19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 OCAK 2012 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI ‘eski’ sorunlarla giriyoruz N ‘Yeni’ yıla Vietnamlılar Kanada’yı gerdi V ietnam savaşı üzerinden neredeyse 36 yıl geçti. Saygon kenti komünist Vietkong kuvvetleri eline düştüğü gün Amerikalı Coni de oradan kös kös ayrılmak zorunda kaldı. Arkada yıkılıp yakılmış kentler, harap olmuş bir ekonomi, lav silahlarıyla yanıp köküne kibrit suyu ekilmiş ormanlar, tahrip edilmiş doğa; iki milyondan fazla ölü, sayısı belirsiz yaralı, gönlü kırık insanlar, parçalanmış aileler kalıyordu. Savaş üzerine sonradan yapılan Hollywood filmleriyle sağlanmış gişe kazançları Amerikan tarafı hanesine kâr yazıldı. 1955’te başlayan Vietnam ve komşuları arasındaki çatışmalara komünist gölgesi düşünce müdahale eden Amerika bu savaştan başı önde, yenik ayrılmıştı. Savaş sırasında Batı’ya göçenleri tam olarak saymak bir ölçüde Kanada’daki en fazla VANCOUVER mümkün olsa da Okyanusu Vietnamlıyı barındıran Batısandalla, lastik botla, eften Pasifik kıyısındaki Vancouver püften teknelerle aşmaya kentinde Saigon ismi başa dert çalışanlardan kabaca 750 bin oldu. Kentte yaşayan 30 bin kişinin denize kurban gittiği civarında Vietnamlı, bir MAHMUT ileri sürülüyor. Bu milyondan fazla insanın ŞENOL göçmenlerden Kanada’ya iltica yaşadığı kentin belediyesi edenlerin ve daha sonra tarafından verilen “Little Komünist Vietnam döneminde Saigon” Küçük Saygon adı kaçanların sayısı iki milyon olarak üzerinde çekişmeye girdi. Yer yer kavgaya, çatışmaya varan bu çekişmenin nasıl açıklanıyor. Kanada en çok Vietnamlı mülteci alan ülke olmakla ne kadar yatıştırılacağı ise yetkililere kaldı; polis gururlansa azdır ama şimdi onların eski Vietnamlı göçmenlerin yaşadığı kavgasını da sırtında taşıyor. Kanada’ya mahallelerde devriyeyi arttırmak zorunda bulundu. Kasım ayında, Vietnamlı sığınmış Vietnamlılar ve onların çocukları arasında bugün sağcısolcu kavgası devam göçmenlerin kendi aralarında toplanıp bir küçük referandum yapması sonucunda, ediyor. kentin onlara ayrılmış mahallesinin adı Küçük Saygon olarak değiştirilmişti. Vay sen misin değiştiren, diye bu kez Saygon’u 1975 yılında ele geçiren Kuzey Komünist Vietkong kuvvetlerine sempati besleyen öteki Vietnamlılar kazan kaldırdı. Onlar ise “Biz buranın Little HoChiMin, Küçük Ho Şi Min olmasını istiyoruz, biz kazandık, emperyalistlerin elindeki Saygon’u ele geçirdik, adı Ho Şi Min oldu” diye ayak diriyordu. Bu gelişmeler üzerine her kafadan bir ses çıkmaya başladı, yerel basındaki tartışmalar önce Vancouver’ın bulunduğu İngiliz Kolombiyası eyaletbölgesinde, sonra genel olarak Kanada basınında yer aldı. Vancouver Belediye Meclisi’ne 19. Bölge olarak bilinen Vietnam mahallesinden seçilmiş halk temsilcisi Bang Nuguyen, “36 yıl önceki savaştan sonra Vietnamlılar halen sağcısolcu diye ikiye bölünmüş yaşıyor, inanması zor, hele Kanada gibi şeffaf ve demokratik bir ülkede bunlara tanık olmak şaşırtıcı” derken Vancouver Vietnamlılar Cemiyeti Başkanı Tammy Turuong, “Bu bölünme bize şunu kanıtlıyor ki Vietnamlılar savaşın yaralarını hâlâ onarmış değil, hatta Vancouver gibi bir modern kentte eskinin kavgasını vermeye devam etmektedir” diye ekliyordu. Vancouver’da şimdi 30 bin kişilik mahallenin bir tarafında orak çekiçli bayraklar sallanıyor, öteki tarafında eski Saigon kentini temsil eden sembolik eski kraliyet flamaları... Zaman zaman iki tarafın gençleri Amerikan Jeep’lere binip bu flamaları, orak çekiçli kızıl bayrakları birbirinin gözüne sokmak ister gibi korna çalarak caddeleri dolduruyor. Bu görüntülere ise Vancouver polisi ses çıkartamıyor, şaşkın kalıp sus pus oluyor. Ne var ki, birkaç yıl evvel, Kanada’nın daha kuzey bölgesi olan Yukon’da yaşanmış bıçaklamalı, yaralamalı olayın hatırası taze olduğundan polis teyakkuzunu eksik etmiyor. 2008’de Yukon’da yaşayan Vietnamlılar bir resmi geçit töreni yapıp Saygon’un komünistler tarafından ele geçirilişini kutlamak istemiş, buna karşı çıkan sağcı Vietnamlılar ise Saygon’u kaptırmamak için saldırıya geçmişti. Çıkan arbede polis tarafından zor bastırılınca olay daha fazla büyümesin diye milli muhafızlar dahi göreve çağrılmıştı. Saygon’dan dolayı tedirgin olan Kanadalı yetkililer, Vancouver’daki sorunu çözmek üzere iki tarafla, yani sağcıyla ve solcuyla toplantı yapıyor. Şimdilik üzerinde anlaşmaya çalıştıkları ortak isim ise “Little Vietnam” olarak beliriyor. Belediye, “Ne Saygon, ne Ho Şi Min olsun, gelin buranın adını Küçük Vietnam yapalım” deyince, yenilgiyi hazmedemeyip güreşe doymamış pehlivan gibi iki taraf buna da olmazlanıyor, karşı çıkıyor. Benzer sıkıntının salt Vancouver’e ait olduğu sanılmasın diye kamuoyuna, “Bakın bu mesele bizde değil, büyük abimiz ABD’de bile oluyor” tavrıyla 2007’de aynı kavganın Kaliforniya eyaletindeki San Jose’de meydana geldiği, o zamandan beri Vietnam sağcısıyla solcusunun birbirine küs kaldığı söylenip buna alışın deniyor. [email protected] [email protected] C MY B C MY B asıl Türkiye’de bayramlarda birden “insanlığımızı hatırlayıp” yoksullara ve gereksinimi olanlara yardım etme isteğimiz kabarırsa, Avrupa’da da Noel ile yılbaşı arasındaki sürede insanlar aslında her zaman hayatlarının bir parçası olan burnu dibindeki evsizleri anımsarlar. Acaba evsizler de Noel Baba gibi geçici bir eğlence ve kendini tatmin etme unsuru mu oluyor diye geçer içinizden. Verirsin bir miktar para, yiyecek ya da hediye ve hemen “insanlık vazifeni” yerine getirmiş olursun. İstasyon girişindeki evsizler ve yol kenarında kucağında bebeğiyle dilenen kadın birden dikkatini çeker nedense! İyi ki bu sene kış soğuk geçmiyor diye sevinirsin evsizler adına. Soğukta can veren evsiz haberleri keyfini kaçırmaktadır çünkü. Ortalama olarak evsizlerin zaten 30 yıl daha az yaşadığını ise aklından geçirmezsin. İntiharların aşırı yoksullarda 9 kat daha fazla olması veya bulaşıcı hastalıklara evsizlerin yakalanma riskinin 2 kat daha fazla olması pek ilgilendiğiniz konulardan değildir. Psikolojik problemler, korku, depresyon ve psikoz onların hayatlarının parçası olsa da sizi teğet geçer. Nedense bu zaman diliminde medyanın da insanlığı tutar birden! Evsiz haberlerine ve evsizlere destek sağlayan derneklerin sesine kulak verir. Aslında Belçika’da resmi verilerin gösterdiği gibi 17 bin evsizin değil 50 bin evsizin yaşadığını yazarlar birden. Hem de evsizlere yardım eden bir dernek elemanının Philippe de Craene’ın ağzından. De Craene “50 bin evsizden 5 bininin sürekli sokaklarda yaşadığını ve gözler önünde olduğunu” söyleyince ve “bunların 2 bininin Brüksel’de yaşadığını” öğrenince nedense hiç şaşırmazsın. “Kalan 45 bine ne oldu peki?” diye sorar De Craene, “Göz önünde bulunmayan bu grubun kendi evleri olmadığını, bazen aile bireyleri ya da arkadaşlarında konakladıkları bazen de sokak, istasyon ve diğer mekânlarda konaklamaya çalıştıklarını” öğrenirsin. Allah’tan yaşlılar ve çocuklar sosyal yardım kurumları tarafından daha hızlı kabul edilmektedir. Genellikle gençler soğuk havalarda sokakta kalırlar. Türkler arasında olmasa bile yabancı kökenliler arasında da yaygındır bu sorun. Anvers Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma Belçikalıların yüzde 12’si yoksulken, yoksulluk oranının Türkler arasında yüzde 36 ve Faslılar arasında ise yüzde 54 BRÜKSEL olduğunu saptamıştır. Evsiz dernekleri soğuklar yaklaşırken alarm verirler. Belçika’nın evsizleri barındıracak kapasitesi olmadığı çığlığını atarlar ama ERDİNÇ UTKU duyulmaz sesleri. Ta ki soğuklar bastırıp insanlar ölmeye başlayıncaya kadar. Ancak o zaman hastaneden okula, otelden hapishaneye akla gelebilecek her mekânda geçici olarak havalar ısınıncaya kadar barınma olanağı sağlanır evsizlere. Aslında yeni yıla yeni umutlarla bakan bir yazı yazmaktır amacın. Ya da Belçika’nın ırkçılarıyla biraz dalga geçeyim diye geçirmişsindir aklından. “En komik ırkçı, bizim ırkçı” başlığı atıp ırkçıların gülünç durumlarını paylaşmak istemişsindir. Gent’te Türklerin yoğun olduğu caddede “Dil bilmeyen, uyum sağlayamayan, iş bulamayan Emirdağ’a dönsün” çağrısıyla “Emirdağ’ın sana ihtiyacı var” kampanyası için Flamanca el ilanları dağıtmaya kalkışan ırkçılara “el ilanınızı anlayacak kadar Flamanca bilen sizin atma kriterlerinize uymuyor zaten. Dil bilmeyen de el ilanınızı anlamıyor” demek geçer içinden. Türk gençlerinin caddeye sokmadığı ırkçı Vlaams Belangçılara atılan yumurtaların milliyetini merak edersin. Gençler akıl edip safkan Flaman tavuklarının yumurtalarını atsalardı bari ırkçılara der, güler geçersin. Liége kent merkezinde gerçekleşen vahşi saldırıda hayatlarını kaybedenler için Liégeli Türklerin “Liége’in acısını paylaşmak üzere” saldırının yapıldığı yere bir anma ve saygı ziyareti düzenlemesi içinizde umutlar yeşertir. Organizasyonu yapan cami derneğinin başkanı Sezai Öksüz’ün “Bu memleket bizim, Liége bizim. Biz buranın yabancısı değiliz. Liége’i oluşturan kişilerdeniz” demesi ise umudunuzu daha da pekiştirir. Belçikalı Türk artık “Belçika’nın yabancısı” değildir. Zaten Brüksel’de başka bir Türk derneği de Noel’de evsizleri unutmamıştır. Ayakkabı kutularına yiyecek içecek koyup hediye paketi haline getiren Synergie Derneği kutuları evsizlere ulaştırmıştır. Türk kadınları Brüksel Merkez Tren İstasyonu’nda da evsizlere çorba ve tartine dağıtmışlardır. Kendisi yoksulluk tehlikesi ile karşı karşıya olan Belçikalı Türklerin “Belçika’nın evsizine sahip çıkması”, bu ülkeyi sahiplendiğinin de bir göstergesidir aslında. Gent’i sahiplenen Emirdağ kökenli Türk gençleri de geri dönüş kampanyası yapmaya çalışan Vlaams Belangçılara “Irkçılar defolun” diye boşuna dememiştir! ‘Barış içinde bir arada yaşamaya son’ B aşlığı, Financial Times’ın 2 Ocak tarihli nüshasında Moises Naim’in yazısından ödünç aldım. Çarpıcı başlık Sovyetler Birliği’nin Soğuk Savaş ortamında 1975’te imzalanan Helsinki Nihai Senedi’ne yansıyan barış içinde bir arada yaşama politikasını anımsatıyor. Sovyetler Birliği silahlanmadaki tırmanışın ve didişmenin durması için barış içinde bir arada yaşama doktrinini savunmuş ve bu tezi Helsinki Nihadi Senedi’ne yansıtmayı başarmıştı. Kâğıt üstünde kalan başarıyı hatırlatan başlığı görünce “hayrola, Financial Times çok kutuplu dünyaya geçilmekte olduğunu mu haber veriyor yoksa” diye düşünmedim değil doğrusu. Meğer Moises Naim iki kutuplu dünya değil ama iki kutuplu topluma son verilmesi gerektiğini yazıyormuş. Arap ülkelerindeki ayaklanmaların kapitalist ülkelere sıçrayacağından mı endişe ediyor nedir, 2012’nin en önemli gündem maddesinin gelir dağılımındaki kesimin gelirlerindeki artış oranı ise yüzde adaletsizlikten dolayı uçuruma dönüşen 1.7. İktidardaki koalisyon partilerinin gelir sınıflar arasındaki eşitsizliği gidermek dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi olduğunu söylüyor Moises Naim. Uyarılar yolundaki uyarılara kulak asacaklarını daha önce gelmeye başlamıştı zaten. BM sanmıyorum. Bu adaletsizliğin baş mimarı bu sorunu kaçıncı defadır gündeme maliye bakanı vergi düzenlemelerinin getiriyor. OECD de aralık ayında açıklanan gelir dağılımıyla ilgili raporunda bitmediğini, yeni bütçe döneminde çalışanların biraz daha az vergi ödemesi hükümetlere gelir dağılımındaki için düzenlemeler yapılacağını açıkladı. adaletsizliği gidermelerini tavsiye etmişti. Bu bakan 2011’de Aslında kapitalist ülkelerin halkları Avrupa’nın en iyi maliye morfinlenmişçesine uyuşmuş STOCKHOLM bakanı seçilmişti. Üstelik olmasa çoktan isyan etmeleri şimdi gelir dağılımındaki gerekirdi. OECD raporunda gelir adaletsizliğin dağılımının hızla bozulduğu düzeltilmesini savunan ülkelerin başında gelenlerden Financial Times’ın birinin de bir zamanların sosyal önerisiyle. Bu hükümetin adalet şampiyonu İsveç olduğu OSMAN İKİZ politikasındaki temel belirtiliyor. Ama İsveç’te tık yok. hedef sosyal refah Noel’den önceki hafta İsveç’teki devletinin sosyal ayağını gelir dağılımıyla ilgili bir kesip atmak. İdeolojilerine uygun araştırmanın sonuçları da acıklı tabloyu politikayı başarıyla uyguladılar. gözler önüne serdi. 19301980 arası gelir İsveç’te aşağıdakiler ve yukarıdakiler dağılımında eşitsizlik en düşük seviyeye diye iki sınıf yarattılar. Artık çekilmiş. 1980’den sonra bozulan denge ise 2006’dan sonra alıp başını gitmiş. Yani yoksullardan söz ediliyor. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun son raporunda sağ partilerin iktidarında çalışanlardan “Refah, ama herkese değil” alınan verginin üst üste düşürülmesi ve saptamasının altı çizilmiş. 2010 yılının müdürlere astronomik primler göstergelerine göre hazırlanan raporda, ödenmesiyle fark uçuruma dönüşmüş. İsveç’in Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni Piramidin üstündeki yüzde 10’u oluşturan ihlal ettiği belirtiliyor. İsveç’teki kesimin son yıllardaki gelirlerinin çocukların yüzde 15’inin yoksulluk ortalama artış oranı yüzde 63. Altta kalan koşullarında yaşadığına işaret edilen raporda yabancı kökenliler arasında durumun daha da kötü olduğuna dikkat çekiliyor. Raporda da ifade edildiği gibi İsveç’te yoksulluk koşullarında yaşayan çocukların durumu Türkiye’deki yoksul çocukların durumuyla kıyaslanamaz ama her ülkenin kendi koşullarına göre değerlendirilmesi gerekir. Daha iki gün önce otobüste iki kadın sohbet ediyordu. Kulak misafiri oldum. Kadınlardan biri işten çıkarılmış olması nedeniyle çocuğunu Noel tatilinde hiçbir yere götüremediğinden yakınıyordu. Aynı gün sağlık merkezine uğradım. Sağlık merkezinde fiziksel engelli çocukların bakımıyla ilgili bölümde çalışanların tümü istifa etmiş. Çünkü iki yıldır tek kuruş zam almamışlar. Ünlü Karolinska Hastanesi’ne bağlı bu bölümün yakında özelleştirildiği açıklanırsa hiç şaşırmayacağım. Beş yılda 500 bin üye kaybeden sendikalar konfederasyonu da genç işçilerin sendikalara üye olmamalarından şikâyetçi. Neden olsunlar ki. Sosyal devlet çökertilirken, işçiler çıkartılırken sendikalar ne yaptı... Yüzbinlerce kişi yoksulluğa itildi, şimdi sıra onlara geliyor... [email protected] Şapkacı kadının yaşam öyküsü B aşı önünde küçük lambanın ışığında dalgın dalgın çalışıyordu. Elinde kocaman iğne, loden kumaşından bir bayan şapkasının çevresine bant dikiyordu. Kafasından bin türlü düşünce geçiyor, gözlerinin önüne hep eskiler geliyordu. Aniden bir çıngırak sesiyle irkiliverdi. Dükkâna biri girmiş olacaktı. Elindeki değerli şapkayı yavaşça masanın üzerine bıraktı, ağır ağır ayağa kalktı ve atölye ile dükkânı birbirine bağlayan birkaç basamağı dikkatle indi. Gelenler yaşlıca iki bayandı. Üzerlerindeki giyimden varlıklı birileri oldukları hemen dikkatini çekti. Bakışlarını dükkânın raflarını, camekânlı dolaplarını dolduran çeşitli renkte, desende ve stilde şapkalarda gezdiren müşterilerine ne arzu ettiklerini sordu. Kadınlardan, diğerinden daha varlıklı olduğunu sezdiği, torununun düğününde giyeceği bir şapka aradığını söyledi. aynalar, duvar kâğıtları geçmişi, Tezgâhın üzerine şık şapkaları bundan 5060 yıl öncesini yan yana dizdi. Müşteri anımsatıyordu. kararsızdı. Hepsini teker teker Trudel Gruber elindeki şapkayı eline aldı, evirdi çevirdi. Bir an önce karar verse de elimdeki işe bir kenara bıraktı, bakışlarını boşluğa dikip, anılarında daha da devam etsem, diye düşündü gerilere gitti. Bu mesleğe atıldığı dükkân sahibi kadın. Müşteri genç kızlık önünde dizili duran şık yıllarını anımsadı. şapkaları giydi çıkardı, STUTTGART Babasıyla annesi yanındakine sorular sordu Birinci Dünya durdu ve sonunda birini Savaşı’nın almaya karar verdi. Ancak ardından çantasında yeterince para Karlsruhe’ye yoktu, kaparo bıraktı ve yerleşmiş haftaya geleceğini AHMET ARPAD Avusturyalılar idi. söyleyip, çıktı gitti. Linz doğumlu Trudel Gruber yine babası Avusturya ordusunda atölyesine döndü, kafasında binlerce düşünce işine devam etti. terzilik yapmıştı. Karlsruhe’ye gelir gelmez bir terzihane açmış, Son aylarda nedense sık sık işleri uzun yıllar çok iyi gitmişti. geçmişi anımsamaya başlamıştı. Fakat 1940 yılına gelindiğinde Tam altmış yıldır buradaydı, herkes gibi Gruber’lerin de sipariş üzerine kadın ve erkek yaşamı altüst olmuştu. Nazi şapkaları yapmış, eskilerini tamir yönetimi genç Trudel’i etmişti. Karlsruhe’nin Werder Karaormanlar’da bir cephane alanındaki küçük dükkânında fabrikasına çalışmaya yollamıştı. zaman durmuş gibiydi. Perdeler, Nişanlanmayı düşündüğü dolaplar, masalar, koltuklar, sevgilisini savaşın son aylarında yitirmiş, ülkeye giren Fransızlara esir düşmüş, haftalarını aç bilaç zindanlarda geçirmişti. Sonra, barış yıllarında bir terzinin yanında çalışmaya başlamış, 1951 yılına gelindiğinde de emekli olan patronu kadından dükkânı satın almıştı. Kısa süre sonra işleri açılmış, siparişlerin altından zor kalkmaya başlamıştı. Kimi yıllar yanında 56 eleman çalıştırmıştı. Dehşetli bir savaşı geride bırakmış insanlar artık mutluydu, ümit doluydu. Herkes elinden geldiğince giyimine kuşamına dikkat ediyordu. Kadınlarda ve erkeklerde bir şapka kültürü oluşmuştu. Yavaş yavaş kalkınmaya başlamış Almanya’da insanlar yine terzi elinden çıkmış giysileri yeğliyordu. Hiç kimse, kadını erkeği, başında şapka olmadan evden dışarı adım atmıyordu. Fakat sonra her şey gibi insanların zevki de yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Ve 1990’lı yıllara girildiğinde moda basitleşirken, zevkler de altüst olmuştu. Son yıllarda sokaklarda artık gittikçe daha az iyi giyimli, bakımlı insana rastlıyordu. Günümüzde kadınlar, erkekler değil şapka, şık kostüm, manto bile giymiyordu. Onun evinde ise dolabı hâlâ el dikişi giysiler, birbirinden değişik şapkalarla doluydu. Kısa süre önce dükkânını bir mobilyacıya kiralamaya karar vermişti. Adam mart ayından sonra burasını depo olarak kullanacaktı. O ise sağlığı el verdiği sürece anasının, babasının ülkesi Avusturya’yı artık daha sık ziyaret edecek, hâlâ akrabalarının yaşadığı, insanların buradakilerden daha canayakın olduğu Salzkammergut yöresindeki Attersee kıyılarında dinlenecekti. Trudel Gruber birkaç ay önce 92 yaşına basmıştı... www.ahmetarpad.de
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle