14 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 28 ARALIK 2012 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Taksim’e Yazık Oluyor! Zahmetsiz Reform KENDİSİNİ akıllı sanıp başkalarını aptal yerine koymak tehlikelidir. Çünkü, doğal olarak, böyle bir densizlik, yapana zarar vermekle kalmaz, çevresinde ve peşinde olanların da başlarını belaya sokar. Başbakan Yardımcısı Sayın Bozdağ başkanlık sistemine geçip geçmeme duraksamasına akıllıca bir çare bulduğuna inanıyor: “Yeni anayasa” için parlamentoda kurulan Uzlaşma Komisyonu vesilesiyle söylediklerine ve oradan İngilizce Daily News gazetesine aktarılan düşüncelerine göre, başkanlık sistemine geçmek için bunca didinmeye gerek yokmuş. Başkana verilmesi gerekli yetkileri şimdi yürürlükte olan anayasaya göre seçilecek cumhurbaşkanına tanımakla, istenen çözüm “de facto”, yani “fiilen” sağlanmış olacakmış. Başka bir deyişle, devlet başkanı çok büyük yetkilere sahip olacak ama şimdiki anayasa sistemi değişmemiş olacakmış. Sayın Erdoğan’ı zahmetsiz yoldan şimdikinden çok daha güçlü duruma getirmenin pratik yolu bu oluyor. Yoksa, başkanlık sistemine geçilse, ABD’de olduğu bir yığın “fren ve denge” mekanizması icat etmek gerekecek. Oysa, görüldüğü gibi, bu çare daha pratik! u tür çareleri düşünenler pekâlâ biliyorlar ki, yapmak istedikleri zaten yapılmıştır ve cumhurbaşkanı artık doğrudan halkın oylarıyla seçildiği için yarıbaşkanlık sistemlerinde görülen yetkilerin neredeyse hepsine zaten sahip. Şimdi yapılmak istenen, bu yetkileri daha da güçlendirmekten ibaret. Ama yetkileri sınırlamanın gerekleri üzerinde durmadan, örneğin yargı denetimini gerçek başkanlık sistemlerinde olduğu gibi ciddi ölçüde sağlamlaştırmadan... O zaman, şunları sormadan duramazsınız: Yürürlükteki parlamenter sistemde yürütme organının başındaki kişiler olarak cumhurbaşkanıbaşbakan ikilisinin ne gibi yeni yetkilere muhtaç oldukları ciddi bir komisyon çalışmasıyla saptanamaz mı? Bu yetkiler artırılacaksa, kötüye kullanılmamaları için yargısal denetimi Anayasa Mahkemesi ve Danıştay düzeyinde güçlendirmek ve bu organların yapılarındaki yanlışları bir an önce düzeltmek gerekmez mi? imse kendini ve halkı aldatmasın: Şu aşamada anayasada şaşaalı değişikliklere gitmeden de düzeltilecek noktaları yönetim ve yargı hukukunda bulup düzeltmek için doğru ve içtenlikli biçimde çalışmadan anayasa oyuncağıyla oynamak nafile yorulmak demektir. İstanbul gibi bir dünya şehrinin kalbi konumundaki bir meydan böyle düzenlenmez. Dünyanın pek çok ülkesinde Taksim Cumhuriyet Meydanı benzeri önemli meydanlar vardır. Bunlar hiçbir zaman, halkın görüşü ve katkısı alınmadan, “Ben yaptım oldu” anlayışıyla dönüşüme uğratılmaz. İ Doğan HASOL / Mimar değil. Kılıfı, ArapHint esintili bir kışla replikası, içi başka bir şey... Antalya’da turizm amaçlı olarak Disneyland’vari kimi uçukluklar yapılmıştı bir zamanlar. Ancak devlet, bu tür hafiflikleri yapamaz. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bir gazete röportajında soruyor: “Sivilleşirken niye kışla yapıyoruz?”(1). Haklıdır, ama yanıtım, “Bu sorunun muhatabı biz değiliz herhalde” şeklinde olur ancak. Aslında yalnız kışla değil, her şey belirsiz ve bulanık. Ya henüz bilinmiyor ya da İstanbul halkına açıklamak gereği duyulmuyor. Tek bilinen, Taksim Gezisi’nin kalan son yeşil alanının da tümüyle yok edileceği. Bir meydan düzenlenemez mi? Tabii düzenlenir; ancak İstanbul gibi bir dünya şehrinin kalbi konumundaki bir meydan böyle düzenlenmez. Dünyanın pek çok ülkesinde Taksim Cumhuriyet Meydanı benzeri önemli meydanlar vardır. Bunlar hiçbir zaman, halkın görüşü ve katkısı alınmadan, “Ben yaptım oldu” anlayışıyla dönüşüme uğratılmaz. Kısacası, tepeden inme olarak İstanbullulara dayatılan ancak çağdaş bilimsel yöntemlerle hiç bağdaşmayan bir uygulamayla karşı karşıyayız. Yeni düzenlemenin sonuçta çok kötü olacağını söylemek kehanet sayılmamalı. Ülkemizde mimarlar yetkililerce çoğu kez katkı koymak yerine yalnızca yapılanları eleştirmekle suçlanırlar. Taksim Cumhuriyet Meydanı konusunda İstanbul Serbest Mimarlar Derneği 16 Mart 2012 günü, eskiyeni bütün başkanlarının katılımıyla hazırlanıp imzalanan bir görüş yazısını ve görüşme istemini, konunun tek yetkili karar vericisi olduğu bilinen Sayın Başbakan’a iletmişti. O yazıda şu noktalara B K stanbul’un en önemli meydanı... “Cumhuriyet”in meydanı... “Yayalaştırma” söylemiyle altı oyuluyor. Üstü düzenleniyor mu? Hayır... Meydan bariyerlerle kuşatılmış, makineler harıl harıl çalışıyor; trafik arapsaçı. Oradaki esnaf ve dükkânlar perişan. Anlayış, “Ben yaptım oldu” anlayışı. Ne yapıldığı konusunda kimsenin bilgisi yok. Zaten ortada ciddi bir proje de yok. Müteahhit çalışıyor!.. Amaç meydanın yayalaştırılmasıymış. Niçin? Nasıl? Hangi projeye göre? Projenin mimarı ya da mimarları kimdir ya da kimlerdir? Böylesine ciddi bir girişimin teknik, hatta sanatsal sorumluları kimlerdir? Belediyenin web sitesinde bazı resim ve canlandırmalar var. Hepsi de bütüncül planlama anlayışından çok uzak ve çok yetersiz. Hiçbiri “kentsel tasarım”dan, “mimarlık”tan nasibini almış değil. Trafiği kısmen düzenlemek adına hazırlanmış, mimarlıktan, kentsel tasarımdan uzak resimler, canlandırmalar... Her şey yine insan için değil, taşıtlar için tasarlanmış. Meydan sözüm ona yayalara ayrılmış ama peyzajı ve mimarisi hiç düzenlenmemiş. Meydanın bir yanında, Taksim Gezisi ve yeşil alan artık tümüyle yok edilerek oraya gerici 31 Mart ayaklanmasının odağı Topçu Kışlası’nın (eski Taksim Stadı da diyebiliriz) yerine kondurulacak çakma bir replikası hayal meyal görülüyor. Sözde ihya edilecek tarihi bina artık tabii ki kışla olmayacak... Para getirsin diye bir alışveriş merkezi olacak(mış)... Malum, “para”, çağımızın en üstün değeri... Olmazsa olmazı! Buz pisti olacağını söyleyenler de var. Görüldüğü kadarıyla anlamsız çakma kışlanın işlevleri bile daha tam olarak belli değinilmişti: “Geçmişte de bugün de ortaya çıkan bazı projelerin toplumun beklentilerine cevap vermekte yetersiz kalmalarının nedeni; kanımızca, nelerden şikâyet edildiği ve bunun karşılığında nasıl bir meydan elde edilmek istendiği konusundaki düşüncelerin açıklıkla belirmemesidir. Amacı net bir şekilde belli olmayan proje çalışmalarının başarıya ulaşması neredeyse olanaksızdır. Örneğin; Taksim’de nelerden şikâyet ediliyor?.. Trafiğin, Taksim’de kentteki pek çok kavşağa göre çok daha akıcı olduğu biliniyor. Londra, Paris, New York gibi önemli kentlerin meydanlarında iyi düzenlenmiş trafik, canlı bir şekilde yayalarla birlikte sorunsuz yaşamaya devam etmektedir. Bu açıdan, trafiğin meydanın altına alınması düşüncesi kanımızca, maliyeti, faydaları, zararları ve meydanın canlılığı açılarından bir kere daha irdelenmelidir. Meydanın büyüklüğü, çevresi, mimari kimliği gibi konularda da amacın tasarımdan önce, toplumsal bir mutabakat ile tespiti, tasarımın başarısına büyük katkı sağlayacaktır. Yukarıdaki konularda kararlar belirlenince meydanın tasarımı için özel koşullu bir proje yarışması açılması ve sonucun, toplumun görüşüne sunulması, deneyimlerimize göre başarının anahtarı olacaktır...” Yazı, yarışmanın yöntemi üzerine getirilen önerilerle sürüyor ve görüşme istemiyle son bulurken, “Taksim gibi, İstanbul’un en önemli simgesel alanının projeleri ihale yolu ile yaptırılmamalıdır” deniyor. O yazıya hiçbir yanıt gelmedi, uygulama başladı. Taksim, yeni yıla boynu bükük girecek. Taksim Cumhuriyet Meydanı’nın acıklı durumu ne yazık ki böyle. Tarihe ve İstanbul’a karşı büyük sorumluluk! (1)Pelin Batu röportajı, Milliyet, 20 Kasım 2012. Levent Kırca Neyini Tutamadı?.. Herkes susarken o konuştu... Askeri rejim vardı mesela... Salon asker doluydu... Çıktı paşaya “demokrasiyi” anlattı... Gönderdiler... H Dilini tutamadı... Türkiye her sindiğinde... O çıkıp ışıkların altında “Hodri Meydan” diyebildi... H Sivil yönetime geçildi... 24 Ocak kararlarının getirdiği sömürüyü, mülk satışlarını, zengin edilen yandaşları, hırsızlığı en iyi o dile getirdi... Onu iki gündür yerden yere vuranların çoğu Turgut Özal’ın çevresinde yalakalık, yağcılık yaparken... “Niye şeyimi çaldın ulan?” diye sorabildi... H “Şeytan bunun neresinde?” dedi... Şeytanı gösterdi... Bankerler faciasını, banka soygunlarını, trafik canavarını, hileli gıdaları, sağlık rezaletlerini, terörü, doğa yağmasını, domuz gribini, kadın cinayetlerini, şikeyi, asgari ücreti, işsizliği, emekliyi... H Şimdi Levent Kırca linç vaziyetinde... “Benim de işim var, belki bir karı bulup düz...” demesi ki kendisi özür diledi ağzından kaçtı hadi... Yıllarca “Zammına korum” dediğine güldünüz ya... Çünkü zam yağmuru altında yoksullar ezilirken, Türkiye yine sinmiş, korkmuş, zamları sineye çekip sesini kesmişken, ancak gülmek geliyordu memleketin elinden... H Gerçek sanatçılar, sıradan insanlara benzemezler... Dillerinin ucuna geleni söylerler... Bu uğurda yüzyıllar boyu zindanlara kapatıldılar, kafaları kesildi, asıldılar... Yine de tutamadılar... H Diyelim ki kızdınız... O zaman niye güldünüz; Türkiye Tansu Çiller gibi birisini başına “Başbakan” yapmışken... Ve yalakalık yine tavana vurmuşken... Levent Kırca’nın çıkıp “Devletin jet ski’sini alıp nereye koydunuz?.. Onun yerine başka ski versek?” demesine?.. Herhalde lobuttan söz etmiyordu?.. H Sanatçı toplumun sorunlarına arkasını dönemez... Televizyonlar güldürü sanatçıları ile dolu... İşte en iyisi askerin “patates soyması” ile güldürür sizi... Oysa ormanı, koyu, yaylası, boğazları ile Türkiye soyulurken... Ama Deniz Feneri’ni ilk kimden duydunuz?... Daha Deniz Feneri soygunu ortada yokken o haber verdi, neler yaptıklarını ve inanan saf insanları nasıl kandırdıklarını. Levent Kırca’ydı, “Üfürükçüyü” anlatmıştı... İnanmadınız... Oldu... H Kıymayın... Türk Ticaret Kanunu Uygulamaları Yeni Türk Ticaret Kanunu uygulamalarında iki yıl geride kaldı. Kanundaki hataların varlığı veya yokluğunu anlamak için biraz daha zamana ihtiyaç var. Bu da ancak 45 yıl sonra, yani Yargıtay’ın uygulama aşamasından sonra belli olacaktır. İsmail DOĞANAY Yargıtay On Birinci Hukuk (Ticaret) Dairesi Onursal Başkanı gerekse sanayi hayatında “yüz akı” olan rahmetli Vehbi Koç ve rahmetli Sakıp Sabancı beyler örnek gösterildi. (Adalet Komisyonu bu eleştiriyi dikkate aldı.) Türk Ticaret Kanunu tasarısının bu kadar hatalı, çelişkili ve hatta yürürlükteki anayasa da aykırı bir şekilde düzenlenmesinin yegâne sebebi dönemin ilgili bakanlıklarıdır. Kanun tasarısının komisyon başkanı olan Prof. Dr. Ünal Tekinalp, doçentlik tezini Almanya’da aziz hocam Pof. Hirsh’in yanında, hazırlamış bir akademisyendir. Ne acıdır ki, 7 Şubat 2007 tarihli bir gazetede yaptığı açıklamalarda, muhterem hocamızın hazırladığı “Türk Ticaret Kanunu”nu alaylı bir üslupla eleştirmekten ve aziz hocamızı küçümser bir tavırla anmaktan hiç çekinmemiştir. Yeni kanun, tasarı aşamasından bu yana eleştiriliyor. Ben bu kanunu ilk eleştirenlerdenim. Ayrıca Prof. Dr. Şükrü Kızılot da bir gazetedeki köşesinde, iki ay süreyle eleştirilerde bulundu. Sonunda Ticaret Bakanlığı üst düzey yetkilileri bu eleştirilere katıldı ve tasarı son şeklini alarak kanunlaştı. Yeni Türk Ticaret Kanunu uygulamalarında iki yıl geride kaldı. Kanundaki hataların varlığı veya yokluğunu anlamak için biraz daha zamana ihtiyaç var. Bu da ancak 45 yıl sonra, yani Yargıtay’ın uygulama aşamasından sonra belli olacaktır. (*) Yeni Türk Ticaret Kanun Tasarısı Üzerine Görüşler, Güncel Hukuk Dergisi, Temmuz/2005, sayı. 19, sh. 3639 T ürk Ticaret Kanunu, Atatürk döneminde Türkiye’ye davet edilmiş olan Alman profesörlerden aziz hocam, Ord. Prof. Dr. Ernest E. Hirsch tarafından hazırlanmıştır. Prof. Hirsh hazırlıklarını, o zamanlar Ankara Hukuk Fakültesi’nde, Adalet Bakanlığı adına hâkim ya da savcı olmak için “parasız yatılı sınavı”nı kazanarak okumakta olan öğrencilerin kaldığı arka binada, özel çalışma odasında yürütmüştü. (Bu oda daha sonra, 1944 yılında fakülte dekanlığına yükselecek olan Prof. Ahmet Esat Arsebük tarafından hazırlanmıştı.) Prof. Hirsh yaptığı çalışmaların karşılığında Türk hükümetinden hiçbir ücret talep etmemiştir ve almamıştır. Aziz hocam Prof. Hirsh, 1952’de Ankara Hukuk Fakültesi’nden ayrılıp anayurdu Almanya’ya döndükten sonra, “Hür Berlin Üniversitesi” Rektörlüğü’ne seçilmiştir. Onun hazırlamış olduğu 1 Ocak 1957’de yürürlüğe girmiş olan kanun, tam 54 yıl Türkiye’de ticaret hayatına yön vermiştir. 13 Ocak 2011 tarihli ve 6102 sayılı yeni “Türk Ticaret Kanunu” ise aslında yerli ve yabancı hiçbir dokümana dayanmayan ve hatta “bilimsel bir atmosferi” dahi olmayan bir kanundur. Kanunun tasarı metni Prof. Dr. Ünal Tekinalp başkanlığında 51 kişilik bir hukukçu grubu tarafından 5 yılda hazırlanmıştır. Metinde yer alan deyimlerin büyük bir kısmı daha başlangıçta “özensiz, çelişkili ve bozuk cümleler” içermekteydi. Tasarıda yer alan bazı hususlar ise Türkiye’nin “sosyal ve kültürel” yapısı ile bağdaşmadığı gibi anayasaya da aykırıydı. Örneğin tasarının TBMM, “Adalet Komisyonu”na sevk edildiği ilk şeklinde, anonim şirketlere yönetim kurulu üyesi olabilmek için üyelerin tümünün yükseköğretim görmüş olmaları koşulu getiriliyordu (s.359). Bu koşul ile anayasanın “eşitlik ilkesi” ve yine anayasanın 49’uncu maddesinde yer alan “her Türk vatandaşının dilediği alanda çalışma ve sözleşme yapma hürriyeti” tümüyle ortadan kaldırılıyor, onun yerine anayasaya aykırı hükümler getiriliyordu. Sonradan, tasarı Adalet Komisyonu’nda görüşülürken bu çok büyük hatadan dönüldü, “yükseköğretim görmüş olma” koşulu, dörtte bire indirildi. Tarafımdan yapılan bir eleştiri ile (*), “yüksekokul mezunu olma” koşuluna karşı Türkiye’nin gerek ticari ve
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle