16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 14 KÜLTÜR CUMHURİYET 4 ARALIK 2012 SALI [email protected] Bir göç hikâyesi Tiyatro Pera ‘Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im’le yakın tarihimizin acılı bir kesitine pencere açıyor çatısını. Ötekileştirilenler salt bu aile midir? Tabii ki hayır... Karşı kıyılardan bu tarafa göçe zorlananlar, Türk mübadiller de aynı dışlanmaya, aynı acılarla yüzleşmeye mecbur bırakılmışlardır kuşkusuz. Ama Konstantinos’un dediği gibi, farklı bir boyutu vardır bu tedirginliğin, uyumsuzluğun, suskunluğun, endişenin; “Ne Türk ne de Yunan! Kendi ülkemden kovuluyorum. Ülkemi, geçmişimi bırakıyorum ardımda. O kadar basit değil.” Kazankaya oyunda, her iki tarafta yaşanan şiddet olaylarına girmeksizin, insanların kaybolmuşluklarını, şaşkınlıklarını daha sakin, daha insancıl bir açıdan ele alıyor. Kurguda öne çıkan satırbaşları mübadelenin ötesinde; aşk, aile içi ilişkiler, gelecek kaygısı, geçmişten koparılmanın hüznü, iyatro Pera’nın kuruluşunun 12. yılında seyirciyle paylaştığı çalışmalarından biri de bir zorunlu göç hikâyesi; “Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im”. Ne güzel ki, açılışını 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan bu önemli çalışmaya İKSV (daha doğrusu Tiyatro Festivali) de ortak yapımcı olarak dahil oldu. Hem festivalde hem de sonrasında dolu dolu oynayan, Nesrin Kazankaya’nın yazdığı, yönettiği ve de Şafak Eruyar’ın dramaturjisini yaptığı oyun, yazarın “geçmiş ve günümüze duyduğu sorumlulukla, yakın tarihimizin bu acılı kesitine küçük bir ? Nesrin Kazankaya oyunda, insanların pencere açıyor”. kaybolmuşluklarını, şaşkınlıklarını Her zaman olduğu gibi, bu pencereyi salt insancıl bir açıdan ele alıyor. Kurguda öne oyun metniyle, oyunla çıkan satırbaşları mübadelenin ötesinde; değil, program aşk, aile içi ilişkiler, gelecek kaygısı, dergisindeki (Eruyar’ın da dramaturg olarak geçmişten koparılmanın hüznü, geleceğin katkısı var kuşkusuz bu boşluğunun yarattığı ürkeklik gibi araştırmaya) bilgilerle duygular... de açıyor seyircinin önüne. Bir kısmımız, bu pencereden bakarken sanki yaşamlarımızın geleceğin boşluğunun yarattığı bir bölümünde yok saydığımız ürkeklik gibi duygulardır. Ve de sayfaları geri dönüp okumaya bunlar, her oyuncu üzerinden çabalıyoruz. ayrı ayrı işlenmiştir. Eleni’den Aslında kaç yıldır sorarım Müzeyyen’e, Ilias’tan Mehmed’e kendime, neden bizlerle ya da Polyxeni’den Ionna’ya paylaşmazdı acaba Midilli tutkular, sevdalar, öfkeler, adasından geldiğini bildiğim isyanlar türlü patlamalarla, anneannem kişisel tarihini? hüzünlü anlarla ve müzikle Neden hep suskun, Suadiye’deki verilir. evinin balkonunda, kendine ait Güçlü bir ekiple çalışıyor köşede, bembeyaz saçları Nesrin Kazankaya ve bu güçlü ensesinde topuz, oturur ve ekip duygusallık sınırını sürekli denizi seyrederdi? zorlamadan dengeli, duyarlı bir Yıllardır düşünüyorum, cevap çalışma koyuyor ortaya, hatta bulmaya çalışıyorum, zaman zaman gülümsetiyor da üzülüyorum... seyirciyi. Aysan Sümercan, Evet, yakın tarihimizden çok Muhammet Uzuner, Nesrin önemli bir sayfayı, yan Kazankaya, Defne Halman, tutmadan, yargılamadan ama Emre Çakman, İlker Yiğen, sorgulayarak tiyatro sahnesine Linda Çandır, Selin Sevdar, taşıyor Tiyatro Pera. Savaş Doğan Akdoğan bu ekibi sonrasında bu topraklardan, oluşturan tempoyu hiçbir zaman İzmir’den göçe zorlanan ve bu düşürmeyen sanatçılar. Ezgi süreçte ötekileştirilen bir Rum Kasapoğlu (müzik düzenleme), ailenin öyküsü “Ah Smyra’m Başak Özdoğan (dekor), Cemal Güzel İzmir’im.” Yola AtillaGüneş Çağlar, Emil Tan çıkmadan kısa bir süre önce, Erten, Fatma Öztürk, Meri hatıralarla bezeli evlerinde ve Madelin de katkılarıyla “Ay evin dışında ufak dokunuşlarla Symrna’m Güzel İzmir’ im”e yaşananlar oluşturur öykünün renk katıyorlar... Nesrin Kazankaya’nın (sağda) yazdığı, yönettiği ve oynadığı Ah Smyrna’m, Güzel İzmir’im’ Tiyatro Pera’da sahneleniyor. Eleştiri Susuzluğu Geçen haftaki “Eleştiriye Saygı” yazımdan sonra hem okurlardan hem de edebiyat çevresindeki dostlarımdan destek mesajları geldi. Herkes konu tartışılsın, akla kara ortaya çıksın istiyor. Meğer eleştiriye susamış, aşırı uyumdan sıkılmışız. Fethi Naci bu günleri görmüş “Bizi çok ararsınız!” demişti. Kırgınlıkla söylemişti bu sözleri. Doksanlı yıllarda edebiyat da birdenbire küreselleşmiş, sözde özgürleşmişti. Edebiyat dünyasına yön veren eleştirmenler hor görülmeye başlanmış, yazdıkları eleştiriler hedefteki yazarlar ya da dostları tarafından sert yanıtlarla, saldırılarla karşılanır olmuştu. Değişim dönemiydi, yayınevleri ve roman yükselişteydi. O güne kadar işaret ettiği kitap, beğendiği yazar öne çıkan eleştirmenlerin pişmiş aşa su katmaları sinir bozuyordu. Gözden düştüler. Tanıtım ajansları, edebiyat magazinine geçen renkli dergi gazete ve televizyon kanalları varken bu kendini beğenmiş, önyargılı adamlara ne gerek vardı? Aslında onlar küçüklü büyüklü edebiyat çetelerinden oluşan gizli ve artık sonu gelmiş bir iktidarın “baba”larıydılar. Hatırlıyor ve kararsız kalıyorum. O dönemin sayıları ikiyi üçü geçmeyen eleştirmenleri tarafsız, edebiyatı gerçekten izleyen objektif kişiler miydi? Yoksa ilgileri daha çok kendi dar çevrelerindeki tanıdık yazarlara ve onların içki sofralarına oturttukları çömezlerine mi yönelmişti? Çete yakıştırmasına yol açan şey bu muydu acaba? Belki. Böyle düşünmemin nedeni o çevrelere girmeyen ben ve benim kuşağımdan birçok başarılı yazarın çok uzun süre belki hiçbir zaman o eleştirmenlerin gözüne çarpmamış oluşumuz. Bugünün önemli yazarlarından çoğu adına zar atılmadan, öksüz büyüdü. Neyse, eleştiri bugünün sorunu değil. Yetmişli yıllardan beri aynı şeyleri konuşuyoruz. ??? Eleştirmen zor yetişiyor. Yalnız sanat ve edebiyat bilgisine değil zekâ, kavrayış ve güçlü bir sezgiye sahip olması gerekiyor çünkü. Eserin estetik değerini, anlam kodlarını çözebilmek için kendine özgü yöntem, model ve değerleri belirlemek de uzun sürüyor. Yazının varoluş nedeni olan dilin özgünlüğünü öne çeken, iyi koku alıp keşiflerde bulunabilen kaç eleştirmen oldu son kırk yılımızda? İyi ama nasıl olsun? Öyle donanımlı biri, kimseye yaranamadığı gibi emeğinin karşılığını da alamadığı nankör bir uğraşı neden sürdürsün? Eski tip eleştirmen günün koşullarına uymuyor artık, bitti. Var olan eleştirmenlerin etkinlikleri ise geçen yazımda belirttiğim nedenlerle kısıtlı. Büyüklerin peşinden gidiyorlar ve beğendikleri kitaplar üzerine yazdıklarını söyleyerek savunuyorlar kendilerini. Oysa gerçek eleştirmen kötü olanın, göz boyayanın da ipliğini pazara çıkarmaya çalışan, yere göğe konamayan ucuz ve niteliksiz ürünleri ifşa ederek canlı bir tartışma ortamı yaratabilen biridir. Konunun irdelenecek yanı fazla. Derinliğine yazılıp konuşulmalı. T SINAV 24 ARALIK’TA ANKARA’DA DOB’a 156 sanatçı alınacak SELDA GÜNEYSU ANKARA Devlet Opera ve Balesi (DOB) Genel Müdürlüğü, kuruma, 156 yeni solist, orkestra sanatçısı, korist, balerin ve balet gibi stajyer sanatçı alacak. Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin, Antalya ve Samsun’da çalıştırılmak üzere alınacak stajyer sanatçılar için duyuru yapan DOB, kuruma ayrıca teknik müdür, kondüvit, suflör gibi personel de alacak. Sınavlar, 24 Aralık’ta Ankara’da başlayacak. Stajyer sanatçı adayları, sınavı kazanmaları halinde, atanacakları DOB müdürlüklerinde, stajyerlik süresi de dahil, 6 yıl süresince hiçbir şekilde naklen atanma talebinde bulunamayacak. DOB’un açtığı bu sınav, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın geçen sezon tiyatroların özelleştirileceğine yönelik sözlerinin ardından gerçekleştirilmesi bakımından da önem taşıyor. Çünkü Erdoğan’ın sözlerinin ardından Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca başlatılan DT ile DOB gibi sanat kurumlarının “tüzel kimliklerini yok etmeye” yönelik yeni yasa tasarısı taslağında “kadrolu” değil, “sözleşmeli” personel alınacağı, emeklilikleri gelmiş sanatçıların bir an evvel emekli olabilmeleri için “kıyak emeklilik formülü” de yer alıyor. Söz konusu düzenleme için çalışmalar bugünlerde, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yanı sıra, Maliye Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nda da sürdürülüyor. Maliye Bakanlığı yeni sanatçı alımlarına sıcak bakmıyor ve yeni personel alımı için yasa taslağının yasalaşması şartını koşuyordu. Ancak söz konusu tartışmalara Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın nokta koyduğu belirtiliyor. İNCİ EVİNER’İN ‘HAREM’İ GEORGES POMPIDOU KOLEKSİYONUNDA Yorozlu’nun zor yolu Dünyayı gezen bir ‘harem’ Kültür Servisi İnci Eviner’in “Harem” (2009) videosu Paris Centre Georges Pompidou çağdaş sanat koleksiyonuna alındı. Geçen yıllarda Viyana’da bulunan Thyssen Bornemisza Art Contemporary’nin de (TBA21) koleksiyonuna kattığı “Harem”, halen Berlin’deki Alman Tarih Müzesi’nin düzenlediği “Desire for Freedom: Art in Europe since 1945/ Özgürlük Arzusu: 1945’ten Bugüne Avrupa’da Sanat” sergisinde yer alıyor. Bu gezici serginin bir sonraki durağı 15 Mart 2 Haziran 2013 tarihleri arasında Milano Palazzo Reale olacak. Eviner, “Harem” videosunda Antoine Ignace Melling’in hayal gücüne dayanarak şekillendirdiği ve resmettiği harem sahnesine kendi figürlerini yerleştiriyor. “Harem” aralarında Whitechapel Gallery (Londra), MassMoCA (Massachussets), Bonnier Konsthall (Stockholm), Fundacion Proa (Buenos Aires), Palais des BeauxArts (Lille), TANAS (Berlin) ve National Museum of Women in the Arts (Washington) gibi kurumların da bulunduğu pek çok uluslararası güncel sanat merkezinde sergilendi. Şenol Yorozlu’nun sergisi bugün Teşvikiye Galeri Oda’da açılıyor Kültür Servisi Şenol Yorozlu’nun “Yorozlu: Zor Yolu” başlıklı resim sergisi bugün Teşvikiye Galeri Oda’da açılıyor. İzmir/Özdere’de yaşamını sürdüren sanatçının sergide tuval ve kâğıt üzerine çalışmaları yer alıyor. Sergi 12 Ocak 2013’e kadar açık kalacak. Son yıllarda Yorozlu resminde ağırlıklı olarak karşımıza çıkan “harfler”i, birer “figür” ya da “anıtsal portre” gibi yorumlayan Arş. Gör. Can Aytekin (MSGSÜ), sanatçıyı yıllardır izleyenlerden. Aytekin, sanatçı için şunları söylüyor: “Batı resminde özellikle kavramsal sanat ve pop sanat sonrasında Ruscha, Louis, Bochner, CY Twombly gibi ressamlar, harfleri ve kelimeleri resimlerine dahil etmişlerdi. Batı pentür geleneğini bilen ve takip eden Yorozlu, bu mirası sahiplendiği gibi coğrafyasına ait hat sanatından da etkilenir; hüsnühat alanına girmeden, resimsel alanda kalır.” 1950 yılında Trabzon’da doğan Şenol Yorozlu, 1978’de İDGSA (MSÜ) Yüksek Resim Bölümü Prof. Neşet Günal Atölyesi’nden mezun oldu. Resmin yanı sıra karikatüre de yönelerek Akbaba, Pardon, Ustura ve Gırgır gibi dergilerde çizen sanatçı ilk sergisini 1978’de İstanbul’da açtı. 1987’deki ilk İstanbul Bienali’ne ve daha pek çok bienal ve fuara katılan Yorozlu, yurtiçi ve yurtdışında sergiler açtı. ADI URLA’DAKİ HATIRA ORMANI’NDA YAŞAYACAK Ölümsüz Sabahattin Ali Kültür Servisi Türkiye’nin online kitapçısı Idefix, üçüncü yazar ormanının dikimine başladı. Okurların oylarıyla Sabahattin Ali’nin isminin verildiği hatıra ormanı, İzmir Urla’da yeşerecek. Sabahattin Ali’nin adını gelecek kuşaklara manevi anlamı büyük bir miras olarak taşıyacak orman için Idefix Direktörü Bora Ekmekçi şunları söyledi: “Her yıl dikeceğimiz fidanlar ile oluşacak ormanları edebiyatta iz bırakan isimler ile anmak bizim için çok değerli. Bu kapsamda TEMA ve ÇEKÜL ile birlikte ilk ormanımızın fidanlarını usta yazarımız Yaşar Kemal’e ithafen Malkara’da diktik. İkinci ormanımız ise Nâzım Hikmet adına Kemerburgaz’da yeşerdi. Şimdi ise Sabahattin Ali Hatıra Ormanı’na İzmir Urla’da hayat veriliyor.” Idefix, dördüncü yazar ormanını ise 10. Idefix Sanal Kitap Fuarı’nda okurların oylarıyla belirleyecek. ÖDÜLÜ ALANLAR ARASINDA LED ZEPPELIN VE DUSTIN HOFFMAN DA VAR Led Zeppelin’in üyeleri. Kennedy Ödülleri’nde ‘7 sıra dışı yetenek’ Kültür Servisi ABD Başkanı Barack Obama’nın ev sahipliğinde bu yıl 35.’si düzenlenen Kennedy Onur Ödülleri, Washington’da yapılan törende sahiplerini buldu. Kendi alanında başarılı yedi ismin ödüllendirildiği törende, albümleri bugüne kadar tüm dünyada 300 milyonun üzerinde satış rakamına ulaşan İngiliz rock topluluğu Led Zeppelin’in üyeleri; bas gitarist ve klavyeci John Paul Jones, gitarist Jimmy Page ve solist Robert Plant, Amerikan sanatı ve kültürüne yaptığı katkılardan dolayı “Hayat Boyu Başarı Ödülü”ne değer görüldü. 35. Kennedy Onur Ödülleri’nde, rol aldığı “Yağmur Adam” filmiyle “En İyi Erkek Oyuncu” Oscar’ını kazanan Dustin Hoffman, ABD’li ko medyen ve gece yarısı talk show’cusu David Letterman, beş Grammy ödülü sahibi, Jimi Hendrix, Eric Clapton, Stevie Ray Vaughan gibi isimlerin ilham kaynağı gitarist Buddy Guy’un yanı sıra, “Ayak Parmaklarının Ucunda” adlı gösterisiyle Tony Ödülleri’ne değer görülen balerin Natalia Makarova da Kennedy Onur Ödülleri’nin sahibi oldu. Törende Kennedy Onur Ödülleri yetkilisi David M. Rubenstein, şöyle konuştu: “Sıra dışı yetenek, yaratıcılık ve azim gösteren bu yedi isim, ülkemizin kültürel hayatına olduğu kadar dünya kültürüne de katkıda bulunmuştur.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle