19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 NİSAN 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI bir kunduz var! A Evimde [email protected] www.ahmetarpad.de C MY B C MY B partmanımızın arka kapısından 5 adım atınca patikamız başlıyor. Yaklaşık 10 dakika yürüdükten sonra içinde kunduzların yaşadığı küçük göller sıralanmaya başlıyor sağımda. Artık ziyaret için doğru saatleri de öğrendiğim için evden kunduz görmeye diye çıkabiliyorum. Alaska’ya yerleşmeden önce hiç kunduz görmemiştim ama dişledikleri ağaçlarla karşılaşmıştım. “Sizin ormanın ilk yontucuları kunduzlarmış” demiştim eşime. O da kunduz dişlerinin oyma yaparken kullanıldığını anlatmıştı. Ayılarımızın çoğu halâ kış uykusunda. Kunduzlarımızın da hava iyice ısınmadan, gölün üzerindeki buz tabakası erimeden dışarı çıkmaya niyetleri yok. Ara ara sonbaharda biriktirdikleri ağaçları evlerine götürmek için dışarı çıkıyorlar o kadar. Ancak ne gam, nasılsa evimde bir kunduz var! Uykusuzgillerdenim ama beni uyandıran kunduzumun ağaçları dişleme sesi ise gülümseyerek kalkıyorum. Özellikle bu sesi uzun süredir duymadıysam. Evimiz ağaçların kokusunu içine çeker, üzerimize sarı tozlar yağarken kimi zaman sessiz; kimi zaman hızla sıraladığım sorularla sesli; kunduzu izliyorum. Ağaçta ona görüneni bana da görünür kılan eşimi. Onun dişleri, elleri. Elleri ve oyma bıçakları. İlk bıçağını kendisi de bir kuzgun olan halası vermiş ona. 9 yaşındayken. O gün bugündür onun elindeki bıçak, benim elimdeki kalem gibi. Yokken de var. Yokken de keskin ve parlak. Evimizin her yanında; ağaç, bakır, kâğıt üzerinde kuzgunun işleri... Tlingitler Kuzgun ve Kartal olarak 2 ana klana (moiety) ayrılıyorlar. Onun altında da klanlar ve haneler var. Eşim en genel söyleyişe göre bir Kuzgun, ancak kim olduğunu daha ayrıntılı söylemesi gerektiğinde klanını ve bağlı olduğu haneyi belirtiyor. Tlingitler anaerkil olduğu için eşim de annesi gibi Luk’naxadi (KuzgunKoho Somonu) klanından. Babası ise yine Tlingit kabilesine ait Deisheetan (KuzgunKunduz) klanından. Gördüğünüz gibi eşim gerçekten de bir kunduzun oğlu! Pazar yazıları vinyetinde, adımın altında yer alan Gece Kuzgunu isimli ALASKA maske de eşimin elinden doğma. Eşim ülkemizde yaşadığı 9 yıl boyunca da tabii ki dayanamamış ve tatlarını yadırgasa da eline geçirdiği kimi ağaçları ÖZGÜR KEŞAPLI kemirmişti. Onları DIDRICKSON İstanbul, Ankara, İzmir ve Burhaniye’de açtığımız sergilerde Kızılderilileri çok seven ama aslında çok az tanıyan bizlerin ilgisine sunmuştu. Sergi kataloğundan kısaca alıntı yapmak isterim: “Tlingit yerli sanatı, dünyada iyi tanınan ve birçok müzede örnekleri bulunan ‘Kuzeybatı Pasifik Sahili Yerli Sanatı’ içerisinde değerlendirilebilir. Totem sanatı olarak da bilinen bu yerli sanatının geçmişi 1700’lerde Alaska’ya ilk kâşiflerin gelmesinden öncelere kadar gidiyor. Popüler görüşün aksine totemler sadece Tlingit, Haida ve Tsimshian gibi Kuzeybatı Pasifik sahilinde yaşayan bazı kabileler tarafından yapılıyor. Metal aletler ve modern boyalar sanatın özgünlüğünü kaybetmesine neden olmamış, aksine 19. yy’a kadar daha çok ve güzel eserler yapılmasını sağlamış. 1800’lerin sonundaki ve 1900’ların başındaki dini ve sosyal inanışlar kısa süre öncesine kadar bu sanatın sınırlandırılmasına neden olmuş. Bugünlerde yerlilerin geleneklerine ve kültürlerine karşı bir uyanış ve bu sanata geri dönüş görülüyor. Yapılan eserlerin çoğunda aile sembolü ya da klan olarak görülen bir hayvan ya da mitolojik bir yaratık resmedilir ve totemlerden çanak ve kaşık gibi gündelik eşyalara kadar birçok nesnede bu desenlere rastlanır.” Kışın Juneau çok hareketli. Her hafta birkaç tane ücretsiz etkinlik yapılıyor. Yaban hayatı üzerine sunumlar, film gösterimleri, klasik müzik dinletileri… 25 Ocak’ta eşim Alaska Yaban Hayatı Birliği etkinliği olarak “Tlingit yerli sanatında doğanın izleri” isimli bir sunuş yapmıştı. İlk fark ettiğimde çok şaşırmıştım, şimdi alıştım. Burada bir sürü kişi Tlingit kültürü ve sanatı hakkında çok az şey biliyor. Kimi zaman da yanlış şeyler biliyor. Geçen yıl katıldığım bir çalışma sırasında orka balinalarının sırt yüzgeçlerinin su üzerine çıkışı ve yeniden batışını Orka klanı yerlilerinin dansına benzetmiştim. Onaylayacaklarını sanarak bunu söylediğim teknedeki Alaskalıların hiçbirinin bu dansı izlememiş olduğunu öğrendiğimde ne çok şaşırmıştım. Bu sunuş bu açıdan çok önemliydi. Eşimin elinden doğma Tlingit sanatı örneklerini Beyoğlu’ndaki ArkeoPera Kitabevi’nde görebilirsiniz. Tlingit sanatı ve kültürü ile tanışmak isteyenler www.jnodidrickson.com adresini de ziyaret edebilirler. “Kuzgun öykülerinden yaratılar” isimli belgeselimizi de bu adresten izleyebilirsiniz. almö’de “Ne kiliselik, ne camilik” bir grup İranlı, bu yılki Nevruz’u bir kilisenin salonunda toplanarak kutladı. Beni de çağırdılar. Giderken taşlarımı da cebimde götürdüm. İlk önüme gelene “Nevruz’u kutlayacak başka yer bulamadınız mı, ağa can?” dedim. Törene kilise papazı da katılmıştı. Papaz efendi, bir de söylev verdi. Din/insan ilişkilerini tarihsel süreç içinde özetledikten sonra, Nevruz söylencesinin yaratıcısı “Demirci Kava” hakkında bilgisi olduğunu söyledi. “Solcu papaz” diyorlarmış ona; bir insanın, hem “solcu”, hem “papaz” olabilmesine akıl erdiremedim. Yaşadıkça daha neler görecektik... Kan çekti herhalde, konuşmalar sürerken esmer bir kız geldi, oturdu yanıma. Salondakileri incelerken gözlerim ara sıra ona da takılıyordu. Kısa saçları, yuvarlak bir yüzü; iri, simsiyah gözleri vardı. Ara verildikten sonra elini uzattı, İsveççe, “Benim adım Feride” dedi. “Aaaa!” dedim, “Feride, Türk adı. Bu adı İranlılar kullanıyor demek ki!?” “Ben İranlı değil, Türkiyeliyim” dedi. İki elinin arasında tuttuğu kitaba baktım: “İncil’i mi inceliyorsun?” “Evet, ayinlere de katılıyorum, ben Hıristiyanım.” Küçük bir duraksama geçirdim: “Mardinlisin o zaman, Süryani olmalısın?” “Hayır! Alevi kökenli bir aileden geliyorum ben” dedi. Türkiye’den geldiği ili, ilçeyi söyledi... Son zamanlarda din değiştiren o kadar M Yitik kuşaklar... çok insan var ki... Lisede okuyan küçük ilişkisinin etkili olabileceğini kızımın en iyi arkadaşlarından biri, düşünüyordum. O ise başka şeyler anlattı: Cezayirli, başı türbanlı bir Arap kızıdır. “Sizler, idealleri, hayalleri olan şanslı bir Katolik inancına bağlı Polonyalı annesi, kuşakmışsınız. Babamın da ölünceye dek babasıyla evlendikten sonra Müslüman tutkuyla sarıldığı bir ideolojisi vardı. olmuş ve türban takmaya başlamış. Baba, Sürekli olarak, ‘dünyayı güzelleştirmekten, genç yaşta, birkaç yıl önce öldükten sonra da değiştirmekten’ söz ederdi. Bize bir din kadın türban giymeyi sürdürmüş. aşılamaya çalışmadı. Kızımın arkadaşı ara sıra evimize de Aleviliğe de dinsel bir anlam MALMÖ gelir. Sessiz, hüzünlü bir hali var. yüklemedi. ‘İnsanları Zaman zaman ağlayarak, babasını yakanlarla inanç akrabalığı özlediğini söylermiş kızıma... Feride içinde olmayı’ istemiyordu. ile konuşurken, bu film kareleri Dört kardeştik. Aklımız hızla gelip geçti gözlerimin ermeye başladığında, o ALİ HAYDAR önünden... ‘güzel dünya’ hayallerinden NERGİS Feride’nin dramı bir başkaydı... payımıza bir şey Sivas katliamında çok sevdikleri bir kalmamıştı.” yakınlarını yitirmişler. Olaydan sonra, baba, İsveç’te, Fadime Şahindal adlı bir genç eşini ve çocuklarını da alarak ülkeyi terk kızın babası tarafından öldürülmesi, etmiş, İsveç’in kuzeyindeki Uppsala kentine Feride’nin yaşamında bir kırılma noktası yerleşmişler. Geldiklerinde Feride 2 olmuş: “Fadime Şahindal, Uppsala yaşındaymış. Şimdi 21 yaşında, Lund Üniversitesi’nin sosyoloji bölümünde Üniversitesi’nde okuyor. Gerçek adı da okuyordu. Elbistanlı, Alevi kökenli bir Feride değil; kilise çevresinde bu adla ailenin kızıydı. İsveçli bir gençle tanınıyor. Feride’nin din değiştirmesinde, arkadaşlık yaptığı için, 2002 yılında, yaşadığı travmaların veya bir gönül babası tarafından vurularak öldürüldü. O zamanlar, ben, 1112 yaşındaydım. Fadime’yi tanıyordum. Olaydan sonra çok sarsıldım... Türkiye’dekiler yakıyor, buradaki inanç akrabaları ise kızlarını öldürüyor. Kafa, aynı kafa!..” İsveç’e geldikten sonra Türkiye’ye hiç gitmemişti, “Bu kadar önyargılı olmamalısın; tek tek olayları böyle genelleştiremezsin. Doğduğun topraklara yeniden gitmeyi denesen, önyargılarından kurtulursun belki...” dedim. Gözlerinde inatçı bir kararlılık ifadesi vardı: “Hayır, gitmem!” dedi; kesin bir dille... George Bush’un başlattığı yeni “Haçlı Seferi”, bazı Müslüman ülke yönetimlerinin de desteğiyle, sadece savaş boyutlarıyla değil, kültürel ve psikolojik boyutlarıyla da etkisini sürdürüyor. “İslamofobi”, dünyanın her yerinde yaygınlaşıyor. Fazla bir dinsel kaygısı olmayan İsveç’te bile, “Müslüman” deyince yüzünü asanların sayısı çoğalıyor. Kilisenin çanları uzun uzun çalmaya başladı. Yan taraftaki büyük salonda pazar ayini başlıyordu. Feride, ayine katılmak için yanımdan ayrıldı, ilahilerin okunduğu salondaki kalabalığın arasına karışarak kayboldu... İranlı arkadaşlarıma baktım... Onlar da, dağıttıkları Nevruz aşının boş tabaklarını toplama uğraşı içindeydiler. [email protected] Avrupa sosyal modelinin geleceği tartışılıyor erbest piyasa ekonomisi alarm vermeye başladı. “Avrupa’nın üzerinde kara bulutlar kol geziyor.” Avrupa borç krizi küresel ekonomiyi tehdit eder hale geldi. Artık “Avrupa’nın üzerinde kara bulutlar kol geziyor” demek için Marx gibi Komünist Manifesto yazmak gerekmiyor. Herkes durumun farkında olmasına karşın sıra çözüme gelince kendi çıkarları doğrultusunda önerilerde bulunuyor, “kendine yontmak” deyiminin içini dolduruyor. İş dünyası ve özellikle de liberaller istedikçe daha fazlasını istiyor. Avrupa hükümetleri kemerleri sıktıkça sıkıyor. Sıkılan da genellikle emekçinin ve gariban halkın kemeri oluyor. Krize yol açmadığı halde faturayı ödeyen halka her geçen gün yeni faturalar çıkartılıyor. Neoliberalizmin kucağına oturtulmak üzere olan Belçika’da, ultra liberaller utanmadan neokomünizmden bahsedebiliyor. Bir diğeri ise gözünü temel hizmetlerin herkese sağlandığı sosyal özelliği. Bizim olumlu bulduğumuz tek çözüm yolu güvence konusunda örnek olan Avrupa sosyal da bu! Bay Draghi’nin görev ve yetkilerinin dışına modeline dikiyor. Daha geçenlerde Amerikan Wall çıkarak böyle siyasi bir açıklama yapması kabul Street Journal gazetesine konuşan Avrupa Merkez edilemez.” Çalışanların sözcüsü Sendika lideri De Bankası (AMB) Başkanı Mario Draghi “Avrupa Leeuw “Tüm grafik ve rakamların arkasında her sosyal modeli tarih oldu” derken, Flaman iş zaman insanlar var diye düşünüyoruz. Bizim için dünyasının önemli isimlerinden Julien De Wilde insanların, özellikle çalışanların ilerlemesi öncelikli. “Belçika neokomünizm yolunda ilerliyor” şeklinde Yoksa ‘Avrupa Birliği’ bir anlam ifade etmez. konuşarak sosyal modeli hedef gösterdiler. AMB Avrupa, insanlara daha iyi yaşam koşulları Başkanı Draghi, Avrupa’nın eski sosyal yapısının sağlamak için hizmet etmeli. Başka türlüsü sosyal tamamen değişeceğini, ömür boyu iş olarak kabul edilemez. Ekonomik olarak güvencesi, yüksek maaş döneminin geri da en güçlü modeller insanlarla gelirleri BRÜKSEL dönmemek üzere gittiğini savundu ve arasında güçlü eşitliğin olduğu ve sosyal Avrupa ülkeleri açısından kemer sıkmadan güvencenin bulunduğu Avrupa modelleri. kaçmanın imkânsız olduğunu belirtti. Sosyal İskandinav ülkelerine bakın. Avrupa’nın modele saldıranlara en uygun cevap ise bu ülkeler yönünde ilerlemesi lazım. doğal olarak çalışanların temsilcilerinden, Bizim burada bildiğimiz, Belçika’da, sendikalardan geliyor. Alınan sıkı tasarruf Almanya’da, Fransa’da ve İtalya’da ERDİNÇ UTKU uygulanan sosyal modeller de güçlü. önlemlerine karşı sokaklara dökülerek mücadele eden ve “sendika ve grev karşıtı Şimdi bay Draghi’nin de aralarında hava estirilmeye çalışılmasına karşın” Di bulunduğu siyasi çoğunluk tarafından Rupo hükümetinin kararlarını etkilemek için çaba hedef gösteriliyor, eleştiriliyor. Bu ekonomik olarak harcayan sendikalardan Sosyalist Sendika’nın Flaman izlenmesi gereken bir yöntem değil. İyi maaş verilen kanadı ABVV Başkanı Rudy De Leeuw “Julien De işler, kaliteli ürünler, iyi hizmet sağlanması, iyi Wilde, işverenlerin daha sağda olan kanadından. kamu hizmetleri sağlanması... Bunlar bizim sosyal Bu söylem yeni değil. ABD’den Çay Partisi modelimizin güçlü tarafları. Bu yönde ilerlemeliyiz” oluşumunun söylemi. Muhafazakâr ve ultra diye açıklıyor görüşlerini. liberallerden oluşan bu grup Batı Avrupa’yı neoBelçika’daki tasarruf önlemleri ve son olarak da komünist olarak görüyor. Aksine Belçika’da liberallerin, maaşların enflasyon oranına neoliberal politikalar uygulanıyor. Buna rağmen endekslenmesine son verilmesini istemesine de “Körü neokomünizmden bahsediyor! Çok abartılmış bir körüne tasarruf yapılmasına, tasarruf ideolojisine açıklama” diyerek yanıt veriyor neokomünizm son verilmeli. Bankalar ve spekülatörler tarafından saçmalamasına. Draghi’ye ise sert çıkıyor: çıkarılan krizin faturasını çalışanlar ödememeli” “Ekonomik ve sosyal olarak Draghi’nin diyerek tepki gösteriyor. “Tüm grafik ve rakamların söylediklerini doğrulamak mümkün değil. Avrupa arkasında her zaman insanlar var” diye düşünülen sosyal modeli eşitsizlikle mücadele ediyor, sosyal “insanca politikaların” sonu mu geliyor yoksa? güvence sağlıyor. Bu model, büyümeye ve “Avrupa’nın üzerinde kara bulutlar kol geziyor” ve Avrupa’nın zenginliğine katkıda bulundu. Avrupa “insan”ı her fırsatta hatırlatmak da sendikalara ile aynı kalkınma düzeyinde olmamakla birlikte bu düşüyor. Tercih ise gayet basit: “Avrupa, insanlara modeli örnek alan çok sayıda başka ülke var. daha iyi yaşam koşulları sağlamak için hizmet Örneğin Brezilya gibi ülkeler eşit ve adil bir şekilde etmeli.” Şimdi olduğu gibi sermaye sözcülüğü büyümek için Avrupa’yı örnek alıyor. İyi bir yapmamalı! ekonomik büyüme için ön koşul sosyal güvence ve eşitlik. Bu, Avrupa sosyal modelinin tipik bir [email protected] Yanlış beslenme ve kanser lkyaz insanoğlunun canına can katıyor! Kışın geride kalıp güneşin kendini daha çok göstermesiyle, havaların ısınmaya başlayıp doğanın canlanmasıyla insan yeniden doğmuş gibi oluyor! Her yıl bu haftalarda kendisini tam otuz yıldır tanıdığım doktoruma gidip bir görünüyorum, baştan aşağı bir denetimden geçiyorum. Bu bir “teknik bakım” tam anlamıyla! Tepeden tırnağa, içten dıştan... Doktora gitmek için hasta olmayı beklemeye gerek yok. Hele onlarca yıl çalışan “makine” eskimeye başlayınca “checkup”lar sıklaşıyor, erken tanının önemi artıyor. Bu nedenle son on beş yılda mart ayının birkaç gününü değişik muayenelere ayırmak gerekiyor. Bu yıl da her zamanki değişik kontrollerle testlerin ardından görüşmek üzere doktorun karşısına oturdum. Yardımcısının masasına koyduğu dosyadaki bir sürü kâğıda ve grafiğe uzun uzun baktıktan sonra başını kaldırıp gülümsedi ve her yıl söylediğini tekrarladı: “Yaşınıza göre iyi sayılırsınız! Her şey yolunda.” Ve ben tam rahatlamış doktora veda etmeye hazırlanırken; “Sizinle konuşmak istediğim bir şey daha var!” dedi. Bu kez gülümsemiyordu. Ciddileşmişti nedense. “Hayrola?” diye sordum, biraz meraklı, biraz da ürkek. “Merak etmeyin, pek sizinle ilgili değil” dedi. Gülümsemesi yüzüne geri gelmişti. “Bu yıl da kalın bağırsak kanseri ile ilgili bir kampanya başlattık da... Elli yaş üzeri bütün hastalarımızın dikkatini bu ölümcül hastalığa çekiyoruz. Sizde yapılan testlerde herhangi bir şey görülmedi, fakat bir de kolonoskopiyle yapalım. Ne dersiniz?” Günümüz Almanya’sında çoğu insan sağdan soldan aldığı abur cuburla ayaküstü karın doyuruyor. Genci yaşlısı, zengini fakiri, kadını erkeği, STUTTGART sokakta, trende, otobüste, tramvayda, metroda bir şeyler yiyip içiyor. Son yıllarda kıyıntı büfelerinin sayısının gittikçe artması da dikkat çekici. Yanlış AHMET ARPAD beslenen toplumu yakın gelecekte değişik hastalıklar bekliyor. Bu hastalıkların başında da bağırsak kanseri geliyor! Yorgunluk, iştihsazlık, kilo verme, dışkıda kan, kabızlık gibi belirtilerle başlayan bu hastalığa yakalanmamamın tek yolu doktorumun da söylediği gibi belli dönemlerde yapılan testler. Almanya’da yapılan açıklamalara göre bağırsak kanserine yakalanma riski (en çok da erkeklerde) 40 yaşından başlayarak her on yılda bir ikiye katlanıyor! Tarama testindeki erken tanıyla eski sağlığına kavuşma şansı yüzde doksan, hastalık ilerledikten sonra bu şans yüzde kırka düşüyor. Hastada bu kanser tespit edildiğinde bağırsakta tümörlü olan parça –kimi zaman 30 santime kadar– ameliyatla alınıyor. Doktorum sohbete dönen konuşma sırasında büyük medya patronu Burda’nın bu amaçla 2001 yılında kurmuş olduğu büyük vakfa da dikkatimi çekiyor. Bu ölümcül hastalığın nedenlerine gelince, en büyük tehlike günümüz insanlarının yanlış beslenmesinde yatıyor! Beslenme alışkanlığının giderek endüstriyel gıda maddelerine kayması bağırsak kanseri riskini arttırıyor. Alkollü içkiler, sigara, çok kırmızı et, yağlı yemekler, fastfood, düzensiz beslenme ve az hareketli bir yaşam bu ölümcül hastalığın başlıca nedenleri. Az lifli besin maddeleriyle bol sebzeyi, baklagilleri, bol meyveyi ve kepekli unla yapılmış yiyecekleri tüketenlerin, kırmızı et yerine tavuk ve balık etini yeğleyenlerin ve de bunu ömür boyu yapmış olanların kalın bağırsak kanserine yakalanmaları hemen hemen mümkün değil! “Ben onlarca yıldır hep böyle besleniyorum, yine de mi kolonoskopik test?” diye soruyorum. “Biliyorum” oluyor yanıtı, “fakat yine de bir düşünün derim!” Yakındaki Mannheim’da ilginç bir sergi var: “Beslenmenin Endüstrileşmesi”... Bir gidip görmeli! Almanya’da her yıl yetmiş üç bin insan kalın bağırsak kanserinden ölüyor! İ S
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle