19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 KASIM 2012 CUMARTESİ 6 HABERLER Orgeneral Taşdeler, iddianamede somut delil değil, sahte belgeler bulunduğunu savundu ‘Türkiye’ye yakışmıyor’ SAVCIYLA GÖRÜŞMEYE KAYIT HATİCE TUNCER Neden Ölecekmişiz? İkinci a harfini en azından üç dört a kadar uzatarak, vurgulayıp çatlatarak, sesinin olanca tınısıyla bağırıyor: “Öleceksek adaaaam gibi ölelim!..” Bağırmanın da tıpkı öfke gibi bir hitabet sanatı olduğunu sayesinde öğrenmiş olduğumuz için şaşılacak bir şey yok.. Fakat yine de bu haykırışta, her zamankinden daha fazla rahatsız edici ve çok daha tehlikeli bir şey var. Haykırışın sahibi herhangi biri değil, ülkenin özel yetkili Başbakanı. Yasalarla tanımlananın çok ötesinde, nereden aldığı belirsiz özel yetkilerini daha da ve sınırsızca çoğaltarak devletin daha da tepesine çıkmak ve orada sanki sonsuzca kalmak istiyor. Bağırıp çağırmada ölçüyü iyice kaçırmasının nedeni, bu hedefe ulaşmanın pek de kolay olmadığını anlamaya başlaması olabilir mi? ??? Onu ilk kez İstanbul Belediye binası önünde, görevden alınıp cezaevine gönderilmek üzere olduğu günlerde, orada toplanan bir kalabalığa hitap ederken gördüğümü daha önce yazmıştım... Aklımdan geçen düşünce, yine daha önce yazdığım gibi, bu kişinin belediye başkanı filan değil, çok daha başka hedeflere yönelmiş biri olduğuydu. Sonradan yaşadıklarımız, topluma yaşattıkları, sezgimin doğruluğunu sayısız kez kanıtladı... Belediye başkanlığından Başbakanlık’a yükselen kişinin gözü şimdi çok daha yükseklerde. Amacına ulaşmak için ya da ulaşamayacağını anladığında, gözünü kırpmadan bütün bir toplumu ateşe atabilecek biri bu... Aldığı dini eğitime uygun bir ses tonuyla, sesli harflerin üstüne basa basa “adaaaam gibi...” diye bağırmasının başka bir açıklaması olamaz... ??? Kendisine kayıtsız şartsız bağlı ya da henüz öyle görünmeye devam eden bir parti meclisi önünde, dar bir kürsünün arkasında konuşan kişinin dar omuzları üzerinde yükselen başına; öfkeyle kasılmış, gülümsemeyi unutmuş yüzüne bakıyorum... Birleşmiş Milletler’e, bugünkü konumunu borçlu olduğu ABD’ye, bütün dünyaya veryansın ediyor. Tıpkı belediye binası önünde toplanmış, kimileri de hiç kuşkusuz oradan geçmekte iken durup dinleyen meraklı insan kalabalığına hitap eder gibi.. Oysa bu bir parti meclisi... İçlerinden biri çıkıp, ey Başbakan, iyi de neden ölelim diye soramıyor... Hiçbiri belki aklından bile geçiremiyor böyle bir soruyu... Bütün bu milletvekili kalabalığı, o tek bir cümlede bütün bir ülkeyi ateşe atmaya hazır ruh durumunu, tehdidi görmüyor, göremiyor, görmek istemiyor... Tersine, sanki sıradan bir halk hatibini alkışlayan sıradan bir sokak kalabalığı gibi, utanç verici, dehşet verici alkışlarla destekliyor bu korkunç çağrıyı... ??? “Ey Recep Tayyip Erdoğan!..” diye, aklımın, düşüncelerimin olanca gücüyle bu hatipe sesleniyorum ben de... “Kimsin sen? Bütün bir ülkeyi ölüme sürüklemekten ne hakla söz ediyorsun? Adaletsiz bir seçim sistemi sonucunda belli bir oy oranıyla iktidar olmuş, yine öylece çıkıp gidecek birisin. Bu bağırıp çağırmalarına ne Birleşmiş Milletler’in, ne ABD’nin ne de hiçbir ciddi ülke, kişi ya da kurumun kulak asmayacağını bilmene rağmen, niye bağırıyorsun, kimi kandırıyorsun, ya da kandıracağını sanıyorsun?..” İşinde gücünde, barışçı, mazlum insan topluluklarına; genç, yaşlı, kadın, erkek, çoluk çocuk yurttaşlarıma bakarken düşünüyorum bunları... Çoğu büyük olasılıkla o bir tek cümlenin kendileri için nasıl ölümcül bir tehdit olduğunun farkında bile değil ne yazık ki... “Ey Recep Tayyip Erdoğan!..” diye devam ediyorum... “Bu ülkenin çocukları her gün ölüyor zaten... Adaaaam gibi ölmekten söz eden, her fırsatta şehit edebiyatı yapan sen, cepheye göndermek şurda dursun, doğru dürüst askerlik bile yaptırmadın oğullarına... Bunun hesabını bu topluma verdin mi, verebilir nisin?..” Adliyede gazeteciye ‘fişleme’ İstanbul Haber Servisi Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nde görev yapan gazeteciler, Terörle Mücadele Yasası’nın 10. maddesinin kapsamına giren suçları soruşturmakla görevlendirilen savcılarla görüşmek istediklerinde fişleniyor. Adliye muhabirinin kimlik numarası, hangi savcıyla görüştüğü, görüşmenin ne kadar sürdüğü, İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Oktay Erdoğan’ın talimatıyla kayda alınıyor. İstanbul Adalet Sarayı’nda, adliye muhabirlerinin, kamuoyunun yakından takip ettiği Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmaları yürüten savcıların bulunduğu 7. kata girmesi yasak. Polis ve güvenlik, gazetecilerin savcıları koridorda beklemesine dahi izin vermiyor. Şifreli asansör ve turnike uygulaması getiren Başsavcı Erdoğan, dün de gazetecilerin görüşmelerinin kayıt altına alınması talimatını verdi. Erdoğan, polis noktasından, savcıdan randevu talep eden gazetecilerin isim, kimlik ve telefon numaraları, hangi savcı ile ne kadar süre görüştüğünün not edilmesini istedi. Bu bilgileri vermeyen gazeteci, randevusu olsa bile savcıyla görüştürülmedi. Hazırlanan dosyanın kapağına “Gazeteci girişçıkış kayıt d.” adı verildi. Ergenekon davasında, YAŞ üyesi Orgeneral Nusret Taşdeler tedavi gördüğü Ankara GATA Hastanesi’nden video konferans yöntemiyle savunmasını yaptı. Taşdeler, savunmasında, “Türkiye Cumhuriyeti’ne, Ergenekon soruşturmaları sürecinde yaşanan ilkel davranışlar hiç yakışmamaktadır” diye konuştu. Görüntüsü salondaki perdelere yansıtılan Nusret Taşdeler, İnternet Andıcı iddianamesinde kendisiyle ilgili bölümü okuduğunda 2400 yıl önce Başbakan’a gönderme yaptı Taşdeler, suçlamalara belge olarak gösterilen “Bilgi Destek Planı”nın imzasız ve sahte olduğunu savundu. Taşdeler, Başbakan Erdoğan’ın, CHP’nin “Oslo belgeleri olduğunu iddia ettiği metinlere” ilişkin “Altında imzamın olmadığı evrak, belge olamaz” sözlerine dikat çekerek “İddia makamı, imzasız ve parafsız 5 sayfalık bir yazıyı ‘delil’ kabul ederek, hükümete karşı suç işlendiği iddiasında bulunuyor. Bir hukuk devletinde ‘Çifte standart kabul edilemez” dedi. Sokrates’in savunmasından alıntı yaparak “Söz konusu iddianamede hakkımda ileri sürülen iddiaların hiçbirinin doğru ve yerinde olmadığını, hiçbir surette inandırıcılığının bulunmadığını, ifademin hemen başında dile getirme ihtiyacını hissediyorum” dedi.Taşdeler, şunları söyledi: “İddia makamı, sübjektif değerlendirmeler, yönlendirilmiş kanaat ve düşünceler, çelişkili ifadelerden alınmış seçme ibareler, sahte belgelerle olaylar arasında kurulan suni ilişkiler, kuşkulu varsayım ve önyargılarla sonuca varma çabası içindedir.” Taşdeler, “İddia makamı, var mak istediği sonuca uygun olarak, gerekli gördüğünde ‘askeri hiyerarşi’yi, lüzum hissettiğinde de ‘gizli örgüt yapılanması’nı esas almaktadır. Olayları bazen ‘emirkomuta sistemi’ ile bazen de ‘cunta’ veya ‘gizli örgüt’ yapılanması ile izah ederek suçlama konusu yapmaktadır” dedi. Cumartesi Anneleri 400’üncü haftada herkese çağrıda bulundu ‘Kırmızı karanfille gelin’ HÜLYA KESKİN TGC’den kınama Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) söz konusu uygulamayı protesto etti. TGC’ren yapılan açıklamada uygulamadan vazgeçilmesi istendi. Türkiye Gazeteciler Federasyonu’nun açıklamasında da uygulamanın gazetecilerin “haber alma ve yayma” faaliyetlerini kontrol altına alma amaçlı olduğu vurgulandı. Cumartesi Anneleri bugün, kayıp yakınları için 400’üncü haftaya giriyor. “Siz de bir kırmızı karanfille gelin” çağrısı yapan aileler, aradan 17 yıl geçmesine karşın kayıplarının mezarlarına ulaşamadı. Türkiye, Cumartesi Anneleri ile 1995 yılında tanıştı. Hasan Ocak’ın 1995’te gözaltına alınması ve 55 gün sonra işkenceyle öldürülmüş bedeninin Kimsesizler Mezarlığı’nda bulunması kayıp yakınlarını Galatasaray Meydanı’nda bir araya getirdi. Aileler, ellerinde karanfiller ve kayıp yakınlarının fotoğraflarıyla, eşlerinin, çocuklarının, yakınlarının akıbetinin ortaya çıkarılmasını istedi. Gözaltına alındılar, işkenceye maruz kaldılar ama aramaya devam ettiler. Bugün 400’üncü haftaya giren aileler, Başbakan Tayyip Erdoğan ile 2 yıla yakın süre önce görüşmelerine karşın, kayıpların kemiklerine dahi halen ulaşılamadı. Cumartesi Anneleri’nin eylemlerine destek veren İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Ercan, 350’ye yakın kayıp dosyasını eylemlerde gündeme getirdiklerini söyledi. Söz konusu dosya Cumartesi Anneleri 400 haftadır Galatasaray Meydanı’nda bir araya geliyor. lardan yalnızca 13 Eylül 1980 tarihinde gözaltına alındığından bu yana kendisinden haber alınamayan Cemil Kırbayır hakkında Meclis Araştırma Komisyonu’nun oluşturulduğunu, bu komisyonun bir rapor hazırladığını, ancak faillerin halen yargılanmadığını vurguladı. Ercan, “İHD olarak Türkiye’deki tüm kaybedilenlerle ilgili toplam 450 dosyası BM’nin kayıplarla ilgili birimine bu yıl gönderdik. Derneğimize de 800 kayıp başvurusu yapıldı. Ama ülkemizdeki kayıp sayısı çok daha fazla. Asıl sorun kaç kişinin kaybedildiği değil, gözaltında kaybetmenin bir devlet politikası haline getirilmesidir. Bu sorun, Türkiye’de çürümeye terk edildi” diye konuştu. İMZASIZ BİR KÂĞITTA ADIM YER ALIYORDU ‘Suçluluğumu gösteren hiçbir delil yok’ 1985 yılından beri okuyucusu olduğum Cumhuriyet gazetesine bir gün “Cezaevinden Mektup Var” bölümü için yazı göndereceğimi aklımın ucundan bile geçiremezdim. Bana inanılmaz hatta bazen şaka gibi gelen bu duruma nasıl düştüğümü kısaca anlatacağım. Ancak artık herkesin ‘yüzlerce kere okuduğu ve ezbere bildiği çelişkiler ve sahteciliklere hiç girmeyeceğim’. Savcılık ifademde de, mahkemedeki ön savunmamda da, esas hakkındaki mütalaaya cevabımda da bu konulara hiç değinmedim. Çünkü benim savunmam o kadar derine inmeyi gerektirmeyen son derece basit bir esasa dayanıyor. “Suçlu olduğumu gösterecek hiçbir delil mevcut değildir.” 24 Kasım 2010 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nda talimatla ifadem alındı. Balyoz Harekât Planı’nın EKA’sı olarak adlandırılan, Harp Akademileri’nden 25 personelin adının bulunduğu imzasız bir kâğıtta benim de adım yer alıyordu. Hepsi bu kadar. Kasım 2011’de Balyoz3 iddianamesi kabul edildi. İddianamede hakkımda yine aynı suçlamalar aynı belge ile yapılıyordu. Duruşmalar başladı, mahkeme huzurunda; Suç tarihinde Kara Harp Akademisi’nde öğrenci olduğumu, emrimde personel, silah, teçhizat ve araç olmadığını, l’inci Ordu Karargâhı’nda yapılan seminere katılmadığımı, Hakkımda hiçbir somut, hukuki delil olmadığını açıkladım. Mahkeme heyeti ve iddia makamı hiçbir soru sormadı. Demek ki derdimi anlatabildim diye düşündüm. Ancak esas hakkındaki mütalaada aynı suçlamalar aynı şekilde yine önüme geldi. Ben beklerdim ki; iddia makamı dinlenen tüm sanıklar ve tanıklardan, kendisine sunulan tüm bilgi, belge ve bilirkişi raporlarından sonra desin ki “Sanık delil yok diyor ama işte imzası, işte tanık ifadesi, işte ses kaydı...” ya da “Aleyhinde delil bulunamamıştır, beraatına...”. Olsun varsın. Bu savcının mütalaası, mahkeme heyeti ceza davalarında somut delile bakar ve gereğini yapar. Evet, yanılmamışım, 21 Eylül 2012 tarihinde gereği yapıldı. 16 yıl hapis cezası... Şimdi esas hakkındaki mütalaaya karşı verdiğim savunmamdaki ‘iddiamı tekrarlıyorum.’ Adımın yer aldığı listede benim adımın üstünü kapatalım sonra Balyoz davasının dosyasını aklınıza gelen kim varsa ona verelim ve diyelim ki bu üstü kapatılmış yerde kimin adı olduğunu bulun. Kimse bulamaz. Bulamaz çünkü kimin hazırladığı tespit edilememiş bir CD içerisinde, ‘imzasız bir Word dokümanında yazan ismimden başka dosyada benimle ilgili tek bir bilgi mevcut değildir. Öyleyse ben nasıl suçlu bulundum?’ Elbette, yine de kaybetmiyoruz umudumuzu. Ya da akıllanmıyoruz desem daha mı doğru olur? Bir arkadaşımın sözüdür, “Mahkemeler hata yapabilir ama Yargıtay yapamaz. Orası yüksek mahkemedir, kararı Türk adalet sistemini bağlar.” Çok doğru, olması gereken ve beklenen de bu. Fakat o yüksek yargı makamı da görmezden gelirse yalın gerçekleri, çok şaşırtmaz bizi... O zaman ciddi olarak endişelenme sırası, sadece ‘bir listede adı var diye insanların 16 yıl ceza alabildiği bir ülkede yaşayan sizlere’ gelir değerli okuyucular. Biz zaten içerideyiz... Sevgilerimle... Albay Cüneyt SARIKAYA Hasdal, 24 Ekim 2012 TÜYAP KİTAP FUARI Balbay için bir araya geliyorlar Haber Merkezi TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nda bugün düzenlenecek etkinlikte sanatçılar, aydınlar, gazeteciler ve yazarlar Mustafa Balbay için buluşacak. Etkinlik, TÜYAP’ta bugün saat 11.0011.45 arasında, Interexpo Salonu’nunda, “Balbay Özgürlüğü Öğretiyor” konulu söyleşiyle başlayacak. Etkinliğe katılacak sanatçı, yazar ve gazetecilerin listesi şöyle: “Altan Gördüm, Ataol Behramoğlu, Ayşe Özyılmazel, Barbaros Şansal, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Ceyda Düvenci, Doğan Duru, Edip Akbayram, Feridun Düzağaç, Gülriz Sururi, Güvenç Dağüstün, Leman Sam, Levent Kırca, Mehmet Esen, Mustafa Mutlu, Nejat Yavaşoğulları, Orhan Bursalı, Selçuk Yöntem, Şükran Soner, Vahide Gördüm, Yavuz Bingöl, Zuhal Olcay.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle