18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 MART 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 13 Ölümlü kazaların ardından Bakan Çelik, iş güvenliği yasasının 19 Mart’ta Meclis’e geleceğini söylemişti AKP sözünü çabuk unuttu MUSTAFA ÇAKIR ? 11 işçinin yaşamını yitirdiği yangına ilişkin rapor açıklandı İşçiler ihmal kurbanı İstanbul Haber Servisi AVM inşaatındaki yangına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişlerince hazırlanan raporla “çadırlarda acil çıkışın ve yangın söndürme aracının olmadığı, elektrik tesisatı kurulumunun yanlış yapıldığı, iskelelerin standart dışı olduğu ve emniyet kemerlerinin yetersiz olduğu” belirlendi. Sabah gazetesinde yayımlanan habere göre yalnızca çadır ve konteynırlarda değil, şantiye alanının tamamında da iş güvenliği önlemlerinin yetersiz olduğu anlaşıldı. Şirkete ceza uygulamasının getirebileceği belirtildi.Daha önce Çalışma Bakanı Faruk Çelik’in de açıkladığı gibi 40 kişinin kaldığı çadırda “karşılıklı bulunması gereken giriş çıkış kapısı”nın olmadığı görüldü. Söndürme tüpü bile yok Raporda çadırlarda her zaman yangın riski olmasına karşın hiçbir önlem alınmadığına dikkat çekildi. Raporda yangına müdahale konusunda en temel unsur olan “yangın söndürme tüpü”nün dahi çadırlarda bulunmadığı belirlendi. ANKARA MİT Yasası, 4+4+4 gibi düzenlemelerde jet hızıyla hareket eden ancak 2004 yılından bu yana İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı çıkaramayan AKP, Esenyurt’ta 11 işçinin yanarak yaşamını yitirdiği yangının ardından verdiği sözleri yine unuttu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in en geç 19 Mart’ta Meclis’e gönderileceğini söylediği İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı, hâlâ TBMM gündemine gelemedi. İş sağlığı ve güvenliği alanını düzenleyen müstakil bir yasanın bulunmadığı Türkiye’de emekçiler, hemen hemen her gün meydana gelen “iş kazalarında” can veriyor. Son olarak Denizli’de reklam afişi asmaya çalışan 6 işçi, kullandıkları demir merdivenin yüksek gerilim hattına temas etmesi sonucu elektrik akımına kapıldı. İşçilerden 2’si öldü, 4’ü yaralandı. Zonguldak Gelik beldesinde de özel bir şirkete ait kömür ocağında meydana gelen göçükte bir işçi yaşamını yitirdi. Ölümlü iş kazalarının ardından gün deme gelen İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın bir an önce çıkarılması gerektiğine ilişkin açıklamalar yapılıyor. Uluslararası Çalışma Örgütü de (ILO) düzenlemenin bir an önce yasalaştırılması gerektiğine dikkat çekiyor. Buna karşın yasa yıllardır çıkarılamıyor. İstanbul Esenyurt’taki bir alışveriş merkezinin inşaatında çadırlarda kalan 11 işçinin yanarak can vermesinin ardından yasa yeniden gündeme getirilmişti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, şantiye bölgesinde yaptığı incelemenin ardından Türkiye’nin iş güvenliği yasasına gereksinimi olduğunu söylemişti. Çelik, 17 Mart’ta Cumhuriyet’te yer alan demecinde de Bakanlar Kurulu’nda imza sürecinin tamamlandığını, tasarının en geç hafta başında (19 Mart) Meclis’e geleceğini belirtmişti. Ancak yangının üzerinden 15 gün, Bakan’ın en geç dediği tarihin üzerinden de 7 gün geçmesine karşın tasarı hâlâ TBMM gündemine gelemedi. Oysa hükümet, 4+4+4 ve MİT Yasası gibi düzenlemeleri kısa süre içerisinde Meclis gündemine getirmiş ve yasalaştırmak için de büyük çaba göstermişti. Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığından yazılarına bir süre ara vermiştir. ‘Dediğim Dedik, Çaldığım Düdük’ “Dediğim dedik, çaldığım düdük” sözü “En iyi ben bilirim! Benim dediğim olacak!” da direnen kişiler için halkın diline yerleşmiş bir özdeyiştir. Uzunca bir süredir Başbakan her konuştuğunda bu özdeyişin sanki onun için bulunmuş olduğu sanısına kapılıyorum. Örnek çok; uzun boylu geriye gitmeye gerek yok; parlamento içi ve parlamento dışı muhalefet, sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, uzmanlar, eğitimciler ne kadar “Olmasın!” diye dil dökerse döksünler, Başbakan 4+4+4 ile tanımlanan kesintili eğitime inanmış bir kez, bir adımcık olsun geri adım atmıyor. 4+4+4’ü savunurken amacı imam hatip okullarının yolunu mu açmak, yoksa kız öğrencileri okuldan uzak mı tutmak, yoksa ikisi birden midir? Biz ne düşünürsek düşünelim, dünya ne düşünürse düşünsün o kararını vermiştir. Eninde sonunda bu yasa TBMM’den çıkacak, onun dediği olacaktır. Türkiye Başbakanı kendine özgü bir “demokrat”tır; parlamenter çoğunluğun her dilediğini yapma hakkına sahip bir “üstün erk” olduğuna inanan bir kişiliktir. ??? Birkaç gün önce Güney Kore yolunda, uçakta bir kararını daha açıkladı eşliğindeki gazetecilere. “Dershaneleri kapatacağız!” dedi. Düşünmüş, taşınmış, bu karara varmış, kararını dillendiriyor. Ok yaydan çıkmış anlayacağımız, şimdi bunun yolunu yordamını bulmak kendisine yakın uzmanlara düşüyor. Ne var ki “Dershaneleri kapattım!” deyip kapatmak söylendiği kadar kolay bir iş değildir. İlgililer, Türkiye genelinde 4 bin 200 yasal, yaklaşık 2 bin de “kayıt dışı” dershane bulunduğunu söylemektedir. Bu sayı 1984 yılında 184’ken 28 yılda 6 bin 200’e yükselmiştir. Yaklaşık 60 bin öğretmenin görev yaptığı bu dershanelerdeki öğrenci sayısı yüz binlerle ifade edilmektedir. Kısacası, “dershane sorunu” ha deyince çözülebilecek bir sorun değildir. Türkiye’de eğitim sistemi ilköğretimden yükseköğretime çökmüştür. Avrupa ülkelerindekilerle karşılaştırıldığında ülkemizdeki üniversite ve yüksekokullar bir ikisi dışında akademik açıdan nal toplamaktadır. İlk ve ortaöğretim kurumlarının durumu ise çok daha beterdir, ortaöğretim mezunu üniversite adaylarının büyük çoğunluğunun uluslararası ölçekte nal toplayan o üniversitelere adım atması “dershane eğitimi” olmaksızın olanaksızdır. Eğitim sistemimizin acıklı durumu baştan sona yeniden yapılanmayı zorunlu kılmaktadır. Başbakan’ın açıklamasından sonra düşünceleri sorulan öğrencilerin, “Lisede dört yılda öğrenemediğimizi dershanede bir yılda öğrendik” dedikten sonra, “kapatılacaksa liseler kapatılsın!” diye eklemeleri her yönüyle trajiktir, acıdır, utanç vericidir. ??? 1970’lerin ortalarına kadar tüm eksik ve gediklerine karşın geliştirilebilir/dönüştürülebilir bir yapıya sahip olan eğitim sistemimiz yeteneksiz, niteliksiz fakat ille de çıkarcı siyasal iktidarların elinde oyuncak olmuştur. Her gelen bir yanına el atmış, bir yanını kurcalamış, parçalamış, dağıtmış, sonuçta bugünkü ürküntü veren ucube ortaya çıkmıştır. Dershaneler, bu olumsuz koşularda bir “kurtarıcı” olarak değerlendirilmektedir. Başbakan şimdi bu dershanelerin kapatılmasını istiyor, bunun da üniversite giriş sınavlarının kaldırılması ve liselere “olgunluk sınavı” konulmasıyla gerçekleştirileceğini söylüyor. Başbakan aslında bu ülkede her aklı başında insanın eğitim sorununa ilişkin olarak düşündüklerini dile getiriyor. Ne var ki bir farkla; çünkü ilk ve ortaöğretim kurumlarının niteliği yükselmedikçe, koşullar aynı kaldıkça dershanelere olan gereksinimin nasıl ortadan kalkacağını açıklamıyor. Eğitimin düzeyi olduğu gibi kaldığı sürece üniversitelere giriş sınavı kaldırılsa bile dershaneler kapanmayacak, bu kez öğrencileri olgunlaşma sınavına hazırlamak üzere devreye girecektir. Başbakan, bu gerçeği göremiyor olamaz. İnsan ister istemez son açıklamasının 4+4+4 kesintili eğitim modeli ile bir bağlantısı olduğunu düşünüyor. Yoksa amaç imam hatiplilerin önlerindeki son engeli de kaldırmak mıdır? Neyse, acele edip “niyet okuyucusu” durumuna düşmeyelim, bekleyelim. Nasıl olsa çok geçmeden öğreniriz. Burası Türkiye’dir, burada her saklı niyetin kokusu beklenilenden de önce çıkar. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] Pembe Konak ve Öyküsü 1924’ten 74’e dek Cumhuriyet gazetesine Cağaloğlu’nda kucak açan “Pembe Konak” satıldı. Konağın sahibi gazetemiz değil, ama bize “Neden sattınız?” diyenler de az değil. Yıllarımızı tarihi yapıların korunmasına adadığımızdan, bana “mesleki sorgulama”lar da yapılıyor: “Şimdi nasıl yaşatılacak; onca anı ne olacak?” Samimiyetlerine inandıklarıma açıklamaya çalışıyorum: “Nadi’lerin mirasçıları konağı yıllar önce gözden çıkarmıştı… Eski eser kaydı olmasaydı çoktan yıkabilirlerdi.” Haberi, Hasan Cemal’in Milliyet’teki “Pembe Konak’tan Butik Otel Olur mu?” yazısından okuyanlara ise sadece şunu anımsatıyorum: “Neden satıldığını o benden daha iyi bilir; çünkü satıcıların en gözde Genel Yayın Müdürü’ydü!” Gazetemiz, “mirasçılar”ın istedikleri fahiş kirayı ödeyemediği için Şişli’ye taşınmak zorunda kaldığında “Cağaloğlu Öksüz Kaldı” diye yazan Yalçın Bayer ise özetle şunları anımsatmıştı: “Cumhuriyet 12 Eylül’de en son kapatılan gazeteydi. Derken Genel Yayın Müdürlüğü’ne Hasan Cemal getirildi. İzlediği ‘liberal’ çizgiyi benimsemeyen İlhan Selçuk, Uğur Mumcu, Hikmet Çetinkaya, Oktay Akbal, Melih Cevdet Anday gibi isimlerle birlikte çalışanlardan 80 kişi, 1991’de gazeteyi terk edince satış dibe vurdu. Hasan Cemal, Okay Gönensin ve Müessese Müdürü Emine Uşaklıgil ayrılmak zorunda kaldı.” (Hürriyet16 Ekim 2005) Şimdi Hasan Cemal “içim burkuluyor” dediği yazısında soruyor; “İstanbul’un tarihi dokusunu korumak için nice kampanyaya imza atmış olan Cumhuriyet gazetesi, kendi tarihine karşı niye bu kadar kayıtsız kalmış ya da vefasız davranmıştı; bilemiyorum?” (Milliyet25 Mart 2012) Sorunun muhatapları arasında kendisinin de bulunduğunu belirtse bile, aynı vefasızlığın Cumhuriyet’e değil, “aile”nin mirasçılarına ait olduğunu nasıl bilemiyor? “Hayret!” değil mi? İlhan Abi’miz, akşam yemeklerinden birinde bu tür şaşırmalarımızın çoğaldığını görünce “Çocuklar” demişti, “birçok şeye hâlâ nasıl hayret edebildiğinize şaşırıyorum!” Evet, “hayret”imi geri alıyorum... em konut, hem gazete 1908’de yapılan bina, İttihat ve Terakki’nin merkeziydi. Bu nedenle halk arasındaki adı “Merkezi Umumi”ydi. Emperyalizmin yağdanlığı İstanbul basını Mustafa Kemal’e veryansın ederken, Kurtuluş Savaşımızı destekleyen ise Yunus Nadi’nin yayımladığı “Yeni Gün”dü… Gazete, Atatürk’ün önerisiyle “Cumhuriyet” adına kavuştuktan sonra yine Nadi’nin satın aldığı bu konağın alt katlarına yerleşti; çünkü 3’üncü kat aynı zamanda ailenin konutuydu. Eşi Berin Nadi çocuklarını burada büyütmüştü.. Böylece gazete, ailenin konağında 50 yıl yayımlandı; 74’ten sonra da aynı bahçedeki yeni binaya taşındı. Konak’la gazetenin mülkiyet ilişkisi ise Berin Nadi’nin hissesinin yüzde 25’ini Cumhuriyet Vakfı’na bağışlamasından ibarettir. Vakıf, 90’lardaki bunalımın ardından yayın ilkelerini güvenceye almak üzere kurulmuş; başkanlığına “İmtiyaz Sahibi” olarak İlhan Selçuk seçilmişti… Şimdiki başkanı Orhan Erinç olan vakfın senedinde deniyor ki: “Cumhuriyet, ne hükümet, ne de parti gazetesidir. Yalnız Cumhuriyetin ve demokrasinin savunucusudur.” İşte bu nedenledir ki gazetemiz, Pembe Köşk bir yana, 85 yıldır herhangi bir binaya bile sahibi olamadı. Tek ve erişilmez sermayesi, bağımsızlığı ve özgürlüğünden ödün vermemesi ve buna güven duyan okurlarıdır. Pembe Köşk içinse artık yapılabilecek olan mimari özgünlüğünün gözetildiği bir yenilemeyle (restorasyon) kuşaktan kuşağa yaşatılarak korunmasını sağlamaktan ibarettir. H ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA HARBİ SEMİH POROY SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Argoda aptal, 1 enayi, bön kimseye verilen ad. 2/ Ver 2 me, ödeme... Bir 3 sözcüğün gerçek 4 anlamının dışında kullanılması. 3/ El 5 yazması kitaplara 6 yapılan güneş biçi7 mindeki süs... Karakter. 4/ Teras, bal 8 kon, köprü gibi yer 9 lere yapılan korku1 2 3 4 5 6 7 8 9 luk duvarı. 5/ Çıkar yol, çare... Hava ve gaz akımları 1 H E L İ P O R T oluşturmakta kullanılan 2 A V A T A R R E aygıt. 6/ Mardin’in bir il 3 B İ Z L A P A Z çesi... Tibet sığırı. 7/ Te 4 A N E M İ İ K İ lefon sözü... Doğu Kara 5 S R A N T E N deniz dağlarının yüksek 6E S O D A K Ç kesimlerinde yaygın geçi7 T O R R U A M ci kırsal yerleşme tipi. 8/ İlgi eki... Üç Silahşorlar’dan 8 K O L O N Y A L A T A biri. 9/ Yiyecek, içecek 9 M U K İ M ve erzağın saklandığı oda ya da ambar... Kuzu sesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kerestesi sert ve değerli bir ağaç. 2/ Yunan mitolojisinde tutku tanrıçası... Padişah, hükümdar. 3/ Fenerle balık avında kullanılan lamba. 4/ Hintli kadınların ulusal giysisi... Bir renk. 5/ Türlü bitkilerin yaprak ve kabuklarıyla kokulandırılmış acımtırak bir içki... Başlıca belirtisi kısa, çabuk, değişken güçte istemsiz hareketler olan bir hastalık. 6/ Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek... Bağışlama... Kaplarda su nedeniyle oluşan tortu. 7/ Denizli’nin bir ilçesi. 8/ Boğa güreşi yapılan alan... Anlamlı iz. 9/ Serbest bırakma... Ormanlara büyük zarar veren bir böcek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle