19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
5 MART 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Alt Komisyonu, Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nda değişiklikler yaptı Grev çadırına izin çıktı ? Tasarıyla yüzde 10 olan işkolu barajı yüzde 3’e indirilmiş ve uygulamanın 5 yıl sonra yürürlüğe girmesi öngörülmüştü. Komisyonda yapılan değişiklikle işkolu barajının 5 yıl sonunda kademeli olarak yüzde 1’e indirilmesi benimsendi. MUSTAFA ÇAKIR ANKARA Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu içerisinde oluşturulan alt komisyon, işçilerin temel yasalarından olan Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısı’nda değişiklikler yaptı. Tasarı yapılan değişikliklerle birlikte çarşamba günü ko misyonda ele alınacak. Komisyonun CHP’li üyesi, İstanbul Milletvekili Süleyman Çelebi’nin verdiği bilgiye göre tasarıda yapılan değişiklikler şöyle: Noter şartı kalktı: Tasarıda sendikaya üyelikte ya da istifa halinde noter şartının kaldırılması öngörülüyordu. Türkİş, en azından istifa halinde noter şartının devam etmesini istiyordu. Komisyon görüşmelerinde de bir değişiklik olmadı. Sendikaya üyelikte ve istifada noter şartı kaldırıldı. Çadır kurulabilecek: Alt komisyon grev yasaklarında da bazı değişiklikler yaptı. Harb iş kolundaki grev yasağı kaldırıldı. Tasarıdaki, “hava ulaşımı alanında faliyet gösteren işyerleri veya işletme lerde grev esnasında işveren faaliyetin yüzde 40’ını sürdürebilir” hükmü de kaldırıldı. Tasarıda grev sırasında çadır kurulmasına ilişkin de bazı yasaklar vardı. Alt komisyonda yapılan değişikliklerle grev çadırları yine kurulabilecek. Temsilcilere güvence: İşyeri temsilcilerine sağlanan güvenceler tasarıda yer almamıştı. Alt komisyonda işyeri temsilcilerine yeniden güvence sağlandı. Buna göre işten atılan, ancak işe iade davasını kazanan işyeri temsilcilerine, işveren işe başlatmasa dahi maaşlarını ödeyecek. Ayrıca 30 kişinin altında işçisi olan işyerleri için de yeniden sendikal güvence getirildi. İşkolu sayısı 22 oldu: Tasarıyla işkolu sayısı 28’den 18’e indirilmişti. Değişiklikle 4 işkolu eklenerek sayı 18’den 22’ye çıkarıldı. Tasarıda gıda, tarım, ormancılık bir işkoluydu ancak komisyonda gıdatarım ayrıldı. Büro, eğitim, güzel sanatlar da tasarıda tek işkolu olarak yer alı yordu. Ancak komisyonda güzel sanatlarla, eğitim ayrıldı. Gemi işkolu tasarıda metal işkoluna alınmıştı. Komisyonda yine eski haline getirildi. Çelebi, işkollarının sayısının arttırılmasına karşı çıktıklarını söyledi. Kurultaylar Sonrasının Sorumluluğu CHP’de geçen hafta üst üste yapılan iki kurultayın bir sonucu var: Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun kişisel kesin zaferi. Bu sonuç, içinde çok ağır sorumlulukları taşıyor. Asıl konu bu sorumlulukların nasıl yerine getirileceğidir. ??? Ayrıntıya girmeden belirtilmelidir ki, yapılan tüzük değişiklikleri, kimi yönleriyle parti içi demokrasiyi güçlendirecek özellikler içeriyor. Ancak örgütlerin güçlendirilmesi ve özellikle önseçim konusundaki açılım çok sınırlı kalıyor. Oysa CHP parti içi demokrasiyi tüm boyutlarıyla yaşama geçirerek hem diğer partilerin demokratikleşmesinin örnek öncüsü olabilir, hem de ülkede gerçek demokrasinin yerleştirileceği yönünde topluma çok güçlü bir biçimde güven verilmiş olurdu; yazık ki bu olanak kaçırılmıştır. Yine de yapılan olumlu değişikliklerin tam olarak uygulanmasına özen gösterilmesi gerekiyor. ??? İlk genel başkan seçilmesinden sonra Kılıçdaroğlu, bugüne kadar geçen yaklaşık 21 aylık sürenin, son on beş ayı boyunca, parti içinde herhangi bir örgütlü muhalefetle karşılaşmadı. Buna karşın, parti içinde büyük bir muhalefet varmışçasına, “Brütüsler, yok olacaklar; çizmemi giyeceğim” gibi söylemler geliştirilmiş; başta İstanbul olmak üzere il ve ilçe yönetimleri, kadın ve gençlik kolları sürekli olarak değiştirilmiş; örgütlerde bu uygulamadan doğan sıkıntılar neredeyse süreklilik kazanmıştır. Kılıçdaroğlu, bugünden başlayarak, parti içi suçlama ve uygulamalardan kesinlikle vazgeçmeli, birleştirici olmalı ve yönetiminin enerjisini dışa dönük çalışmalarda harcamalıdır. ??? CHP’nin asıl sorunu düşünsel kimlik sorunudur. Acı ve de açık bir gerçektir ki, CHP Kılıçdaroğlu yönetiminde hızla sağcılaşmış; başarısız olmuş DYPANAP’ın liberal çizgisine ve giderek dinci sağa yakınlaşmaya özen gösterilmiştir. Partinin kendi varlık nedeni olan Cumhuriyetin değerlerinden ve sosyal demokrasinin evrensel ilkelerinden uzaklaşıldığı izlenimi verilmiştir. O kadar ki muhalefetteki CHP, ilginçtir, hesap soran değil, kendi geçmişi sürekli sorgulanan; kendisinden hesap sorulan; günah çıkaran bir konuma taşınmış, her türlü siyasi yanlışın kaynağı yapılmış; ömrünü CHP düşmanlığıyla geçirenlerin yol göstericiliğine gereksinim duyulmuştur. Kurultay konuşmalarında CHP’nin geçmişine sahip çıkan tutumu ve özellikle de solcu söylemiyle en büyük alkışı alan Kılıçdaroğlu, bu söylemlerine sahip çıktığını bundan sonraki uygulamalarıyla kanıtlamak zorundadır. Yinelemekte yarar var: CHP, sağcılaşarak güçlenemez! ??? Açıklamalardan CHP’nin tüzükten sonra program çalışmalarına başlayacağı anlaşılıyor. Bu bağlamda bir yol haritasından ve yeni CHP’den söz ediliyor. Doğrusu, yeni bir Türkiye var! On yıl boyunca dini siyasete alet eden AKP iktidarının adım adım yarattığı bir Türkiye’dir bu! AKP eliyle Türkiye’nin üstüne örtülen ve giderek kalınlaşan dinci sağ gömlek söz konusudur. Devlet yönetiminin tüm birimleri ve kurumları; askeriye, yargı ve üniversite, AKP’ye göre biçimlendiriliyor; eğitim tümüyle o yönde nitelik değiştiriyor; basın, kendi partisinden olmayan yerel yönetimler yoğun baskı altında; yüzlerce genç, seçilmiş milletvekilleri hapiste tutuluyor. Üstelik tüm bu oluşumların altyapısı olarak, sermaye, son halkoylaması sırasında Başbakan’ın bizi sevindiriyor dediği biçimde el değiştiriyor. Gerçekte, bu yeni Türkiye’nin yüzü, kadınerkek eşitliği, insanın özgürleşmesi ve bilimsel bilginin öncülüğünde yeniliğe ve ilerlemeye dönük değildir. AKP, niteliği gereği eskidir. CHP programı, AKP’nin topluma giydirmekte olduğu ve giderek kalınlaşan gömleğin yerine geçecek çözümleri içermelidir. Program, Cumhuriyetin temel değerlerine; çağdaş solun ana yaklaşımlarına; bilimsel bilginin yol göstericiliğine dayandığı oranda, yarının gerçekten yeni Türkiye’sinin temellerinin atılmasını sağlayabilir. Programın hazırlanmasında örgütlere de danışılacağı söyleniyor. Bu noktada küçük bir not düşmeliyim. Geçmişte, SHP döneminde 1986’da yapılan bölge toplantıları, Anadolu Konuşuyor adı altında yayımlandı; benzer bir yöntemle 19992000’de Halkla Birlikte Çözüm çalışması gerçekleştirildi. Bugün de aynı yöntem kullanılarak, örgütlerin güncel sorunlara çözüm önerileri geliştirmesi yoluna gidilebilir. TL’yi Avro ile karıştırdılar Türkiye satılık otel cenneti oldu EDİRNE (AA) Edirne’de Türk Lirası’nın yeni simgesini etiketlerine yazan balıkçılar, Bulgar ve Yunan turistlerin simgeyi Avro sanmaları sonucu geri adım atarak etiketlerinde TL’nin kısaltmasına da yer verdi. Balıkçı Yasem Eren, Edirne’nin sınır kenti olması nedeniyle kente çok sayıda Bulgar ve Yunan turist geldiğini, yabancıların yeni simgeyi tanımadığını kaydederek “Türk Lirasının yeni simgesini kısa süre içerisinde etiketlerimize işleme kararı aldık. Yalnız bu süreçte küçük bir sorunla karşılaştık. Özellikle Yunanistan ve Bulgaristan’dan gelen müşterilerimiz yeni simgeyi Avro’ya benzetince fiyatları çok pahalı buldular. Biz de durumu fark ederek iki simgeyi bir arada kullanma kararı aldık” dedi. MKEK’den 165 milyon TL kâr Ekonomi Servisi Makina Kimya Endüstrisi Kurumu (MKEK), ABD ve Almanya dahil 29 ülkeye silah ve mühimmat satarak kâr rekoru kırdı. Geçen yılki net kârını, önceki yıla göre yüzde 180 oranında arttırarak 165 milyon liraya çıkaran MKEK, tarihinin en yüksek kârını elde etti. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin her çeşit silah, mühimmat, roket ve patlayıcı madde ihtiyacını karşılamak üzere görevlendirilen kurum, 2010’da 650 milyon lira olan satış rakamını, geçen yıl 850 milyon liraya yükseltti. MKEK’nin en fazla silah ve mühimmat sattığı ülke 44.6 milyon lirayla Suudi Arabistan olurken bu ülkeyi 17.2 milyon lira ile Bahreyn, 7.1 milyon lira Umman izledi. MKEK’nin, Milli Savunma Bakanlığı, kuvvet komutanlıkları, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan aldığı siparişlerin toplamı da 350 milyon 832 bin liraya ulaştı. Kurum 2011’de 630 milyon liralık da ihracat sözleşmesi imzaladı. MKEK, “Milli Tank Altay”, “Modern Milli Piyade Tüfeği”, “Modern Makinalı Tüfek”, “Keskin Nişancı Tüfeği”nin de aralarında yer aldığı 127 ArGe projesi ile ilgili faaliyetlerine devam ediyor. Ekonomi Servisi Türkiye’ye son yıllarda gelen yabancı turist sayısında artış yaşanırken satılığa çıkarılan otel sayısı 2011’de bir önceki yıla göre yüzde 50 arttı. Otellerin ortalama satış fiyatı da 1 milyon TL’den 3 milyon TL’ye çıktı. “sahibinden.com” verilerine göre Türkiye’de 803’ü otel olmak üzere toplam 1416 turistik tesis satışta. En çok satılık otel Antalya’da yer alırken yeni sahiplerini bekleyen otellerin 163’ü beş yıldızlı. Satılık listesinde 185 apart otel, 245 butik otel, 32 motel, 92 pansiyon, 31 kamp yeri ve 28 tatil köyü bulunuyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açıkladığı verilere göre ocakta Türkiye’yi ziyaret eden yabancı sayısı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 0.6 artışla 981 bin 611 kişiye ulaştı. En fazla yabancı turist Almanya’dan geldi. Ocak 2012’de Almanya’dan gelen yabancı ziyaretçi sayısı CEMİL CİĞERİM geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1.58 artışla 113 bin SAMSUN Dünya ge55 kişiye ulaştı. nelinde 100’den fazla ülkede Almanya’yı 96 bin 978 yatırımları olan 20 binin üzeturistle Gürcistan, rinde personel çalıştıran Mek84 bin 531 kişiyle sika’nın en büyük firmalarından İran izledi. Meksikalı Gruma, Samsun’dan Ortadoğu’ya açılacak Türkiye’yi de ekledi. Şirket; Türkiye ve Ortadoğu ülkelerine mısır unu ve ürünlerini ihraç etmek için Semolina Mısır Unu İrmiği Gıda Sanayi ve Ticaret AŞ’yi satın aldı. Tesisin açılışında konuşan Gruma Corporation Ceo’su Fransisco Yong, farklı ülkeleri değerlendirdiklerini fakat evlerinde gibi hissettikleri Samsun’da yatırım yapmaya karar verdiklerini söyledi. Yong, “En son teknoloji ve Türk yaratıcılığını kullanarak gelecek yıl 3 milyon dolarlık yatırımla kapasitemizi arttıracağız, yeni iş imkânları yaratacağız” dedi. Gruma Corporation, yatırımlarına Geçen hafta, önemli ulusal/uluslararası gelişmelerin nedenlerine ışık tutabileceğini düşündüğüm iki çalışmaya rastladım; çok kısaca aktarmayı deneyeceğim. iyasi güç ekonomik çıkarlar Avrupa Birliği dış politikası üzerine, 11 makaleden oluşan bir çalışmaya göre (Challenges for European, Foreign Policy in 2012, What kind of geoeconomic Europe? FRIDE, Madrid, Şubat, 2012, 113 sf.) ekonomik büyümenin büyük önem kazanması (mali kriz) “ülkelerin dış politikasında ‘jeoekonomi’ eğilimlerinin ‘uğursuz bir biçimde’ yükselmesine yol açtı”. Çalışmada, “jeoekonomi”, gelişmiş, yükselen ve gelişmekte olan ülkelerin dış politikalarında “çatışma mantığıyla tecimsel yöntemlerin kesiştirilmesi” olarak tanımlanıyor; içeriğiyse “ekonomik varlıkların siyasi nüfuza tahvil edilmesi, siyasi gücün bir rekabet, işbirliği karışımı içinde ekonomik amaçlar için kullanılması” olarak açılıyor; “ekonomik amaçları” da ekonomik büyümeyi destekleyecek, sürdürülebilir kılacak, enerji, su gıda, mineraller, madenler vb. dış kaynaklara ulaşmak oluşturuyor. Çalışmada, “Sürdürülebilirliğin, tarihte hiç bugünkü kadar önemli konumda olmamış olduğuna” bu yüzden, “kaynaklar üzerinde rekabetin öneminin gittikçe artacağına” işaret ediliyor. Çalışmadaki, makalelerde ayrıntılarıyla ele alınan bu saptamalardan çıkan sonuçlar arasında, iki tanesi özellikle önemli. Bunlardan birincisine göre, dünyada ekonomik, siyasi güç düzeninde çok önemli bir S yeniden dağılım süreci yaşanıyor; buna bağlı olarak yerleşik ticaret ve yatırım kalıpları değişiyor, bu da ekonomik büyümeyi sürdürmek için gerekli kaynaklar üzerinde devletler arası rekabeti hızlandırıyor. Mali kriz bu ana eğilimleri hızlandırmış, gelişmeler yerleşik küresel yönetişimde gerginlikleri arttırmaya başlamış. Artık ulusal güvenlik, devletler arası rekabet sahneye egemen olmuş, küreselleşme mantığının yerini merkantilizm almış. Ülkelerin içinde yükselen muhalefetin de, uluslararası alanda jeoekonomi eğilimini güçlendirmesini bekleyebiliriz. İkincisine göre, başta, Almanya, Fransa, İtalya vb. gibi büyükler olmak üzere, AB üyeleri kendi jeoekonomik politikalarının peşinden giderken ulus devletler, ulusal çıkarlar yükselerek AB’nin geleceğini tehdit eden basınçları güçlendiriyor. Artık AB üyelerinin dış politikaları yeniden ulusallaşıyor. Bu da üye devletler arasında rekabeti hızlandırıyor. Küreselleşme, Kriz ve ‘Jeoekonominin Dönüşü’ yatırımların dünyanın su kaynakları, ekolojik sistemi, insan toplulukları üzerindeki yıkıcı etkilerini sergiliyor. Çalışmanın örneklediği gibi, içme suyu, tarımsal su kaynakları tüketiliyor, çevre zehirleniyor, topluluklar geleneksel topraklarından sürülüyor, direnenler çoğu zaman öldürülüyor. Alternatif enerji kaynaklarına, çevre dostu üretim tekniklerine yatırım yapılacağına, dev şirketler, devletler, bu zehirli teknolojilere yatırım yapmaya, daha önce kapalı olan doğal parkları ekosistemleri sermayenin hizmetine açmaya devam ediyorlar. Bu tür metaların piyasalarına yatırılan fonların çapı on yıl önce yaklaşık 10 milyar dolarmış, bu fonlar 2012 yılında, 2011’e göre yüzde 50 artarak 450 milyar dolara yükselmiş Devletler bunları yaparken ulusal ve uluslararası alanda kaynaklara, topraklara erişimin önündeki engelleri ortadan kaldırma konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. Çalışma, bu alanda Avrupa Birliği’nin, Critical Materials for the EU başlıklı, maden çıkarma endüstrisiyle yakın ilişki içinde olan Avrupa parlamenterleri inisiyatifiyle hazırlanan bir rapora işaret ediyor. ABD Enerji Bakanlığı’nın da Critical Materials Strategy başlıklı benzer bir raporu varmış. Geçen ekim ayında, ABD’de iki partinin ilgili sanayilerle ilişkili temsilcilerinin katılımıyla, The Association of Rare Earth (RARE) başlıklı bir örgüt kurulmuş. Örgütün amacı, “rare earth” olarak adlandırılan, yeni teknolojiler için gerekli minerallere erişimi engelleyen, ülke içinde ve dışındaki etkenleri ortadan kaldırmak olarak tanımlanıyormuş. ABD Senatosu’nda, Çin’in “rare earth” piyasalarındaki etkisini kırmayı amaçlayan bir grup oluşmuş. Almanya da, Almanya’nın 12 dev uluslararası şirketinin bu “rare earth” minerallerine ulaşmakta karşılaştıkları ve karşılaşacakları engelleri kaldırmaya yönelik bir örgüt kuruyormuş. orozu betimleyip adını tavuk koymak... Jeoekonomi kavramına, bu iki çalışmanın ışığında bakınca, “aslında emperyalizmden, yükselen güçlerin, ekonomik krizin, getirmeye başladığı bir yeniden paylaşım baskısından, yarıştan söz ediyorlar ama, adını koymaktan ısrarla kaçınıyorlar” diye düşündüm. İlk çalışmada dikkat çeken bir diğer nokta da “Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra, demokrasi, serbest piyasa geliyordu.... Böyle mi olmalıydı, küreselleşme devlet aktörlerinin eline mi geçmeliydi?... falan filan yakınması, şaşkınlığı ve tabii korkusu. “Küreselleşme” denen şeyin H oprak kapma yarışında yeni dalga İkinci çalışma, (Opening Pandora’s Box: The New Wave of Land Grabbing by the extractive Industries and Devastating Impact on Earth, Gaia Foundation, 2012, 56 sf) jeoekonominin yükselişinin öteki yüzünü sergiliyor. Bu araştırma 2008 mali krizinden bu yana, maden çıkarma, katran kumları petrolü elde etme, toprak katmanları içindeki gazları çıkarma teknolojilerine yapılan yatırımları, spekülatif sermaye hareketlerini; bu T krizin yarattığı bir biçim olduğunu, ulus devletleri ortadan kaldırmayacağını, kendi çelişkilerinin altında ezilmeye başlayınca türlü felaketlere yol açmasının kaçınılmaz olduğunu, 1990’ların ortasından bu yana her fırsatta bıktırana kadar vurguladık. Devlet ve sermaye ilişkisi konusunda her türlü kendini beğenmiş ukalalıkla, emperyalizmden her söz ettiğimizde, saçma sapan bir “ulusalcılık” suçlamasıyla karşılaştık. Efendim, “ulus devlet” kapitalizmin bir dönemine aitmiş, artık etkisini, gücünü yitiriyormuş. Ne saçmalık! Sanki, “ulus devlet”, kapitalizmin ortaya çıktığı karmaşık ilişkiler ortamının en önemli bileşenlerinden bir değil de, kapitalizme dışsal, kapitalizmin bir yerde ortaya çıktıktan sonra nasılsa bulup işine geldiği sürece kullandığı, şimdi de bir kenara bırakmaya başladığı bir araç. Kapitalizm sermaye değildir, emek ve sermayenin çelişkili birliği, bu birliği oluşturan çok sayıda ilişkinin bütünlüğüdür. Devlet de, özel mülkiyeti koruma, mekân düzenleme, emek denetleme (disiplin ve ceza), kaynak sağlama süreçleriyle olan organik ilişkisinden dolayı bu bütünlüğün olmazsa olmaz bir parçasıdır, bu bütünlüğün kurulmasında belirleyici rol oynayan etkenlerden biridir. Kapitalizm var olduğu müddetçe, savaş, sömürgecilik, emperyalizm, devrim, isyan var olmaya devam edecektir. Devlet bu süreçlerin organik parçasıdır. Bir ulus devletin ortadan kalkmasıysa, savaş, sömürgecilik, işgal, bölünme (aslında iki ulus devlet üretme), devrim dışında söz konusu olmayacaktır. Macaristan’dan büyükbaş hayvan ithalatı yeniden başlıyor ? Türkiye’nin Macaristan’dan büyükbaş hayvan ithali yeniden başlıyor. Macaristan’dan ithal edilen büyükbaş hayvanların sağlık sertifikalarında bazı aksaklıkların tespit edilmesi üzerine Türkiye Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca, geçen yılın son ayında ithalatın geçici süreyle durdurulmasına karar verilmişti. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle