26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 MART 2012 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Taşınır Kültür Varlıklarının Satılması! Cephenin Yararları ADI şimdiden dillerde dolaşmaya başladı: “Melanşon” okunuyor. Son günlere gelinceye kadar, Mösyö JeanLuc Mélenchon Fransa’nın sayısız ve sessiz sosyal demokratlarından biriydi; şimdi ise hep ondan söz ediliyor, “solun solu” olarak. Pazar günü Paris’in Bastille alanında onun girişimiyle düzenlenmiş bir miting vardı; alana sığmayan 120 bini aşkın bir kalabalık oraya açılan caddelere taşmıştı. Dünyanın bütün tarih kitaplarında Büyük İhtilal’in başlangıcındaki Bastil Zindanı’nın adıyla ün kazanan o alan, şimdi de genellikle “Cumhuriyet” ve “Ulus” alanlarında başlamış protesto yürüyüşlerinin sona erip nutuklara geçilen yerdir. Melanşon, cumhurbaşkanı seçimi kampanyasında Sosyalist Parti adayı François Hollande’ı geçip Nicolas Sarkozy’nin rakibi olacak değil elbet; ama ona yararı dokunabilir. Hep bilindiği gibi, Fransa’daki cumhurbaşkanı seçimleri çoğu zaman iki turlu olabiliyor; ilk turda kimse yüzde 50’yi aşamamışsa, en çok oy almış iki aday yeniden yarışır ve öbür adayların oyları kendi eğilimlerine göre onlara kayar. Dolayısıyla, Melanşon’un toparladığı oylar sonuçta Hollande’ın işine yarayacağa benzer. abii, “aynı oylar zaten yok mu” diyeceksiniz. Belki var, ama hepsi tam olarak sola akmayabilirdi. Melanşon, “uyuyan” sol oyları da uyandırabilecekmiş gibi. Komünist Parti’yi de içine alan ve irili ufaklı bütün sol kuruluşlardan oluşan bir “cephe” oluşturmayı başarmış durumda. Öyle bir cephe, normal olarak Sosyalist Parti’ye gitmeyecek oyları bile ondan yana çekebilir. Çünkü Hollande, bugünkü tutumuyla, Sarkozy karşısında yeterince enerjik ve berrak düşüncelere sahip bir lider izlenimi vermiyor. Melanşon ise, tam tersi. Oysa bize pek beğenilebilir bir kişilik gibi gelmeyen Sarkozy, daha belirgin ve ikna edici bir anlatım tarzı edinmiş; özellikle orta sınıf ve varlıklı kesimleri etkileyici olabiliyor. Buna onun Fransa’ya dış işgücü akımı karşısındaki tutumunu ve Schengen sistemini eleştirmekte oluşunu da eklerseniz, kamuoyu yoklamalarında niçin puan artışı sağladığını daha kolay anlayabilirsiniz. u bakımdan, Melanşon’un seçtiği yolun Sosyalist Parti’ye yararı, soldaki dağınıklığı toparlamaktan öteye geçerek ülkedeki siyasal yaşamın bütününe de yeni bir canlılık getireceğe benziyor. Böylece, başka türlü etkisiz kalmaya mahkum sayılabilecek bir yığın insan da ülkeleri için olumlu bir işlevi yerine getirmiş olmakta. Bunları görünce, ister istemez “darısı bizdeki dağınık cumhuriyetçiliğin başına” demeden durabilir misiniz? Yeni düzenleme ile etütlük eserler sadece devlet müzelerinde muhafaza edilecek; tescile tabi ancak müzelik değerde olmayan kültür varlıkları (etnoğrafik eserler hariç) ise sadece özel müze ve koleksiyonculara satılabilecektir. Dolayısıyla özel müze veya koleksiyoncu olmayanların tescilli kültür varlıklarını ellerinde tutmalarına izin verilmemiştir. Prof. Dr. Sibel ÖZEL 863 sayılı kanun ve ilgili yönetmelikler, kültür varlıklarını ayrım gözetmeksizin bir bütün olarak değerlendirirken, iki önemli ayrımı dikkate almamakta ve karışıklık yaratabilecek terimler kullanmaktadırlar. Türkiye’de iki çeşit taşınır kültür varlığı bulunmaktadır: 1) Yeni bulunan ve mülkiyeti doğrudan devlete ait olan arkeolojik objeler, 2) Üzerinde kanunlara uygun olarak özel mülkiyet tesis edilmiş olan kültür varlıkları. 1906’dan (bazı istisnalarla 1884) beri Türkiye’de bulunan (özel ya da kamu mülkiyeti fark etmez) bütün buluntular kanun gereği devlete aittir ve bunlar üzerinde özel mülkiyet tesis edilemez. Bu varlıkları bulanlar üç gün içinde en yakın müzeye veya mülki idare amirliğine durumu bildirmek zorundadır. Bu çeşit kültür varlıklarını bulanlara ikramiye ödenir. Haber vermeyenler ise cezalandırılır. Üzerinde kanunen devlet mülkiyeti bulunan bu eserlerin satımı söz konusu olamaz. Bulanlar sadece ikramiyeye hak kazanır ve bu ikramiye satış bedeli değildir. Bu itibarla arkeolojik objelerin devlet elinde bulunması asıldır. Ancak ülkemizde özel koleksiyoncular ve müzeler elinde de arkeolojik objelerin bulunduğu görülmektedir. Önemle vurgulanmalıdır ki bu eserler onların mülkiyetinde değildir. Özel koleksiyoncular ve müzeler bu eserlerin zilyedi durumundadır ve mülkiyet hakkı devlete aittir. Dolayısıyla bu kategori eserler için satım sözcüğünün kullanılması yanlıştır ve Türkiye’yi yabancı ülkelerde zora sokmaktadır. Zira Türkiye’den kaçırılan bir eserin yurda iadesi için açılan davada Türkiye’nin mülkiyet hakkına sahip olduğunu ispatlaması gerekmektedir. Bunun için Türkiye’nin kendi kanunlarıyla tesis ettiği mülkiyet hakkının tartış 2 T B masız ve açık olması zorunludur. Aksi halde yabancı mahkeme kültür varlığı üzerinde Türkiye’nin mülkiyet hakkı olmadığı sonucuna varmaktadır. ABD mahkemesi Elmalı Hazinesi davasında uzun süre Türk kanunlarının ne anlama geldiğini yorumlamak için uğraşmış ve Türkiye’nin davacı sıfatını kabul etmiş iken İsviçre mahkemeleri, Basel kararlarında Türk mevzuatının devlete mülkiyet hakkı tanımadığı sonucuna ulaşmıştır. Bu itibarla kullanılan terimlere çok dikkat edilmeli ve devlet mülkiyetinde olan eserler için satın alma, sahiplerine gibi ifadeler kullanılmamalıdır. Satın alma ve sahiplerine ifadeleri ikinci kategori kültür varlıkları için geçerlidir. Bu varlıklar, üzerinde özel mülkiyet kurulmuş eserlerdir. Sanat eserleri (tablolar, heykeller…), etnoğrafik eserler (halılar, kilimler, kitaplar, giysiler…) veya 1906’dan önce Türkiye’de bulunan kültür varlıkları ya da Türkiye kaynaklı olmayan ve üzerinde hukuka uygun özel mülkiyet kurulmuş kültürel objeler bu kategoridedir. Bu ikinci kategori eserler satın alınabilir, sahiplerine iade edilebilir ancak birinci kategori eserin sahibi devlettir ve satılamaz. Müzelere değerlendirme amacıyla getirilen özel mülkiyete tabi kültür varlıkları, korunması gerekli kültür varlığı ise tescile tabidir. Korunması gerekli etnoğrafik nitelikli kültür varlıkları müzelere alınmaya değer görülmezse veya müzelik değerde olmasına rağmen sahiplerince müzelere satılmazsa, tescile tabi kültür varlığı belgesi ile sahiplerine iade edilir. Bu eserler Türkiye’de alınıp satılabilir, ancak yurtdışına çıkarılamaz. Etnoğrafik eser dışında korunması gerekli kültür varlıklarından müzelere alınması gerekli görülmeyenler de yine tescile tabi tutulur ve bunu gösteren bir belge ile müze emanetinde alıkonulur. Bu şekilde belgelendirilen eserlerin an cak Bakanlık denetiminde özel müze ve koleksiyoncuların envanterine kaydedilmek üzere satışına izin verilir. Bir yıl içinde satış gerçekleşmezse eserler müzede koruma altına alınır. Dolayısıyla etnografik nitelikte olmayan tescilli kültür varlıklarının sahiplerinin elinde bulunmasına veya serbest satışına izin verilmemiştir. Sadece özel müze ve koleksiyonculara satılabilir ya da devlet müzesinde koruma altına alınır. Anayasada taşınırların kamulaştırılmasına izin verilmediği için bu eserlerin zorla alımı mümkün değildir. Ancak toprak altından çıkan arkeolojik objelerin bu kategoride yer almadığı, onların baştan beri devlet malı olduğu unutulmamalıdır. Bunların dışında etütlük değerde görülen kültür varlıkları ise etütlük değer defterine kayıt edilir. Bunlar müzelik değerde eserlerdir ve müze tarafından takdir edilen bedelle müzelere alınabilirler. Ancak sahipleri satmazsa etütlük belgesi ile birlikte sahiplerine iade edilir. Bu eserlerin satımı serbest değildir. 10 Ocak 2012’de yönetmelik değişikliği yapılmıştır. Değişiklikle etütlük nitelikteki kültür varlıklarının etüt eser defterine kayıt edilmek üzere müzede muhafaza edilmesi kabul edilmiştir. Buna göre müzelik değerdeki bu eserler artık müzelerce satın alınmayacak ve sahiplerine bir belge karşılığında iade edilmeyecektir. Eser müzede muhafaza edilecektir. Mülkiyet hakkı özel kişide olmasına rağmen sahip, esere zilyet olamayacaktır. Bir diğer değişiklik de tescile bağlı olup da müzelere alınmaya değer görülmeyen kültür varlıkları ile etütlük eser olarak tasnif edilen ve müzelere alınmasına gerek görülmeyen taşınır varlıkların özel müze ve koleksiyoncuların envanter defterine kaydedilmek üzere satılmasıdır. Bir yıl içinde satış gerçekleşmezse eserler devlet müzelerinde kayıt altına alınırlar. Yeni düzenleme ile etütlük eserler sadece devlet müzelerinde muhafaza edilecek; tescile tabi ancak müzelik değerde olmayan kültür varlıkları (etnoğrafik eserler hariç) ise sadece özel müze ve koleksiyonculara satılabilecektir. Dolayısıyla özel müze veya koleksiyoncu olmayanların tescilli kültür varlıklarını ellerinde tutmalarına izin verilmemiştir. Cihat... Din... İman... Allah... Kitap... Ama Müslümanlardan toplanan “cihat” paraları Kanlıca cihetinde Erbakan’a yalı oluvermiş... Daha birçok mal, mülk, arazi, para, şirket, fabrika, vesairenin oğlan, kız, damat tarafından götürüldüğü cihetiyle... Erbakan’ın çocukları mahkemelik oldular... Büyük kız Zeynep haklı olarak cihattan payını isteme cihetine gitti... ? “Cihat ne oldu?” derseniz... “Cihat” sürüyor... İrtica ile mücadele etmeye kalkan Genelkurmay Başkanı’nı tutuklayarak, silahlı terör örgütü kurmaktan hapse attılar... Yaşamında boğazından haram delikli kuruş geçmemiş... ? Ama kayıp trilyon davasından mahkum olan Erbakan’a ev hapsi getirerek, hapis cezasını havuz başında çekmesini sağladılar... Altınoluk’taki evi havuzluydu çünkü... Ev tekerlekli olsaydı, gezecekti bile... Sonra zaten havuz başında oturmaktan da affettiler... ? “Cihat” sürdü... Ama “cihat parası” gitmişti... Kayıp trilyon davasından “şüpheli” Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili dosyayı açmaya kalkan Ağır Ceza Hâkimi Osman Kaçmaz’ın ise başına gelmeyen kalmadı... Mahkemesi incelemeye alındı... Az daha asacaklardı... En son “burada fuhuş var” cihetiyle otelde odasını bastılar... ? “Cihat”a devam... İrticaya karşı savaşan, laik Cumhuriyeti savunan... Türkiye’nin çağdaş bir ülke olarak kalması için didinen... Dincilerin “Din, iman, Allah, kitap” diye diye insanları kandırmalarına izin vermek istemeyen... Kısacası “cihada” karşı duran kim varsa, terörist olduğu cihetiyle hapiste... ? Tam bu sırada ortaya çıktı zaten; cihat duruyor, parası yok... Şu an itibarıyla tepeden tırnağa hepsine bulaştığı için, medyanın sesini kestiler, pisliklerini örtme cihetindeler... ? “Peki bu cihat paraları nereden geliyor?” diye sorma cihetine giderseniz... Salak mı yok?.. Artık O Bir Suskun Komutan Feride Esen BİLGİN A fganistan’da 12 askerin şehit düştüğü haberi “Neden biz oradayız” sorusunu gündeme getiriyor. Tıpkı yıllar önce “Neden Kore’deydik” sorusunun sorulduğu gibi. Kore’de yanı başında arkadaşlarının şehit oluşunu yaşamış, dört madalya sahibi değerli bir büyüğümüzün, genç askerlerin, komutanların kaybını duymadan yaşamdan ayrıldığı için sevineceğimi hiç düşünemezdim. 9 Mart 2012 günü, kırk bir yıl önce ailemize katılan ablamın eşini, enişte diyemediğimiz sevgili abimizi yitirdik. Fırtınalı, gürültülü, kırılgan, sancılı, en sonunda suskunluğa bürünen 85 yıllık bir tarih, anlatıkları, anlatamadıklarıyla Muratpaşa Camii’nde, çok sevdiği Mehmetçiklerin omuzlarında, asker selamıyla sonsuzluğa yürüdü. Uncalı Mezarlığı’nda kurumakta olan bir çam ağacının kökleri arasında yer bulan bedeni, çok sevdiği, “O, benim şansım” derken bir türlü hastalığını kabullenemediği Özen’ciğinden ayrı toprakla buluştu. 9 yaşında babasız kalan bir asker çocuğu olarak Erzincan’dan İstanbul’a, oradan Ankara’ya, Ankara’dan Antalya’ya varan bir yaşam sonsuzluğa erişti. Kore gazisi, ardında kalan arkadaşlarının belleğinde geleceğin Genelkurmay başkanlığına oturtulmuş, şansızlığa kurban bir orgeneral olan, kıdemli emekli Kurmay Binbaşı Sabahattin Altınok artık uykuda. Kendisini uğurlayan kalabalıktan haberdar mı bilinmez, belki de yalnızca Özen’ini görerek, yanına geleceği günü bekleyerek, bilinmezi yaşıyor. Ergenekon, Balyoz adlı tuzaklarla yaşanan acıları, içi sızlayarak, kükreyerek ağlayarak, bazen de susarak isyanla karşılardı. Bana Silivri duruşmalarını anlattırır, zaman zaman da öfkeyle “Sus! Yeter, dayanamıyorum!” diye kükrer, laikliğin, laik cumhuriyeti koruyanların yargılanmasına isyan ederdi. Komutanların, genç subayların, Mustafa Balbay’ın Tuncay Özkan ve tüm gazetecilerin, rektörlerin içeride olmasına isyan ederdi. Doğu Perinçek’e yapılanlar için kızar, İsviçre’de Ermeni soykırımını inkâr eden Perinçek’e iktidarın müdafi olmasına acı acı gülerdi. Haberal, Hilmioğlu ve tüm tutuklu aydınlar onun gönül birliğiyle tutukluluğu dışarda yaşadığı aydınlardı. 1. Ordu Komutanlığı’ndan emekli Hurşit Tolon tutuklandığında “Olamaz!” diye gürledi, haykırdı, çırpındı; ne yapacağını şaşırmışçasına oradan oraya seyirtiyordu. Emekli Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ tutuklandığında, sanki her şey onunla tükenmişti, sustu. Artık her şey bitmişti. Elini boşluğa uzatıyor, anlam dolu bakışlarıla bizleri izliyordu; sustu, boşluğa baktı, bir daha o konuda konuşmadı, konuşamadı... Bugün onu yitireli bir hafta oldu. Ne ilginç ki, sevgili dostum Meriç Velidedeoğlu, abimi yitirdiğim gün olan 9 Mart’ta, Silivri’de yaşadıklarını, ölümünün yedinci gününde 16 Mart’ta yazmış. Silivri yazısı, sanki yurduna yürekten bağlı o asker için yazılmış, onun ve hepimizin isyan dolu suskunluğumuzun bir simgesi… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle