18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 MART 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Tepebaşı Belediyesi’nden, çağdaş Eskişehir’in kültür yaşamına yeni bir armağan ‘Kent ve kültür söyleşileri’ eleceğin tarihçileri Eskişehir için eminim ki şu tanımı yapacaklar: “Kendilerini kimlikli çağdaşlaşmaya adamış yerel yöneticilerin efsaneleşen çabalarıyla yarattıkları bir uygarlık ve aydınlanma kenti...” Bu tanımın başkahramanı kuşkusuz Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’dir. Şimdiden destanlaşan yaratıcılığı ve inanılmaz çalışkanlığıyla kenti nereye getirdiği anlatılamaz, görmek gerekir... Aynı efsanevi çabanın aynı kenti yine inanılmaz bir çalışkanlık içinde kültür, sanat ve her türlü toplumsal değerle buluşturan emektarı da Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’tır. Nitekim o gün, Tepebaşı’nın çağdaş uygarlık etkinliklerine eklemlenen “Kent ve Kültür Söyleşileri”ni planladığımızda, onca yoğunluğuna rağmen önemli bir zamanını da “zihinsel engelli bireyler” için açılan “Gökkuşağı Cafe”ye ayırması, “en insani çalışkanlık”tan başka nasıl tanımlanabilir? Sevimli bakışlarıyla bizi karşılayarak kendi yaptıkları çörekleri zarafetle ikram eden zihinsel engelli çocukların Cafe’si için Başkan Ataç diyor ki: “Toplumun ve engelli bireylerin birbirleriyle iletişime girmelerini sağlayan bir ortam hazırladık.” Bu insani hizmetin tek engeli ise “önyargı”lar...Broşüründe bakın ne yazıyor: “Aileleri bu çocuklarıyla da gurur duyuyorlar. Türkiye’de çoğu aile engelli çocuklarını evden dışarıya çıkarmazken, Eskişehir halkı Gökkuşağı Cafe ile zihinsel yetersizliği olan bireylerle bütünleşiyor.” G Ataol Behramoğlu Oktay Ekinci Mehmet Aksoy Kamil Masaracı Özgen Acar 7’den 70’e ‘kentlilik’ Peki, Tepebaşı’ndan kent yaşamına başka ne gibi katkılar var, bazılarını özetleyelim: “23 Nisan Çocuk Sanat Merkezi”, geleceğin “sanatsever” kentlilerini yetiştiriyor. Halkoyunlarını ise artık sadece gençler oynamıyor, “Anneler Halkoyunları Topluluğu” festivallerin baş tacı… “Eskişehir’e bisikletlerinizle gelin” çağrı sıyla kent içi ulaşımda bisiklet teşvik ediliyor. Kentliler “naylon poşet” yerine “bez torba” ve “file” kullanıyor. “Ekolojik Pazar” giderek daha fazla dolup taşıyor. “Aşevleri”nden dar gelirli kentliler yararlanırken “İmece Merkezi”ne verilen eşyalar yeni sahipleriyle buluşuyor. “Belde evleri”nde çocuk, genç ve yetişkinlere kurslarla birlikte kadınlara dikişnakış, halı dokuma vb. öğretilerek ev ekonomilerine katkı sağlanıyor. ‘En güzel bahçe ve balkon yarışması’ ile sadece konutların değil, kentin de güzelleşmesi sağlanıyor, Eskişehir artık bakımlı, makyajını yapmış ve saçını özenle toplamış kadın temizlik görevlilerinin kaldırımları süpürdüğü dünyanın ender kentlerinden biri. “Barlar Sokağı” da artık bir “dünya kenti”nde olduğunuzu kanıtlıyor... “Uluslararası Pişmiş Toprak Sempozyumu”nda yabancıyerli konuk sanatçılar ve üreticiler ile buluşan halk, pişmiş toprakla ilgili her deneyime ve uygulamaya tanık oluyor... Yine her yıl düzenlenen “sanat çalıştayı”nda yeni fikirler, yaklaşımlar ve gelenekler oluşturma yönünde atılan adımlar da sanat eserleriyle taçlanıyor. İşte böylesi yürek ferahlatan bir “çağdaş uygarlık” yaşamına eklemlenecek “Kent ve Kültür Söyleşileri”, bendenizin yönetiminde yarın (16 Mart) Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde başlıyor. Etkinliğimizi, kendisini ziyaret eden Eski Balbay da bizimle şehirli dostlarımızdan öğrenen Mustafa Balbay kardeşimiz, mektubunda bakın ne diyor: “Eskişehir’i çok seven bir kişi olarak, sizi alkışlayanlardan biri de ben olmak isterdim.” Sevgili Balbay’ın bu özlemi ile “Başkentler Ülkesi Anadolu”yu anlatacak Özgen Acar özetle diyor ki: “Yazının icadından sonra İslamiyete dek Anadolu’dan 42 uygarlık geçti. 3 bin antik kentten bazıları imparatorluklara ve devletlere başkentlik yaptı. Anadolu’nun bilinmeyen özelliklerinden biri de ‘başkentler ülkesi’ oluşudur.” 30 Mart’ta “Kent ve Psikoloji”yi irdeleyecek Erdal Atabek şunu söylüyor: “Her kentin bir ruhu vardır. Bu karmaşık etki, kentin tarihinin, coğrafyasının, yerleşik geçmişinin organik bileşkesidir. Kenttekiler ‘kentin ruhu’nda aidiyet bağını ve ‘buralı’ olmanın verdiği güveni yaşar.” 27 Nisan’da “Kent ve Karikatür” başlığıyla Kamil Masaracı da diyor ki: “Kentin mi var, karikatürün var! Hele bi de 17 milyon nüfuslu ‘bi kent’te karikatürcüysen... sağınsolun, önünarkan ‘karikatür’ oluverir.” 25 Mayıs’ta “Kent ve Şiir” temasıyla söz alacak Ataol Behramoğlu, “Türk şiirine kent ne zaman ve nasıl girdi? Geçmişte ve günümüzdeki durum, dünya şiirinde kent imgesi, kent ve yalnızlık, doğadan kopuş, kalabalıklar içindeki birey, çağdaş kentçağdaş insan ilişkisi”ni yorumlayacağını söylüyor… Ve yazdan önceki son konuşmacımız Mehmet Aksoy da 8 Haziran’da “Kent ve Heykel” için şunları vurgulayacağını söylüyor: “Heykel konacağı alanın ışığı olmalı. Oraya plastik bir mekân duygusu verebilmeli, mekâna anlam katabilmeli, mekân heykelle bütünleşmeli, mekânın içeriği heykelin içeriğine katılmalı..” Sözü yine Balbay’ın mektubuyla tamamlayalım, “İzleyeciler arasında benim de olduğumu hissetmeniz dileğiyle..” Balbay elbette ki tüm söyleşilerde bizimle olacak, siz de hazırlanır mısınız? Hapishanede Özgür Olmak! “Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Büşra Ersanlı ve Ayşe Berktay’ı ziyaret talebi hususundaki ilgili dilekçeniz incelendi ve…” Elimizde kapı gibi izin kâğıdımız, doğru Bakırköy hapishanesine… PEN Yönetim Kurulu adına başkan Tarık Günersel, sayman Tülin Dursun ve ben… Duygu Asena Ödülü’nü kazanan iki yazar, iki bilim insanı, iki araştırmacıya… İzin, 8 Mart’a yetişemedi. Gecikmeli ziyaret… Dev bir yapılanma. Bakımlı, soğuk. Tekdüze renkte, demir parmaklıklar. Görevliler aşırı nazik, kibar. Kütüphane muhteşem (orada görüşeceğiz). Gelin görün ki kapasitesi 600 olan hapishanede şu anda 1100 kişi kalıyor! Bu bir vahşet değil midir! Hapishane tarihinde asla bu kadar çok insan tıkılmamış buraya! (Görevlilerden öğreniyorum bunları!) 12’şer kişilik koğuşlar, aralara ranzalar eklenerek 24 kişiliğe çıkarılmış. Ama kiminde 28 kişi kalıyor. Yani kimi yatakta iki kişi! 6 koğuş siyasilere ayrılmış… Oysa 170 siyasi mahkum var… (İmdaaat!) Bekliyoruz… Sonunda Büşra Ersanlı geldi. Kocaman gözlükleri, kocaman gülümsemesi, elinde defteri, küçük dev kadın geldi. Kucaklaştık. Ayşe Berktay, o gün hastaneye kontrole gitmiş. Onunla bugün değil bir başka gün görüşeceğiz… (Seni merak ediyoruz Ayşe!) Büşra hastalanmamaya kararlı, çünkü hastaneye gitmeyecek. Çünkü hastaneye eller kelepçeli, asker eşliğinde götürülüyor… Neredeyse 40 yıl önce yaşadıklarını yeniden yaşayamaz! ÇAĞDAŞ TÜRK SANATI MÜZAYEDESİ’NİN GÖZDESİ NEJAD MELİH DEVRİM Sotheby’s’den Türk ve İslam Eserleri Haftası Kompozisyon”, sanatKültür Servisi Ünlü çının ürettiği en büyük müzayede evi Sotheby’s, resimler arasında yer nisan ayının son günlealıyor. 1952’de Nejad rinde “Klasik’ten Çağtarafından üretildikten daş’a: Sotheby’s Türk sonra sanatçının kendi ve İslam Eserleri Hafkoleksiyonunda tuttutası” düzenliyor. 24 Niğu eser, 1987 senesinde san’da Londra’da başlaönemli bir Amerikalı yacak hafta kapsamında koleksiyoner tarafından sırasıyla “Oryantalist satın alınıp günümüze Resim”, “An Eye For kadar aynı koleksiyonOpulence: Osmanlı Sada kalmış. natı”, “İslam Eserleri” Sotheby’s Direktör ve son olarak da “ÇağYardımcısı ve Çağdaş daş Türk Sanatı” müTürk Sanatı Müzayede zayedeleri gerçekleştiriYönetmeni Elif Balecek. yoğlu, “‘Soyut Kom24 Nisan’daki “An Eye For Opulence: Os Nejad Melih Devrim’in “Soyut pozisyon’ Nejad Melih Kompozisyon” adlı çalışması. Devrim’in son senelermanlı Sanatı” müzayede piyasaya çıkmış olan en desinin en yüksek fiyata satılacak önemli eserleri arasında yer eseri 153545 yılları arasında yaalıyor. Eşsiz provenansı, nadir pıldığı düşünülen İznik çinisi süanıtsal boyu ve muhteşem rahi. “Haliç” adlı sürahinin 250 kompozisyonuyla, müze kali350 bin sterlin (yaklaşık 700 bin tesinde bir eser olmakla 1 milyon TL) arasında bir fiyabirlikte her özel koleksita satılması bekleniyor. yona değer katacak bir 26 Nisan’da gerçekleşecek resim” değerlendirmesinde “Çağdaş Türk Sanatı” mübulundu. 90 eserin satışa suzayedesinin yıldızı ise Nejad nulacağı “Çağdaş Türk SaMelih Devrim ’in “Soyut natı” müzayedesinin 1.5 milKompozisyon”u. “Haliç” gibi, 250 350 bin sterlin (yaklaşık 700 ‘Haliç’ adlı yon sterlinden (yaklaşık 4.5 bin 1 milyon TL) arasında bir fi iznik çinisi milyon TL) fazla gelir getirmesi sürahi. bekleniyor. yata satılması beklenen “Soyut SANAT VE KÜLTÜR PLATFORMU İSTANBUL’74’ÜN KONUĞU PORTO RİKOLU ANGEL OTERO ‘Sanat sürprizlerle dolu’ CEREN ÇIPLAK Sanat ve kültür platformu İstanbul’74’ün Karaköy’deki yeni mekânı şu sıralar Porto Rikolu ressam Angel Otero’nun işlerini ağırlıyor. Angel Otero ile geçen gün Ortaköy’de buluşup resimlerini oluştururken izlediği farklı üretim sürecini konuştuk. Otero, önce cam tabelalar üzerine boyaları döküyor. Bu boyalar kuruduktan sonra onları kalıplar halinde soyup kanvasların ya da heykellerinin üzerine yerleştiriyor. Ardından yeniden sprey boya, silikon ve reçine ile kaplıyor. Boyalar dalga gibi katman katman oluyor: “Çalışmalarımda esas süpriz camın üzerinden boyaları kazıdığım da oluyor çünkü kuruyan boyalar şekil değiştiriyor. Öğrenciyken ekonomik nedenlerden dolayı geleneksel resimler yapıyordum ancak beğenilmediği zaman resimlerimi atma lüksüm yoktu. Resimlerimdeki boyaları tekrar kazıyor, o kuru boyalara su ka tıp bir şekilde geri dönüşüm sağlıyordum. Buradan yola çıkarak geliştirip bir teknik edindim. Şimdi bu teknikle resimler yapıyorum. Bu tarzımla resmin hiçbir zaman ölmeyeceğini, resimde yağlıboya ile sınırların ne kadar zorlanabileceğini göstermek istedim.” Otero tamamen malzeme odaklı çalışıyor: “Kişisel yaşamımdan anlar, duygular da resimlerimi etkiliyor ancak derdim malzemeyle. Derdim, malzemeleri ne kadar zorladığımla ilgili. Sanat çok kişisel bir durum. Resim sanatı da beklenmedik sürprizlerle dolu. Sürekli olarak farklı malzemeleri nasıl kullanabilirim diye beyin fırtınası yapıyorum. Bu yolculuk beni nereye götürecek bilmiyorum ama yolculuğum hep malzemeyle olacak.” Otero’ya en çok esin veren sanatçıların başında Van Gogh geliyor: “Van Gogh için, doğadaki her şey resim yapmak için bahaneydi. Onun derdi güzel manzara, güzel resim yapmak değildi. Onun da tutkusu tamamen yağlıboyaydı. Benim de öyle. Bu sadece ressamların anlayacağı bir durum. Beni ilgilendiren, onun malzemeye olan tutkusu. Van Gogh’ta o tutkuyu görüyorum. Onun için önemli olan resim yapma süreciydi.” Büşra Ersanlı keyifli neşeli, cıvıl cıvıldı. Baştan söyleyeyim. Bir saat kadar sohbetimiz sonunda şuna karar verdim: Hapishane olayını aşmış. Mağdur olan o değil, onu oraya sokanlar! Suçlanan o değil, onu 6 aydır orada tutanlar! Akademik kariyerinin büyük bir bölümünde, siyaset, tarih ve kimlik algılamaları üzerine çalışmış olan Prof. Ersanlı’nın hapishanedeki kimliği “terör örgütü üyesi”… “Bu üzülemeyecek denli saçma absürd bir durum” diyor gülerek... “39 yıl önce lise sondaki hapishane deneyimimde ülkede antikomünist yasalar vardı, eh ben de buna karşı geliyordum… Ama bugün?” Yani anlayacağınız masumiyetiyle, kendine güveniyle, çalışmalarıyla, taviz vermeyen duruşuyla, ilkelerine, düşüncelerine ve vicdanına sahip çıkarak hapishanede alabildiğine özgür Büşra Ersanlı. Henüz ortada iddianame yok. Tuttuğu notlar sakıncalıymış! Oysa insanın düşünceleri notlardan değil, yazdığı makaleden anlaşılır. Açıp baksınlar yüzlerce makalesine ya da 2011 Şubat’taki JSEE (Journal of South East Europe) dergisine! Elbet bilgisayar verilmemesi çalışmasını engelliyor. Sebze yiyememek sağlık açısından zor… İki günde bir banyo olanağı… (gittiğimiz gün kazan patlamıştı, su yoktu iyi mi!) Su kalitesinin kötülüğü, gençlerde deri hastalığının çoğalması… Günler bol bol okuyup yazmakla ve derslerle geçiyor: Kürtçe dersi alıyor, siyaset bilimi (siyasi tarih, kültür ve kadın) dersi veriyor. Ablası Sırma’nın sağladığı “örtü”, yeğeni ressam Zeynep Perinçek’in her hafta yolladığı resimlerle sanat galerisine çevirdiği duvarı ve annesinden aldığı her olayı “oyuna” çevirmek, “dalga geçebilmek” yeteneğiyle şöyle diyor: “Hapishane geçicidir. 10 yıl, 20 yıl yatsan da geçicidir. Önemli olan bu ülkedeki akademik özerklik, bilimsel özgürlük… Acı olan bunları yitirmek!” Dünyanın dört bir yanından yerli yabancı akademisyenlerden destek ve dayanışma mesajları alıyor. Birlikte çalıştığı, düşünceleri uymasa bile omuz omuza uğraş verdiği “Ahmet Hoca” dediği Ahmet Davutoğlu, Marmara Üniversitesi Rektörü Zafer Gül, YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya’dan ise tısss… Bayılırım ben böyle anlı şanlı akademisyenlere! Haklısın Büşra! Gerekirse 10 yıl da, 20 yıl da yatılır! Yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir! Ben Büşra’ya moral vermeye gidiyorum sanmıştım… Yanılmışım, bana moral veren o oldu… ‘Üzülemeyecek denli saçma’ Akademik özerklik ve özgürlük S i l i v r i ’ d e “ Du r u ş m a l a r ı İzleme Eylemi” • Saat: 08.00’de c’in bahçesinde olalım. • Önceden Başvuru : 0535.636 59 11 0535.270 56 84 C MY B C MY B Eylem Sürüyor! 16 Mart’da Silivri’deyiz!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle