23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 EKİM 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Üç Yanlış Bir Doğru Bilgiyi Götürür mü? İlle de Gerçeği Söylemek! İlle de yazacağım, dedim. İlle de!.. Türkiye’deki bütün okulları “imam” mektebi yapmak isteyenler ortalıkta dolaşıyor! Yazarak, konuşarak, bağırarak, kimi de gizli gizli birtakım örgütler kurarak... İstenen Türkiye’yi 1920’den daha gerilere götürmektir. Osmanlı’nın çöküş günlerine... Cumhuriyetten, demokrasiden vazgeçsek, dinsel ağırlıklı bir yönetimle eski günlere dönsek!... Özlemleri bu! Yüz yıllık bir ilerlemenin, bir uygarlaşmanın sona erdirilmesi... Neler neler yazıyorlar, hiç sıkılmaları yok, utanmak nerde? Yanlışmış, bütün yapılanlar yanlış!.. Elinde fırsat varken dümeni gerilere kırsa!.. Nasıl olsa seçimlerde kazanıyorlar. Torbaya uyduruk bir yasa sokabilirler. Bir anda her şeyi tepeden aşağıya yuvarlayabilirler. Mustafa Kemal devrimleriyle, seksen yıldır yaşamış bir ülkeyi halkın oylarıyla bir çeşit İslam devletine dönüştürmek... İktidardaki bazı sorumluların kafasındaki bu. Ben iktidardaki AKP’ye güvenmiyorum. Cumhuriyetin okullarını birer birer imam hatip okulu yapmaya başladılar. Korkuları var, karşı bir eylem çıkar diye! Örnekleri var, Atatürk’ün kurduğu bir yapıyı değiştirmeye kalkışanların nereye vardıkları meydanda! Bir fırsat bekliyorlar, daha doğrusu bir destek, ABD’den mi, başka yerden mi? Mustafa Kemal’in ülkemizdeki en güçlü savunucusu CHP olmamalı mı? Ama günden güne bir ürkmek, bir çekinmek, nerdeyse iktidarın peşine takılmış bir takım gibi görünmek!.. CHP bizim bildiğimiz CHP olmalı! YCHP diye garip bir topluluk değil!.. Atatürk’ün, İsmet İnönü’nün devrimci CHP’si... Bu da bir uyarı! Cumhuriyetle birlikte doğmuş, büyümüş kuşaklar adına yazmak, konuşmak, direnmek, savaşmak... Bizlere düşen, olayları sorgularken temiz bilgiye ulaşabileceğimiz kaynaklara yönelmektir. Yoksa şehitlerimizin tabutlarına PKK adına bizler de bir çivi çakarız. Üç yanlış bir doğruyu götürür mü? İnanın, bir yanlış tüm doğruları götürür. Mete YARAR Güvenlik Politikaları Uzmanı Y aşadığımız bunca sorunun içinde kendinizi güvende hissetmeniz mümkün mü? Bir de bu sorunların aydınlatılması için sorduğunuz soruların cevaplarını bulamamaktan kaynaklanan karanlığı da işin içine kattığınızda durum gerçekten zorlaşıyor. Bu sorulara ilgili merciler tarafından verilen yanıtlar muğlak ve ucu açık olunca da süreç uzuyor. Bir sorunun cevaplarını bulamadan diğeri de üzerine geliyor ve dile getirilmeyen yanıtlar üst üste yığılıyor. Unutmayalım ki bireyler ve toplumlar yaşanan olaylardan değil, yaşanacaklardan, yani belirsizliklerden korkarlar... Oslo süreci, Uludere olayı, Şemdinli, uçağımızın düşürülmesi, Afyon’daki cephaneliğin patlaması, Gaziantep’te, Bingöl’de yaşanan terör olayları ve bölgesel bir mesele halini alan Suriye sorunu toplumun anlamakta zorlandığı başlıca konular. Bu olaylar teknik ve bilimsel anlamda aydınlatılamadığından diğer önemli bir kısım olan insani boyutuna asla geçilemiyor. Bu olaylarla ilgili büyük bilgi boşluğu da sosyal medya tarafından dolduruluyor. Bürokrasinin yavaşlığı dikkate alındığında, sosyal medyada yer alan bilgiler bir süre sonra gerçeğe dönüşebiliyor. Algı oluştuktan sonra da bunu değiştirmek için ilgili kurum on kat daha fazla enerji harcamak zorunda kalıyor. Sizler de oturup düşündüğünüzde akla yatmayan yüzlerce söylemi bulabilirsiniz. Maalesef terör örgütü silah zoruyla yaptıramadığı her şeyi halkımızın iyi niyetini kullanarak bir şekilde güvenlik güçlerine dayatabiliyor. Bu olayların içinde uzun süre yer almış olmama rağmen bazen ben bile yanlış mı biliyorum diye bilgilerimi tazelemek zorunda kalabiliyorum. Sizlerin durumunu ise düşünmek bile istemem. İsterseniz basit birkaç irdelemeyle bu noktalara değinebilirim: Tam teröristleri kıstırmıştık ki yukarıdan gelen bir talimatla oradan ayrıldık... Bu konuda başvurulmuş resmi bir şikâyet olmamıştır. Kim şahit oldu, diye sorduğunuzda da bir arkadaşım söz etmişti, yanıtıyla sık sık karşılaşırsınız. Askerler bu terörün bitmesini istemezler. Çünkü Güneydoğu’da fazla maaş alıyorlar... Güneydoğu’daki maaş Batı’ya göre yalnızca 200 lira fazladır. İki ayrı yerde yaşamak zorunda olduğunuz için de Güneydoğu’ya giden bir personel daha fazla para harcamak zorunda kalır. Buna işin risklerini ve özlemleride hiç katmıyorum. Korucular suç örgütü haline geldi. Kaldırılması gerekir... Bununla ilgili resmi bir araştırma olmamasına rağmen bu kanıyı desteklemek için birçok olay anlatılır. Korucular Güneydoğu’da asker ve polis kadar şehit ve yaralı vermişlerdir. Birçok yerde tercihlerini devletin tarafında olmaktan yana kullandıkları için dışlanmayı göze alırlar. Güneydoğu’da güvenlik görevlileri şehit ve yaralı sayısını gizliyor... Bu yapılmaya cesaret edilemeyecek kadar zordur. Kayıtlar Genelkurmay’da, Milli Savunma Bakanlığı’nda, ilgili emeklilik kurumunda, Mehmetçik Vakfı’nda ve şehit derneklerinde tutulur. Küçük bir araştırmayla verilerin sağlaması yapılabilir. Çatışma anında bölgeye gerekli takviye birlikleri gönderilmiyor. Takviye gelmediği için şehit ve yaralı sayısı artıyor... Belki de en zor cevaplanacak olan suçlama budur. Anında incelenmediğinde yanıtını bulmak zordur. Hava, bölge ve çatışma şekli bilinmeden cevabını bulmak çok güçtür. Söylenenlerin hepsi yalansa bu kadar şehit ve yaralı neden veriyoruz, 30 yıllık tecrübemizi neden kullanmıyoruz, dediğinizi duyar gibiyim. Bu sorunun cevaplarını ilerki yazımda vereyim ama bu arada ulu önderin askerlikle ilgili iki sözünü size hatırlatmak isterim: “Zaferin sırrı, orduların sevk ve idaresinde bilim ve teknik kurallarını yol gösterici olarak almaktır” ve “En büyük askerlik çeşitli varsayımları çok iyi hesap ederek en iyi görüleni gecikmeden uygulamaktır.” Bizlere düşen, olayları sorgularken temiz bilgiye ulaşabileceğimiz kaynaklara yönelmektir. Yoksa şehitlerimizin tabutlarına PKK adına bizler de bir çivi çakarız. Üç yanlış bir doğruyu götürür mü? İnanın, bir yanlış tüm doğruları götürür. Bir baraj dolusu içme suyunu bir bardak kirli su içilemez hale getirdiği gibi yanlış bilgiler de aynı etkiyi bütün doğrulara yapar... Ben En Çok Şu Kaypaklıklara Güvenirim... Alex’in heykelini diktiler... Kovdular... ? Yirmi yıl önce öldüğünde Özal’a dört yolun çatında öyle bir anıt mezar yaptılar ki “Memlekete yaptığı hizmetlere bakılırsa az bile” dedi çoğu... Dün baktım; yine omuzlarda gidiyor... Bir bandosu eksik rahmetlinin... Adli tıbba... Mezarında rahat yatırmadılar... ? Yine dün Tansu Çiller... İktidardayken belediye zabıta mangasını görünce asker sanıp “Merhaba asker” diye selamladığında, ona “Yüz yılın lideri” dediler... O da inandı... Dün savcılıkta bazı belgeleri görünce “İhanete uğramışız” diyordu... Yeni anladı... ? Erbakan... Yetiştirdiği çırakları devletin tepesine geçip koltukları paylaşırken, üzüntüsünden ona tekerlekli sandalye düştü... Suçlu tek oymuş gibi mahkum ettiler... Bir zincirle eve bağlamaları eksik kaldı... ? Demirel... “Beyefendi saçlarınız lüle lüle” diyen bile vardı... Beyefendi kel... “İmam hatiplerin yüzde 80’ini ben açtım” dedi... İlk iş evine haciz geldi... Dört imzadan üçü imam hatipli... ? İşte... “Türkiye acaba bunlardan kurtulur mu?” diyenlere “Kurtulur” derken, ben en çok buna güvenirim: Kaypaklığa... ? Bu nedenle umudum var... İyimserim... ? Bir anda... Hiç beklenmeyen biçimde... Umulmadık zamanda... Göz açıp kapatıncaya kadar... Bakmışsınız bademi satmışlar... ? Varlığını borçlu olduğu Atatürk’e bile sahip çıkmayıp, onu silmek isteyenleri başına taç yapan kimliktir bu... Bu riyakârlık... Bu ikiyüzlülük... Bu döneklik oldukça... Güvenin... Ben en çok bu kaypaklığa güvenirim... Ulusalcılık Üzerine Hasan AKARSU lusalcılık, Atatürkçülüğün altı ilkesinden birisidir. Ulusalcı olmayınca Atatürkçü de olunmaz. Ulu önderimiz, ulusal bağımsızlığı, ulusal ekinimizle eşdeğerde tutar ve tam bağımsızlığı savunur. Ne yazık ki 1950’den sonra, özellikle NATO’ya girince, verdiğimiz ödünlerle bugüne geldiğimizi, bağımsızlığımızı yitirdiğimizi söylemeliyiz. Bugün Cumhuriyetçilerle, cemaatçiler (cemiyetçiler değil) arasında bir savaş olduğu gerçektir. Ulusalcılığı yadsıyan cemaat önderi, “Ulusalcı dalgayı aşacağız” derken yönünü, ereğini açıkça belirtiyor yurtdışından. Şimdiki Dışişleri bakanı, yeni Osmanlıcılık uğruna “Ulusalcılıkla hesaplaşma vakti geldi” diyebiliyor. 2008’de Taraf gazetesi, “Ulusalcı mafya oluşturulacak” diye başlık atarak ulusalcılıkla savaşılacağını açıklıyordu. On yıldır ulusalcılıkla savaşıldığı ortadadır. Eğitimöğretim birliği yok edilerek, okullardan Atatürk köşeleri, Atatürk fotoğrafları, öğrencilerin yemini kaldırılarak, din eğitimine ağırlık verilerek çok yol alınsa da “ulusalcı dalga” aşılamayacaktır. Ünlü ozanımız Dağlarca’nın ilkokul ikinci sınıf öğrencilerine seslenişindeki Atatürk, Türk ulusunun içindeki Atatürk’tür: “Dağdır o/ Savaş günü toprak sallandığında// Bayraktır o/ Dağlar allandığında. // Ne yukardan bakar/ Ne kocaman/ Ne abarmış/ Ne büyük// Yurdun geleceğidir o/ Kendi kendine büyük”. Türk ulusu, ulusalcılığı öğreten Atatürk’ün izinde, “ulusalcı dalgayı” taşıracaktır. U C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle