19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 OCAK 2012 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 31 yıl önce yitirdiğimiz şair Özdemir Asaf’ı, kızı Seda Arun anlattı ‘Bir yangının külünden…’ SEDA ARUN Bahar Geldi! Bahar geldi, Gül sevindi! İkisi de özel isim olduğu için baş harflerini büyük yazıyorum. Oysa biri küçücük, daha iki haftalık bir kız, Bahar; diğeri ondan biraz büyük, Gül, babaanne. Eh bu başlığı atmak için de bundan uygun zaman olmazdı herhalde. Son yılların en şiddetli kışı yaşanırken “Bahar geldi” diye yazı başlığı yapmak her “köşeyazıcısı”na nasip olmaz! Adıyla bin yaşasın, adının geçtiği yerde güller açsın, ağaçlar çiçeğe dursun ve dahi hem kabileye hem obaya hem de bu topraklara dirlik, bereket, iyilik ve aydınlık gelsin. Tıpkı şarkıda söylendiği gibi, Bahar gelsin, gül açılsın, etrafa neşe saçılsın. Kabile dediğim, bir avlu, bir kardeşlik bahçesi. Biz altı kardeş öyle hissettik başından beri. Bu yıl otuzuncu yılını kutlayan kabileye ilk Eren geldi, şimdi 30 yaşında, en yeni gelense iki haftalık Bahar Hanım. Cumhuriyet’in 75. yılı olan 1998’de Radikal gazetesinde yazıyordum. 29 Ekim’i kutlamak için “Çocuklar Cumhuriyettir” başlıklı bir yazı yazmıştım. Kabilede dört çocuktular; Hüseyin Eren, Alican, Nazlı Irmak ve Durul Ege: “Bir araya geldiklerinde, bağırıp çağırıp kafamı şişiriyorlar elbette; ağlıyorlar, küsüp barışıyorlar, sonra gülüşüp yeni bir oyuna başlıyorlar. Ben onların her haline razıyım. Çünkü çocuklar cumhuriyettir ve cumhuriyet onların evidir, okuludur, parkıdır.” “Çocukların cumhuriyeti” elbette bir düş: Daha özgürlükçü, eşitlikçi, insan haklarının eksiksiz uygulandığı; devletin değil halkın yararını önceleyen, insanların kul, köle, tebaa değil “yurttaş” sayıldığı; kimsenin dininden, dilinden, mezhebinden, dilinden, milliyetinden, kimliğinden, renginden, inancından, dünya görüşünden ötürü dışlanmadığı, ötekileştirilmediği, eşcinsellerin ayrımcılığa uğramadığı, azınlık ve çoğunluk sözcüklerinin sözlüklerden de, dillerden de çıkarıldığı; çatışma değil barış kültürünün egemen olduğu, düşüncelerinden ötürü kimsenin hapsedilmediği, hücrelerde çürütülmediği, yargılanmadığı; kantinlerde kola yasaklanırken öğrencilerin biber gazıyla beslenmediği, cezaevlerinin gazeteci ve öğrencilerle doldurulmadığı; kitapların yasaklanmadığı, çevirmenlerin “Niye porno kitap çevirdin?” diye polis tarafından sorgulanmadığı; töre cinayetlerinde ve kadına yönelik şiddette hafifletici nedenlerle cezaların kuşa çevrilmediği; hayvanların da tıpkı insanlar gibi “can”lı olduğunun unutulmadığı ve onlara eziyetin geçiştirilmediği, işkenceye, işkence sonucu ölüme göz yumulmadığı; Türkiye’nin asker devleti olmadığı gibi polis devleti de olmadığının unutulmadığı bir cumhuriyetten söz ediyorum. Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti diye tanımlanan bir cumhuriyetten. O yazıyı yazdıktan 14 yıl sonra da bunları istediğime bakılırsa, Cumhuriyet’in 100. yılı olan 2023’te, yani 11 yıl sonra da bunları istemeyi ve yazmayı sürdüreceğiz demektir, o günleri görürsek. Geçen 14 yılın o kadar da umutsuzluk dolu olduğunu söyleyemem. Arada iyi ve güzel şeyler de oldu. Kabiledeki çocuklar dörtten sekize çıktı. Deniz, Hasan Bilge, Nar ve Bahar. Bir de kabilenin en büyüğü Eren’in Ulaş’ı var. Beşi Eskişehir’de, dördü İstanbul’da tam dokuz kardeş çocuğu. Çocukların cumhuriyetinin dokuz yurttaşı yani. Eski yazım şöyle bitiyordu: “Onlar dört çocuk, kardeşliğin bahçesinde yetişiyorlar. Bu bahçenin adı cumhuriyettir; ağaçları, yaprakları, dalları, filizleri, kökleri, aynı toprak, aynı hava, aynı sudan beslenir. Onların renkleri, kokuları ve sesleri, cumhuriyet bahçesinin şenliğidir, esenliğidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin 75. yılının coşkusu, anlamı ve güzelliğiyle içten dileğimdir: Çocuklara kıymayın efendiler, çünkü Cumhuriyet çocukların mutluluğuyla genç kalacaktır.” Dördün yerine dokuz, 75’in yerine 89 koyun, “o çocuklar, o yapraklar...” için istediğim şeyler değişmiyor. Özgürlük, eşitlik, adalet. “Devrim ve Tabiat” şiirimin son dizeleriyle hoş geldin diyorum kabilenin en küçüğü Bahar’ımıza: “Adınız Irmak, Ege, Deniz/tabiattan çakan eski öğrencilerin suya hasreti, devrimsiniz!” abam Özdemir çıkıp Karaköy’e gitmek için bindiği taksinin şoförü sorar: Asaf’ın bizler“Neğeye biğadeğ?” Babam utancından “Kağaköy” den ayrılışının diyemez, “Eminönü” der. İner. Karaköy’e kadar yürür. Can üzerinden 31 yıl geçti, halam Özgönül’ün ise Yücel de babamın cenazesinden dönüşte bir şiir yazar: 15 gün. Babam 11 Hazi“Anlaşıldı bu/R’lerin intikamı/Onlar yuttu Özdemir Asaf’ı.” ran, halam 12 Haziran 1923’te Ankara’da doğmuşlar. Ayrı gün ikizleri. ğındadır. Atatürk, İsmet İnönü’ye Şurayı Devlet’in (Danıştay) kurulma“Asaf’ın çocuklarını bir okula yerleştisında büyük emeği olan dedem Mehmet rin” talimatını verir. O dönemde soyadı Asaf’a 1922 yılında Atatürk’ten bir haolmadığı için babam ilkokula Özdemir ber gelir: “Asaf’a söyleyin, Ankara’ya Asaf olarak kaydolur. 1934’te çıkan Sogelsin.” Aile, İstanbul’dan Ankara’ya ta yadı Kanunu ile babaannem Arun soyaşınır. İkizlerin doğumunu, Ankara’daki dını alır. bir hastanede Operatör Dr. Mim Kemal Üniversite eğitimini yarım bırakan baÖke yapar. bam, annemle evlenir. Şakacı yönü az biMehmet Asaf, kısa süren hastalığının linen babamın, benim doğumumla ilgili ardından 1930 yılında vefat eder. Aile hoş bir anısı var. tekrar İstanbul’a taşınır. İkizler okul çaİstanbul, Acıbadem’deki köşkün büyük B ? R’leri “ğ” olarak söyleyen babamın bir gün matbaadan bir bahçesi, bahçede de meyve ağaçları vardır. 26 Haziran 1947 günü bahçeden toplanan armutlar büyük bir iştahla yenir. Annem hamile olduğu için biraz daha fazla yer. Akşam herkes odasına çekilince annem, “Özdemir, çok sancım var” der. Babam da “Haklısın Sabahat, benim de çok sancım var. O kadar armut yememeliydik” diye cevap verir. Babam uyur, ama annem uyuyamaz. Tekrar seslenir: “Özdemir, dayanamıyorum, çok sancım var.” Babam “Uyuduğuma bakma, benim de çok sancım var, ben de dayanamıyorum” der. Sabah olduğunda annem hâlâ sancılıdır. Babaannem, babateyzem, halam, annemi Zeynep Kâmil Hastanesi’ne götürürler. Sancının armuttan değil, doğumdan olduğu anlaşılır. Babam, şiirlerinde babasının Asaf ismini kullanır, oysa asıl ismi Halit Özdemir Arun’dur. 1950 yılında Cağaloğlu’nda bir matbaa açar. Açılış işlemleri için gittiği vergi dairesindeki memur adını sorar. R’leri “ğ” olarak söyleyen babam “Halit Özdemiğ Ağun” der. Özdemir, bilinen bir isim olduğu için memur belgelere “Halit Özdemir Ağun” yazar. Babam, bankonun üzerinden eğilerek bakar. Yanlış yazıldığını görünce “Soyadımı yanlış yazdınız. Doğğusu Ağun” der. Memur yüzüne bakar. “Evet, Ağun” der. “Hayığ, hayığ Ağğun.” “Beyefendi anladım. Ağun.” Babam sinirlenir. Cebinden kalemini kâğıdını çıkarır, kocaman harflerle ARUN yazar, R’lere basa basa yüksek sesle okur. “AĞĞĞĞĞUN.” Bir gün de matbaadan çıkıp Karaköy’e gitmek için bindiği taksinin şoförü sorar: “Neğeye biğadeğ?” Babam utancından “Kağaköy” diyemez, “Eminönü” der. İner. Oradan Karaköy’e kadar yürür. Can Yücel, 28 Ocak 1981 günü Bebek Camisi’nden Aşiyan’a kadar geldikten sonra “Cenaze Dönüşü” adlı bir şiir yazar: “Anlaşıldı bu / R’lerin intikamı / Onlar yuttu Özdemir Asaf’ı.” Babamın en sevdiği şarkı, sözlerini Şemsi Belli’nin yazdığı “Aşiyan Yolları”dır: “Gönül penceresinden / Ansızın bakıp geçtin / Bir yangının külünü / Yeniden yakıp geçtin.” Kelimelere başka anlamlar yüklemesini sevdiğinden, “Gönül penceresinden / Ansızın bakıp geçtin / Bir yangının külünden / Yeniden yanıp geçtin” diye okurdu şarkının sözlerini. Son iki dizede değiştirdiği kelimeler bana, Anka Kuşu’nu hatırlatır. Röntgenlerin korunduğu sarı kâğıda hastanede yazdığı son şiir isimsizdir: “Hastanede / Veya / Hapishanede / Hayatını yazma! / Sonunu bir merak eden çıkabilir // Hastanede her gece insan / Birkaç yaşam yitirebilir ya da yaşayabilir / Hapishanede ise her sabah.” Halam Özgönül ise edebiyatın okuyucu tarafındaydı. Türk müziğini çok severdi. En sevdiği şarkı, sözlerini Selahattin İçli’nin yazdığı “Bir Tanem”dir: “Bir sabah, bakacaksın ki bir tanem, / Ben yokum…” Şarkı “Ben yokum” diye bitiyor ama onlar hep var olacaklar. Babam zaten “Ölü yaşayanlar yaşayan ölüleri çekemezler” diye yazmış. Özdemir ile ikizi Özgönül 15 Ocak 2012 günü buluştular sanıyorum. 31 yıl önce yitirdiğimiz Özdemir Asaf’ı, “Yaşam” şiiriyle hatırlayalım: “Sanırım görmediniz; / Şimdi şuradan geçti. / Yazık görmediyseniz, / Böcek gibi güzeldi.” Nasılsın Özdemir Asaf. Hoşça kal Özgönül Arun. SUNDANCE FİLM FESTİVALİ ‘Can’a Jüri Özel Ödülü Kültür Servisi Raşit Çelikezer’in yönettiği, Burak Akidil’in yapımcılığını üstlendiği “Can” filmi, dünyanın en büyük bağımsız film festivali olan “Sundance Film Festivali”nde drama dalında Dünya Sineması Jüri Özel Ödülü’ne değer görüldü. Törende ödülü, yönetmen Çelikezer alırken, burada yaptığı konuşmada aldığı ödülü kızı Defne ile birlikte tüm çocuklara, “geleceğin yaratıcıları”na ithaf etti. Başrollerini Selen Uçer ve Serdar Orçin’in paylaştığı film, Altın Portakal’da da Behlül Dal Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştı. Önümüzdeki dönemlerde çok sayıda festivale katılması planlanan film, 16 Mart’ta Türkiye’de vizyona girecek. ‘Avrupalının tipik paranoyaları’ Sloven düşünür Slavoj Zizek, Mimar Sinan’daki konferansında Türkiye’ye eleştiriler yöneltti makta. Şimdi bir ulus devlet inşa etmeye çalışıyorlar. Geçen yüzyıldan alınacak bir ders varsa, o da ulus devletin yarattığı korkunç uygulamalardır.” İki yıl önce de Türkiye’ye geldiğini ve o dönemde İsviçre’de minarelerin yasaklandığını hatırlatan düşünür, yasakların Türkiye’de de uygulandığını söyledi: “Avrupa’nın ikiyüzlülüğünden söz edildi o dönem. Ama AYŞEGÜL ÖZBEK Türkiye’de de Müslüman olmayanlara ait arksist Sloven filozof Slavoj yeni ibadet yerleri inşa etmek yasak.” Zizek önceki gün Mimar Sinan Ulus devlet eleştirisi sırasında Türkiye’den Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde bir örnek veren Zizek, “İlk adım olarak düzenlenen bir konferansa katıldı. “Bu Kürtlere tam özerklik vermek iyi olurdu. lutlardaki Özgürlük ve Ben sizi anlamıyorum. Öteki Yanı: Küresel Türkiye fazla Avrupa Çağda Yasaklama Biulus devleti olmuş. Korçimleri” başlıklı konfekularınız var. Sanki ransta kapitalizme ilişkin Kürtlere daha fazla saptamalarda bulunan özerklik verirseniz bir Zizek, kapitalizmin buşekilde birliğiniz tehdit gün hangi noktada bualtına girecek. Bunlar lunduğu ve onunla nasıl Avrupalının tipik pamücadele edileceği üsranoyaları. Bence sizin tüne konuştu. için Avrupa Birliği olMimar Sinan Güzel Samaması da iyi oldu. Avnatlar Üniversitesi Sedat rupa için gerçek tehdit Hakkı Eldem Oditoryuİslami köktencilik değil, mu, konferans başlamaAvrupa’nın savunucudan yarım saat önce hınları, muhafazakâr poca hınç dolmuştu bile. pülist kalkınmacılar, Sahnede yerde oturan izırkçı popülizm” dedi. leyicilerin yanı sıra saloZizek, kapitalizmle nanun dışı da tıklım tıklım sıl mücadele edileceğindolunca dışarıdaki bir den söz ederken salona televizyondan naklen yakara bir kedinin girmesi yın yapıldı. üzerine, “Bu benim ülİki saat süren konuşkemde çok kötü bir işamasında Mısır’daki isrettir ama bu umarım Zizek, konferanstan sonra yanlardan “Wall Street’i kapitalizmin yakında okurlarına kitaplarını imzaladı. İşgal Et” hareketine kadar yok olacağına dair bir pek çok konuya değinen metafordur” diyerek saZizek, Fransa’da senatodan geçen “Ermeni londakileri güldürdü. soykırımı inkârı”nı suç sayan yasadan söz “Artık klasik Marksist bir anlayışla haederken şöyle dedi: reket edemeyiz” diyen Zizek, komünizme ih“Her ulusun dolapta cesetleri, iskeletle tiyaç olduğunu belirtti: ri vardır. Avrupa hiçbir şekilde sizi eleş“Komünizm sadece Leninist parti kurtirecek konumda değil. Yükselmekte olan makla olmaz. Bu bir süreç. Ne olacağı biulus devletlerin Avrupa’da zaten yapmış ze bağlı. Gelecek ya komünizmle olacak ya olduğu şeyleri yaptınız. Bazısı daha çok şid da bir çeşit yeni otoriter barbarlık olacak. dete başvurur bazısı daha az. Türkiye’de Belki bu anlamda Çin belirleyici olacak. de korkunç şeyler oldu. Ben elbette Filis Çin bir ikilemle karşı karşıya kalacak: Gitin taraftarıyım ama İsrail de başka dev derek artan bir toplumsal uyanış ya da giletlerin 300400 yıl önce yaptıklarını yap derek artan bir otoriter yönetim.” ? Her ulusun ‘dolapta cesetleri’ bulunduğunu belirten Zizek, “Avrupa sizi eleştirecek konumda değil. Yükselmekte olan ulus devletlerin Avrupa’da zaten yapmış olduğu şeyleri yaptınız” dedi. M İlhan Kantarcı son yolculuğuna uğurlandı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Devlet Tiyatrosu’nca halen sahnelenmekte olan “Genç Osman” adlı oyunda görev alan, geçirdiği kalp krizi sonucu yaşama veda eden oyuncu İlhan Kantarcı, son yolculuğuna uğurlandı. Kantarcı için Büyük Tiyatro’da düzenlenen törene, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü çalışanı olan eşi Şenay Kantarcı, kızı Zeynep Kantarcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Özgür Özaslan, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin, Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Akif Yeşilkaya, aralarında Erdal Beşikçioğlu’nun da bulunduğu tiyatro sanatçıları ve yakınları katıldı. Törende konuşan Lemi Bilgin, Kantarcı’yı erken kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşadıklarını söyledi, ölümüne kadar geçen sürede birçok oyunda rol aldığını, sayısız başarılara imza attığını dile getirdi. Kantarcı, buradaki törenin ardından Kocatepe Camisi’nde kılınan cenaze namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı’nda toprağa verildi. İzmir Film Festivali yeniden ? Kültür Servisi Uluslararası İzmir Film Festivali, 11 yıl aranın ardından yeniden düzenleniyor. 21 28 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek 12. Uluslararası İzmir Film Festivali kapsamında, ulusal uzun metraj film yarışması, kısa film ödülleri, dünya sineması örnekleri, atölyeler, sergiler ve söyleşiler yapılacak. Festivale ilişkin bilgi ve başvuru formlarına www.izmirfilmfest.com adresinden ulaşılabilir. TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI’NDAN SON DÖNEMLERDE YAŞANAN GELİŞMELERE İLİŞKİN AÇIKLAMA: Kültür Servisi Türkiye Yazarlar Sendikası (TYS), Türkiye’de son dönemlerde yaşanan gelişmelere ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, Hrant Dink’in beş yıldır süren davasından çıkan kararın, vicdanları yaralayan bir yargı terörüyle siyasallaşan adaleti ülke tarihine armağan ettiği belirtilerek şu ifadelere yer verildi: “Öte yandan da ülkenin Başbakanı, kendi düşüncelerinin taşıyıcısı bir gazetenin yıldönümü gecesinde tüm muhalif basını yeniden karşısına aldı. Onları ‘darbecilikle, tacizcilikle, polis katilliği’ ile suçladı. Basın, ifade ve düşünce özgürlüğünün Başbakan’ın siyasal öfkesine kurban edilmesi bizleri bir ‘Bir kez daha yaralandık’ kez daha yaraladı.” Açıklamaya, şöyle devam edildi: “Yurttaşını düşman bilen bir yargının, siyasal iktidarların eli kandan asla kurtulamaz. Uludere’deki halk kıyımı, Diyarbakır İçkale’de derin devletin JİTEM toplumezarları, Mutki’deki ölüm çukurları da böyle söylüyor. Dersim kırımından C MY B C MY B özür dileyen bugünün iktidarı, 1915 Nisan belleğini ve 80’lerin ve 90’ların yargısız infazlarını, gözaltında kayıplarını silmiş görünüyor. Biz yazarlar, bu siyasal, yargısal, toplumsal baskıların ülkemizin kara yazgısı olmadığına inanıyor ve bu kuşatmaya karşı yazarak, düşünerek direneceğimizi bir kez daha kamuoyuna duyuruyoruz.” Bu arada Cemal Süreya da, TYS Belgeliği’ndeki yerini alıyor. Bugün saat 15.00’te Cemal Süreya Kültür Sanat Derneği’yle ortaklaşa gerçekleştirilecek etkinlikte, Cemal Süreya’nın yazı gereçleri, ilk baskı kitapları, yazı şiir taslakları ile fotoğrafları, okurlarıyla buluşacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle