19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 OCAK 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 15 Cumhuriyet eserimiz, kentsel, mimari ve anı değerleriyle ‘kültür mirası’mızdır İnönü Stadı yıkılamaz 18. ULUSLARARASI VESOUL ASYA FİLMLERİ FESTİVALİ Van’da Flüt ve Keman Sesleri... Onu ilk önce Özgen Acar’ın “Bir TuğlaBir Nota” başlıklı yazısından tanıdım. İnsana umut veren, yüzünü güldüren, azmin gücünü gösteren öyküsünü ondan okudum. Adı Ferhat Şimşek’ti. Müzik öğretmeniydi. Birkaç gün önce ise telefonun öteki ucundaydı. O Van’da, ben İstanbul’da. Sesinde aynı umut, aynı coşku ve aynı azim… Kısaca anımsatayım: Van depremlerle sarsılırken, insanlar ölürken, yapılar yıkılırken, açlık yokluk, evsizlik barksızlık ve yöreyi egemenliğine alan çaresizlik kenti ele geçirirken, Van Şehit Koray Akoğuz Lisesi’nin müzik öğretmeni Ferhat Şimşek, “Kendi adıma ben ne yapabilirim” diye düşündü. Okul tümden yıkılmıştı. Çocukların çalgıları, araç gereçler, notalar, kitaplar, plaklar tümü yok olmuştu. Oysa yıkılan, yok olan ruhlara, gönüllere, yüreklere bile ilaç olabilirdi müzik. Hiç vakit yitirmeden bir kampanya başlattı: “Van Portesine Bir Nota da Sen Koy” adlı bir kampanya… Hep derim ya burası mucizeler ülkesi diye! Kanatsız bir melek imdada koştu. “Kanatsız meleğin” adı Gaye Çağlayan’dı; TRT Radyo 3’te Müzik Mutfağı adlı programın yapımcısı ve sunucusuydu. O ve meslektaşı Burçin Buke, kampanyayı yaydılar, uçurdular. (Hani şimdilerde hükümetin budamakta olduğu TRT Radyo 3… Hani birkaç kuşağı, kaliteli müzikle besleyen radyo… Hani Arınç’ın “dinlenmiyor” dediği ve Van da dahil olmak üzere bir sürü kentten taksit taksit kaldırılıp yok edilen Radyo 3!) Kampanya büyük ilgi gördü. Ferhat Şimşek’in telefonun ucundaki sesi sevinç içinde anlatıyor: “Geçici dersliğimizde artık flüt sesleri, gitar sesleri, keman sesleri yükseliyor… Çocuklar klasik müzik dinliyorlar. Artık plaklarımız var, notalarımız var… Van Konteynır Kent Şehit Koray Akoğuz Lisesi çocukları artçı sarsıntılara rağmen müzikle moral bulmaya çalışıyor” diyor. En çok müzik insanları ve müzisyenler seferber oldu… Çalgılar, notalar, plaklar ve müzik kitapları yağdı. Adalı Holding, yıkılan okulun yerine 24 derslikli bir okul, BORUSAN müzik odası ve konser salonu yapımını üstlendi. ‘Gelecek Uzun Sürer’ Fransa’da yarışacak GÖNÜL DÖNMEZ COLİN VESOUL Tüm Asya ülkelerini kapsayan “18. Uluslararası Vesoul Asya Filmleri Festivali” (FICA) 14 21 Şubat tarihleri arasında yapılacak. Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya, Orta Asya’dan Çin ve Hindistan’a tüm Asya ülkelerini kapsayan festivalin yarışma bölümünde Özcan Alper’in “Gelecek Uzun Sürer” filmi de yarışıyor. Açılışının Koreli yönetmen Eda Hirokaz’ın “İsterdim ki” adlı filmiyle yapılacağı festivalin merceğinde ise bu yıl Kazakistan var. Ülkenin inişli çıkışlı sinema tarihinin 19382011 arası en görkemli yapıtlarından oluşan programla da festival bir ilke imza atacak. “Tarihin En Yakıcıları” bölümünde de 11 Eylül 2001’den bu yana geçen 10 yılda yaşananları yansıtan filmlerin yanı sıra Satyajit Ray’dan Akira Kurosawa’ya uzanan klasikler yer alıyor. “Bir mimarlık eseri olan İnönü Stadı’nın yıkılarak, ticari mekânlarla birlikte daha büyük bir kütlenin Dolmabahçe Vadisi’ne dikilmesi bana göre uygun değil. Bir Emek Sineması için gösterilen kamuoyu duyarlılığını bu konuda göremiyoruz; stadı koruma kararlılığımıza yeterli toplumsal desteği bulamıyoruz.” Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay bu serzenişlerinde haklıdır. Cumhuriyetin İstanbul’a ilk armağanlarından olan stadın rant uğruna yok edilmek istenmesine karşı kamuoyundaki kayıtsızlık ürkütücüdür. Bu vandalizmin, stadın emanet edildiği görmüş geçirmiş bir İstanbul kulübünce yapılmak istenmesi ise hüzün vericidir. Nitekim ben de geçen yılki bir yazımda aynı serzenişi doğrudan BJK’ye yönelterek özetle şunları anımsatmıştım: “1903’te kurulan BJK’de ‘tarih bilinci’nin de güçlü olması gerek. İnönü Stadyumu açılıncaya kadar Taksim’deki Topçu Kışlası ile Çırağan Oteli’nin yerindeki Şeref Stadı’nda top koşturmuştu... Kışla yıkılınca kenti modern bir stadyuma kavuşturmak için 1939’da İtalyan mimar Paolo Vietti Violi ile mimarlarımız Fasıl Aysu ve Şinasi Şahingiray kolları sıvadılar. Stadın 27 Kasım 1947’deki açılış maçını BJK ile İsveç’in AIK Solna’sı oynadılar. Konuk takımın 32 kazandığı tarihi maçın ilk golünü atan da BJK’nin büyük emektarı Süleyman Seba’ydı.” (Cumhuriyet17 Mart 2011) ‘Gelecek Uzun Sürer’ 1 Bulunduğu kentsel çevresiyle mükemmel uyumu İnönü Stadı’nı dünya 4.’sü yapmıştı... 2 1940’ların efsane BJK kadrosu; solda Süleyman Seba, Ali İhsan Karayiğit, Çengel Hüseyin, Baba Şükrü (Gülesin) ve takım arkadaşları İnönü Stadı’nda 3 Tarih 3 Mayıs 1972... İnönü Stadı gelmiş geçmiş en ünlü futbolcu Brezilyalı Pele’yi ve Santos takımını da ağırlamıştı... Dünya dördüncüsü Kitaplara sığamayacak nice anıların yaşandığı zarif stadımız, The Times gazetesinin 90’lardaki bir araştırmasında dünyadaki en iyi 10 stat arasında 4’üncü olmuştu. Nedeni sadece “işleyiş düzeni” ve “tribünlerle saha arasındaki uyumlu oran”ı değildi. Bulunduğu çevreye, yani Dolmabahçe Vadisi’ne “saygılı eklemlenme”si ve Dolmabahçe Sarayı ile bütünleşen tarihidoğal peyzajı “zedeleme”yen bir siluet hassasiyeti içinde tasarlanmış olmasıydı.. Hem bu nedenlerle, hem de Cumhuriyetin İstanbul’daki ilk çağdaş imar hizmetlerinden biri olması gözetilerek “korunması gerekli kültür mirası” olarak tescil edilen stat, bakanın da vurguladığı gibi en az Emek Sine ması kadar duyarlı olunması gereken bir değerimiz değil midir? Stadın “hami”si olması gereken BJK’nin de, eseri yok etmek yerine kuşaktan kuşağa özgün mimarisiyle yaşatılmasını sağlaması, “tarihsel” kulüp olmanın “etik sorumluluğu” sayılmaz mı? Nerede bir yanlışlık varsa orada doğruyu savunarak yüreklerimizde yer eden “Beşiktaş Çarşı”nın bile bu kültür katliamı projesine karşı “tarafgir” suskunluğu, sorgulanması gereken bir toplumsal zafiyetimizi simgeliyor. Futbol o denli etkili bir “morfin”e dönüşmüş ki böylesi bir aymazlık için “BJK’nin de FB ve GS gibi büyük ve gösterişli bir stadı olmasın mı?” gibilerden savunmalar etkili olabiliyor. Oysa denebilir ki benzer günahları “üç büyükler”imizden diğer ikisi çoktan paylaşmış durumdalar… FB’nin şehircilik ilkelerine tümüyle aykırı, hatta kaçak büyütülen Şükrü Saracoğlu Stadı, takımın adını aldığı Fenerbahçe semtini “KingKong” gibi ezen bir yasadışı imar darbesinin ürünü! Ne belediyenin ne de değme şehircilerin karşı çıkabildiği bu az ‘Büyük’ saygısızlıklar manlaşmış stat, kent içindeki uygunsuzluğun şımarık bir örneği.. Benzer şekilde GS’nin, nedense futbolu boğa güreşine, futbolcuları da sanki boğalara ve güreşçilerine benzetilerek “Arena” denilen yeni stadında da İstanbul’a saygısızlık doruğa çıkmış durumda. Birincisi bu stat uğruna betonlaşacak eski “Ali Sami Yen Stadı”nın arazisi, devasa rant projeleriyle Mecidiyeköy’ün yoğunluğunu daha da arttıracak. İkincisi ise Seyrantepe’deki yeni stadın yer seçimi, İstanbul’un korunması gereken kuzey ormanlarına doğru “plansız genişleme”sine adeta önderlik ediyor. Böylesi imar cinayetlerine karşı toplumdaki genel aldırmazlıktan yararlanan BJK yönetimi de dünyanın hayran olduğu bir Cumhuriyet mirasımızı ortadan kaldırmaya niyetleniyor. Bu konuda o denli pervasızlık gösteriliyor ki “Projemizi koruma kurulu onayladı” şeklindeki toplumun kandırıldığı açıklamayı yanıtlayan İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Başkanı mimar Doç. Dr. Halil Onur bakın neler söylüyor: “Yıkım söz konusu değil. Asla izin verilmez. Henüz bize statla ilgili restorasyon, restütisyon, röleve projeleri bile gelmedi. Önümüze bir proje bile gelmedi ki neye izin vereceğiz? Beşiktaş yöneticileri hangi amaca hizmet bu açıklamayı yaptılar bilemiyorum.” (08 Ocak 2011Ajanslar) İnönü Stadı 1998’de BJK’ye 49 yıllığına tahsis edilirken, herhalde “Al bunu yok et” denilmemişti. Bir kültür mirası için böylesi bir yetkinin değil BJK’ye, hiçbir kuruma verilebileceğini ise sanmıyorum. Yazıyı yine Ertuğrul Günay’ın geçen yıl söyledikleriyle tamamlıyorum: “BJK yönetimi, içinde AVM, otel ve altında 2 bin 500 araçlık otopark bulunan 42 bin kişilik stadyum öneriyor. Ben ‘Dolmabahçe bölgesini daha da tahrip edenlere göz yuman bir kültür bakanı’ olarak tarihe geçmek istemiyorum.” (12 Mart 2011) nkazı müzik ve edebiyatla kaldırmak Ferhat Şimşek bu olayın, Van’da görev yapan diğer müzik öğretmenlerine, edebiyat öğretmenlerine de ilham verdiğini belirtiyor. Ve bu projeyi Doğu’daki bütün okullara yaymaya çalışıyor! Şuraya bakın! Hükümet, önayak olacak yerde, “dinlenmiyor” gerekçesiyle en nitelikli radyoyu kapatırken, 28 yaşında bir müzik öğretmeni, her okula bir müzik dersliği; Doğu’daki tüm okullara klasik müziği yayma çabası içinde! Fikret Şimşek’in bir hayali de “Sürekli müzik yayını yapan ve çocukların dinleyerek öğrenecekleri bir radyo kanalını yayın hayatına geçirebilmek. Radyomuz açılırsa adını da ‘VANÇOCUK’ koymayı düşünüyoruz” diyor. Okulun iki edebiyat öğretmeni Tuba Cebece ve Kamuran Gül’le birlikte “VAN PORTESİNDEKİ NOTALAR YERLERİNİ ALDI; ŞİMDİ KİTAP ZAMANI!” başlığıyla ikinci bir kampanya sürdürüyorlar. Çünkü okulla birlikte kütüphane de kitaplıklar da enkaz altında kaldı, yok oldu. Çocukların yüreğindeki enkazı kitaplarla ve müzikle kaldırabileceklerine inanıyorlar. Sizden bekledikleri, bu kez kitap! Ansiklopedi değil kitap! Özellikle Lise 91011 ve 12. sınıf öğrencilerinin okuyabileceği; başta MEB 100 Temel Eser olmak üzere Türk KlasikleriBatı ve Doğu KlasikleriDünya Gençlik Edebiyatı kitapları ve üniversite sınavlarına hazırlık kitapları. Haydi işbaşına! Enkazı kaldırmak için bir el de siz verin: İşte üç öğretmenin, telefonları: Ferhat Şimşek: 0507 750 33 89. Tuba Cebeci: 0507 443 51 06 ve Kamuran Gül: 0545 548 28 10. Siz Cumhuriyet okurları bu idealist öğretmenlere el vermezseniz, kim verecek?.. E Amsterdam’dan İstanbul’a... Sakıp Sabancı Müzesi ‘Hollanda Sanatının Altın Çağı’nı ‘Karanlıkla Işığın Buluştuğu Yerde… Rembrandt ve Çağdaşları’ başlıklı sergiyle ağırlıyor Rembrandt, ’Dr. Ephraïm Bueno’, 1646 civarı. Johannes Vermeer, “Aşk Mektubu”, 166769 ? TürkHollanda ilişkilerinin 400. yıldönümü kapsamında açılacak sergi için müzenin müdürü Prof. Dr. Nazan Ölçer, “Rembrandt 17. yüzyıl Hollanda ve Avrupa resmi için çok önemli, ama aynı yüzyılda yaşamış başka ustalar da var. İzleyiciyi Rembrandt ile beraber, Frans Hals’la, Jan Steen’la ve Vermeer’le buluşturacağız” diyor. NAZLI PEKTAŞ K A M İ L M A S A R A C I K Ü L T Ü R ? Ç İ Z İ K Her Kitap Kitap Değildir Edebiyatçılara Çağrı Edebiyatta Çözüm İçin EDEBİYAT AJANSI www.edebiyatajansi.com AMSTERDAM TürkHollanda diplomatik, kültürel ve ticari ilişkilerinin 400. yıldönümü kapsamında Sakıp Sabancı Müzesi tarafından İstanbul’a taşınacak sergi için müzenin müdürü Prof. Dr. Nazan Ölçer ve bir grup gazeteciyle birlikte Amsterdam’da, Rijksmuseum’dayız... 17. yüzyılda Hollanda sanatının ulaştığı doruk noktayı “Hollanda Sanatının Altın Çağı” başlığı altında “Karanlıkla Işığın Buluştuğu Yerde… Rembrandt ve Çağdaşları” sergisiyle sunacak müze, böylece Rijksmuseum ile dünyanın önde gelen özel koleksiyonlarına ait eserleri ilk kez Türkiye’ye getiriyor olacak. Işığı, resmin içinde bir yönetmen gibi kullanan Rembrandt’ın modellerine bir oyuncu gibi yaklaştığı portreleri, yalnızca 35 eseri bilinen Vermeer’in tiyatral bir üslupla tuvale taşıdığı günlük yaşam sahneleri (serginin en çok konuşulacak tablolarından birinin Vermeer’in “Aşk Mektubu” adlı eseri olduğunu da söyleyelim), yüzyılın en önemli ressamlarından Frans Hals’in portreleri ve diğerleri... 22 Şubat’ta açılacak sergide 59 sanatçıya ait 73 tablo, 19 desen ve 18 objeden oluşan 110 eser yer alacak. Serginin ana temaları ise şehirliler, şehir hayatı, taşra hayatı, manzaralar, tarih tabloları, portreler, natürmortlar, denizaşırı güç ve ticaret başlıkları altında toplanacak. Müze Müdürü Prof. Dr. Nazan Ölçer “Müze olarak 400. yıl kutlamaları çerçevesinde bir sergi yapmak ilk akla gelen et kinlikti şüphesiz, ama resimleri alıp yan yana dizmek hiçbir zaman müzenin isteği olmadı. Bu müzeyi galeriden ayıran önemli bir gerçek. Daha önceki sergilerimizde olduğu gibi bu sergide de ele aldığımız dönemin, ekonomik ve sosyal şartlarını ortaya sermek, sanatın oluşması için yaratılan elverişli ortamı anlatmak ve izleyeni bu ilişkiler ağı içinde resimlerle buluşturmak istiyoruz” diyor bu kapsamlı sergi için. 17. yüzyılın Hollandası’nda yaşanan ışıltının, dönemin sanat üretimini sanat tarihi içinde ayrıcalıklı bir yere koyduğunu bi liyoruz. Ülkenin deniz ticaretiyle birlikte güçlenen tüccarları zamanla evlerini soylular gibi tablolarla zenginleştiriyor, farklı alanlarda ticaret yapan bu kişiler, çeşitli konularda siparişler veriyor, hal böyle olunca da farklı farklı konularda uzmanlaşmış pek çok ressam, 17. yüzyılda Hollanda sanatının dinamizmini Avrupa resim sanatı tarihine taşıyor. Günlük yaşam resimleri, portreler, natürmortlar ve manzara resimleri dönemin sanatsal başarısını güçlü örneklerle ve altın isimlerle tarihe kazıyor... Nazan Ölçer de serginin içeriğini tam da bu çizgide özetliyor: “Rembrandt 17. yüzyıl Hollanda ve Avrupa resmi için çok önemli, ama aynı yüzyılda yaşamış başka ustalar da var. Bu noktadan baktığımızda büyük ustaların orijinal eserlerini görmek konusunda oldukça istekli Türk izleyicisini Rembrandt ile beraber, Frans Hals’la, Jan Steen’la ve Vermeer’le buluşturacağız.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle