15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 8 HABERLER İstanbul Edirne Kocaeli Çanakkale İzmir Manisa Denizli Zonguldak Sinop Samsun Y Y Y Y Y Y Y Y Y Y 10 8 9 7 13 13 11 11 15 16 CUMHURİYET 4 ARALIK 2012 SALI TÜRKİYE Trabzon Giresun Ankara Eskişehir Konya Sivas Antalya Y Y Y Y Y Y Y 17 16 8 6 7 8 18 Adana Mersin Erzurum Diyarbakır Şanlıurfa Mardin Siirt Hakkâri Van Kars Y Y Y Y Y Y Y Y Y Y 18 18 6 10 14 9 11 4 5 6 Oslo B 9 Helsinki K 2 Stockholm B 10 Londra PB 7 AmsterdamY 8 Brüksel Y 4 Paris Y 6 Bonn Y 4 Münih Y 3 Berlin Y 7 DIŞ MERKEZLER Budapeşte Y 6 Y 12 Madrid Viyana Y 5 Belgrad Y 8 PB 4 Sofya Roma Y 18 Atina B 16 Zürih Moskova Aşkabat Taşkent Baku Bişkek Tiflis Kahire Şam Tahran Y Y B B B B B B Y B 6 4 21 19 15 13 12 22 16 13 GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK ? Baştarafı 1. Sayfada Fakat Arap liginde kuşku yok birinci sırada. Bu sonucun hayret uyandıracak bir yanı yok. Araplığa bu denli hasret, böylesine hayran bir Başbakan’la 10 yıldır yönetilen, Batı’dan uzaklaklaştıkça Doğu’laşan, Arap yaşamına özenen bir ülke, elbette Arap liginin gözde ülkesi olacak. New York Times (NYT) gibi dünyaca ünlü gazeteler bile yeni uyandı. Gazetelerimiz, NYT’nin yayımladığı bir yazıyı, “Batı cevap arıyor: Laik Türkiye mi dindar Türkiye mi?” başlığıyla yayımladılar. Bir Türk gazetesi de cesaret göstererek: “Bu soruya ne gerek var. RTE, laik Türkiye’yi bal gibi dindar Türkiye’ye dönüştürüyor. Hemen her gün zaten bu yöndeki çabalarını kanıtlayan bir haber yayımlıyoruz” başlığı altında NYT’yi yanıtlayan bir yorumhaber yayımlayamadı. Ya da bu soruyu ortaya atmadan önce bir zahmet Beyaz Saray’a ya da ABD Dışişleri Bakanlığı’na uğrasaydınız; RTE’nin dindar Türkiye yaratmaya yönelen icraatının kanıtlarını içeren sayısız dosya önünüze konulacaktı diye Amerikan gazetesine mesleksel bir tavsiyede bulunamadı. ??? Oysa NYT de ABD yönetimi de Batı dünyası da biliyor: Türkiye dindar bir ülke olmaya doğru yuvarlanıp gidiyor. İşte son örnek: Bir Milli Eğitim Bakanı var, adı Ömer Dinçer. RTE’nin amaçlarını gerçekleştirmek için acaba daha ne yapabilirim de çocuklarımızı din alanında daha güçlü eğitecek bir yol yöntem bulurum diye gece gündüz düşünüyor. Medyaya, siyasi partilere, ilgili eğitim sendikalarına sezdirmeden kıyafet yönetmeliğini birden değiştiriverdi. Amaç çocukları giyinmekte özgür kılmakmış! İşit de inanma! Osmanlı hasreti ile yanıp tutuşan tam bir bakan palavrası. ME Bakanı’nın TV’lerdeki son uzun açıklamaları, yeni kıyafet yönetmeliğinin RTE’nin dindar Türkiye yaratmayı amaçlayan hedefinin bir parçası olduğu kanısının giderek toplumda yer etmesini önleme gayreti. Kısa kol elbiseyi neden yasakladın diyorlar. Yok, kolsuz giysiyi yasakladık diye yanıt veriyor. Bir de bir öğrencinin yakasına rozet takma yasağı getirdi. Ne alaka? CHP soruyor bakana: “Bu yasak çocukların yakalarına Atatürk rozeti takmalarını engellemeyi mi amaçlıyor?” Yanıt yok! Yanıtlamadığına göre, doğruluyor demektir. ??? Attığı her adımdan geri dönebilir RTE ama Arap sevdasından, Türkiye’yi dindar ülke yapmaktan vazgeçmez Başbakan iken bu; ya bir de maazallah devlet başkanı olur da Çankaya’ya yerleşirse… Bugün gördüklerimizin katmerlisini yaşatacak demektir. Aklıma ilk gelen örnek; resmi toplantılar, Meclis oturumları bismillah diyerek açılacak. Öyle yetkilerle gelecek ki; parlamento yok sayılır. Başkan olarak sorgulayacak ne bir kurum var ne de medya, muhalefet partileri. Her biri süs gibi. Yok ama var gibi. ??? Bu kadronun birbirine ters düşen, hatta yalanlayan açıklamalarını ulusça demokrasi gereği diye yorumlayıp sineye çektikçe, karşısına dikilen bir avuç bilim adamı, aydın, yazar, bir iki gazete, hele bir de başkan olursa, RTE’den, emrindeki AKP’den daha çok Osmanlı tokatı yer. Bu adam yasaların, geleneklerin emrettiğine aykırı davranıyor. Örneğin, teröristlerle kucaklaşıp öpüşen BDP’li vekillerin dokunulmazlıklarını “AKP grubunda konuşarak kaldıracaklarını” ilan etti. AKP grubunda mırıltılar yükselince Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç; ola ki RTE ile danışıklı dövüş kuralı gereği hemen devreye girdi. Genel başkanını tersleyen bir açıklama yaptı. Hayır, dedi. Dokunulmazlıklar grupta konuşulmayacak! Dokunulmazlıkların grup kararıyla kaldırılmadığını bilmez mi RTE? Bilir ama, BDP’li vekillerin dokunulmazlığını AKP grubunda konuşarak kaldıracaklarını söylerken, aslında vekillere bu konuda da grupta karar alacaklarını duyuruyor. Genlerinden kaynaklanan zorbalığı demokratlık taslayarak örtüyor. Öncelikle Güldal Mumcu’ya bütün yüreğimle teşekkür etmek istiyorum. Büyük acısına rağmen, taşıdığı toplumsal sorumluluğa rağmen; yağmur altında yürüyen kalabalıklar dağıldığında, türküler sustuğunda pes etmediği için, bütün hakikatleri hiç abartmadan bize anlattığı için… Hakikatler ürkütücü. Bir tarafta bir genç kadın, iki çocuk ve onların yanından hiç ayrılmayan avukatları var, öte yandan devletin bütün karanlık güçleri, ordusuyla, emniyetiyle, yargısıyla sürekli bir cinayetin üstünü örtmeye çalışıyorlar. Ve hiç kimseye hiçbir şey sorulmuyor. Kitapta şöyle bir bölüm var: “Uğur Mumcu, 70’li yıllarda Baki Tuğ’un savcı olduğu bir davada Öcalan’ın aynı suçtan yakalanan diğer sanıklardan daha hafif bir ceza almasının ve onlardan daha kısa bir sürede serbest bırakılmasının nedenini öğrenmeye çalışıyordu. Bunları anlatınca Baki Tuğ, ‘Bana onun MİT görevlisi olduğuna dair bir yazı gelmişti. Arşivimde olma ihtimali yüksek. Arşivime bir bakayım. Çarşamba günü gelin, bulursam belgeyi size vereyim’ demişti.” Baki Tuğ bu sözleri daha sonra inkâr ediyor. Kimse de “Kardeşim, bak vaktiyle böyle böyle demişsin, böyle bir belge var mı, varsa getir” dememiş. Siyasiler, adeta kendi korkaklıklarını sergileyen bir tavır göstermişler. Darbe olduğunda “eyvallah” deyip, şapkasını alıp giden, tek bir direniş göstermeyen ama nedense daha sonra demokrasi havarisi pozlarıyla milleti açıkça küçümseyen Demirel, “JFK’yi bile vurdular, akıllarına koyunca yapıyorlar” diyor ama gerisini getiremiyor. Kim kardeşim bunlar? Şu anda içimizde binlerce ajanı dolaşan, Cesur Bir Kadın: Güldal Mumcu devlete değil de NATO’ya bağlı bir örgüt mü? Özel Harp Dairesi mi? Bilelim. Ey Demirel, şu ahir ömründe Türkiye için faydalı bir iş yap! Belki o zaman “İlla ki asacağım” diye tutturduğunuz üç güzel insanın ruhları sizi rahatsız etmez! Ve Mehmet Ağar... Ey savcılar bir sorun, “Bir tuğla çekersem bütün duvar yıkılır!” demekle ne söylüyorsun? Cesur bir kadın çıkıyor, tüm haşmetli devlet erkânına “kim bunlar” diye soruyor ve savcılar susuyor. Ama savcılar da haklı olabilir. Çünkü bu örgütlenmenin ucu bucağı yok ve ölüm kusuyorlar. Örneğin olayı soruşturan ve aileye “Fail için uluslararası istihbarat örgütleri, mafya ve karanlık güçler, diyebilirim” sözünü söyleyen savcı Kemal Ayhan evinde ölü olarak bulunuyor. Ve otopsi yapılmadan, Başsavcı Nusret Demiral’ın talimatıyla hemen defnediliyor. Olayı soruşturan Meclis Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu’nun raportörü Akman Akyürek nasıl olduğu anlaşılmayan bir trafik kazasında ölüyor. UMUT davasının tahliye edilen sanıklarından biri İstanbul’da adi bir vaka olduğu söylenen bir cinayete kurban gidiyor. Kardeş Ceyhan Mumcu’ya “Mumcu cinayetiyle ilgili önemli bilgilere ulaştım, yakında açıklayacağım” diyen Diyarbakır’ın efsane Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, tam da Uğur Mumcu için düzenlediği anma törenine giderken öldürülüyor. Hollywood’un muhalif yönetmeni Oliver Stone’nin “JKF” filmini izleyenler bu ölüm olaylarını hiç yadırgamayacaklardır. Biliyorsunuz Kennedy’nin öldürülmesinden sonra katil adayları hemen, olayın 17 tanığı da iki yıl içinde baca onarırken düşmek, küvette banyo yaparken saç kurutmaya kalkmak gibi bir dizi tuhaf cinayetlerle ölüme gittiler. Bir de Güldal Mumcu’yu iki kez ziyaret eden ve şifreli sözlerle “Size sadece olayın faillerini bulsak yeterli olur mu?” sözünü eden Yeşil olayı var. Bu sözlerden daha da ilginci, Yeşil artık nasıl bir ruh haliyle, adeta feryat ederek, Mumcu’ların apartman girişindeki taziye defterine şöyle yazıyor: “Artık yeter. Buraya gerçek adımı yazıyorum. Gerçek adım Mahmut Yıldırım. Gerçekler açığa çıksın.” Fakat bu taziye defteri ertesi gün ansızın ortadan kayboluyor. Her zaman şu söz doğrudur: “Şeytan ayrıntılarda gizlidir.” Güldal Mumcu’nun “İçimden Geçen Zaman” adlı kitabı, herkesi göreve çağırıyor. Bütün faili meçhul cinayetlerin gerçek faillerinin bulunması, belki de hepimizin bu görevi kabul etmemize bağlı. Çünkü bu ülke, failli meçhul cinayetlerini araştırmadığı, ortaya çıkarmadığı sürece karanlık bir bataklıkta yok olup gidecektir. ‘Urfa’dan Harvard’a’ Bir Türkiye Serüveni Başka vesileyle de yazdım. Prof. Coşkun Özdemir’i “Cumhuriyet”teki yazılarından önce babamın doktoru olarak tanımıştım. Prof. Özdemir; babama o güne dek adını duymadığım “ALS” teşhisi koymuştu. Talihsiz hastalık döneminde Prof. Özdemir’in verdiği moral desteği unutamam. En zorlu anlarda dahi Özdemir’den babam, yüzünü aydınlatan bir ifadeyle bahsederdi ve bana “Üzülme” derdi: “Çok iyi bir doktorum var.” Coşkun Bey’den gelen verilere bu yüzden hep antenlerim açıktır. Masamda biriken kitap destesi içinden öncelikle onun “Kaynak Yayınları”nın, “İz Bırakanlar” dizisinden çıkan “Urfa’dan Harvard’a” isimli kitabını çekerek bir çırpıda okudum. Yakın dönem Türk siyasi tarihinin sosyal güncesi gibi kaleme alınan kitabın her şeyden önce “İz Bırakanlar” dizisinden çıkmasının isabetli olduğunu düşündüm. Benim gibi çok sayıda hasta yakını Özdemir’in bıraktığı izin somut kanıtıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında dünyaya geldiği Urfa’dan başlayıp Harvard’a uzanan Özdemir’in serüvenini takip ederken, zaman zaman kendi anılarımda yolculuğa çıktım, kâh hüzünlendim, çokça da düşündüm… Özdemir’in anlattığı Urfa’daki ev, bire bir bana babaannemin İskenderun’daki evini hatırlattı: “Evin kapısı açıldığında avluya girilir. Avlunun üstü açıktır, gökyüzü görülür. Avlunun çevresinde oda, mutfak, kiler, ahır, ortada bir havuz görülür; merdivenle çıkılınca bir eyvana varılır. Eyvana bakan iki oda… Bir de yediveren asma. Evin kapısı açıktır. Konu komşu asmadan koruk koparmaya gelirler…” Babaannemin avlusunun asmalarını, gökyüzünde yıldız sayarak uyuduğum çardakları andım Özdemir’i okurken: “Urfa’da geceleri gökyüzüne bakarak uyunur” diyor Coşkun Özdemir: “Ne çok yıldız vardır o gecelerde. Onları seyretmek ne keyiflidir.” “Urfa’dan Harvard’a” akıcı bir dille, sohbet eder gibi yazılmış. Coşkun Bey kitabının sayfaları arasında tıp dünyasını, doktorları, gazeteyi, acı tatlı dostlarını, gezilerini, bir dönem İstanbul’un entelektüel çevresini anlatıyor. Kitap için Cumhuriyet’in başlangıç yıllarından bugüne uzanan “tanıklık” ifadesi kullanılabilir. Özdemir bu tanıklığı yaparken sürekli “Genç Cumhuriyetin altın çağından bugünlere nasıl geldik?” sorusu çengeli etrafında dönüyor ve “Artık muhafaza edeceğimiz bir cumhuriyet kalmadı, yeniden kazanacağımız bir cumhuriyet var” noktasında aydın sorunsalını deşiyor. Bu çift yönlü bir sorunsal. Bir yanda aydınları acımasızca harcayan hoyratlıklar var ki bunlar, üniversitede hocatalebe ilişkisinden, kıyma makinesi gibi aydın öğüten, onları süren, hapse atan sisteme dek uzanıyor… Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif gibi ülkeyi terk eden değerler yanında, 13 yılını hapiste geçiren Nâzım Hikmet’ten öldürtülen Sabahattin Ali’ye dek bir bir hepsini anıyor yazar. Yazarın ısrarla ele aldığı diğer mesele yol boyu “dönen aydınlar”… Bu yakıcı iki konu, Çetin Altan örneğinde çok çarpıcı biçimde çakışıyor ve bu yüzden biri diğerinden bağımsız tutulamıyor. Bir dönemin “Atatürk hayranı Altan’ı”nın, Erdoğan elinden “Kültür Sanat Ödülü” alan Çetin Altan’a dönüşmesinde, hapisteki yıllarının etkisi olabileceğini söylüyor Özdemir. “Türkiye’de çok sol yazar, mahkemeler, hapisler, soruşturmaların ardından yön değiştirdiler… Buna zorlandılar da diyebiliriz” diyor. Ancak hemen şunu da ilave ediyor: “Başbakan’dan Altan’a ödül, bir kara mizah gibidir. Unutulmaz bir sahne; bu öyle bir çelişki ki, yüzlerce insan nedeni bilinmeden hapislerde iken ‘Orhan Kemal hapiste yatarken bayram kutlaması yapılmaz’ diyen Çetin Altan, Recep Bey’in elinden ödül alıyor, kaderin cilvesine bakar mısınız?” Çetin Altan’ın “dönüşümüne” Prof. Özdemir sayfalar ayırmış. Çünkü onu önemsiyor. Bu “değişime” ne kadar gerekçe bulsa da son kertede bir türlü ikna olamıyor ve “keşke” diyor özetle: “(Çetin Altan) o güzel akıcı Türkçesiyle şöyle dobra dobra gerçek bir yaşamöyküsü ile birlikte yaşamının açık yürekli muhasebesini yapıp geriye bıraksa. Türk toplumuna, bu toplumdaki değişim dinamiklerini, toplumcu mücadele verenlerin nasıl oradan oraya savrulduklarını, nasıl acılar çektiklerini, Türk solunun nasıl darmadağın edildiğini en iyi anlatacak olanlardan biridir Çetin Altan. Altmış yıllık iktidarların sicilini çıkaracak, onu bütün açıklığıyla meydana koyacak insanlara çok ihtiyaç var. Ben bu kitapta buna gayret ediyorum.” Evet. Özdemir’in çıkardığı uzun sicilde Yaşar Kemal’den, “yetmez ama evetçi”lere dek pek çok aydının ismi var. “Urfa’dan Harvard’a” 360 sayfa. İyi okumalar! 2012 yılının ilk 6 ayında 93 kadın cinayete kurban gitti Şiddet durmuyor ÖZLEM GÜVEMLİ Özdemir’in tanıklığı Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2012 yılının ilk 6 ayında 93 kadın cinayete kurban gitti. Bu rakama sadece medyada yer alan kadın cinayetleri haberlerinden yola çıkılarak ulaşıldı. Yani rakam aslında 93’ün çok daha üstünde. Cinayet nedenlerinin başında yüzde 29 ile boşanma, reddetme, ayrılık geliyor. Kadınlar en çok kocaları ya da eski kocaları tarafından katlediliyor. Platformun ortaya koyduğu kanlı bilanço, kadın cinayetlerinin önüne geçilmesi için alınan önlemlerin, çıkarılan yasaların kâğıt üzerinde kaldığını gösteriyor. Kadının adı tamamen silinip Aile ve Sosyal Politika Bakanlığı olarak değiştirildikten sonra aile meclisi kararıyla öldürülme oranı yüzde 47’ye çıkmıştı. 2012’nin ilk altı ayında aile meclisi kararıyla 3 kadın daha öldürüldü. Bu cinayetlerden birine kurban giden 14 yaşındaki Arzu Özmen’in cesedi bulunmasın diye bir golf sahasına gömüldü. Hükümetin kürtaj ve sezaryen ile ilgili açıklamaları da 4+4+4 uygulaması da bu tabloya yansıdı. 31 Temmuz 2012’de Zeytinburnu’nda normal doğuma zorlanan 40 yaşındaki Şükran Tuğ hayatını kaybetti. Adana’da öldürülen 19 yaşındaki Tuğba Genç sevgi ? Cinayet nedenlerinin başında yüzde 29 ile boşanma, reddetme, ayrılık geliyor. Kadınlar en çok kocaları ya da eski kocaları tarafından katlediliyor. lisi tarafından boğularak öldürüldü. Katil ilk duruşmasında “kürtaj” olduğu için öldürdüğünü iddia etti. 13 yaşında evlendirilen 19 yaşındaki Mahmure Karakule kocası Zülfikar Bakır tarafından saatlerce dövüldükten sonra 47 yerinden bıçaklanarak katledildi. Platform, 4+4+4 eğitim sisteminin kız çocuklarının erkenden evlendirilebilmesinin ve yeni cinayetlerin önünü açtığını vurguluyor. Kadın cinayet lerine karşı çoğu kâğıt üzerinde kalsa da koruma talepleri arttı. Sadece eylül ayında 750 kadın korunma başvurusu yaptı. Devlet, bu taleple başvuran kadınların yüzde 75’ine kâğıt üzerinde tedbir kararı çıkardı. Bu kadınlar koruma altındayken öldürüldü, sığınma evlerine yerleştirilen kadınların yüzde 37.5’i katledildi. İlk 6 ayda kayıtlara intihar olarak geçen ölümlerde ise ailelerin yüzde 50’si cinayetlere “intihar süsü” verildiği düşüncesinde. Platformun takip ettiği Siirt’te kaza ile uçurumdan düştüğü iddia edilen öğretmen Esin Güneş davası da buna bir örnek. İntihar süsü veriliyor Öldürülen kadınların yüzde 10’unun bedeni çuvala konularak, denize atılarak ya da yakılarak yok edildi. Yüzde 7.5’i eşarp, ip, tel ya da kemerle boğuldu. Yüzde 33’ü de kesici aletlerle, yüzde 37’si ateşli silahlarla katledildi. Kesici aletle katledilen kadınların yüzde 6’sı baltayla doğrandı. Testere ile katledilen Münevver Karabulut’un katiline ağır ceza verildikten sonra cinayet aleti olarak testerenin hiç kullanılmadığı görüldü. İşkence arttı Çetin Altan olayı EğitimSen, laik eğitimden uzaklaşılmasına ‘sivil itaatsizlik’le tepki verecek Hukuk seçmeli ders oluyor Sınıfta eşofmanlı eylem ‘AKP’nin ‘AKP’nin gençliği gençliği ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile Adalet Bakanlığı işbirliği yaparak önümüzdeki eğitim öğretim yılından itibaren 6 ve 7. sınıflarda seçmeli olarak okutulacak olan “hukuk ve adalet dersi”nin öğretim programını hazırlayacak. Derste temel hukuk kavramları, haklar ve sorumluluklar, adaletin önemi ve “yargılama süreçleri” gibi konular anlatılacak. “Hukuk ve adalet dersi” programını geliştirmek için hazırlanan işbirliği protokolü imza törenine, Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in yanı sıra Türkiye Barolar Birliği Başkanı Vedat Ahsen Coşar, Türkiye Adalet Akademisi Başkanı Hüseyin Yıldırım katıldı. olmayacağız’ (Fotoğraf: VEDAT ARIK) İstanbul Haber Servisi İl Milli Eğitim Müdürlüğü önünde toplanan Liseli Genç Umut üyeleri, iktidar tarafından değiştirilen ‘kıyafet yönetmeliği’ni protesto ederek “AKP’nin gençliği olmayacağız” dediler. Öğrenciler, AKP’nin yönetmelik ile birlikte türbanı okullara sokmayı amaçladığını ifade ettiler. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) EğitimSen Genel Başkanı Ünsal Yıldız, eğitimin dini simgelerle kuşatılmasına karşı, 5 Aralık’ta okullara eşofmanlarla gidip dersleri eşofmanla anlatarak bir “sivil itaatsizlik eylemi” düzenleyeceklerini açıkladı. AKP ile birlikte özellikle de 4+4+4 yasası ile laiklik ilkesinin büyük bir yara aldığını, her geçen gün antilaik artçı dalgaların yaşandığını belirten Ünsal Yıldız, “AKP yeni bir düzen kuruyor. Bu düzen içinde eğitimin her alanı da dinsel referanslar üzerinden şekilleniyor. Müftülük görevlileri cüppe gibi öğretmenlikle ilgisi olmayan dinsel kıyafetlerle derse giriyor. Derslerde bilimsel olmaktan çok, dini duyguları suiistimale açık bir dil kullanılıyor. EğitimSen olarak 5 Aralık’ta eğitimde dinsel simgelerin yaygınlaştırılmasına, eğitimin din ile kuşatılmasına karşı sivil itaatsizlikte bulunuyoruz ve işyerlerimize eşofmanlarımızla giriyoruz” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle