terör yasası çıkaramadıklarını ve bir Cumhurbaşkanı’nın 115 turda seçilemediğini unutturmak istiyorlar. Parlamento bu felci geçirirken ailelerin otobüs duraklarından biricik çocuklarının cesetlerini topluyor olmasını saklıyorlar. Ne deniyor? “Efendim terör 13 Eylül’de durduğuna göre birileri zemin hazırlıyordu.” İnsaf ya! TSK 10 yıl boyunca askerlerini sağcı ve solcu öğrenci kılığına sokup binlerce kişiyi de provokasyon diye öldürecek ve bunun kokusu bizim ülkede çıkmayacak, öyle mi? Ya da on yıl bu senaryoyu oynayan TSK, iki yıl sonra iktidarı bırakıp gidecek? O zaman neden ülkeyi 40 yıl yönetmediler? Ordu geldiğinde medya ve halkın çoğu mutluydu. Siz deyin ki “perde arkasını” anlayamıyorlardı! Ama onlar 13 Eylül’de nefes alabildiler ve bu hayatiydi! Bunları gizlemenin anlamı yok. Ardından, 12 Eylül’ün karanlığı, ülkeye çökmeye başladı. Parti kapatmalar, işkenceler, yakılan kitaplar, yüz binlerce tutuklu ve aranan insan, yok edilen bir demokratik altyapı, girişilen bir aydın avı… Ötesi de vardı tabii: “Yeşil Kuşak” teorisinin emrettiği şekilde ülkeyi “gomonistlerden” kurtaracak imanlı kuşaklar yetiştirmek! Nedir bugünkü sahte yakınmaları? Nasıl eskiden tüm ortada kalmış suçlar, sahipsiz, uydurulmuş garibanlara yüklenirdi ise, kimi mağdur ailelerin bu furyada “vurun kahpeye” emri doğrultusunda, öldürülen babalarının katilini de ordu içinde aramaya kalkmaları, bu ülkede artık tarihmantıkbellek üçgeninin buhar olup uçtuğunu fazlasıyla kanıtladı. İnsaf! Bu kadar mı kolektif histeriye, lince ve kuklacılığa hazırsınız? Toplumsal hafızayı yok edip, tarihi baştan yazanlar, anlaşılan hedeflerine ulaşmışlar… Allah kabul etsin! HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Ermeni 1 mutfağına öz2 gü bir tür aşure. 2/ Saç kıv 3 rımı... Cennet 4 ile cehennem 5 arasında bu 6 lunduğuna inanılan yer. 3/ 7 Divan şiirinin 8 ölçüsü... Bir 9 nota. 4/ Kon1 2 3 4 5 6 7 8 9 ya’nın bir ilçesi. 5/ 1 K A Y G A N A K Japon lirik dramı... 2 A M O R T İ S Ü Boğa güreşçisinin K A Y A Ş boğayı şaşırtmak ve 3 T E L T I G A L A yormak için kullan 4 A L A Z A T dığı kırmızı kumaş 5 L E K E parçası. 6/ Güvenilir 6 O O N A R I M U S olma durumu. 7/ Es 7 J O J O B A 8 İ B A R E Ö R Ü ki bir Türk sanatı 9 A N S A R A T olan kâğıt oymacılığına verilen ad... İcar. 8/ Parola... Azerbaycan’ın para birimi. 9/ Nâzım Hikmet’in bir oyunu... Üstün bir yetkinin gücünü simgeleyen değnek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çipura balığına verilen bir başka ad. 2/ Çıplak vücut resmi... Uyuşturucu bir madde. 3/ Sivas’ın bir ilçesi... Eski bir Hint tanrısı. 4/ Şamatacı, edepsiz. 5/ Hz. Muhammed önderliğindeki Müslümanlarla Mekkeliler arasında 625 yılında yapılan savaş... Bir nota. 6/ Büyük ve dikdörtgen bir salondan oluşan Hıristiyan kilisesi. 7/ Tümör... Gözün ağtabakası. 8/ Sergen... Yamaçlarda görülen basamak biçiminde yeryüzü şekli. 9/ “Kılık kıyafet, giysi” anlamında argo sözcük... Soyundan gelinen kimse. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle