19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 EKİM 2012 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Soru Sorma! Hiçbir Şeye Karışma! İşine Bak: İleri Demokrasi Örgüt Mörgüt Diye Diye! Elit Kahvesi vardı. Nisuaz Kahvesi vardı. Beyoğlu’nda, Şişli’de, Beyazıt’ta, İstanbul’un her köşe bucağında kahveler vardı. Bugün de var. Ama bir de “örgüt” diye bir şey var son günlerde, yıllarda!.. Örgüt, örmekten gelir. Eşdeğerde olan nesnelerin bir araya gelmesi... İnsan toplulukları da bir çeşit örgütleşme yaşarlar. Meslek birliği, düşünce birliği, anlayış birliği birbirine bağlar kişileri. Orda burda toplanırlar. Konuşurlar, dertleşirler. En çok sözü edilen nedir? Politika, hükümetin yönetimi... Doğruları yanlışlarıyla!.. ??? Derken birileri çıkar, “filanca yerde bir örgüt kurulmuş” dedi mi, hemen soruşturma başlar! Neden bir aradalar, bir terör örgütü kurmak, bir darbe planlamak için mi? ??? Şu anda tutuklu olarak hapislerde yatan nice kişiler hep bu örgüt üyeliği yüzünden acılar içindedir. Hiçbir suçu yok, ama örgüt üyesi! Emekli olmuş generaller, amiraller, subaylar, valiler, kaymakamlar, yargıçlar, savcılar dost toplantılarına katımışlarsa er geç başları derde girer. Bir iki mektup, bir iki ihbar, istihbarat güçlerini yanıltıcı belgeler, yalancı tanıklar bir anda canavarlaşır. Doğru dürüst bir araştırma yapılmadan savcı, yargıç önüne gönderilirler. Oradan da doğru Metris’e, Silivri’ye daha başka cezaevlerine... Bunlar örgüt kurmuşlar, toplanıp gizli hesaplar yapıyorlar, aralarında emekli paşalar da var, bugün yarın bir askeri darbe hazırlanıyor, hemen önlemini alalım! Tut hepsini... İstedikleri kadar “Ben ne yaptım!” diye bağırıp dursunlar. ??? Evet, birkaç yıldır güzel Türkiyemiz böyle bir perişanlık, şaşkınlık içinde! Ne istenir, ne aranır, niye, nereye varılmak istenir? Sizler bunu Atatürk Cumhuriyeti’nin devrimlerine bağlı olanları ortadan kaldırmak sayarsınız ki, doğrudur. Mustafa Kemal’in bir okuyun bildirisini. Cumhuriyeti, devrimleri kurtarmak için sonuna kadar direnin, sözlerini... Direnenlerin hali ortada! Yüzlerce, binlerce, genç yaşlı, asker sivil “örgüt kurup darbe yapmak” şüphesiyle suçlanıyor! Şüphelenmek nasıl suç yaratır? Bu da bize has bir saçmalık! Ama binlerce insan çileler çekerken, mahkemelerde “Benim suçum ne!” diye bağırırken... ??? Şu “örgüt” sözcüğünü ortadan kaldıralım. Akla kötü şeyler getiriyor! Saçmalık mı, şaşkınlık mı, yoksa kendi ülkesinin insanlarını, aydınlıklardan koparıp kara cehaletin kucağına atmak mı? Siyasal iktidarın başı Sayın Başbakan artık hemen her konuşmasında ileri demokrasinin tanımını belirginleştiriyor... Hangi kurum ve kuruluş, hangi sivil toplum örgütü, basın ve medya ne yapmalı ve nasıl yapmalıdır, bunları söylüyor, galiba “ileri demokrasi” budur... Alev COŞKUN on günlerde yükselen terör, Suriye olayları, Balyoz davası kararları nedeniyle önemli bir konuya gerekli değer verilmedi. Oysa Başbakan’ın sürekli üzerinde durduğu “ileri demokrasinin” niteliklerini açıkseçik ortaya koyan somut olaylarla karşı karşıyayız. Ama önce demokrasi konusunu ele alalım. Eğitim ve kişi başına düşen gelir düzeyinin düşük, gelir dağılımının adaletsiz olduğu toplumlarda tam ve kusursuz demokrasiyi kurmak ve yaşatmak çok güç olmaktadır. Çünkü, demokrasi, kavramların eğilip bükülmesine ve oy toplamak için kitlelerin “istismarına” çok elverişli bir rejimdir. 20. yüzyılın ilk yarısına kadar demokrasilerde çoğunluk ilkesine ağırlık verilirdi. Çoğunluk ilkesi, yani oy sayısının çokluğu her şeyi belirliyordu. Ama günümüzde evrensel çağdaş demokrasi çoğunluk yerine çoğulculuk ilkesini ön plana çıkarmıştır. S Çoğulcu demokrasi Çoğulculuk ilkesi, düşünce, din, vicdan, basın, konuşma, toplanma ve örgütlenme hak ve özgürlüklerini kapsar. Dil, din, renk, ırk ve mezhep ayrılıklarına karşıdır. Bunların yanında, siyasete katılma, adil temsil, siyasal iktidarın sınırlandırılması, güçlerin ayrımı, yargının bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkeleri çağdaş demokrasinin vazgeçilmez nitelikleridir. Bu ilkelerden herhangi birisinin olmadığı, eksik olduğu ya da aksadığı yönetim biçimi çağdaş, katılımcı ve evrensel demokrasi olarak kabul edilmemektedir. Kuşkusuz yönetme hakkı, adil seçimler sonucu oluşan çoğunluk tarafından kullanılır. Ancak, demokrasilerde çoğunluk kadar azınlığa ve her türlü düşünceye değer verilip saygı gösterilir. Demokrasilerde, her ne sebeple olursa olsun, kimse düşüncelerini açıklamaya zorlanamayacağı gibi, hiç kimse de düşüncelerini açıkladığı için kınanamaz ve suçla namaz. Örgütlenme hakkı ise çoğulcu demokrasinin, yönetime ve siyasete katılma hakkının gereğidir. Barolar, meslek odaları, sendikalar, basın kuruluşları, TÜSİAD, MÜSİAD gibi meslek kuruluşları çağdaş demokrasinin vazgeçilmez sivil toplum kurumlarıdır. Gerçek demokrasilerde, siyasal iktidar bu tür toplum kuruluşlarının görüşlerine değer verir, onları ciddiyetle dinler ve hatta onların düşünce üretmelerini özendirir. Hele hele onları azarlamak, onları toplum önünde “itibarsızlaştırmak”, “sen ne bilirsin, ne anlarsın”, “toplumsal konularla uğraşma, kendi işine bak” biçiminde onlara karşı tavır almak çağdaş demokrasi ile hiç bağdaşmaz. Çağdaş Batı demokrasilerinde saygı ile uyulan bu ilkeleri uzun uzun niye yazdık? Sanayici ve işadamlarının kuruluşu TÜSİAD’ın başkanı Sayın Ümit Boyner ile siyasi iktidar arasındaki sürtüşmeye dikkati çekmek için. TÜSİAD Başkanı, eylül ayı ortasında yaptığı bir konuşmada aşağıdaki soruyu sordu: “Vatandaş, Uludere’de ne olduğunu anlamak, Afyon’daki patlamanın arka planını, sebeplerini öğrenmek, bunların sorumlularını bilmek ister.” Bu aslında çok basit bir soru, çok doğal bir istek... Gerçek demokrasilerde, değil ağırlığı olan bir sivil toplum kuruluşunun, sokaktaki vatandaşın da bunları sormak en doğal hakkıdır. Ama ne oldu? Önce Başbakan Yardımcısı Sayın Arınç TÜSİAD Başkanı’na, “... Meşru hükümeti devirebilmek için beşli çetenin içerisinde yer alanlar, bugün halk adına konuşmaya nasıl cesaret ediyorlar” diyerek “sopa” gösterdi. Hemen arkasından Başbakan’dan da aşağıdaki açıklama geldi: “Öğrenmek hakkınızdır falan. Kimin hakkı nedir, nereye kadardır? Onun öl çüsünü Ümit Boyner belirlemeyecek. O işine baksın!” (Hürriyet 17 Eylül 2012) Siyasal iktidarın bu yanıtı çağdaş demokrasinin ilkelerine uymuyor. Başbakan Yardımcısı, TÜSİAD Başkanı’na 1997 28 Şubat’ındaki yani 15 yıl önceki bir olayı öne çıkararak ve kavramları karıştırarak yanıt veriyor. Boyner’in henüz TÜSİAD’a üye bile olmadığı bir dönemle ilgili olarak ona saldırıp susturmak hiç de doğru bir yöntem olmadı. Kaldı ki, TÜSİAD, bu satırların yazarının da içinde olduğu hükümeti düşürmek için 1979 yılında yani 33 yıl önce de ilanlar vermişti, şimdi bu ilanlar nedeniyle bugünkü TÜSİAD yönetimini nasıl suçlayabiliriz?.. Aynı konuda Sayın Başbakan’ın yanıtı ise daha sertti, “Sen bu işleri bırak... Sen işine bak!” diyordu. Bu tavır, vatandaşın temel haklarına ve demokrasi ilkelerine karşı gelmektir. Çok Mendil Lazım... Salonu boşaltın... Japonları doldurun... En azından birisi kalkıp “Şu Toyota’nın kasa genişliğini bir konuşalım” derdi... ? Çıktı... Konuştu... Kongre bitti... Diyelim ki bunların yaptıkları KPSS’de kimin nereyi kazanacağı önceden biliniyor da... Demokratik kongrelerinde kim ne olacağını bilmiyor... Delege dahi seçtikten sonra fark ediyor... Bakıyor ki seçmiş... ? Onlara da şu düştü: Ağlamak... Mesela kimi seçtiklerini bilmiyorlardı ama, bir şiir okuyacağını, kendilerinin de o sırada ağlamaları gerektiğini biliyorlardı... Nereden biliyoruz?.. Mendil dağıttılar çünkü... ? Söylediğine göre, aynı zamanda “ahiret hesaplaşması” olan parti kongresinde dağıtılan mendile burnunu silecek değilsin... Nerede ağlanacak, nerede alkışlanacak, nerede uslu uslu oturulacak... Bileceksin... Hem şehitleri hem Barzani’yi “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye alkışladılar ya... Daha ne yapsın... ? Hâlâ “Demokrasi şöleni” diyor salak... ? Bu kongrenin tek anlamı vardır oysa: Faşizm... ? Bir demokratik ülkede, kongre yapan iktidar partisinin, muhalif medyaya izlenme yasağı koymasının ne anlama geldiğini bilmez mi insan?.. Biliyorsunuz; Cumhuriyet, Sözcü, Aydınlık, Evrensel, Birgün, Yeniçağ, Özgür Gündem gazeteleri ile İMC ve Ulusal Kanal televizyonlarını içeriye almadılar... Ortak özellikleri; çanak tutmamaları kısacası... Adam gibi gazetecilik yapmaları... Yalanı, dümeni, avantayı, talanı, yağmayı, entrikayı, tezgâhı, ihaneti Türkiye’ye anlatmaya çalışmaları... Hadi en azından “Ak Parti” değil “AKP” demeleri diyelim... Duyarlılık gösteren Yurt Gazetesi ise bu sansüre karşı tepki göstererek götürüp giriş kartlarını iade etti... ? Daha bu kongreyi medyada çok dinlersiniz... Yalakaya sakız lazımdı... Benim anladığım tek şey ise: Kendisi Çankaya’daki “Başkan” olmak ve başbakanı kendisi bulup kendisi atamak istiyor... Özeti... Yani gider gibi yaparken, aslında daha da geliyor... Çok mendil lazım... Sindirmesusturma Soru sormaya yönelen bir sivil kuruluşun, hatta sokaktan geçen bir vatandaşın bu taleplerinin susturulması, onların sindirilmesi demokrasi ilkeleriyle bağdaşmaz... Demokrasilerde siyasal iktidar böyle yanıt vermez. Sen bu soruyu soruyorsun ama, 15 yıl önce de böyle yapmıştın denilerek konu geçiştirilemez. Hele hele gerçek demokrasilerde, “Sen bu işlerle uğraşma, işine bak” denilemez... Gerçek demokrasilerde siyasal iktidarın kurumları, kuruluşları ve kişileri, soru sordukları için, azarlama hakları yoktur... İleri demokrasi adı verilen kavram, çağdaş siyaset bilimi kitaplarında yoktur. Acaba, Batı siyaset bilimi kitaplarında yer almayan “ileri demokrasinin” tanı ve nitelikleri bu mudur? Hiç soru sorma! Hiçbir şeye karışma! Sen işine bak! Başta gazetemiz olmak üzere kimi gazete ve TVlerin AKP kongresine alınmaması, AKP’nin ileri demokrasisinin açık bir kanıtıdır. Sayın Başbakan artık hemen her konuşmasında, hangi kurum ve kuruluş, hangi sivil toplum örgütü, basın ve medya ne yapmalı ve nasıl yapmalıdır, bunları söylüyor, galiba “ileri demokrasi” budur... Evet, evet herkes ileri demokrasiyi anlamaya başlıyor... Fransız arşivlerinden çıkan ‘İzmir yangını’ gerçeği İzmir’i kim yaktı? eçen 13 Eylül günü İzmir yangınının 90. yıldönümüydü. İzmir’i kimin yaktığı 1922’den beri sorgulanmaktadır. Bazı yorumlar suçu Yunan ordusuna, bazıları Ermenilere, bazıları Türk çetelerle düzenli güçlerinin üstüne atar ve bazıları da yangının kaza sonucunda çıktığına hükmeder. Bu yazıda bu yangını, ilk kez tüm bağlamı içinde yorumlayan bir yaklaşım getirmek istiyorum. G Maxime Gauin (Doktora Öğrencisi, ODTÜ) güçlerinin arasındaki Ermeni kundakçıların varlığı Ağustos 1922’ye kadar sürdü. elçiliklerine “sürmekte olan Yunan terörünü” kınamaları emrini iletti. Paris’in olaylar nedeniyle maddi tazminat talep edebileceği Yunan hükümetine bildirildi. Aynı şekilde Fransız kumandanlığı Mudanya’nın Yunanlı kundakçılardan korunabilmesi için asker gönderdi. Fransa, İtalya, Britanya ve Amerika askeri gemilerini İzmir önlerine gönderdi. Bu sayededir ki, Yunan ordusunun, o vakte kadar Batı Anadolu’nun kasaba ve şehirlerinin çoğunda yaptığını İzmir’de uygulaması mümkün olmadı. ilikya’dan İzmir’e geçtiler Fransızlar tarafından kurulup Kilikya’nın işgalinda kullanılan Ermeni Lejyonu o kadar çok suça karışmıştı ki bu alay 1920 yazında lağvedildi. Sadece 1920’nin Temmuz ayında, beş Ermeni ve bir Süryani kundakçı Fransız askeri mahkemesince ölüme mahkum edilip cezaları infaz edilmişti. Ermenilerin kundakçılık yaptığından Fransız arşivlerinin yanı sıra Kilikya’da görev yapan subayların anılarında, özellikle Maxime Bergès ve Paul Bernard’ın kitaplarında söz edilir. Fransız donanmasının 15 Kasım 1920 tarihli bir istihbarat raporuna göre, görevine son verilen lejyonerlerle Ermeni halkından bazıları acı duygular içinde Kilikya’dan İzmir’e geçtiler. Aynı rapor bu kişilerin Yunan ordusunu Türk halkına karşı tahrik etmeye çalıştığından da söz eder. K üle çevirme’ politikası Yunan ordusu, Anadolu’da 1919’dan başlayarak, kundaklama yöntemini Türk toplumuna karşı bir silah olarak kullandı ve bu yöntem 1922 yazındaki geri çekilme sırasında olağan bir hal aldı. Yunan kuvvetleri, toprakları ellerinde tutamayınca ‘küle çevrilmiş’ halde bırakmak istediler. Yunan güçleri kadar Ermeni gönüllülerin de gayretiyle, Hıristiyan toplumunun Yunan ordusunun yanı sıra (Anadolu’dan) ayrılmaya zorlandığı gerçeği hem Fransız hem de Amerikan arşivlerince sabittir. Yunan kumandanlığı, Batı ülkelerinin konsoloslarının baskısı üzerine 1919’da 12’si Ermeni olan birkaç düzine savaş suçlusunu yargılamak zorunda kaldı ve Türk toplumunun hiddetini durdurabilmek için 1920’de 10 Ermeni gönüllüsünü ölüme mahkum etti. Yüzlercesini de ordusundan kovdu. Fakat İzmir’de yaşayan Fransızların gözlemlerine göre Yunan ‘K anıklar ‘Ermeni kundakçılar’ diyor Türkiye’yi 1914’ten beri tanıyan ve Çanakkale muharebelerinde savaşmış olan Yakındoğu’daki Fransız donanmasının komutanı Amiral Charles Dumesnil, kendi hükümetine gönderdiği sayısız raporda, kundakçıların Ermeni ve Yunan olduğunu savundu. Dumesnil, en detaylı iletisinde, Türk ordusunun son derece disiplinli çarpıştığını anlattı. Eğer bir çete suç işlemişse yağmacılıklarını gören Türk subayları tarafından kurşunlanıyorlardı. Dumesnil diğer yandan da “Rum ve her şeyden çok Ermeni mahallelerinde birçok cephane deposunun yanı sıra bir sürü yanıcı ve yakıcı malzemenin saklandığını” gözlemlemişti. Buna ilave olarak İzmir’in geri alınışı öncesinde, Fransa Başkonsolosu Michel Graillet dahil olmak üzere “bütün Fransızlar” T atı, Yunan teröründen rahatsız İzmir yangınının anlaşılabilmesi için, Eskişehir’in tahribatı sırasında kendi binaları da yakılan Fransız Katolik Misyonu görevlilerinin, “Müslüman mahalleleri kadar Hıristiyanlarınkinin de yakıldığına” şahitlik ettiği mutlaka gözönünde tutulmalıdır. Buna çok kızan dönemin Fransa Başbakanı Poincaré, B Hıristiyan milliyetçilerinin şehri ateşe vermekle tehdit ettiklerini duymuşlardı. Dumesnil ile birlikte yürüttüğü soruşturmasını tamamlayan Graillet, şehrin “Ermeniler ile Yunanlılar” tarafından yakıldığını sürekli yazdı (hiçbir zaman “Yunanlılar ve Ermeniler” dememesine dikkat çekmek isterim.) Graillet, yangınların suçunu Türklere yükleyen “görgü şahitlerini” de şehri panik içinde terk etmeye çalıştıkları için ‘güvenilemez kaynak’ saymıştır. İzmir itfaiyesinin başındaki Paul Grescovitch, hem kendi adamlarınca hem de Türk subayları tarafından, kadın kıyafetine bürünmüş veya Türk çeteleri gibi giyimli olan Ermeni kundakçıların kurşunlandığı şeklinde ifade verdi. Alexander MacLachlan adındaki misyoner, yürüttüğü araştırmada “‘Türk askeri üniforması giyinmiş olan Ermeni haydutların’ Batı’nın dikkatini çekmek için şehri yaktığı” sonucuna ulaştı. Amerikalı mühendis Mark O. Prentiss de kendi araştırmasını yapıp kundakçıların “Ermeniler” olduğu sonucuna ulaştı ve araştırmasının ilk müsveddesindeki “ve Yunanlılar” sözcüğünü çıkardı. Ancak, Yunan ordusunun birçok yeri ateşe verdiği ve Fransız mühendis Toureille gibi birçok Batılı kaynağın (Ermenilerle birlikte) Yunan güçlerini suçladığı göz önüne alındığında, Yunanistan’dan gelenlerden ve Anadolu’daki Rumlarından bazılarının bu yangın suçuna ortak olduğu şüphe götürmez. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle