25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 MART 2012 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA [email protected] EKONOMİ 11 CHP 9 yıllık dönemdeki ekonomik verilerle önceki 80 yılı ‘Nereden Nereye’ başlıklı 100 sayfalık bir kitapçıkta topladı Ak dediler kara çıktı ? Verileri değerlendiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “AKP, büyük medya gücünün desteğiyle sürekli pembe tablo çiziyor. Sokaktaki vatandaşın günlük sıkıntılarıyla bu tablo çok farklı” dedi. Ekonomi Servisi AKP iktidarının 9 yıllık dönemindeki ekonomiye ilişkin verileri değerlendiren CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “AKP’nin elindeki büyük medya gücü ve desteğiyle çizdiği bol makyajlı pembe tabloya karşılık, sokaktaki vatandaşın günlük yaşamındaki sıkıntıların çok farklı olduğunu” söyledi. Geçen yıl, “8 Yılda Nereden Nereye” başlıklı bir raporla AKP ekonomisinin görünmeyen yüzünü sergilemeyi amaçlayan CHP, bu yıl da AKP iktidarının 9. yılını “Nereden Nereye” başlıklı 100 sayfalık bir kitapçıkta topladı. ANKA’nın haberine göre, bu kitapçığın vatandaşın dokuz yılda yaşadığı gerçekleri rakamlara dökmek için hazırlandığını belirten Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “Sokaktaki vatandaşın günlük sıkıntılarıyla AKP’nin çizdiği tablo çok farklı. İthalata yaslanan ve rekor dış açıklar yaratan büyüme vatandaşın evinde hissedilmiyor. Gelirlerle umutlar arasındaki makas her gün açılıyor. TÜİK’in ‘Yaşam Koşulları Çalışması’na göre Türkiye’de nüfusun yüzde 87.5’i (62 milyon kişi) evinden uzakta bir hafta tatile bile çıkamıyor. Yüzde 81.7’si (58.3 milyon kişi) evinde eskiyen masa, sandalyesini değiştiremiyor. Yüzde 63.3’ü (45.2 milyon kişi) iki günde bir et, tavuk ve ya balık içeren bir kap yemek yiyemiyor. Yüzde 57.9’u borç ve taksit ödemeleri altında eziliyor.” BM Kalkınma Forumu Toplantıları BM Kalkınma Programı (UNDP) öncülüğünde “Küresel Beşeri Kalkınma Forumu” 2223 Mart tarihleri arasında İstanbul’da toplanıyor. Küresel ekonomide yaşanmakta olan büyümenin çarpık ve spekülatif “balonlara” ve gelir dağılımında çözülmelere yol açan niteliklerine karşı, doğaya ve insan emeğine daha saygılı ve sürdürülebilir nitelikli bir kalkınma modelini araştırmak üzere çok sayıda akademisyen, bilim insanı ve araştırmacı iki gün boyunca İstanbul’da misafir olacak. Forum toplantılarının ana amaçları, (1) küresel ve ulusal düzeyde sürdürülen kalkınma ve büyüme program ve hedeflerine eşitlik ve sürdürülebilirlik ilkelerini dahil etmek; (2) Haziran ayında toplanacak olan Rio +20 İklim Değişikliği ve Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı’na bilimsel kaynak sağlamak ve buradaki görüşmelerin eksenine insani gelişme değerlerini yerleştirmek; ve (3) bu hedefler doğrultusunda bir İstanbul Deklarasyonu belgesinin hazırlanması olarak belirlenmiş durumda. ??? “Sürdürülebilir ve doğaya saygılı büyüme”, “eşitlik” ve söz konusu hedefler doğrultusunda “sosyal uzlaşma”, kâr güdüsüne dayalı bir kapitalist birikim rejiminde ve mevcut kolektif emperyalist kuşatma altında ne derece gerçekçidir? “Küreselleşme”, “yönetişim” ve “sivil demokrasi” diye anılan tılsımlı sözcük oyunları altında, doğaya ve insana saygılı ve sosyal dayanışmayı ön plana çıkartan bir sosyal uzlaşma sağlanabilir mi? Bu sorulara gerçekçi yanıtlar bulabilmek için öncelikle günümüzün küreselleşme olgusunu yakından tanımamız gerekecektir. Günümüzün çarpık küreselleşme olgusunu toplumsal hayatın yeniden düzenlenmesini içeren bir siyasi/iktisadi önlemler reçetesi olarak gören neoliberal felsefenin yaklaşımı açıktır: küreselleşme kendi nesnel yasalarına sahip, sanki karşı konulamaz (karşı konulmaması gereken) ve kaçınılmaz bir süreçtir. Dolayısıyla tüm ülkelerin bu sihirli akımdan yararlanabilmesi için gerekli toplumsal/siyasi/iktisadi düzenlemeleri (yapısal “reformları”) başarması gerekmektedir. Neoliberal küreselleşmenin nimetleri olan uluslararası sermaye ve dolayısıyla çağdaş teknoloji, ancak bu kararlılığı sergileyerek gerekli yapısal düzenlemeleri başarmış ülkelere nasip olacaktır. Bu söylem altında azgelişmiş ülkelere düşen görev, ulusal pazarlarını uluslararası sermayeye açmak ve küreselleşen dünyaya ayak uyduracak reformları hayata geçirmek; Dani Rodrik Hoca’nın özlü sözleriyle, uluslararası sermayeye “bir hoş geldin partisi düzenlemektir”. Böylelikle kalkınma stratejisi artık özgün sanayileşme hedefleri ya da özerk para, maliye, ticaret politikaları içermemekte, sadece basitleştirilmiş bir reçeteye indirgenmektedir: Uluslararası sermayenin gereklerine uyum göstermek. Bu arada ulus devlet kavramı da yeniden yapılandırılmakta ve devletlerin teşkilatlandırılması uluslararası sermayenin gereklerine göre yeniden şekillendirilmektedir. Nitekim küreselleşme felsefesi artık “azgelişmişlik” ve “kalkınma” gibi kavramları da sessiz sedasız iktisat yazınından çıkartmış, yerine “yükselen piyasalar” (emerging markets) kavramını yerleştirmiştir. Dolayısıyla, neoliberal dünya görüşünde kalkınma bir hedef olmaktan çıkartılmış, (az) gelişmekte olan ülkeler de artık birer yükselen piyasaya dönüştürülmüştür. Neoliberalizmin sunduğu küreselleşme reçetesine bu açıdan baktığımızda, küreselleşme kavramının artık nesnel bir gerçeklikten ziyade, öznel ve iradi bir ideolojik söylem ile yüklü olduğu anlaşılacaktır. Neoliberal dünya görüşünün bir ideolojik söylemi olarak değerlendirildiğinde, küreselleşme kavramının aslında çağdaş teknolojinin gereklerine uyum göstermekten ibaret bir teknik süreç olmadığı, bunun ötesinde uluslararası sermayenin çıkar alanını dünya ölçeğinde genişletme projesinin somutlaşmış bir iradi ifadesini oluşturduğu görülmektedir. Bu ideolojik programın baş aktörlerini ise küresel kapitalizmin işletici güçleri olan çokuluslu şirketler ve uluslararası finansal kuruluşları oluşturmaktadır. Oysa küreselleşme, barışın bütün dünyada egemen olduğu; tüm insanların temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu; yoksulluğun ortadan kaldırıldığı; yalnız para ve malların değil, tüm bireylerin dünyanın tüm bölgelerinde özgürce dolaşabildiği; emperyalizmin, yani sömürünün yok edildiği bir düzen olmalıdır. ??? Bu değerlendirmeler ışığında, UNDP’nin İstanbul toplantılarının bir yol ayırımında olduğu görülecektir: İstanbul 2012 gerçek anlamda doğaya ve insan emeğine saygılı bir kalkınmacı hareketin bildirgesi olarak, günümüzün çarpık küreselleşme sürecine dur diyecek ve başka bir küreselleşmenin mümkün olduğu idealini tartışmaya açacak bir konferansın ev sahibi olarak anılabilir; ya da, günümüzde kolektif emperyalizmin Batılı metropollerinin ve yürütücü kurumlarının henüz ulaşamadığı “bahar eylemcilerinin” halklarını ve küresel yoksulları bu çarpık küreselleşme ve sömürü dünyasına çekmenin taşeronluğunu üstlenen bir Truva Atı konumuna da sürüklenebilir. Korkut Boratav Hoca’nın bu köşede daha önce de aktarmış olduğum bir yazısını bir kez daha anımsamadan geçemeyeceğim. Korkut Hoca yıllar önce, 4 Mayıs 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesindeki bir yazısında, şu sözleri bizlerle paylaşmaktaydı: “Adım adım ‘aykırı’ düşünmeye yönelmemiz gerekiyor. Önce, bugünün egemen düşünce biçiminin sınırlarını; giderek kurulu düzenin parametrelerini de zorlayarak...” ? Yılbaşından bu yana petrol fiyatlarının yüzde 17 artması ve döviz kurundaki yükselişe paralel, benzin fiyatlarına 10 günde 3. kez zam yapıldı. Yüksek vergi, tüketicinin ödeyeceği faturayı daha da ağırlaştırıyor. Zamlar bıktırdı Ekonomi Servisi Ham petrol fiyatlarının şubatta 125 doları aşarak son bir yılın en büyük sıçramasını kaydetmesinin ardından, petrol tüketicisi ülkelerde zam furyası başlarken Türkiye’de de 10 gün içinde 3. kez fiyat artışına gidildi. Bir önceki zammın üzerinden daha 10 gün bile geçmeden benzine bir gün arayla üst üste, iki kez zam yapıldı. Akaryakıt ürünlerinin fiyatları dün de 711 kuruş arttırıldı. Zammın ardından İstanbul’da (95 oktan97 oktan) 4.554.62 liraya satılan benzinin fiyatı 4.624.73 liraya, Ankara’da ortalama 4.554.62 liraya satılan benzinin fiyatı ise 4.624.72 liraya çıktı. üksek vergi faturayı kabartıyor Petrol tüketicisi konumundaki ABD ve Çin başta olmak üzere pek çok ülkede zam furyası yaşanırken Türkiye’de yüksek vergi yükü, ödenen faturayı ağırlaştırıyor. Türkiye, yüzde 60’lık yüküyle, en yüksek vergi alan ülkeler arasında. 2011’de benzindeki dolaylı vergide (KDV ve ÖTV) AB ülkeleri arasında ilk sırada, motorindeyse İngiltere ve İsveç’ten sonra üçüncü sırada Türkiye yer aldı. 2011’de benzinde litrede ortalama 1.04 Avro Y vergi alınan Türkiye, AB ülkeleri arasında en yüksek verginin bulunduğu ülke oldu. Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Genel Başkanı Ali Çetin, akaryakıt zamlarını eleştirirken bunun sadece petrol fiyatlarına bağlanmasına tepki gösterdi. “Akaryakıt fiyatlarının bu denli yüksek olmasının yegâne nedeni hükümetin dolaylı vergiler yoluyla halkı, tüketiciyi soyma politikasıdır” diyen Çetin, 4.63 TL’ye satılan bir litre benzinin rafineri çıkış fiyatının 1.25 TL olduğuna dikkat çekerek “Bunun 1.89 TL’si ÖTV, 71 kuruşu ise KDV’dir. Benzin sıfır bayi ve dağıtıcı kârıyla satıl sa ve rafineri çıkış fiyatı 1 Kuruş olsa dahi tüketiciye litresi 2.25 TL’ye satılacak. Çünkü dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bir çarpık vergi anlayışı Türkiye’de mevcuttur ki o da vergiden vergi almak insafsızlığı. Oysa ÖTV’den bir de KDV almaktan vazgeçilse akaryakıt litrede 34 kuruş daha ucuzlayacaktır” dedi. Gırtlağa kadar borçluyuz Kitapçıktaki bazı veriler de şöyle: ? Kamunun iç ve dış brüt borç stoku AKP’den önceki 80 yılda 242.6 milyar lirayı bulmuştu. Son 9 yılda 276 milyar TL borç birikti. 80 yılda 3 bin 676 lira olan kişi başına ortalama kamu borcu da 6 bin 936 liraya yükseldi. ? Son 9 yılda bütçeden, AKP’den önceki 80 yılın üç katı kadar (450 milyar lira) faiz ödendi. 80 yılda toplam 246 milyar dolar olan dış ticaret açığı yılda 502 milyar doları buldu Limak Çimento 38 milyon Avro kredi aldı Ekonomi Servisi Limak Çimento, enerji verimliliği yatırımlarında kullanmak üzere Türkiye Kalkınma Bankası ile 38 milyon 250 bin Avro tutarında kredi anlaşması imzaladı. Bu kredinin çimento sektörü için bir ilk teşkil ettiğini kaydeden Limak Çimento Yönetim Kurulu Başkanı Nihat Özdemir, “Söz konusu yatırımların tamamlanması ile 40 MW kurulu güce sahip bir hidroelektrik santralının bir yıllık üretimi kadar enerji tasarrufu sağlayacağız” dedi. İki yıl ödemesiz, 12 yıl vadeyle verilen, Dünya Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası kaynaklı kredi, Limak Çimento bünyesindeki Ankara ve Trakya tesislerinde enerji verimliliği çalışmaları için kullanılacak. Özdemir, “Türkiye’deki tüm çimento fabrikalarına, döner fırınlardan çıkan atık ısıların geri kazanımı gerçekleştirilirse, yılda 1.3 milyar kilovatsaat enerji tasarrufu sağlanacaktır” diye konuştu. Nihat Gençlik işsizlikten kırılıyor ? İş bulmaktan umudunu kesip artık iş aramayanları yani 2011’de 2 milyonu bulan “işsiz sayılmayan işsizleri” de dikkate alırsak işsizliğin gerçek boyutu yüzde 16’yı, gerçek işsiz sayısı 4.6 milyonu geçiyor. ? Vatandaşın bankalara olan tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 2002’deki düzeyinin 34 katına çıktı. Borcu gelirlerinin yüzde 44.7’sini buldu. 2 milyon 238 bin kişi bu borçları ödeyemediği için kara listede. ? 2002’de Türkiye genelinde ortalama ekmeğin kilosu 1 liraydı. Ocak 2012’de 2.31 lirayı buldu. ? Sosyal huzursuzluk nedeniyle boşanmalar rekor kırıyor. TürkYunan İş Konseyi, komşunun 50 milyar dolar beklediği özelleştirme programını iş dünyasına tanıttı. Türkler komşunun enerjisine talip Ekonomi Servisi Yunanistan Özelleştirme Ajansı Özelleştirme Programları Koordinatörü Panos Protopsaltis, Yunanistan’ın 50 milyar Avro gelir beklediği özelleştirme programında Türk işadamlarının enerji, turizm, altyapı ve gayrimenkul geliştirmede daha etkin olacağını düşündüklerini söyledi. Yunanistan’ın kamu varlıklarını özelleştirme programı kapsamında uzun vadeli yatırımcıları beklediklerini söyleyen Protopsaltis, fonların hedef kitleleri olmadığını, çok kısa vadede gelip gidecek para akışından yana olmadıklarını açıkladı. TürkYunan İş Konseyi Eşbaşkanı Selim Egeli de 1.5 aylık süreçte, Türkiye’den 15’e yakın şirketten talep geldiğini dile getirerek bugüne kadar enerji üretimi ve dağıtımı, ticari limanlar, havalimanlarının işletmesi, turizm ve özelleştirme kapsamında gayrimenkul geliştirmesine açacağı arazilere ilgi gösterdiğini ifade etti. Egeli, “Birçok Türk yatırımcı da Yunanlı ortaklarla aynı İstanbul’daki gibi büyük alışveriş merkezleri kurmak, büyük işhanları geliştirmek istiyorlar. Bunların Yunan ortakları da şimdiden hazır” dedi. Özdemir “Eğitimin kökleri acı, meyvesi tatlıdır” demiş Aristoteles... AKP iktidarı ne yazık ki eğitimi siyasallaştırarak sadece 4+4+4’e indirgedi. Eğitimin kalite, çağdaş içerik, öğretmenler, gençlerin eğitime nasıl baktıkları gibi onlarca sorunu ise yine askıda kaldı. Bu kez konuya farklı bir noktadan yola çıkarak değinmek istiyorum. ODTÜ’nün bundan 7 yıl önce yavru vatanda eğitime başlattığı ODTÜ Kıbrıs Kampusu’ndan... Aslında itiraf etmeliyim ki onlardan davet alana kadar, ilgi alanıma girmek bir yana ben de birçokları gibi ‘KKTC üniversiteleri sınavda az puan almış zengin öğrencilere diploma veren okullar. ODTÜ’nün de orada açtığı kampus herhalde bu furyadan pay kapmak için olmalı” diye düşünüyordum. Yanılmışım. Üstelik benim gibi düşünenlerin yanılgıları hâlâ sürüyor ne yazık ki. Hal böyle olunca ODTÜ’nün Ankara’da verdiği eğitim ile birebir aynı kalitede olan bir kampus orada öylece öğrenci bekliyor. Nedenlerin biri benimki gibi önyargı ama sorun sadece bu değil. Türkiye’den, KKTC’den de gençler tarafından tercih edilmemesinin başka nedenleri de var. Bunlara girmeden önce ilk kuruluş öyküsüne değinmek istiyorum izninizle. Kumarhaneleriyle ve otelleriyle tanınan KKTC bildiğiniz gibi hem bir turizm hem de eğitim adası. 2000’lerde birkaç üniversite birden açılmış. Ancak ilk yıllar hayli sıkıntılı geçince eğitimin kalitesini yükseltmek için Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıs Türk tarafı kafa kafaya fikirler üretmeye başlamış. Neticede Kıbrıs’taki Türkiye Yardım Heyeti, ODTÜ yönetimine çağrıda bulunmuş. Ankara bunu görev bilmiş. Kıbrıs’ta ODTÜ’nün bir küçük modeli kurulmuş. Bunları bize okulun açılışından beri orada olan rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer anlattı. Hatta kuruluş kararından önce ODTÜ’de konu çok tartışılmış, Tümer bile ‘ODTÜ imajının zedeleneceği’ gerekçesiyle karşı çıkanlar arasındaymış. Kaygıların hepsini dönemin rektörü Süha Çevik gidermiş. ODTÜ Kıbrıs Kampusu akademik ve idari bakımdan ODTÜ’ye bağlı ancak finansal kaynağı ayrı. Finansman Türkiye’nin her yıl KKTC’ye tahsis ettiği fondan karşılanıyor. Üniversite kendi ayakları üzerinde durana kadar bu destek sürecek. “Peki paralı üniversite ODTÜ’ye ters değil mi?” sorumuza Tümer, bir Bir Eğitim İkilemi: ODTÜ Kıbrıs öğrencinin yıllık maliyetinin 20.000 lira olduğunu, öğrencilerden aldıkları ücretin bunun çok altında kaldığını belirterek yanıt veriyor. Neticede yıllık ücreti Türkiye’deki üniversitelerin yarısı kadar; 12 bin TL dolayında... Bu yıl tüm öğrencilerin burslu okuması kararlaştırılmış... Bir bölümü yüzde 25, bir bölümü yüzde 50, bir bölümü yüzde 100 burslu okuyacak... Yurt ücretleri 36 bin TL arası... 3 bin dönüm arazi üzerine kurulmuş son derece modern laboratuvar, kütüphane, spor salonu, yurt olanaklarına sahip olan üniversitede bugün her sınıfta 12 öğrenci okuyor... Hocalar Kıbrıs Kampusu tarafından öneriliyor. Ankara’da testlerden geçerek kabul ediliyor... Giriş puanı merkeze göre daha düşük. Ama final sınavları merkezle aynı içerikte olup aynı saatte yapılıyor. Yani ODTÜ Kıbrıs mezunu ile Ankara mezunu arasında bilgi açısından fark yok... Nitekim mezunların yüzde 49’u hemen iş bulmuş, yüzde 32’si yüksek lisansa başlamış yalnız yüzde 19’u askere gitmiş veya iş arıyor. Şimdi asıl soruya gelelim... Ankara’da çok yüksek puanla öğrenci alan ODTÜ’ye giremeyen, eğer maddi imkânı varsa, çok daha düşük puanla aynı eğitimi KKTC’de alabilir... Ama neden tercih etmiyor? Aynı şekilde neden Kıbrıslı gençler üniversite eğitimi için Türkiye’deki ve İngiltere başta olmak üzere diğer ülkelerdeki okulları seçerken, burunlarının dibindeki üstelik pahalı olmayan, üstelik ODTÜ kalitesinde eğitim veren bir okulu tercih etmiyorlar? Bu sorunun yanıtı gençlerin “zoru ve kaliteli olanı seçmek yerine kolay olana yönelme tercihlerinde” yatıyor. Ve bu bakış açısı Türkiye’nin tam da eğitim gerçeğini anlatıyor. Turgut Tümer hazırlık sınıfına kayıt yaptıranların yüzde 60’ının, 1. sınıf öğrencilerinin de yüzde 40’ının ayrıldığını söylüyor. Eşik 2. sınıftan sonra aşılıyor. Belli ki, az puanla öğrenci alıp ODTÜ kalitesinden ödün vermeden eğitim vermek okulu da öğrenciyi de zorluyor. Kıbrıs’taki yeni nesil gençlik de “eğer paralı okuyacaksam zorlanmayacağım bir üniversiteye giderim” anlayışında. Bu yüzden önce bu anlayışın değişmesi gerekiyor. Tümer bu nedenle uyum ve motivasyon dersleri koyduklarını ve olumlu sonuçlarını almaya başladıklarını anlatıyor. Bugün 25 bin öğrenci kapasitesine sahip kampusta 1700 öğrenci eğitim görüyor. Bunların ise Türkiye’den gelenler dışında yüzde 5’i KKTC’li öğrenci, yüzde 9’u 3. dünya ülkelerinden... Aslında bakıyorum da ODTÜ Kıbrıs, artık bir sektör haline gelmiş olan uluslararası öğrenci çekme rekabetinde bir deney laboratuvarı gibi... Bugün UNESCO verilerine göre dünyada 3.1 milyon öğrenci kendi ülkesi dışında başka bir ülkede eğitim görüyor. 110 milyar dolar civarında bir büyüklüğe ulaşan yabancı öğrenci pazarından eğitim kalitesinden ödün vermeden nasıl pay alacak göreceğiz... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle