27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 OCAK 2012 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CHP’de Örgütsel Reform İhtiyacı Ekmekle Oynanmaz! “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey...” Yirmi yaşında yazdığım öykü böyle başlar... 1940’lar, 41’ler... Fırınların önünde bekleşen insanlar! Bir okka ekmeğin dörtte birini almak için... Koşa koşa giderdim sabahları, doğru Saraçhanebaşı’ndaki fırına. Benden daha erkenden gelen yurttaşlar soğukta, yağmurda bekleşirlerdi. Ben elimde günün gazetesiyle beklerdim. Kimi zaman yarım, kimi zaman tam bir saat. Annemle benim için yarım okka ekmeği aldığımda doğru Fatih’teki eve... Darbımesel gibi bir şey oldu, benim ‘Önce Ekmekler’im! Kırklardan bu yana ne zaman ekmeklerin fiyatı artarsa, ne zaman ekmekler küçülürse, bozulursa gazetelerde yer aldı. Savaş zamanıydı. Sınırlarımızdaydı Alman tankları. Çakmak hattında bekleşen Mehmetçikler... Hep yazdım, ekmekle oynanmaz diye. Ama hep oynandı. Yoksul halkın nerdeyse tek gıda kaynağıydı. Büyüdü, küçüldü, bozuldu, durmaksızın kötüye doğru... Hani ne demiş o kraliçe “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler...” Geldik ikibinli yılların on ikincisine... İşte halkımızın yarısının oy verdiği bir iktidar. Ama oy aldığı yığınlar bir türlü yokluktan, yoksulluktan kurtarılmıyor. Açlık çizgisi her gün biraz daha aşağı çekiliyor. Resmi kaynaklar bunu saklayamıyor. Okka gitti, kilo gelmişti. Şimdi kilonun da yarısı ya da üçte biri! Fiyatı da arttırılıyor mu? Dört nüfuslu bir aileye bu gidişle dört parça ekmek yetmeyecek. Hani bunun zeytini, peyniri, yumurtası! Emekli bekliyor maaşının birazcık artmasını. Memur bekliyor... İşçi bekliyor. Kimi zaman toplaşıp yürüyorlar. Meclis’e doğru, Başbakanlık’a doğru. Birileri çıkıp “bekleyin” diyor. Bekle bekle!.. Milletvekiline de, emeklisine de bol bol sağlanan olanaklar, sana bana yok! On bin liraya bir milletvekili, yanında sekreteri, danışmanı, şoförü, hepsi devlet kesesinden, yani senin benim vergilerimizden... “Önce Ekmekler Bozuldu” diye yazarken bugünlere kadar yaşayacağımı hiç düşünmemiştim. İki binli yıllarda Atatürk cumhuriyetinin en yüce bir yaşantıya sahip olacağını mı ummuştum, yeni politikacı kuşaklarının daha iyi yetişmiş, daha iyi eğitimli olacağını mı? Hiçbir deneyimi, bilgisi, görgüsü, kültürü olmayan kadroların işbaşına gelip ülkeyi yöneteceklerini hiç düşünmemiştim! Ama, işte manzara; acılar içinde, hapishaneleri tıklım tıklım dolu, askeriyle siviliyle kendi ülkesinin yönetimine esir edilmiş yurttaşlar... “Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey.” Her şey değil, çok şey değişti, cumhuriyetin kendisi bile. “Her şey ekmekle başladı, ekmekle bitecek.” Türkiye’nin en eski ve köklü partisi olan CHP, aynı zamanda Türkiye’nin en modern ve en demokratik partisi olma iddiasıyla yola çıkmalı, kurultayda bu yönde gerekli adımları atmalıdır. Ercan KARAKAŞ CHP PM Üyesi HP sosyal demokrat ve “emeğe dayalı” bir kitle partisidir. Kitle partisi, aynı zamanda üyelere dayalı, yaygın bir örgütlülüğü olan, “üye, örgüt ve program” partisi demektir. Kitle partisi olarak CHP’nin işlevi; halkın politik taleplerinin oluşumuna katkı sağlamak, bu talepleri bütünleştirerek siyasete aktarmak ve ülke yönetimi için kadrolar yetiştirmektir. Kadro yetiştirmek açısından bakıldığında parti aynı zamanda bir okuldur. Duverger’in deyimiyle “üyeleri olmayan bir parti, öğrencisiz bir öğretmene benzer”. O nedenle sol, sosyal demokrat nitelikli halk partilerinde; ideoloji, parti içinde sürekli ve yaygın eğitim, üyelerin karar süreçlerine aktif olarak katılımları ve gelirlerine uygun oranda aidat ödemeleri yaşamsal öneme sahiptir. Aynı şekilde, üye ve örgütlerin başta emeği ile geçinen toplum kesimleri ile olmak üzere toplumla sürekli olarak iletişim ve etkileşim içerisinde bulunması da başarı için bir zorunluluktur. Geçmişteki ve günümüzdeki kimi iyi niyetli çabalara rağmen CHP henüz tam olarak yukarıda belirtilen bir parti yapısına ve işleyişine sahip değildir. Yani henüz bir “üye / örgüt ve program partisine” dönüşememiştir. C parti liderlerinin ya da merkez kadrolarının yenilenmesi akla gelmektedir. Çünkü ülkemizde siyaset “yukarıdan” ve giderek “tek kişide” biçimlenen bir niteliğe büründürüldü. “Liderler” partilerin yerine geçmeye başladılar. ‘ Bugün dünyadaki sosyal demokrat partilerin birçoğu yüzyılı çok aşan bir tarihe sahip partilerdir. 1965 yılında sola, sosyal demokrasiye açılan CHP de aynı şekilde 88 yıllık köklü bir partidir. Sosyal demokrat partilerin yüz, yüz elli yıldır siyasette hâlâ belirleyici olabilmelerinin nedenini, toplumsal gelişmelere uygun olarak temel değerlerinden vazgeçmeksizinprogramlarını, örgüt yapılarını ve işleyişlerini yenileyebilme yeteneğinde aramak gerekir. Kendilerini zamanın ruhuna uygun olarak yenileyemeyen, yalnızca geçmişin başarıları ile yetinen partilerin, halkın güvenini kazanmaları ve başarılı olmaları mümkün olmamaktadır. Ülkemiz siyasi kültüründe ise değişim, yenilenme dendiği zaman daha çok 88 yıllık parti Kökleri kültürümüzde olan bu “yukarıdan yönetme” anlayışı zaman içinde tüm kurumlara yayılıyor ve demokratik süreçleri boğuyor. Sonuçta bireyinüyenin katılımını, dolayısıyla özgürleşmesini, aktifleşmesini ve kendini geliştirmesini engelleyen bu durum partilerin / örgütlerin de kısırlaşmasına ve etkisizleşmesine yol açıyor. Bu olumsuzluklar maalesef yalnız otoriter anlayışa meyilli sağ partilerle sınırlı kalmıyor. Aslında kendisi bir özgürleşme hareketi olan solda da ortaya çıkabiliyor. Oysa toplumda hukukun üstünlüğünü, katılımcı ve çoğulcu demokrasiyi savunan sol partilerin, bunları kendi içerisinde de yaşama geçirmesi, tutarlılık ve inanılırlık açısından da bir zorunluluktur. O nedenle, 12 Haziran seçimlerinden sonra CHP’nin gündemine parti reformunun ve onun bir aracı olarak tüzük değişikliğinin girmiş olması olumlu bir gelişmedir. Ancak maalesef bu süreç MYK tarafından sistemli bir şekilde ve bir takvime bağlı şekilde yürütülemediğinden, henüz sonuçlandırılamamıştır. Şimdi ise kimi delegelerin çağrısı ile olağanüstü tüzük kurultayı söz konusudur. Bu süreç diyalog ve katılımcı bir anlayışla ele alınmalı ve bu kez geçmişten farklı olarak partinin demokratik yapılanması eksiksiz olarak gerçekleştirilmelidir. Elbette başarılı bir parti reformu ve örgütsel yenilenmede ideoloji ve temel değerlere dayanmak son derece önemlidir. O nedenle CHP’nin örgütsel yenilenmesinin esasları partinin ideolojiksiyasi çizgiyle uyumlu olmak zorundadır. Bu yaklaşım çerçevesinde yapılacak tüzük değişiklikleri esas olarak; CHP’yi, “lideri kurtarıcı olarak gören”, “katı merkeziyetçi” yönetim an Yukarıdan yönetme’ layışından uzaklaştırmalı ve sosyal demokrat ideolojinin gereği olan bir “üye / örgüt ve program partisi” haline dönüştürmelidir. Siyasetin yukarıdan aşağıya buyruklarla değil, aşağıdan yukarıya açık ve demokratik tartışmalar yoluyla yapılmasını ve örgütlerin, politikaların oluşum sürecine doğrudan katılımının yolunu açmalıdır. Milletvekillerinin, belediye başkanlarının, belediye meclisi üyelerinin ve il genel meclisi üyelerinin merkez yerine, önseçimle üyeler tarafından belirlenmesini güvence altına almalı ve bu görevlerin 3 dönemle sınırlanmasını sağlamalıdır. “Seçimle gelenin seçimle gitmesi” ilkesini yaşama geçirecek düzenlemeleri getirmeli, üyelik hukukunu güvence altına almalıdır. Cinsiyet kotasının, milletvekilliği dahil, seçimle gelinen tüm görevlerde geçerliliğini sağlamalıdır. Burada hedef, zaman içerisinde tam eşitlik olmalıdır. Parti içi seçimlerin, parti içi çoğulculuğun ve temsilde adalet ilkesinin gereği olarak, birleşik liste ile ve/veya nispi sistemle yapılmasını güvence altına almalıdır. Parti reformu ve onun aracı olan tüzük yenilenmesi bu temel hedefleri gerçekleştirmeye hizmet ettiği oranda, partinin dışa dönük mücadelesi, siyaset üretimi, iç dayanışması ve toplumla ilişkisi daha güçlenecektir. Gerek CHP Merkez Yönetim Kurulu’nun tüzük değişikliği önerileri, gerekse olağanüstü tüzük kurultayı çağrısı yapan delegelerin önerileri kısmi bazı iyileştirmeler içermekle birlikte, köklü ve kalıcı bir örgütsel yenilenmeyi gerçekleştirecek kapsamda görülmüyor. Örneğin, parti içi demokrasi için en önemli husus olan önseçimin zorunlu olması her iki çalışmada da yer almıyor. O nedenle olağanüstü tüzük kurultayından önce kapsamlı bir ön çalışma yapılması ve kurultayda parti içi demokrasiyi yerleştirecek tüm önerilerin birleştirilmeye çalışılması yararlı olacaktır. Türkiye’nin en eski ve köklü partisi olan CHP, aynı zamanda Türkiye’nin en modern ve en demokratik partisi olma iddiasıyla yola çıkmalı, kurultayda bu yönde gerekli adımları atmalıdır. Öldürmeye Devam Ediyorlar... Uğur Mumcu’nun gerçek katillerini hâlâ bilmiyor musunuz?.. O zaman tüm bu kıyımı, tüm bu zulmü, tüm bu yıkımı ve yok edişi kimlerin yaptığının da farkında değilsiniz... ? Ne yapabiliriz ki?.. Nasıl anlatmalı o zaman?.. Nasıl?.. ? Uğur Mumcu’nun katledilişinin bu seneki anma etkinlikleri, şu son yıllardan çok daha farklıydı... Kalabalık çoğaldı... Çoktandır gelmeyenler geldiler... Yeni yüzler gözüktü... Mumcu’nun ölüm yıldönümlerinde, şimdiye kadar hiç anılmadığı şehirlerden, kasabalardan hatta köylerden haberler geliyor; insanlar kendiliklerinden bir araya gelip konuşuyorlar, söyleşiyorlar, sesleniyorlar... O şarkıyı söylüyorlar: “Kalemim düştü kana...” ? O karlı soğuk Ankara sabahında yapılan “infazın” 19 yıl sonra daha iyi anlaşıldığını, insanların şimdi büyük fotoğrafı daha iyi görmeye başladıklarını düşünmek istiyor insan... Önceki gün Mumcu’yu anlattığım üniversite kürsüsünün karşısına oturmuş o güzel gözlerin dolduğunu gördükçe... 18, 19, 20, 21 yaşları... O bomba patladığında kimisi daha doğmamıştı... Bir cümle iki gündür aklımdan çıkmıyor... “Öldürmeye devam ediyorlar” diyordu gözlerini silerek... ? Hâlâ soracak mısınız: “Gerçek fail kim?..” Bakın fotoğraflara mesela: Uğur Mumcu gibi düşünen, onun söylediklerini söyleyen, hemen yanındaki arkadaşları nerelerdeler?.. Karartılan yaşamlara, yok edilen kimliklere, susturulanlara, yasaklananlara, bitirilenlere, zulme, hapishanelere, hücrelere bakın... Şekil değiştirdi aslında infaz... Söyledi ya çocuk: “Öldürmeye devam ediyorlar...” ? Hâlâ merak edecek misiniz asıl suçluların niçin bulunamadığını?.. Ya da hâlâ soracak mısınız: “Gerçek fail kim?..” Dinleyin o zaman bu gece... Ölü evlerine dönmüş yuvaları, sevgilinin burnunu çekişini, annelerin duasını, babaların kahırlarını, çocukların babaları için ağlayışını... Demir kapı seslerini... Hücrelerden gelen “of”ları... Hâlâ soracak mısınız: “Uğur Mumcu’yu kim öldürdü?..” Ön seçim zorunlu olmalı Sokollu’yu Geri mi Getirsek? Süha UMAR Emekli Büyükelçi S okollu Mehmet Paşa veya Mehmet Paşa Sokoloviç. Aslı, Bayitza veya Bayo Sokoloviç! Hepsi aynı adam. Bugünlerde pek bir gözde dizideki Osmanlı Sultanı Kanuni, oğlu II. Selim ve torunu III. Murat döneminde Osmanlı’nın Veziri Âzam’ı. Neredeyse her yıl bir vezirin kellesinin alındığı bir devirde, 15651579 yılları arasında, 14 yıldan fazla vezirlik yapmış. Sokollu Mehmet Paşa, Slav. Sokol, şimdi BosnaHersek devletinin ikinci ayağını oluşturan Republika Sırpska sınırları içinde, Vişegrad, hani şu, Sırp yazar İvo Andriç’e Nobel Ödülü’nü kazandıran kitabına konu olan Drina Köprüsü’nün bulunduğu kentin kuzeyinde bir köy. Sokol “Şahin”, “Sokoloviçi” de “Sokol Köyünden” veya “Şahin Yavrusu” demek. Sokollu Mehmet Paşa, Fener Rum Ortodoks Patriği’nin etkisini dengelemek, gücünü kırmak için, Sırp Ortodoks Kilisesi’ni yeniden güçlendirip başına da patrik olarak kuzeni Makariye’yi getirmiş. Yani “dini bütün” hatta dinine fazlasıyla sahip çıkan Sırp kilisesini, üstelik siyaset gereği dirilten kişi. Vladislav Bajac modern ve tanınmış Sırp yazarlarından. Şiirsel bir dille kaleme aldığı, geçen aylarda “Hamam Balkaniya” adıyla Türkçeye de çevrilen kitabı, bir yanda günümüz dünyasını, diğer tarafta Sokollu Mehmet Paşa ve çağdaşı Mimar Koca Sinan’ı, daha doğrusu kişilerin kimlik savaşını anlatıyor. Kitapta Sokollu hakkında verilen bilgiler, ona atfedilen konuşmalar, yaptıkları, insanda garip duygular ve düşünceler uyandırıyor. Ortodoks kilisesini yeniden canlandıran Sokollu, kendisine “Kilise devletin yerini de aldı” türünden laflar eden rahiplere “... Kilisenin kendi işine bakmasını, imparatorluk ve devlet işlerine karışmamasını” salık veriyor. Sırp asıllı vezir “... Sokollu da, Şeyhülislam Ebussud el İmadi gibi, Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunlarının Avrupa ile ilişkileriyle bağlantı halinde seyredeceğini tahmin ediyordu... Devletin içinde eski ve yeni dünya görüşü arasında savaş çıktı çıkacak gibiydi: Statükodeğişim, körlüköngörü, bozulmatekamül.” “...Mesele eğitimin rolünü... yanlış yorumlama çabasıydı. Bazı gerici saraylılar, vezirler, ulema ve diğer kamu görevlileri, eğitimi ilmi değil dini bir alan olarak gördüklerini beyan ettiler ki yanılıyorlardı. Böylelikle fen ilminin yerini inanç ilmi almaya başladı ve Osmanlı İmparatorluğu yeni bilimsel buluşlardan mahrum kaldı, tam da Avrupa’nın bilgiyi yüceltip ilerlemenin dinamosu olduğunu kanıtladığı bir dönemde. Bu görünür çatışmadan bir başkası doğdu: Bağnaz dindarlar tarikatlarda toplanmaya, etkileri altına aldıkları inançlı insanları ve orduyu, yüksek mevkideki ‘kâfirlere’ karşı kışkırtmaya başladılar... Bu dini ve ideolojik karışıklık imparatorluğun her köşesine nüfuz etmesi yüzünden son derece tehlikeli olmaya başlamıştı...” Hamam Balkaniya’da Sokollu’yu izledikçe, insanın, bugünün Türkiye’sine bakıp “Acaba Sokollu’yu geri mi getirsek?” diyesi geliyor. Azgelişmiş Toplumda İleri Demokrasi Coşkun ÖZDEMİR “İ B şte ben hep böyle azgelişmişim” diyordu Hasan Hüseyin. Azgelişmişliğimiz ve ilkelliğimiz bütün heybeti ile süregeliyor. Tüm devasa sorunlarımız buna bağlı. Trafik kazalarında bu kadar çok can kaybedişimiz bu yüzdendir. Töre cinayetleri, kadınlara yönelik 2530 bıçak darbeli cinayetler bu yüzden. Sanat ve çağdaşlık karşıtlığı, heykeller yıkışımız, bale düşmanlığımız bu nedenle... inalarımızın yıkılması, insanlarımızın enkaz altında can vermesi, organizasyon bozuklukları, yağmalar bu yüzden. 28 kişilik bir vahşi grubun 13 yaşındaki kıza saldırıp cinsel tacizde bulunması bu ilkellik ortamında onların iyice insanlık dışına düşmüş olmalarından. Mahkemenin bu vahşete mazeret yaratması da ilkelliğimizden ileri geliyor. Güvenlik görevlilerinin bir kadını yere yatırıp kıyasıya dövmesi de bundan. Azgelişmiş, ilkel bir toplum olmasa idik Kürt Türk diye bir sorunumuz da olmayacaktı. Gelişen, uygarlaşan solcu, emekçi partilerin güç kazandığı bir toplumda Kürt ve Türk kimlikli yurttaşlar bir sınıf bilinci ile birlikte emperyalizme ve sömürüye karşı savaşacaklardı. “Örtünmeyen kadınlar fuhuşu davet ederler” ilkelliği bir başka örnek. “Biz laiklere ancak tahammül ederiz” yine onlardan biri. Tüm cehalet gösterilerini, yolsuzlukları, hırsızlıkları, vicdansızlıkları, sahtekârlıkları, alçaklıkları, deprem kayıplarını takdiri ilahiye havale etmek cehaletimizin, ilkelliğimizin bir sonucudur. Aydınlanmadan, akıldan, bilimden, özgür düşünceden, sormaktan, sorgulamaktan, denetimden uzak bırakılmış bir toplumda demokrasinin ne ilerisi ne gerisi olabilir. Bu ortamda okumuşlardan da ancak yalakalar, yandaşlar, çıkarcılar, omurgasızlar, ilkesizler, oportünistler yetişir... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle