17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 25 ARALIK 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Namus ve Cesaret… 25 Aralık 1973 günü aramızdan ayrılan İnönü, Atatürk’e saldıramayanların ilk hedefidir. Onların yükselttikleri Cumhuriyet ve devrim değerleri, kimilerince yıkılmak istenilen amaçlardır. Atatürk’ün deyişiyle: “Her büyük işin ehli ve faili” İnönü, “Ulusun ters dönmüş alınyazısını yenmiş” komutan, “Mudanya ve Lozan” yapıcısı diplomat, yetkin ve demokrat bir devlet adamıdır. Ertuğrul KAZANCI EğitimciHukukçu T K oplumsal bellek, bazı özdeyişlerin tazeliğini koruduğuna tanıktır. Örneğin İsmet İnönü “Namus erbabı, en az namussuzlar kadar cesaretli olmadıkça o ülke sömürge olur” der. Sömürü, biri dışa bağlı, bir diğeri ise içten içe olmak kaydıyla iki türlüdür. Emperyalizmin “mazlum” uluslar üzerindeki yüzyıllara dayalı saldırısını Anadolu’da yenilgiye uğratan irade, dış sömürüyü yok eden güçtür. 1936’daki iş yasasıyla emeği değerlendiren, “Kamu İktisadi Teşekkülleri” eliyle çalışma, üretim ve ucuz tüketim sağlayan adımlar, iç sömürü karşıtlıklarıdır. 1940 yılında “Köy Enstitüleri” kuran, “vurguncu, tefeci ve teneffüs ettiğimiz havadan bile haksız kazanç peşindeki batakçı tüccarı” silmek için 1942’de “Varlık” vergisi çıkaran, 1945 yılında “çiftçiyi topraklandırma” yasası ardında yer alan tavırlar, yine iç sömürüye karşı çıkışlardır. Cumhuriyet ve devrimin halktan yana tüm safhalarında birbirlerine güç vererek tamamlayan iki öğe daima Atatürk ve İnönü’dür. Örneğin, 28 Eylül 1930 tarihli “Cumhuriyet” gazetesinde, başbakanlık görevinden istifa eden İnönü’ye ilişkin bir haber şöyle dir: “İsmet İnönü, devlet yönetiminin başkalarınca üstlenilmesine fırsat vermek için başbakanlığı yeniden ve Atatürk’ün ısrarına karşın kabul etmemekte direnmiş, ısrardan sonra kabul etmiştir. İnönü’nün başbakanlığı kabul etmeme direnişini açıklayan Atatürk, ‘İktidar mevkiinin başka bir deneyime dayanıklılığı olmadığını’ belirterek ‘Eğer İnönü, hükümet kurmaktan kesin şekilde kaçınsaydı, başbakanlığı bizzat üstlenmekten başka çare kalmazdı. Ya ben, ya o’ demiştir”. Değer ölçütü Namus erbabı, eğer namussuz lar kadar cesaret sahibi olmasalardı; “Kurtuluş” Savaşı’nda İstanbul hükümetinin idam fermanından korkarak zafer için çaba göstermezlerdi. Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaret taşımasalardı, bu ülke boş ve asılsız kör geleneklerin tutsaklığına teslim olacaktı. Namus erbabı, eğer namussuzlar kadar cesaretli davranmasalardı, “aymazlık, sapkınlık ve hıyanet” içindeki karanlıklar “galebe” çalacaklardı. Namus, sadece bireysel söz ve davranışlarla sınırlı değildir. Namusun onurlu sınırsızlığı, ülke ve ulusa yönelen bağlılıktır. Mandacılığı yadsıyan, emperyalist ülkelere peşkeş edilmiş siyasetleri silkeleyen ve tıpkı şanlı Anadolu İhtilali gibi dirençlerle yoğurulmuş kalkışmalardır. Halk kitlelerini yanıltarak toplumsal değer yargılarını saptırmak ve böylece politikada kulaç atmak, namusluca iş değildir. İnönü’nün ölçütü şudur: “Politi ka ciddi bir iştir. Çünkü devlet yönetme sanatıdır. Politikacı da devlet yönetme sanatına talip olan kişidir. Onun için özü ve sözü doğru olmalıdır.” İnönü, “doğruluk” kıstasıyla politika ve politikacıyı namus kavramı içine çekmektedir. İnönü’nün: “Varsın bütün ret ve inkârlar devri üzerimde yaşansın” yaklaşımını göze alarak teşvik ettiği demokrasiyi, devrim değerlerini yok etme pahasına çoğunluk diktalarına döndürenleri, tarih yargılayacaktır. İneğin Sırtındaki Şövalye... İnek ithal ettiler... Baktılar ineklere öküz yok... Öküz ithal ettiler... Baktılar öküzlere saman yok... Saman ithal ettiler... H O zaman işte Türkiye’ye 250 milyon dolarlık inek, öküz satan Fransa, Tarım Bakanı Mehdi Eker’e “Şövalye Liyakat Nişanı” verdi... Boynuna astı o da... Nal kadar... H (Baktılar nal var... İyi ki at ithal etmediler...) H “Şövalye Liyakat Nişanı” az çok hani siyasi, diplomatik, kültürel şövalyeliğe yakın birisine verilir benim bildiğim... Kültür Bakanı olur... Milli Eğitim Bakanı olur... AB Bakanı olur... Hadi olmadı, Gençlik ve Spor Bakanı “şövalye” olur, soyadından dolayı nasılsa “Kılıç” sahibi... H Tarım Bakanı ne alaka derseniz... İneklerden dolayı işte... H Tarım ve hayvancılık öldü... Çiftçiye kredi versin diye Cumhuriyetin devriminin yemeyip içmeyip kurduğu Ziraat Bankası damada kredi verdi, gazete ve televizyon alsın diye... Tarım ülkesi Türkiye, buğdayı, pirinci, pamuğu, nohudu, mercimeği, fasulyeyi, baklayı dışarıdan almaya başladı... Gemicik ufak geldi, kuru yük gemisi lazımdı... Gemi aldılar... H Hayvancılık... Yiye yiye Anadolu’da eşek kalmadı... Hayvan ithalatına karar verdiler... Vergisi yüzde 30’dan, yüzde 15’e indirildi... İnekler, öküzler geldi... H İşte... Bunun üzerine Fransızlar, “Kimdir bu şövalye, tarım ve hayvancılık ülkesi Türkiye’de hayvan bırakmamış, bizden alıyorlar” diye sordular... Baktılar bu... “Şövalye” yaptılar... H Ama ne yapacaksınız... Son yoklamalara göre oyları hâlâ yüzde 50’nin üzerinde... Yani bugün seçim olsa şövalyenin partisi tek başına iktidardır... Üstelik en çok oyu taşradan alıyorlar yine... H O zaman Fransızlar “şövalye” madalyası takar tabii... Sonuç “İnönü Savaşları” kahramanı, “Mudanya Ateşkesi” ve “Lozan” antlaşmalarının yapıcısı, Cumhuriyetin kurucularından İnönü’yü sevgiyle anıyoruz. İsmet İnönü, bu ülke ve halkın şükran duyması gereken en saygın kişilerindendir. O, kendisini düzeysizce hedefleyenlere de hep tek yanıtla yetinmiştir: “Haydi canım sen de!..” deyimleriyle öğretim elemanlarının “gazını” alıyor. Aslında çıkarılması düşünülen bir yasayı; üstelik bu kadar önemli ise daha taslak halinde iken paydaşların değerlendirmesine sunmak, katılımı sağlamak bakımından kulağa hoş geliyor. İyi güzel de toplantılara katılanların sayısını tutanak altına almakta bu kadar ısrar neden? Niyet okumaya gerek yok. “Bakın ne kadar katılımcılıktan yana ve iyi niyetliyiz” diyerek bu taslağı meşru gösterme düşüncesi elbet. Taslağa gelince… Hayal kırıklığı bile yaşayamıyoruz zaten. Son 10 yılda çıkarılan pek çok yasa ve amaçlar ortada. Aslında bir yasanın içeriğinden daha çok, onun kim tarafından nasıl uygulanacağı daha önemli. Bu nedenle rahat olmak mümkün mü? Bu yasa taslağı, yürürlükte olan YÖK yasasını bile aratabilir. En az onun kadar merkeziyetçi, en az onun kadar siyasi çünkü. Şeytan detaylarda gizlidir derler. Hu kuksal yönü bir tarafa, bu taslağın ruhunda siyaset var. Siyasetin etkisini iliklerimize kadar hissettirecek, yerel bir süper yetkili kurulun oluşturulacak olması, statükoyu koruyucu anlayışın devamı gibi. Özerklik nerede? Bugün üniversitelerde mumla aradığımız hesap verilebilirlik nerede? Ödediği vergiler ile devlet üniversitelerini ayakta tutan vatandaş yerine, en çok vergi veren zatı muhteremin ve de siyaseten atanan zatı muhteremlerin hesap soracağı bir üniversite düzenine doğru gidiyoruz. Böyle bir yasaya bir dizi yasak koymasak ayıp olur. Aman eksik olmasın. Demokrat üniversiteden anladığınız fırsat eşitliği ise, beklentileriniz bu yönde ise, umudunuz bir başka bahara kaldı. Paran kadar sağlıktan sonra, paran kadar yükseköğretim. Özel hastanelerden sonra, özel üniversiteler de yaşadı. Uluslararası fonlarla beslenen yabancı üniversitelerin de önü açılıyor. Yaşasın (!) neoliberalizm. Kamucu sosyal devlet anlayışı ise mezara. Yaşamın her alanında, kumaş bu, kalıp bu, elbise de bu. Sorun da burada. Ve son söz: Bizim kalemimizde, bizim sözümüzde kavga, nefret ve ölüme yer yok. Yaşamın her alanında, üniversitede ya da sokakta eşitlikten ve yaşamdan yana olmak gerek. Bu ülkede yaşayacaksak, bırakın adam gibi yaşayalım. arşıt (muhalif) olarak ötelenince, nesnel ve önyargısız olduğunu gösterme kaygısı var ya, insan ister istemez durup düşünüyor. Oysa AKP iktidarının ve yandaş kurumlarının yaptığı her yeni icraatının sonrasında, niyet okumak çabasından vazgeçilmeli. Niyet okumayı bırakalım artık. Her şey çok açık, farkında olalım. Farkındayız da insanın kendisinin farkında olduğunu anlamasından çok, çevresindekilerde farkındalık yaratma becerisini kullanması daha anlamlı şu zamanda. Adam Gibi Yaşamak... Prof. Dr. Erdener ÖZER Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Bir sabah kalkıyorsunuz, kanun hükmünde kararnameler ile bir anda sosyal güvencenizi aniden yitiriyorsunuz. Ertesi sabah kalktığınızda, kimin hazırladığı, nasıl hazırlandığı bilinmeyen bir yönetmelik ya da bir yasa taslağı önünüze konuyor. Yaşadığımız ülkede, her gün hukuksal müdahaleler ile yaşamın politik genetiği ile oynanıyor. Demokrasi, özgürlük, darbe karşıtlığı gibi, her aydının albenisine karşı duramayacağı sözcükler ile gözler boyanıyor. Ama gerçekte her şey sözde kalıyor. Oysa her değişim, her reform yenilik getirebilmeli, devrimci ve ilerici bir karakter sergilemeli. Son haftalarda akademik kamuoyu ile paylaşılan Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) yasa taslağı, akademik gündemde aslında önemi kadar karşılık bulamıyor. Çünkü bekleneni karşılamıyor, sorunları çözemiyor. YÖK yetkilileri üniversite üniversite dolaşıyor, toplantı yapıyor, kendi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle