27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 KASIM 2012 ÇARŞAMBA 6 HABERLER Ergenekon davasının 255. duruşmasında gizli tanık ‘Deniz’ kimliğini açıkladı Gizli tanık Sakık çıktı Başbuğ: Acı ve ibretlik tablo İstanbul Haber Servisi Ergenekon davasında İnternet Andıcı dosyasından tutuklu bulunan eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ, Şemdin Sakık’ın tanık olarak dinlenmesiyle ilgili avukatı aracılığıyla gönderdiği yazılı açıklamada, “Acı ve ibretlik tablo. Silivri’de TSK ile PKK terör örgütü karşı karşıya bırakılmıştır. Bugün Silivri’de Türk ordusunun PKK’ye karşı yürüttüğü mücadele yargılanmaktadır” dedi. Başbuğ, mektubunda şöyle devam etti: “Bir tarafta ömürlerini PKK terör örgütüne karşı mücadele ile geçiren ancak bugün haksız ve mesnetsiz suçlamalarla Ergenekon davasında sanık sandalyelerine oturtulan Türk ordusunun komutanı ve karargâhı. Diğer tarafta bir dönem PKK terör örgütünün ikinci adamı durumunda olan, Bingöl’de 1993 yılında 33 erimizin şehit edilmesi için emir veren ancak bugün tanık sandalyesinde oturtulan bir terörist. Bir tarafta TSK’ye komutanlık yapmış 26. Genelkurmay Başkanı’nın ‘Terör örgütü kurmak ve yönetmekten’ suçlanması ve yargılanması, diğer tarafta Türkiye Cumhuriyeti devleti ile sanıklarla hasım durumunda olan eli kanlı bir teröristin Türkiye Cumhuriyeti mahkemesinde dinlenen bir tanık olması... Takdir yüce Türk milletinindir.” HATİCE TUNCER Ergenekon davasında, iddianamede “Deniz” takma adıyla ifadesi bulunan gizli tanık, kendisinin PKK’nin üst düzey yöneticisi Şemdin Sakık olduğunu açıkladı. Silivri’de görülen davanın 255. duruşmasında Başkan Hasan Hüseyin Özese, gizli tanık Deniz’in tanık odasında vereceği ifadenin salona yansıtılacağını belirtti. Ancak gizli tanık Deniz açık kimliğiyle ifade vermek istediğini söyledi. Kısa bir aranın ardından görüntüsü salona yansıtılan gizli tanık Deniz, gerçek kimliğinin Şemdin Sakık olduğunu açıkladı. Özese, “Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek hakkında beyanlarda bulunmuşsunuz. PKK ne zaman, nasıl kuruldu, dosyamız sanıklarıyla ilgisi bulunan var mı” diye sordu. Perinçek ve Küçük’ün PKK kamplarına ziyaretine değinen Sakık, bu ziyaretlerin Abdullah Öcalan’ın imajını iyileştirdiğini savundu. Sakık, “O güne kadar pos bıyığı, sesiyle köylü görünümü ile tanınıyor olmasına rağmen Perinçek ile yayımlanın fotoğrafları sayesinde, elinde çiçek, yüzünde gülücük hoş bir önder kişilik olarak kamuoyuna yansıtıldı” dedi. Sakık, kendisinin suçlandığı 25 Mayıs 1993’te Bingöl kırsalında 33 askerin şehit edilmesine ilişkin şunları anlattı: “O dönem örgüt tek taraflı ateşkes ilan etmişti. Devlet de bu ateşkesi bozmak için her gün operasyon yapıyordu. Örgüt lideri, ‘Misilleme eylem yapılabilir’ diye talimat verdi. Kimlik sorma, yol kesme, mayın döşeme gibi eylemler yapıyorduk. Otobüsün yolunu kesince askerleri gördüler. ‘Götürelim mi, vuralım mı’ tartışması yapıldı. Bu olayın tetikçisi PKK’dir. Askerler tedbirsiz yola çıkarılmıştır. Bu olayda insani sorumluluk kabul ediyorum. 200 kişi olduğumuzu bilen güvenlik güçleri, bu taburu çıkarırken eylem yapılacağını bildiği halde neden tedbir almadı?” Sakık şöyle devam etti: “Özal, Cem Ersever, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis gitmişti. Uğur Mumcu, Ape Musa (Anter) gitmişti. Güçlü bir savaş için bahaneye gerek vardı. 33 şehit bir zincirin halkasıydı. Sıvas katliamı da aynı yıllardaydı. 1993’teki darbe 12 Eylül’den bile daha kanlı, daha korkunç bir darbe oldu.” “Faili meçhul olarak kalan, gizlenen olayların hepsi birbirine bağlıdır. Bir gücün işidir” diye konuşan Sakık, Gaffar Okan’ın silahlı saldırıda öldürülmesine de değindi. Sakık, cezaevinde görüştüğü Hizbullah liderlerinin Okkan cinayetiyle hiçbir ilişkilerinin olmadığını söylediğini belirterek şöyle konuştu: “Gaffar Okkan’a, askeri, siyasi, istihbarat açısından bakarsa Gaffar Okkan cinayeti nız kesinlikle Hizbullah işi değildir.” Sakık, 16 Mayıs 2001’de Malatya’da düşen askeri uçakta bulunan iki kişinin adının üstünün çizili olduğunu belirterek “O uçakta ölenlerden birinin Mahmut Yıldırım olduğunu duydum. Yıldırım yaşıyor mu, yaşamıyor mu devlet bilmiyorsa o artık devlet değildir” diye konuştu. Sakık, 1998’de örgütten kaçarak KDP peşmergelerine teslim olduğunu belirterek “Beni KDP’den alıp Türkiye’ye getiren 5 kişilik ekibin başında Mahmut Yıldırım vardı” dedi. Öcalan’a suikast yapılacağını Küçük’ün haber verdiğini belirten Sakık “1996 yılı bahar aylarıydı. Öcalan, Şam’dan bizimle uydu telefonuyla görüşüyordu. Ben Zap kampındaydım. Bir ara telefondan uzaklaştı. Öcalan’ın sık sık gittiği okulda patlama olmuş. Okulun kırılan camlarından Cemil Bayık yaralanmış. Öcalan yine bizi fırçaladı. ‘İyi ki sizin gibi aptallara güvenmedim. Tedbirimi aldım. Siz savaşmadığınız için düşman gelip beni Şam’da vurmaya çalışıyor’ dedi” diye konuştu. Sakık’ın yorulduğunu ifade etmesi üzerine saat 17.40 sıralarında duruşma bugüne erteledi. Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, emekli Orgeneral Hasan Iğsız’ın annesinin cenazesinde, gizli tanık olduğu ortaya çıkan Şemdin Sakık ile ilgili bir soruya Kılıç: Sakık “Uzaktan tanıdığım kadarıyla dürüst bir dürüst adam. Ne biliyorsa bir adam onu zannediyorum ki tüm çıplaklığıyla söyleyecektir. Nitekim bugünkü (dünkü) gizli tanıklıktan sahaya çıkmış olması bunu göstermiştir. Eğrisi büğrüsü olmayan bir insandır” diye yanıt verdi. Göz Göze Geldiniz mi? Bilmiyorum, geldiniz mi, gelmediniz mi. Aynaya baktığınızda saçlarınıza, kaşlarınıza, teninizin teravetine bakıyorsunuzdur eminim, ama gözlerinize, gözbebeğinizin içine dikkatle baktınız mı hiç. Baktıysanız gördükleriniz sizi mutlu etti mi? Orada ne gördünüz? ??? Şöyle bir tablo görmüş olabilir misiniz? Memleketin hali ahvali pek iyi değil, bildiğiniz gibi. Düzülen övgülere, uçuşan rakamlara bakmıyorsunuz. Bölünmüş yollar, göklere direk gökdelenler, alışveriş merkezleri, milyar Euro’luk otomobillerin sergilendiği fuarlar yormuyor çenenizi. Sokağa çıkıyorsunuz, “özgürlüğün” tadına vardığını düşünen, kendisinden sakınılmış zenginliklerin kapısının bir gün kendisine de açılacağı hayaliyle mutlu olan insanların arasına giriyorsunuz, cami avlularında onların sohbetlerini dinliyor, sonra onlar ağır adımlarla evlerine dönerken, çağın kıyısına tutunmuş hanelerinin içindeki Osmanlıdan kalma sonsuz tevekkülü görüyorsunuz. Orada başörtüsü çıkarılıp hanenin duvarlarına sığınmış dar alandaki yoksul özgürlüğe adım atarken, kapının dışında kalan kurtlar sofrasının çirkinliği ürpertiyor onları. Onlar o kurtlar sofrasına oturamazlar. Onlara ya da size göre değil o sofra. O sofrayı gördünüz mü aynanın içinde? ??? Batılılaşma rüyamız, Osmanlı’dan miras batıcılaşma hevesimizle karışırken, aydınlanmanın ne batılılaşma ile, ne de batıcılaşma ile anlaşılabileceği gerçeği yüzümüze vurur arada sırada. Geçer gideriz. Geçer gideriz çünkü gerçekle göz göze gelmeye cesaretimiz yoktur. Kitaplar kitaplarla yenilenir. Her kitap iyi, güzel ve en önemlisi doğru değildir. Tarih ürpertici, yoldan çıkarıcıdır. Orada gerçeği gördüğümüz anda rahatımız kaçar ve hemen çark ederiz. ??? Bizim Kurtuluş, Kuruluş günlerimiz, aydınlanmanın ışığının tevekkülle tozlanmış haneye azıcık ışığın girdiği günlerdir. Ama sonra o ışığın sızdığı çatlak hemen kapatılıvermiştir. Aydınlanma batılılığa, batılılık batıcılığa dönüşürken, ayna karardı. Aynanın arkasındaki sır koyulaştı. Aynaya her baktığımızda kendimizle göz göze gelmeyelim diye ense kökümüzde bir zaptiye belirdi. İleriye dönük ütopyalarımız örselenirken, geriye dönük ütopyalar sahih olmaya başladı. Bu yazıyı yazmaya çabalarken, Taner Timur hocanın Osmanlı toplumunu anlatan ezber bozan kitabı masamın üzerinde duruyordu. “MarxEngels ve Osmanlı Toplumu” (Yordam Kitap) “git aynaya bak” dedirten cinsten, aydınlanmayı, batılılığı, batıcılığı, ütopyaları anlatan, rahatınızı kaçıracak bir kitaptır. O “güzel huzursuzlukla” yazdım yazıyı da zaten. ??? Sonra düşündüm de yalnızca kitapla, aynayla değil, birbirimizle göz göze gelmemiz de tehlikeli bizim. O nedenle, iyiliğimiz için yani, zaptiyelerimiz tutukevlerindeki küçücük delikleri de kâğıtla kapatıyorlar. Göz göze gelmeyelim diye. Maazallah birimiz ötekine bir bakış atar, bir gerçek kımıldar, bir ışık sızar. Kurtuluş yıllarında sızan küçücük ışık ne belalar açmıştı başımıza, kurtulmamız ne kadar zor olmuştu, unutabilir miyiz! ??? Siz hiç aynaya baktınız mı? Bakın? Bir işmar edin kendinize. Güne öyle başlayın. Bugün göz göze gelmeyi yasaklayanlarla işim olacak diye çıkın sokağa... İyi gelecektir. CAFER UYAR Astsubay Maltepe Askeri Cezaevi ‘Balyoz’un en genç mağduruyum’ Ben kamuoyunda “Balyoz” diye bilinen davanın 326 tutuklusundan en küçük rütbedeki astsubayı ve en genç yaştaki mağduru Cafer Uyar. Koca koca ordu/kuvvet komutanları, generalleri/amiralleri, albayları ve komutanları ile birlikte ben de yargılandım ve bu kocaman komutanlar ile birlikte 16 yıl cezaya mahkum oldum. 1999 yılı Ağustos ayında Gölcük’te meydana gelen depremde henüz 20 yaşımda bir astsubay iken yıkılan evimin enkazının altında kaldığımda bile kendimi hiç bu kadar aciz ve çaresiz hissetmemiştim. Üstüme yıkılan kocaman bina bile canımı bu kadar acıtmamıştı. Bu tutuklama ile birlikte tekrar enkazın altına gömüldüm. Peki neydi Cafer Uyar olarak bana yapılan suçlama: “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Cebren Iskat Etmeye Teşebbüs.” Henüz 23 yaşında, mesleğinin daha başlarında, yeni evli bir astsubay olarak ben mi hükümeti ıskat etmeye teşebbüs etmişim? Peki hani deliller nerde? Tanıklar nerede? Herhangi bir imzam, herhangi bir görüntüm, herhangi bir telefon kaydım, herhangi bir ses kaydım, herhangi bir resmim mi varmış? Nerede? Eğer varsa iddia makamı bunları niçin aleyhimde delil olarak ortaya çıkarmadı? Peki ya benim ve diğer tutuklu komutanlarımın resmi kurumlardan almış olduğu 1500 civarındaki lehte delillerimiz nerede? Şu an 7 deniz astsubayı meslektaşım ile birlikte Maltepe Askeri Cezaevi’nde tutuklu/tutsağız. Sizin aracılığınızla Türk halkına soruyorum; 96000 astsubayın görev yaptığı Türk Silahlı Kuvvetleri’nde biz; farklı bölgelerde ve birliklerde görev yapan, tanışmayan ve daha önce birbiriyle hiç karşılaşmamış 7 deniz astsubayı mı hükümeti cebren ıskat etmeye teşebbüs etmişiz? Bize bunu anlatabilecek akıl ve irfan sahibi bir büyüğümüz var mı? Bizler neden cezaevinde tutsağız? Ben 2 kız çocuğu babası Cafer Uyar olarak, çocuklarımın ve ailemin bu yaşanılanları hak etmediğini düşünüyorum. Benim ve ailemin yaşadıklarını umarım herkes bir kez olsun düşünür ve gece yastığa başını koyduğunda bizlerin ne kadar da acımasızca burada tutsak tutulduğumuzu düşünür. Kara günün daha da karardığı şu günlerde bana ve aileme şefkatle yaklaşan, dualarını ve yardımlarını bizlerden esirgemeyen herkese minnettarım. Hukukun üstünlüğüne inanan bir vatandaş olarak hakkın ve adaletin bir gün mutlaka yerini bulacağına yürekten inanıyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. 16.10.2012 Sakık, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın iddia edildiği gibi PKK tarafından vurulmadığını belirterek şunları kaydetti: “Aydın, Lice’de helikopterden iner inmez vuruldu. O zaman Lice yakınlarındaydım.Etrafımız kuşatılmıştı. Adeta bitiş seviyesindeydik. Bir anda telsizden ‘Paşa vuruldu’ diye bir anons geçti. Telsizden Lice’deki dağlık grubu aradım. Yapmadıklarını söylediler. Telsizden ‘Bir Tuğgenerali vursak bunu dünyaya yayınlarız’ dedim. Bu olay ayMücadeleleri sırasında bazı güçler tarafından piyon olarak kullanıldığı için dınlatılmadı. Paşayı devletin içinde bir utanç duyduğunu belirten Sakık, İHD Onursal Başkanı Akın Birdal’a silahlı ekip vurdu. Hatta duyduğuma göre vusaldırı olayına ilişkin de şu iddialarda bulundu: “Akın Birdal olayı Yaşar Büran asker de öldürüldü. Kimi ‘Ergeyükanıt’ın bilgisi dışında değildir. O olayda Yeşil ve ekibi kullanıldı. Benim üstnekon’, kimi ‘derin devlet’ dedi. lenmemi istediler. Kabul etmedim hücreye attılar. Yaşar Büyükanıt’ın da haberi varBence ayrımı yok.” dı. Türk İntikam Tugayı’nı yönlendirdiğimi söylememi istediler. Bunu da kabul etmedim.” ‘Aydın’ı PKK değil devlet vurdu’ ‘Birdal olayı Büyükanıt’ın bilgisi dışında değildir’ Sakık’ın gizli tanık çıkması uygulamayı yeniden tartışmaya açtı ‘Engizisyona dönüştü’ İLHAN TAŞCI ANKARA Ergenekon davasında gizli tanık “Deniz”in Şemdin Sakık olduğunun ortaya çıkması, gizli tanıklık sistemini yeniden tartışmaya açtı. Adı “gizli” olan tanıkları kimi zaman savcılıklar “sehven” deşifre ederken kimi zaman ise Sakık’ta olduğu gibi kişilerin kendisi kimliklerini açıkladı. 2004 yılında Türkiye’nin gündemine giren gizli tanıklık kavramı, 2007 yılında çıkartılan yasa ile kurumsal bir yapıya dönüştü. ABD’de yargılama aşamasında kimliği açık bir biçimde ifade vermek zorunda olan tanığın gizliliği ve korunması mahkeme salonundan ayrıldıktan sonra başlıyor. Türkiye’de gizli tanığın gerçek kimliğini mahkeme heyeti dışında kimsenin bilmemesi yapının en çok tartışılan bölümünü oluşturuyor. Oysa Almanya’da hâkim ve savcıların yanı sıra sanıkların avukatı da gizli tanığın gerçek kimliğini biliyor. Fransa’da ise sadece gizli tanık ifadelerine dayanılarak mahkumiyet kararı verilemiyor. Ankara Barosu Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Sakık’ın gizli tanık olduğunun ortaya çıkmasını “Gizli tanık kurumunun ne kadar tehlikeli, adil yargılama hakkıyla ne kadar çelişkili olduğunun ispatıdır bu” sözleriyle değerlendirdi. Hukuk sisteminde bir kişinin aynı davada hem sanık, hem tanık olmasının mümkün olmadığına işaret eden Feyzioğlu, “Tanık gizli olunca, uygulama keyfileşmektedir. Gizli tanıklık, tipik engizisyon yargılamasına dönüştürmektedir ceza muhakemesini” değerlendirmesini yaptı. Türk Hukuk Kurumu Başkanı Sabih Kanadoğlu da, “AİHM Büyük Dairesi’nin AlKhawaja ve Tahery kararına göre, sanığın aleyhindeki tanığın sanık huzurunda ve açık duruşmada sorgulanmaması güvenlik nedeni, kaçak olması veya ölmesi ha İŞTE GİZLİ TANIKLAR! Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin Ergenekon davası ile Danıştay ve gazetemize yönelik bombalı saldırı olaylarına ilişkin davayı birleştirmesiyle Osman Yıldırım ismi en tartışmalı kişiye dönüştü. Çünkü Danıştay saldırısı ile gazetemize yönelik bombalı saldırı olaylarında “sanık” olarak ifade veren Yıldırım, cezaevinden yazdığı itiraf mektupları ile Ergenekon davasının “tanığı”, ilerleyen aşamada ise dosyanın “9 numaralı” gizli tanığına dönüştü. Yıldırım, kız kardeşini öldürmek, yeğenini fuhuş yaptırmaktan da hüküm giymişti. Ergenekon’un hem sanığı hem de gizli tanıklarından birisinin de kendisini yüzbaşı, JİTEM görevlisi olarak tanıtan Yüksel Dilsiz olduğu açığa çıkmıştı. 14 yaşındaki çocuğa tecavüz ettiği iddiasıyla yargılandığı davada 31 yıl hapis cezasına çarptırılan Dilsiz, duruşmayı sanıklar, izleyiciler ve basın mensuplarına kapattırmıştı. Ergenekon’un gizli tanıklarından “İsmet”, kimliğini açıklayarak Semih Genç olduğunu söylemişti. Sabancı suikastıyla ilgili bilgi vereceğini söyleyen Genç, 3040 yıldır örgütün içinde yer aldığını ve Dursun Karataş ile çalıştığını anlatmıştı. Ergenekon soruşturması kapsamında dinlenen gizli tanıklardan birinin kimliğinin avukatlara dağıtılan CD’lerde açık olarak verilmişti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı’na yazılan bir yazıda Gaziantep H Tipi Cezaevi’nde hükümlü bulunan Hamza Bindal’ın tanık sıfatıyla dinlenmesi istenmişti. Bu yazışmalarda Bindal’ın kimliği ve nüfus bilgileri açıkça yazılmıştı. Iğsız:Taziyeyi engelliyorlar İstanbul Haber Servisi İstanbul’da önceki gün yaşamını yitiren Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından emekli Orgeneral Hasan Iğsız’ın annesi Münevver Iğsız, Fatih Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Bayrampaşa Mezarlığı’nda toprağa verildi. Cami avlusunda taziyeleri kabul eden Iğsız, gazetecilere açıklama yapmak istediği sıradakendisine refakat eden bir asker tarafından “Komutanım şöyle geçebilir miyiz?” diye uyarıldı. Iğsız, askere, “Ya bir dakika” diye bağırıp tepki gösterdi. Iğsız, gazetecilere “Mahkeme, bana 2 gün izin verdi. Ancak sabahtan beri bir uygulamayla karşı karşıyayım. Beni taziye amacıyla arayan dostlarımla konuşma imkânım engelleniyor. Avukatımla dahi görüşemiyorum” dedi. ‘Hayata Dönüş’ davası Mayıs 2013’e ertelendi İstanbul Haber Servisi 19 Aralık 2000 yılında gerçekleştirilen “Hayata Dönüş Operasyonu”nun Ümraniye Cezaevi’ndeki müdahalesinde görevli 267 jandarma ve görevlinin yargılandığı davanın duruşmasına uzun bir aradan sonra ilk kez bir sanık katıldı. Sanık İbrahim Yılmaz, cezaevinin dışında yer alan 1213 kişilik bir timde görevli olduğunu, herhangi bir silah kullanmadıklarını söyledi. Avukatlar ise sanığın ifadelerinin çelişkili olduğunu, söz konusu timin amiri Cezaevi Koruma Taburu 1. Bölüğü’nde Bölük Komutanı olan Kadir Kalaycı’nın operasyonda P90 isimli bir silahın kullanıldığını anlattığını anımsattı. Duruşma 2013 yılı Mayıs ayına ertelendi. Doğan ve Kutluk’a beraat İstanbul Haber Servisi Balyoz davasında 20 yıl hapse çarptırılan emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın eşi Nilgül Doğan ve 18 yıla çarptırılan emekli Tümamiral Ali Deniz Kutluk’un eşi İrem Kutluk, “izinsiz gösteri yürüyüşü yapmak” suçlamasıyla yargılandıkları davadan beraat etti. Doğan ve Kutluk’un 2011’de Hıdırellez kutlaması yaptıkları eylemle ilgili 1.5 ile 3.5 yıl hapis cezası istemiyle yargılandıkları davaya devam edildi. Silivri 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada mahkeme, “sanıkların üzerine atılı suçu işledikleri sabit olmadığı” gerekçesiyle beraatlarına karar verdi. linde haklı sebep olabilir ancak yetkili makamlar tanığı duruşmaya getirmek için gerekli tedbirleri almalı ve gereken gayreti göstermelidir. Tanığın ifadesi, sanığın mahkumiyetine esas olabilecek tek veya belirleyici nitelikte ise bu durum savunma hakkını kısıtladığından savunmaya ek olanaklar sağlanması koşuluyla dayanılabilir. Güvenilirliği ve inanırlığı sabit olmayan ifadeye dayanılarak mahkumiyete hükmolunamaz” dedi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle