18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 ŞUBAT 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA HABERLER Yeni tanım buldular 7 Cemaat ile hükümet arasında DDK raporuyla yeni cephe açıldı Economist ‘Gülenizm’ demişti ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MİT tartışmaları ile alevlenen AKP ve Gülen cemaati arasında kavga olduğu yönündeki yorumların ardından Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı ve Gülen cemaatinin güçlü ismi Cemal Uşşak hafta içinde arka arkaya yaptıkları çıkışlarla kendilerine, cemaat yerine camia denmesini istedi. Dumanlı ve Uşşak, “Tek tip değiliz, çok renkliyiz” ortak mesajını verdi. Haber Türk televizyonunda, Basın Kulübü programına katılan Uşşak, kendilerine cemaat denmemesini isteyerek şöyle konuştu: “Camia doğru bir ifade. Basında sık sık ‘... yakınlığıyla bilinen’ diye başlayan cümleler yersizdir. Eğer camia adına hüküm verilecekse bu Hocaefendi’nin sözlerinden hareketle yapılması gerekir. Bu hareket nevi şahsına münThe Economist der hasırdır. Bizim tagisi, geçen yıllarda, “Di rihimizde benim ni Uyanış AKP hü bildiğim kadarıyla kümeti, Kürt desteği benzer bir oluşum ni almak için İslamı yok. Bu kadar gekullanıyor” başlıklı niş bir coğrafyamakalesinde, Gülen ce da, 100’den fazla maatini ilk kez “Güle ülkede faaliyet gösnist” (The Gulenists) teren çok renkli, olarak tanımlamıştı. İn çok dilli bir fenogilizce makalelerde Fet men. Bu hareketi hullahçılardan, “Fet cemaat olarak tahullahci” olarak bah nımlamak çok eksediliyor. sik olur.” Dumanlı ise pazartesi günkü yazısında, “Cemaat demek büyük haksızlık. Hem o geniş kitleyi daraltıyor hem de toplumun bütün katmanlarında var olan vicdani oluşumu görmezden geliyor” diyerek şu satırları kaleme aldı: “Bahsi geçen topluluğa ‘cemaat’ demek yanlış. Olsa olsa ‘camia’ demek gerekiyor. Dünyanın dört bir yanında teveccühe mazhar olmuş, büyük bir camiaya, cemaat deyip onlara marjinal bir grup muamelesi yapmak, tahmin edilemeyecek kadar çok sayıda insanın incitilmesidir. Camia, toplumun genelinde hüsnü kabul gören yapıdır. Bu nedenle her siyasi gruptan, her sosyal zümreden destekçisi bulunmaktadır. Her kesimin gönlünde sempati uyandırmış bir kitle, dar manasıyla ‘cemaat’ değil, kuşatıcı ve kucaklayıcı yapısıyla bir ‘camia’dır. Cemaat çoğu kez tek tip insan yetiştirebilir; ancak camianın böyle bir lüksü yoktur. Zaten bu kadar eğitimli ve yaygın bir kitlenin tek tip insan olmayı kabullenmesi mümkün değildir. Camia içinde her tip adam bulunur.” Cemaat camia oldu Krizde ikinci raunt MİYASE İLKNUR Kulluğa Dönerken... Baba erenlerin yolu her nasılsa Mısır’a düşmüş. Bir gün dolaşırken bakmış, karşıdan atlas ama sırmalarla süslenmiş elbiseler giymiş birilerinin geldiğini görmüş. Merakla yanındakine sormuş: Kim bunlar? Hidivin kulları! Baba erenler önce, vaktiyle siyah fakat yemyeşil olmuş kendi elbisesine, sonra da gelenlere bakarak ellerini havaya kaldırıp şöyle demiş: Ya Rabbim bir kendi kullarına bak, bir de hidivin kullarına. Anlaşılıyor ki kuldan kula fark var, yani tornadan çıkmış gibi standart olmuyorlar. Zaten Mecelle bile İbad (Kul) Hukuku, Nas (İnsan) Hukuku diye iki ayrı hukuk tanımlıyor. ??? Salt dinsel hukukun geçerli olduğu Osmanlı döneminde insanlar bir yönüyle Allah’ın öte yönüyle de padişahın kullarıydılar. Kadılar yargıladığı için de Allah’ın kulu olmak ağır basıyordu. Vakta ki Fransa’dan alıntı Ceza Kanunnamei Hümayunu ve izleyen yasalar yürürlüğe girdi ve yetki adliye yargıçlarına geçti, işler karışmaya başladı. Padişah hazretlerinin atadığı ya da görev verdiği kullarını, bir anlamda padişah vekillerini cart diye çağırıp yargılama olanağı doğdu. Bu durumu önlemek gerekti ve bu nedenle de 4 Şubat 1329’da (1913) “Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat” çıkarıldı. Padişah hazretleri kullarını koruma hakkını kazandı. Böylece daha Kanuni döneminde vurgulanmış olan “kanun önünde eşitlik” ilkesi de delinmiş oldu. MİT Yasası’nın 26’ncı maddesinin değiştirilmesini ve bir madde eklenmesini öngören önerinin yıldırım hızıyla yasalaşması ve uygun bulunarak yürürlüğe sokulmasının tartışılması sürüyor. Ben bu tartışmaya yeniden girecek değilim. Bir yasa yıldırım hızıyla çıkarılırken, bir Bakanlar Kurulu tasarısının kaplumbağa hızıyla bile değil, komisyonda bekletilmesini irdelemeye çalışacağım. ??? AKP iktidarının 2004 yılında başlatılıp 2006 yılında sonuçlandırdığı “ileri demokrasi dönemi” kapsamındaki Türk Ceza Yasası, Terörle Mücadele Yasası ve Ceza Muhakemesi Yasası’nın suç tanım ve yorumlarıyla gazeteciler hakkındaki soruşturmalar 10 bini aştı. Büyük bölümü için geçilen kovuşturma dönemi sürüyor, bir bölümü de mahkumiyetle sonuçlandı ama hükmün açıklanması ertelendi. Açılan ya da hükme bağlanıp ertelenen davaların büyük bölümünü, iktidara yakın yayın organlarında çalışan gazeteciler oluşturuyor. Kim olursa olsun, gazetecilerin sanık ya da hükümlü olması hem kabul edilemez hem de Türkiye’ye yakışmayan bir durum. İçerde pek sözü edilmiyor ama, dışarıdaki uluslararası kurumlar söylemedik söz bırakmıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ihlal üzerine ihlal kararları veriyor. Artık alışılan torba yasa uygulaması kapsamında Türk Ceza Yasası ile Terörle Mücadele Yasası’nın da eklendiği bir tasarı 30 Ocak 2012 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Ancak henüz, bir arpa boyu bile ilerlemedi denecek konumda. Daha önce de yazmıştım. Basınyayın yoluyla ya da başka düşünce açıklama yöntemleriyle işlenmiş olan üst sınırı beş yıla kadar hapis cezası öngörülen suçlar askıya alınıyor. Tasarı bu kapsamdaki soruşturmaların ve kovuşturmaların 31 Aralık 2011 tarihine kadar olanlarını yok sayıyor. Bu tarihin, verilecek önerge ile daha ileri bir tarihe dönüştürülmesi olası. Bu olasılık ve tasarının rafta bekletilmesi, “Acaba daha sızdırılması ve yayımlanması gereken belge ve bilgiler mi var ki onları da kapsayacak bir beklenti söz konusu?” sorusunu ister istemez akla getiriyor. ??? Tasarının en önemli maddelerinden biri de 54’üncü madde. “...mahkemelerce basılı yayınlarla ilgili olarak verilmiş toplatma, yasaklama, dağıtım ve satışın engellenmesi” kararlarının koşullu olarak kaldırılması öngörülüyor. Mahkemeler devam kararları verirse bu hüküm geçersiz kalıyor. Ancak tasarıda bir koşul daha var. Kaldırılacak kararların 1 Haziran 2005’ten önce alınmış olması gerekiyor. Niye bu tarih, sorusunun yanıtı madde gerekçesinde de yok. 1 Haziran 2005, hukukumuz da reform (?) yapan Türk Ceza Yasası’nın yürürlüğe giriş tarihidir. Acaba siyasal iktidar böyle yaparak, bunca eleştiri ve değişiklik tasarılarına karşın “Benim yasam iyidir” demek mi istiyor? Kamuoyunu bir aydır meşgul eden MİT krizi, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kesin tavrı ve MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılmasını önleyecek yasanın yürürlüğü girmesi ile cemaat ile hükümet arasındaki kavganın bir süreliğine durduğu düşünülürken Devlet Denetleme Kurulu’nun Hrant Dink raporu ikinci raundu beklenenden erken başlattı. DDK’nin raporunun açıklanması ile birlikte “cemaat medyası”ndaki kalemler, iki günden beri ağırlıklı olarak bu konuyu işlemeye başladı. Zaman gazetesinin dünkü sayısında neredeyse bütün yazarlar, rapora ilişkin değerlendirmelerde bulunarak MİT yöneticilerini adli soruşturmalardan koruyan yasanın çıkarılmasını eleştirdi. Söz konusu raporda yer alan “Memurları korumak amacıyla yapılan düzenlemeler pratikteki uygulamasıyla toplumdaki adalet duygusunu zedeleyerek devlete olan güvenin sarsılmasına neden olmuştur” cümlesi, hükümetin MİT yöneticilerini yargının elinden kurtaran yasaya da bir gönderme niteliğinde. Raporun dikkate değer bir başka yönü de Dink suikastında soruşturulması istenenler arasında Hrant Dink’i İstanbul Valiliği’nde tehdit eden MİT görevlisinin de bulunması. Mahkemenin o MİT görevlisi ile ilgili soruşturma talep etmesine karşın Başbakan’ın soruşturma izni vermediği de raporda belirtiliyor. Cemaat yazarlarının yazılarında dikkati çeken nokta, raporda MİT ve jandarmayı suçlayıcı cümleleri cımbızla çekip alırken Emniyet’in kusur ve ihmalini görmezden gelmeleri. Zaman gazetesinde Hüseyin Gülerce, Mustafa Ünal ve A. Turan Alkan, dün köşelerini DDK’nin raporuna ayırmışlardı. Bu üç yazarın yazısında da ortak nokta, rapordan alıntılarla hükümet tarafından çıkarılan son yasanın yanlışlığına vurgu yapılmasıydı. Son krizde hükümetin yanında yer alan Star gazetesinden Mehmet Ocaktan ise, cemaat yazarlarından farklı okuyor. Ocaktan’a göre, kusurlu olan yargıdır. Çünkü mahkemenin önünde jandarma ve poliste ihmali olanların yargılanmasına mani hiçbir engel yoktu. Başbakanlık, yargılama talebi için yapılan bütün başvurulara izin vermiş ancak idare mahkemesi ? DDK’nin raporundaki kamu görevlilerine ilişkin bazı tespitler, MİT Yasası’na yönelik eleştiriler ile örtüşünce cemaat yazarları hükümeti buradan vurmayı hedefledi. Taraf yazarı Emre Uslu ise son krizde cemaatin değil MİT ve hükümetin kaybettiğini öne sürdü. Yeni Şafak yazarı Abdülkadir Selvi’nin yazılarındaki değişikliğin Başbakan’ın frene basması sonucu gerçekleştiğini yazan Emre Uslu, bu süreçte hükümet kanadınca sık sık dile getirilen “seçilmiş iktidara karşı Emniyet ve yargı vesayeti” söylemini de operasyonun bir parçası olarak değerlendirdi. Uslu’ya göre en güçlü Emniyet müdürünün koltuğunun bile bir bakanın iki dudağı arasındayken Emniyet vesayetinden, Deniz Feneri savcılarının başlarına gelenler henüz hafızalarda iken de yargı vesayetinden söz etmek mümkün olamaz. Uslu’nun satır aralarında dikkati çeken bir önemli nokta da KCK operasyonlarını destekleyen Emniyet ve cemaatin pozisyonunu zayıflatmak bu izni iptal etmiştir. Yeni Şafak’tan Ali Bayramoğlu da yazısında DDK raporunaki kamu görevlilerinin soruşturulmasına neden olan etkenleri sıralayarak davanın sil baştan görüleceğine vurgu yapıyor. Cemaathükümet arasındaki kavganın kolay kolay bitmeyeceğini gösteren en ilginç yazı, cemaate yakınlığı ile bilinen Taraf yazarı Emre Uslu’dan geldi. Uslu, dünkü yazısında DDK raporuna hiç değinmiyor. Ancak son krizde kaybedinin yargı ve Emniyet değil, AKP ve MİT olduğu iddiasında. Son krizi de yargı ve Emniyet’in başlatmadığını, tam tersine Oslo müzakerelerinin devamının önkoşulu olarak KCK’lileri serbest bırakmak isteyen hükümetin başlattığını öne süren Emre Uslu, Yargıtay’ın pazartesi günü KCK’nin terör örgütü olduğunu onaylaması ile müzakerecilerin büyük bir gol yediğini belirtti. Başbakan’ın danışmanı Yalçın Akdoğan ile için MİT’in hukuksuz fişlemeler yapması ve fişlenen bürokratlardan oluşan bir “bürokrat havuzu” oluşturmasına değinmesiydi. Farklı bir pencereden olsa da Yeni Şafak yazarı Ali Bayramoğlu da cemaat ile hükümet arasındaki kavganın küllenmeyeceği görüşüne dikkat çekti. Bayramoğlu önceki günkü yazısında, iki grup arasındaki kavganın bir tortu bıraktığına dikkat çekerek hükümetin bundan böyle kendi alanına yönelik herhangi bir müdahaleye izin vermeyeceğini ve bugüne kadar iktidarı paylaşan gruplar arasındaki aktif işbirliğinin artık mümkün görülmediğini belirtti. ABDÜLLATİF ŞENER, “İSVİÇRE’DE HESABI VAR YAYINLARI NEDENİYLE SİNYAL ALMIŞ OLABİLİR Mİ?” DİYE SORDU Başbakan tehdit mi ediliyor? KONYA (Cumhuriyet) TP Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Türkiye’nin Ortadoğu politikasını eleştirdi. Şener, “Bir hafta içerisinde Libya konusundaki görüş değişikliği nereden geldi? Bir ay içinde Suriye konusundaki politika ve görüş değişikliği nereden kaynaklanıyor? Acaba birtakım kozları ele geçiren yabancı güçler, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nı tehdit mi ediyor? Bu kadar hızlı, 180 derecelik politika değişikliği başka türlü olmaz” dedi. WikiLeaks belgelerine de değinen Şener, “WikiLeaks belgelerinde, Başbakan’ın İsviçre’de 8 tane hesabı var diye yayın yapmış olmasını, dışardan ülke yönetimine yönelik bir tehdit olarak algılamak lazım mı, değil mi? Tehdit yöneltilen kişi sinyali almış olabilir mi? Biz bunları ülkemiz adına sorgulamak zorunda değil miyiz” dedi. Uludere’de adalet çağrısı ŞIRNAK (Cumhuriyet) Hava operasyonunda yaşamını yitiren 34 kişinin yakınları, Şırnak Valiliği önünde ellerinde ölenlerin fotoğraflarıyla basın açıklaması yaptı. Çoğu kadınlardan oluşan yaklaşık 40 kişi adına basın açıklamasını okuyan Velat Encü, “Katliamın olduğu günden bu yana AKP hükümetinin ve özellikle Başbakan’ın göstermiş olduğu tutum ve tavır, bu katliamın üzerini örtmeye yönelik olduğu açıkça görmekteyiz. Yeni senaryolar peşinde olan AKP hükümetinin, katliamın üzerinden yaklaşık 2 ay geçmesine rağmen tek bir kişinin dahi görevden alınamaması ve tutuklanmamasıyla bu katliamın üzerini örtmeye çalıştığını açıkça görmekteyiz. Buradan Başbakan’a sesleniyoruz. Bu adaletsizliğe, hukuksuzluğa derhal son verin” dedi. Milli Savunma Bakanı Yılmaz, 100 adet uçağa 16 milyar dolar ödeneceğini açıkladı ‘F35 çöp olmayacak’ AYŞE SAYIN ANKARA Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, ilk etapta iki adet olmak üzere ABD’den 100 adet F35 savaş uçağı alımının planlandığını ve tüm bu alımlar için 16 milyar dolar ödeme yapılacağını açıkladı. MHP Bursa Milletvekili İsmet Büyükataman’ın, ABD ile Türkiye arasında 11 Temmuz 2002’de imzalanan “mutabakat muhtırası” kapsamında F35 savaş uçağı alımı projesinin, 13 mühendislik hatası nedeniyle çöpe atılacağı iddialarına yanıt veren Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, proje kapsamında bugüne kadar Türkiye tarafından “Konsept gösterim evresi, sistem geliştirme ve gösterim evresi ve üretim, destek ve sürekli iyileştirme evresi” için toplam 315 bin dolar ödendiğini açıkladı. Yazılım sorunu sürüyor Bakan Yılmaz, F35 savaş uçaklarının yazılım kaynak kodlarını vermeyeceğini açıklaması nedeniyle yaşanan kriz konusunda ise henüz bir gelişme sağlanamadığını da belirterek şu bilgileri verdi: “Kamuoyunda yazılım kodları olarak bilinen husus, F35 uçağının harekât ve idame işletmesinin Türkiye’de bağımsız olarak sağlanması amacıyla elektronik harp programlama ve yazılımsal olarak yeni silah/mühimmat entegrasyonunun bağımsız olarak gerçekleştirilebilmesi hususudur. Konuyla ilgili ABD ile görüşmeler devam etmektedir. Bu görüşmelerde belli bir aşamaya gelinmiş kapsamında ödenecek toplam tutarın, bugün itibarıyla yaklaşık 16 milyar dolar olarak öngörüldüğünü bildirdi. Yazılım kodları verilmemesi durumunda, yürütülen müzakerelerin geldiği noktaya bağlı olarak, gelecek yıllara ilişkin uçak sipariş kararlarının ayrıca değerlendirileceğini bildiren Yılmaz, “Düşünülmekte olan F35’lerin alımından vazgeçilirse, proje kapsamında ödenen ya da ödenmesi gere olup bundan sonra da devam edecektir.” Bakan Yılmaz, ABD hükümeti tarafından 2012 yılı içinde yapılan bildirime göre, planlanan 2 bin 443 uçak üretimi konusunda değişiklik olmadığını bildirdi. Proje kapsamında Türkiye’nin ilk etapta iki adet olmak üzere toplam 100 adet F35 savaş uçağı almayı planladığını belirten Yılmaz, proje SACEUR’den Özel’e ziyareti kecek toplam bedel ne kadar olacaktır?” sorusuna ise “F35 alımından vazgeçilmesi şu anda düşünülmemektedir” yanıtını verdi. ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) NATO Müttefik Harekât Komutanı (SACEUR) Oramiral James Stavridis, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i ziyaret etti. Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinden yapılan açıklamada, Oramiral Stavridis’in, Türkiye Cumhuriyeti’nin NATO’ya girişinin 60’ıncı yıldönümü nedeniyle dün saat 12.00’de Orgeneral Özel’i ziyaret ettiği bildirildi. İnternet sitesinde ziyarete ilişkin fotoğraf da yer aldı. Kürt ulusal konferansı haziranda toplanıyor MAHMUT ORAL DİYARBAKIR BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ile DTK Eşbaşkanı ve Mardin Bağımsız Milletvekili Ahmet Türk daha önce birkaç kez ertelenen Kürt Ulusal Konferansı’nın bu yıl haziran ayında toplanması için anlaşmaya varıldığını belirtti. Kuzey Iraklı Kürt lider Mesut Barzani, kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, kon feransın toplanması için terör örgütü PKK’nin silah bırakmasının şart olduğunu belirtmişti. Ancak Türk, “Eğer PKK ulusal birlik çalışmalarına ve konferansına dahil edilmezse bu durum Kürdistan ulusu için büyük bir zarar olur” dedi. Irak’ta temaslarda bulunan Demirtaş ile Türk’ün Kuzey Irak ziyareti sona erdi. Türk ve Demirtaş, temaslarının ardından basına yaptıkları açıklamalarda, konferansın hazırlığı için Kürtlerin yaşadığı Türkiye, Irak, İran ve Suriye’den, 12 kişilik hazırlık komisyonu oluşturulacağı bildirildi. Konferansa halk desteği sağlanması için Türkiye, Irak, İran ve Suriye’de siyaset yapan Kürt gruplar ile etkili bireylerle görüşmeler yapılacağı belirtilirken uluslararası destek için de ABD ve Fransa başta olmak üzere birçok devletle de diplomatik temaslar gerçekleştirileceği ifade edildi. Rapor tatmin etmedi ? ISPARTA (Cumhuriyet) Isparta’da 2007 yılında 57 kişinin öldüğü uçak kazasında mağdurların avukatı Şehnaz Doğan Yüzer, bilirkişi raporunun kendilerini tatmin etmediğini belirtti. Yüzer, “Muhsin Yazıcıoğlu’nun hayatını kaybettiği helikopter kazasındaki kara kutuları karartmaktan tutuklu olan Feridun Seren, bu kazanın da kırım heyeti başkanıydı. Dolayısıyla bu kazada da bilgileri saklayıp saklamadığını bilmiyoruz” dedi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle