16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 21 ARALIK 2012 CUMA 2 herhalde. u tür yanılmaların da gösterdiği gibi, “hava döndü” gözlemi yabana atılamayacak bir gerçekliğin belirtisidir. Çözülmenin başladığını, yanlış yollarda ısrar etmekteki nafileliğin anlaşılmakta olduğunu gösteren belirtiler AKP çevresinde bile çoğaldı. Elbet böyle “gidişat”, yalnız o iktidarın değil, rastgele her iktidarın önüne iki seçenek birden koyar: Ya derin bir özgüvenle “Biz haklıyız ve doğru yoldayız, o halde devam” denir, yahut “Fazla geç kalmaksızın rota ve kadro değiştirip yanlışlarımızı düzeltelim” diyerek farklı bir tutum seçilir. Hangi tutumun yararlı ya da zararlı olacağı, bir partide “özeleştiri” gücünün ve “dışa kulak verme” yeteneğinin varlığına veya yokluğuna bağlıdır. ynı seçenekler ana muhalefet için daha da geçerlidir: “Hava döndü ama biz yolumuzdan ve yönlendirici kadromuzdan dönmeyiz; politikacılığımız parti içi politikadan, iktidar iddiamız da partinin bazı mevkilerine geçmekten ibarettir” diyerek dıştaki hava değişikliğine aldırış etmeden parti rahatlığının koynunda yatma olanağı olduğu gibi, “vira demir” deyip koydan çıkarak dışta dönen eski rüzgâra uygun bir yelkenle yarım yüzyıldır özlenen ufuklara yönelmek de vardır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER B Silivri’de Neler Oluyor? Silivri’de görev yapan özel mahkemeler yakın bir geçmişte kaldırılmıştır fakat gerçekte kaldırılmamıştır. Bir sistem düşünün ki, aynı yasanın içinde mahkemeleri hem kaldırıyor hem de görevinizi sürdürün, elinizdeki davaları bitirin diyor. Bunu kimseye anlatamazsınız. Ama bugünkü gerçek budur. Büyük Yanılma ve Açılma GAF demek hemen akıllara gelmişti ama öylesini Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na yakıştırmak hiç doğru olmazdı. Çünkü içte ve dışta bu devleti batırmak için alesta bekleyenler genellikle sanılandan da çok. O halde herkes diline ve üslubuna dikkat etmeliydi. Aslında, konu sadece bir dil sürçmesinden yahut anlatım zayıflığından ibaret sayılır ve kolay kapatılabilirdi. Ne var ki, yandaş medya “Başkanlık sistemini iyi bilerek isteyen ve kuvvetler ayrılığına yürekten inanan sayın Başbakanı zayıflatmak isteyenler bu yanılmadan yararlanma fırsatı buldular” biçiminde kötü niyete dayalı bir suçlama çizgisi tutturduğu için bu noktaya gelindi. Galiba Başbakan şunu söylemek istemiş de olabilir: “Kuvvetler ayrılığı ilkesi, siyaseten kolay yapılabilecek eleştiriler yerine yargı organlarına başvurmak amacıyla kullanılıyor” diyebilseydi acaba daha doğru bir yakınma mı olurdu, yoksa çok açık bir zayıflığın itirafı mı sayılırdı bu? Sayın Başbakan böyle bir itiraftan kaçınmak istemişti S Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Üniversitesi Oysa ceza yargılamasının ilkeleri ve kuralları bellidir. Her olay yasalarla önceden belirlenmiş bir süreçten geçer. Yabancı dillerde yargılama hukukuna “süreç hukuku” denilmesi bir rastlantı değildir. Bu sürecin yol haritası adım adım çizilmiştir. Yargılama işi buna göre yürütülür. Ancak haritanın yanlış okunduğu bir olayda doğru adrese varmak nasıl mümkün olmazsa, ceza adalet sisteminde de doğrulara, en kısa tanımlaması ile adalete ulaşılamaz. Bu işin satır başları nelerdir? İşte şunlar: Yargılama, tabii yargıç ilkesine uygun olarak kurulmuş mahkemelerde, bağımsız ve tarafsız yargıçlarla, güvenceli savcılarla, yasaların verdiği hak ve yetkileri tam olarak kullanan avukatlarla yapılır. Bu sayılanlardan bir teki dahi sağlanmadığında, o yargılama ne hukuka uygun olur ne de adil olur. Silivri’de görev yapan özel mahkemeler yakın bir geçmişte kaldırılmıştır, fakat gerçekte kaldırılmamıştır. Bir sistem düşünün ki, aynı yasanın içinde mahkemeleri hem kaldırıyor hem de görevinizi sürdürün, elinizdeki davaları bitirin A ilivri’de hava kurşun kadar ağır. İnsanlar gergin, insanlar öfkeli, barut fıçısı adeta. Aralarında ayrım yapmaksızın yapılabilecek nitelemeler bunlar. Silivri’de çok önemli davaların görüldüğü bir ortamda herkes birbirinden şikâyetçi. Öyle bir kargaşa yaşanıyor ki herkes kendini ifade edememekten rahatsız. Sanıklar niçin sanık olduklarının kendilerine anlatılmasını istiyorlar. Hele tutuklu olanlar yargılama sürerken cezalarının infaz edildiği düşüncesindeler. Avukatlar savunma görevini yapmalarına izin verilmediğini, mahkemelere meramlarını anlatamadıklarını dile getiriyorlar; yargıçların kendilerine yasaların sağladığı olanakları tam olarak kullandırmalarının peşindeler. Yargıçlarla savcılar ise sanıkların ve avukatların mahkemeye karşı olması gereken tavırları göstermedikleri ve işi zora soktukları kanaatindeler. Böyle bir ortamda, sinirlerin zemberek misali gerildiği bir atmosferde adaletin gerçekleşmesi, ceza yargılamasında maddi gerçeği, yani gerçeğin tam olarak kendisini bulmak mümkün olabilir mi? Olamaz elbet. diyor. Bunu kimseye anlatamazsınız. Ama bugünkü gerçek budur. Buna ek olarak bu mahkemeler baktıkları davalara yeni davalar ekliyorlar. Bunu biçim olarak davaların birleştirilmesi yoluyla yapıyorlar. Temelde birleşik yargılama sistemde vardır, fakat bu yöntem ömürleri biçilmiş, önlerindeki davaları sonuçlandırmakla sınırlanmış olan mahkemelerde uygulanmaz. Ceza yargılaması faaliyetinin en çarpıcı aşaması duruşmadır. Duruşma, istisnalar dışında açık, tüm tarafların katılmasıyla sözlü olarak gerçekleşir. Yasalar duruşmanın senaryosunu yazmıştır. O kadar ki duruşmada her işlem sıralanmıştır, birinciden sonuncuya kadar. Bu konuda kargaşaya gerek yoktur, yasayı doğru okumak ve uygulamak yeterlidir. Sanıklara önce suçlamalar anlatılmalıdır. Bunun için iddianame okunur. Sonra sanıkların sorgusu yapılır. Daha sonra deliller ortaya konulmalı ve tartışılmalıdır. Bu aşama son derece önemlidir, çünkü gerçeği ortaya çıkarmak için ispat konusunu çözecektir. Bu yapılırken her delil tek tek tartışılacaktır. Yargılamanın tüm tarafları her delil için düşüncelerini söyleyecek, değerlendirmesini yapacaktır. Bu yöntemde aksama olursa, yargılama sakatlanır. Dosyaya girmiş delillerin tartışması bittikten sonra, mahkeme taraflara (savcılara ve avukatlara) bunların dışında tartışılmasını istedikleri deliller olup olmadığını soracaktır. Bu tavır bir açıdan varılacak sonucun adil olması için elzemdir, bir açıdan da adil yargılanma hakkını gerçekleştirmek bakımından. Aslında belirtmem gerekir ki, Yargıtay özellikle uygulamada tevsii tahkikat (soruşturmanın derinleştirilmesi) adı verilen yukarıdaki sürecin bir davada gerçekleşip gerçekleşmediğini araştırmakta, bu konudaki aykırılıkları tespit ettiğinde kararları bozmaktadır. Kısaca çizmeye çalıştığım bu tablo içinde, Silivri’de yaşananlar dikkate alındığında, savunma tarafı delillerin tam olarak toplanmadığı, tartışılmadığı, işin aceleye getirildiği kanaatindedir. Oysa aceleye gerek yoktur. Ülkemiz için olağanüstü önem taşıyan bu davalarda, “duruşma salonları kargaşa ve çekişme ortamları değildir, aksine hak ve adaletin dağıtıldığı platformlardır” yaklaşımını ortaya koyacak tavırları, yargılamayı gerçekleştiren yargıçlardan, savcılardan ve avukatlardan beklemek bu ülke insanının hem hakkıdır hem de beklentisi. Son söz: Yazımı okuyan hukukçular “Hocam biz bunları zaten biliyoruz” diyebilirler. Onlara iki sözüm var. İlki, ben bu yazıları bu ülkenin hukukçu olmayan insanlarını aydınlatma çabası ile yazıyorum. İkincisi, yargılamada görev yapan hukukçuların tümü yukarıdaki ilkelere uydukları takdirde, bundan herkes kârlı çıkar. ‘Uydu’ruk... Çinli, Çin’den bizim uydu için geriye doğru saydı: “Vuuuhh... shzii... saanngg... eerr... viii... onuuu.” Anında Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın sesi patladı uzayda: “Yaa Allahh bismillaahhh...” H (Uydu bu komutu duyunca umreye yönelmedi neyse ki...) H Ve 2.5 metre çapındaki objektifi ile yüksek çözünürlüğe sahip uydudan ilk sinyal geldi, daha Başbakan düğmeye bastığı ODTÜ’den ayrılmadan... Uydu: “Savaş başladı...” Bizim aşağısı: “Nası?..” Uydu: “İlk atış tam isabet, Barış’ın kafasına...” Aşağısı: “İsrail, Gazze’ye saldırdı da, bomba mı yağdırıyor?..” Uydu: “Hayır, ODTÜ...” H Aşağıda gaz bulutları, ateş, alevler... Plastik mermiler ve ses bombaları... Uydunun ilk gönderdiği görüntüler... 2500 üniformalı, 500 sivil polis ile ODTÜ kuşatma altında... Başbakan uydunun düğmesine basmak için ODTÜ’ye ancak böyle girebildi ve çıkabildi... H Yalaka medya ODTÜ’lü gençlerin “uyduya karşı” oldukları yalanını pompalarken... Kaportası dışında hiçbir şeyi yerli olmayan ve Çin’den fırlatılan uyduyu da zaten “ilk yerli uydu” diye veriyor utanmadan... H Üniversite susmuyor... H 2800 öğrencinin hapiste tutuklu olduğu bir ülkedir burası... “Dindar nesil istiyorum” diye ilköğretimi imam okullarına çevirip... Üniversiteleri sessiz, ürkmüş, pısırık, tek tip isteyen... Hukuku, demokrasiyi, cumhuriyet rejimini yok edişini, kaportasını yaptığı uyduyu “ilk yerli uydumuz” yutturmacası ile örtmeye kalkana, iki laf etmez mi üniversiteli?.. Ne var bunda?.. H Polis muhabirliğimden bilirim ben ODTÜ’yü... Ta o zaman kapılarına kocaman yazmışlardı: “Faşistler giremez...” H Ben size söyleyeyim, bu uydu bize uydu... Sinyal geldi: “Bir tehlikeli silah...” Aşağısı: “Füze gibi mi?..” Uydu: “Merdivenden iniyor, iki ayağı var...” Merkez: “Başbakan o...” Uydu: “Ya Allah, maazallah...”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle