18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 11 2B’de amaç başka, içerik başka MAHMUT LICALI ANKARA TBMM Tarım Komisyonu’nda kabul edilen orman vasfını yitirmiş 2B arazilerinin satışını düzenleyen yasa tasarısında orman köylüleriyle orman kıyımı yapanların bir tutulması; fabrikalara orman alanlarının kiralanması ve üniversitelere orman alanlarının verilmesi düzenlemelerinin tasarıya eklenmesi orman köylülerini destekleme amacının sözde bıraktı. CHP’li komisyon üyesi Vahap Seçer, tasarının adındaki orman köylülerinin desteklenmesi ifadesinin tasarının içeriğine yansımadığına işaret ederek “Zengine ayrıcalık var, yoksul köylüye yok” dedi. TBMM Tarım Komisyonu’nda geVahap Seçer Çin Komünist Partisi 5 yıllık kongresine hazırlanırken, kimi gelişmeler ülkenin kritik bir kavşakta olduğunu düşündürüyor. İster devlet kapitalizmi, ister devletözel karışımı olsun; eğer kapitalizmden söz ediyorsak, ekonomik krizlerin kaçınılmazlığından, siyasi sonuçlar yaratma kapasitelerinden de söz ediyoruz demektir. Öyleyse, bir aşamada Çin ekonomisinin krize girmesi kaçınılmaz. Bu krizin zamanını, şiddetini, siyasi sonuçlarını önceden bilmek olanaksız. Ancak, bu yılın sonunda toplanması beklenen parti kongresine giderken ortaya çıkan kimi olgular, bu krizin sanılandan daha yakın olduğunu düşündürüyor. çen hafta kabul edilen orman niteliğini yitirmiş 2B arazilerinin satışını düzenleyen yasa tasarısının adında yer alan “orman köylülerinin desteklenmesi” ifadesi tasarının içeriğine yansımadı. Tasarıda, orman köylüleriyle kentlerde orman kıyımı yapan işgalciler bir tutularak arazilerin satış bedelleri aynı tutuldu. Türkiye’nin her yerindeki 2B arazilerinin rayiç bedelinin yüzde 50 oranına satışının yanı sıra başvurularda bin TL ile 2 bin TL arasında değişen ücret alınacak olması orman köylüsünü zora sokacak. 2B arazilerinin satışında peşin ödemelerde yüzde 20 indirim imkânı da başvuru için aranan ücreti bile ödemekte zorlanacak orman köylüsünden çok, kentlerdeki işgalcilerin işine yaradı. Orman köylülerinin kalkındırılmasının desteklenmesini amaçlayan tasarıda; orman köylüleriyle alakasının olmamasına karşın devlet üniversitelerine bedeli karşılığında orman alanlarından eğitim ve araştırma amaçlı tesis yapımı için alan verilmesi sağlandı. ihracat yoluyla dışlaştırmayı başarmıştı. Bu kez koşullar farklı. Dış piyasalar daralmaya devam ediyor, Çin eski düşük ücret avantajını da kaybediyor (Zhan Lijuan, China.org, 15/03). Bu koşullarda da olması gereken olmaya başlıyor, ekonomik büyüme yüzde 10’lardan yüzde 7 düzeyine iniyor, dış ticaret dengesi açık vermeye başlıyor. Küresel mali kriz başlamadan önce GSMH’nin yüzde 10’u düzeyinde seyreden cari hesap fazlası 2011’de yüzde 2.5’e düşüyor (The Economist, 17/03). Bu gelişmeler gerek döviz “forward” piyasalarında, gerekse de Çinli ihracatçılarda, ithalatçılarda, yuanın geleceğine ilişkin güveni sarsıyor, değerlenme beklentisi yerini aşınma beklentisine bırakıyor. İhracatçı şirketlerin elinde yuana çevirmeden tuttukları, 52 milyar dolarlık döviz birikirken, ithalatçılar 75 milyar dolarlık döviz stoklamışlar (Financial Times, 09/03). Yavaşlayan ekonomik büyüme, aşırı üretim basıncı, borç balonu üçlüsü nasıl bir döngü oluşturacak, dünya ekonomisine ne gibi yeni sorunlar getirecek önümüzdeki dönemde göreceğiz. Asıl Sorun, Bilim ve Sanata AKP Bakışıdır! AKP iktidarının eğitimde yapmaya çalıştığı yeni yasal düzenleme, özünde, üniversite öncesi eğitimi bütünüyle imamhatip eğitimine yerleştirme girişimidir. Eğitimin birliği bu kez imamhatip ekseninde gerçekleştiriliyor. ??? Yasa teklifi kamuoyunda ve Milli Eğitim Komisyonu’nda, okulöncesi eğitimi, 4+4+4 ayırımının nasıl olacağı; dershane ve sınav konuları, yani esas olarak biçim bağlamında tartışılıyor. Oysa eğitim, öncelikle bir içerik konusudur. Tartışmalar sırasında içeriğin çok büyük ölçüde bir yana bırakılması yalnızca AKP’nin işini kolaylaştırıyor. ??? İnsanlığın günümüzde ulaştığı ekonomik ve toplumsal ilerleme, bilim ve sanat alanındaki gelişmelerin doğrudan sonucudur. Bunu sağlayan da insanın aklının giderek özgürleşmesi ve yaratıcı yeteneklerinin gelişmesidir. Günümüzde de toplumun tüm çocukların ve gençlerin fırsat eşitliği ortamında yaratıcı yeteneklerinin geliştirilmesi, her türlü gelişmenin temelidir. Getirilmek istenen yeni eğitim düzeni, çocuklara ve gençlere, bilim, sanat ve bunlara bakış olarak neler verecektir? Öğrenciler, bilimsel bilginin asıl kaynağının nesneler üzerinde yapılan deney ve gözlemler ve bunların karmaşık usa vurumu olduğunu anlayacak mı? Ezberci değil, düşünen, sorgulayan ve üreten bireyler olmaları sağlanacak mı? Alacakları din eğitimi, dinlerin doğuşunu ve gelişmesini irdelemeyi; inanç ve mezhep farklılıklarına karşı hoşgörüyü içerecek mi? Öğrenciler müzikten heykele, tiyatrodan tasarıma; romandan resme; şiirden baleye ve operaya uzanan kendi sanatsal yeteneklerini özgürce sergileyebilecek mi? Örneğin, edebiyat derslerinde, teslimiyetçi Necip Fazıl ile özgürlükçü Nâzım Hikmet’i eşit uzaklıkla okuyabilecek mi? Descartes ile Hallacı Mansur’u bir arada irdeleyerek; düşünüyorum öyleyse varım diyebilecek mi? Ayırım yapılmadan değişik düşünce akımlarını öğrenebilecek; bunların tümüne eleştirel bir gözle bakabilecek mi? Çocuklar ve gençler, canlıları ve cansızlarıyla doğanın; düşüncelerin ve bilimin değişimini ya da evrimini kendi düşüncesinin oluşumuna katabilecek mi? Ya çocukların ve gençlerin toplumsallaşma süreçleri? Çocuklar ve gençler, cinsiyetlerine göre ayrımcılığa uğramadan bir arada eğitim alacak mı? Demokratik yaşamın temeli olan farklı görüş ve düşüncelere hoşgörü ile bakılması sağlanacak mı? Kadınerkek eşitliği düşüncesi yerleştirilecek mi? İnsan ve doğa sevgisi güçlendirilecek mi? Genç, üretim sürecine nasıl katılacağına özgürce karar verebilecek mi? Bu soruların yanıtı, okulöncesi, ilk ve ortaöğretim ve 65 yıllık imamhatip uygulamaları bir bütünlük içinde incelenerek doğru verilmelidir. ??? Sorun aslında okul adı sorunu değildir; sorunlu olan, günümüzün Milli Eğitim Bakanı’nın görüşlerinde özetlenen AKP bakışıdır. AKP’nin bilime ve sanata bakışı, üniversiteler, TÜBİTAK ve TÜBA örneklerinin de uygulamada kanıtladığı gibi, tek sözcükle, sakattır. Bu sakatlık yalnızca kadrolaşma anlayışından kaynaklanmıyor; bilimsel makalelerin yayımının yasaklanmasına, bilimin sansür edilmesine uzanıyor. Heykel, ucube sayılarak yok ediliyor. AKP’nin bu en zayıf noktası, bilime ve bilim kurumlarına bakışı, şimdiye dek güçlü bir biçimde sorgulanmadı. Getirilen yasal düzenlemeyle AKP’nin bilime ve sanata sakat bakışı, çocukların ve gençlerin gelişmelerinin biçimlendiği yıllara taşınarak daha da derinleştiriliyor. Elbette AKP’nin eğitimle ilgili düzenlemelerine kesinkes karşı çıkılmalıdır. Bu karşı çıkıştan sonuç alınabilmesi, AKP’nin bilime ve sanata bakışındaki sakat zihniyetin, bir bütün olarak, bilimsel bilgi ölçüleriyle sergilenmesine bağlıdır. Çin Kritik Kavşakta İkinci ‘vazgeçilmez ülke’ Çin dünyanın ikinci büyük ekonomisi, 1980’lerden bu yana yılda ortalama yüzde 10’luk büyüme hızıyla da önemli bir lokomotifi. Bu süreçte Çin, gerek 3.2 trilyon dolarlık rezervleri, Asya’dan Latin Amerika’ya doğal kaynaklar, mineraller üzerinde elde ettiği etkinlikle, yüksek teknolojili elektronik ürünler için yaşamsal öneme sahip “değerli madenler” (precious earths) piyasasındaki egemenliğiyle, sunduğu yatırım alanlarıyla, ucuz işgücüyle üretilmiş mallarıyla, yüksek teknoloji ve lüks tüketim malları pazarıyla, BM Güvenlik Konseyi’ndeki, çoğu zaman ABD ve Batı’yı durduran vetosuyla, siyasi açıdan da “ikinci vazgeçilmez ülke” konumuna yükselmiş durumda. Bu arka plan üzerinde genel kanı, Çin ekonomisinin 2007’de patlak veren ve sonra “büyük resesyona” dönüşen mali krizden de etkilenmediği, en azından korunabildiği yönünde. Ekonomi üzerindeki merkezi denetim, beş yıllık planlar, liderliğin istikrarlı ve temkinli yönetimi, bu bir ölçüde gerçek payı içeren kanaatin oluşmasını kolaylaştırdı. Ama, yukarıda işaret ettiğim gibi bir kapitalist ekonomi açısından, kriz ertelenebilir ama engellenemez. Üstelik, Batı ekonomilerinde 1990’larda ve 20032006 arasında izlediğimiz gibi, erteleme çabaları, sorunları daha da büyüterek gündeme getiriyor. Buradan nereye... Bu koşullarda ağırlaşan kriz eğilimlerine paralel olması gereken bir başka şey daha oluyor: Çin Komünist Partisi bu 5 yıllık kongrede liderlik kadrosunu yenilemeye hazırlanırken, Çin yönetici sınıfı içinde, iktidar kavgaları sertleşiyor, hem de toplumsal huzursuzluğun hissedilmeye başlandığı bir dönemde. Olması gerekenin olmaya başladığını, Başbakan Wen Jibao’nun çarşamba günü meclisin 10 günlük çalışma seansının ardından yaptığı basın toplantısındaki “Siyasi reformlar gerçekleşmezse, yeniden ‘kültür devrimini’ anımsatacak siyasi bir tr aj edi y aş ay abi l i r i z” sözlerinden de çıkarmak olanaklı. Jibao’nun sözleri iki açıdan önemliydi. Birincisi, ölçülü konuşmanın erdem olarak kabul edildiği bir kültürde Başbakan, gelecekte yaşanması olası bir siyasi krize karşı uyarmak için, yakın tarihin en kanlı parti “içi savaşı”nı anımsatmıştı. İkincisi, perşembe günü, partinin hızla yükselen yıldızlarından biri, 30 milyon nüfuslu Chongquing kentinin Komünist Parti Şefi Bo Zilai görevden alınarak, yükselme yolu tıkandı. Bo Zilai, hızlı yükselmesinin yanı sıra, Mao döneminin kültürünü yeniden canlandırma kampanyalarıyla, serbest piyasadan ziyade devlet işletmelerine verdiği önemle, kırsal nüfusa kent olanaklarını açan halkçı politikalarıyla da dikkatleri üzerinde toplamaya başlamıştı. Jibao’nun uyarısı, Zilai’nin görevini kaybetmesi, bu sırada, Çin Dünya Bankası ortak çalışmasıyla hazırlanmış bir liberalleştirme programının partinin gündeminde olması (Justin Yifu Lin, Project Syndicat,15/03), farklı ekonomik program önerilerini savunan fraksiyonların arasındaki pazarlıkların hızlandığını düşündürüyor. Ancak, son derecede kapalı, kendine özgün siyasi kodlarla çalışan bir egemen sınıfın sinyallerini anlayabilmek, hele reflekslerini öngörebilmek, örneğin Zilai’nin tasfiyesinden, “reformistlerden” yana bir sonuç çıkarmak kolay değil. Zilai’nin yerine geçen Zhang Ming de devlet işletmeleri “nomenklaturası”na yakın biri olarak biliniyor; 5. kongrede ÇKP genel sekreterliğini devralacak olan Zi Jinpin’in, Zilai’yle benzer siyasi görüşleri paylaştığı da... Bir yaklaşıma göre Zilai’nin başını, medyada kendi reklamını yapma merakıyla, kabul edilemez bir hızla yükselmeye çalışmış olması yedi. Jinpin’in, Zilai’yi korumak için bir çaba göstermemiş olması da bu bağlamda anlamlı bulunuyor. Şöyle veya böyle, Çin ve dünya ekonomisini, bir Çin atasözündeki gibi “ilginç zamanlar” bekliyor... Ve kriz eğilimleri... Son veriler, küresel kapitalizmin mali krizinden kendini bir süre için koruyabilen, kriz eğilimlerini öteleyebilen Çin’in, bu öteleme sürecinde aldığı önlemlerin tükenmeye, klasik kriz eğilimlerinin güçlenmeye başladığını gösteriyor. Mali kriz başladığında, Çin devleti yaklaşık 700 milyar dolarlık bir ekonomik destek paketini devreye sokmuştu. Bu kaynak, tüketimi ama daha çok yatırımları güçlendirdi, ekonomik büyümeyi destekledi. Resmi veriler de bu kaynağın üretken yatırımlardan daha çok, demiryolları, otoyollar, diğer altyapı yatırımlarına, inşaat sektörüne gitmiş olduğunu gösteriyor. Bu süreç bir taraftan “kapasite fazlası” sorununu büyütürken, diğer taraftan, bu yatırımları gerçekleştiren yerel yönetimlerde büyük borçların birikmesine yol açmış. Bloomberg’in yerel yönetimlerin 2011 sonunda açıkladıkları hesaplardan derlediği veriler, en büyük 232 yerel yönetimin toplam borçlarının 622 milyar dolara ulaştığını gösteriyordu. JP Morgan analistleri resmi verilerin, araba satışlarında, çimento, demir üretiminde ve inşaat sektörü stoklarında büyük düşüşler gösterdiğine işaret ediyor, gerçekte durumun çok daha kötü olabileceğini söylüyorlar (CBS Money, Watch, 16/03). Kısacası, Çin kapitalizminin, sermaye birikim sürecinde “aşırı üretim” sorunu ağırlaşıyor, bu sorunu hafifletmeye yönelik krediler bir mali balonu şişirmeye devam ediyor. Çin ekonomisi 20042007 döneminde yatırımların getirdiği “kapasite fazlası” sorununu, ucuz işgücünden, Batı’da şişmekte olan kredi balonundan yararlanarak SGK yurttaşın cebinden 670 milyon lira çekecek Ekonomi Servisi Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), yılbaşında uygulamaya koyduğu reçeteden ve acil müracaatlardan ek katılım payı alınmasına yönelik uygulamayla yurttaşın cebinden 670 milyon lira çekeceğini hesapladı. Uygulamayla yurttaştan reçete başına 3 TL yerine, 3 liraya ek olarak üçüncü kutudan sonraki her kutu ilaç için 1 lira katkı payı alınması, aile hekiminin yazdığı reçetelerden de 3 lira artı 1 lira katılım payı alınması sağlandı. 10 gün içinde aynı branşta, farklı hastaneye gidip muayene olan hasta ilave 5 lira daha ödeyecek. Acil şikayetiyle hastanelere başvuran ve durumlarının acil olmadığı tespit edilenlerden katkı payı alınacak. SGK sadece buradan 200 milyon TL’lik gelir bekliyor. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle