19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 OCAK 2012 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA 13 elde edilen ücret 20 bin TL Mükellefler gelecek mart ayında, olarak kabul edilirse, bu 2011 yılında elde edilen gelirler kez toplamdaki 140 bin TL nedeniyle vergi ödemekle yükümlü. ücret geliri için beyanname Ancak, hangi gelirler nedeniyle verilmesi gerekecekti. beyanname vermek gerektiği Yukarıdaki konusunda genelde bir tereddüt hesaplamalardan yaşanıyor. Bu anlamda geniş kitleleri anlaşılacağı üzere, ilgilendiren ücret gelirlerinin beyanname vermek vergilendirilmesine ilişkin birkaç istemeyen bir ücretli, önemli detayı paylaşmak istiyorum. yüksek ücretini, birinci “Vergi kesintisine tabi tutulmuş, tek işverenden elde edilmiş işverenden elde edilen ücretlerin ücret olarak kabul edebilir. kesinlikle beyan edilmeyecek” olması Ancak, bazı durumlarda, bunlardan biri. beyanname vermek de İşverenler, ücretleri öderken artan avantajlı olabilir. Bu oranlı gelir vergisi tarifesine göre her avantajı, Gelir Vergisi ay vergi kesintisi yapar. Bu kesintiler etmeyecek. Çünkü, ikinci işverenden Kanunu’nun 89. maddesinde her ay muhtasar beyanname ile vergi elde ettiği ücret geliri, 23 bin TL’nin düzenlenen “indirimler” sağlıyor. Bu dairesine yatırılır. Dolayısıyla buradaki altında. madde uyarınca, ücretlilerin, kendileri, vergisel ödevler işverenler tarafından Eğer ikinci işverenden elde edilen eşleri ve çocukları için ödedikleri bireysel yerine getirilir. Gelir Vergisi Kanunu’nun ücret geliri 25 bin TL olsaydı. Bu kez emeklilik sistemi katkı payları, şahıs 86. maddesine göre ise tek işverenden toplamdaki 145 bin TL’nin tamamı için sigorta primleri, eğitim ve sağlık elde edilen ve vergi kesintisine tabi beyanname verilmesi gerekecekti. harcamaları belirli şartlarla beyan edilen tutulmuş ücretler için kesinlikle Peki, hangi ücret, birinci işverenden gelirden indirilebiliyor. beyanname verilmez. elde edilen ücret olarak kabul edilecek? Benzer şekilde, ücretlilerin beyan Burada ikinci dikkat edilecek nokta şu: Vergi idaresi, bu konuda ücret geliri elde ettikleri gelirlerinden yaptığı bağış ve Birden fazla işverenden ücret geliri alan edene seçimlik hak tanımış. Yani, yardımlar da belirli şartlarla indirim ne yapacak? mükellef beyanname vermek isterse Bu durumda, vergi kesintisine tabi düşük olan ücreti birinci işverenden elde konusu olabilir. İşte bu indirimler nedeniyle tutulmuş olmak şartıyla, birinci edilmiş ücret olarak kabul edebilecek. beyanname verip beyan edilen işverenden sonraki işverenlerden elde Yukarıdaki örnekte, birinci işverenden gelirlerden edilen ücret gelirlerinin indirim toplamı 23 bin TL’nin uygulamak ve yıl üzerinde ise elde edilen içinde kesilen ücretlerin tamamı ki, ilk vergileri, işverenden elde edilen ücret beyanname geliri dahil olmak üzere 6 yıllık emekliyim. Emeklilik üzerinde beyan konusu olacak. hesabımda BağKur ve SGK primlerim birleştirildi ancak Emekli hesaplanan Örneğin; 2011 yılında Sandığı primlerim atlandı. Bundan vergilerden birinci işverenden 120 bin TL doğan mağduriyetimi nasıl mahsup etmek ikinci işverenden 20 bin TL Sorularınız için maliçözebilirim? Mehmet Taka ücretliye gelir ücret geliri elde eden bir kişi, cozum?ismmmo.org. SGK Başkanlığı Emeklilik tr adresine mail atavergisi iadesi bu ücret gelirleri nedeniyle bilirsiniz. Tüm sorular Hizmetleri Genel Müdürlüğü doğurabilir. Bu yıllık gelir vergisi eposta ile tek tek Balgat/Ankara adresine bir dilekçe nedenle, beyannamesi vermeyecek. cevaplanacaktır. ile başvurmanızı ve durumunuzun beyanname Bu kişi diğer gelirleri yeniden incelenmesini talep vermenin her nedeniyle beyanname edebilirsiniz. zaman daha kötü vermek zorunda olsa bile olacağı ücret gelirlerini söylenemez. beyannamesine dahil Fazla mesaide işçi onayı şart İşçi ve işveren arasında en çok anlaşmazlık yaşanan konulardan birisi de fazla çalışma ile ilgilidir. Maalesef işçilerimiz dünyada en fazla çalışan kesimlerden olmasına rağmen, genelde ücret bordrosunda fazla mesai yer almaz. İşçiler, çoğu zaman yargı yoluyla alacağını tahsil edebilirken, fazla çalışmanın bazı kurallara bağlı olduğu unutulmamalıdır. Öncelikle işverenlerin işçilerine fazla çalışma yaptırmayı düşünmeleri halinde her yıl ocak ayında işçiden onay alması gerekiyor. Üstelik bu onay iş sözleşmelerinde olsa bile gereklidir. İşveren, işçilerin çalışma saatlerini gösteren bir belge düzenlemek, imzalı bir nüshasını işçinin özlük dosyasında saklamak zorundadır. İşçinin bu nitelikteki çalışma ücretleri normal çalışmalarına ait ücretlerle birlikte ödenir. Bu ödemeler, ücret bordrolarında ve işçiye verilmesi gereken ücret hesap pusulalarında açıkça gösterilir. Dolayısıyla, 2012 yılında işçilerine fazla çalışma yaptırmayı düşünen işverenlerin işçilerden ocak ayı içinde fazla çalışma yapmayı kabul ettiklerine dair yazı alarak işçi özlük dosyasında saklamaları gereklidir. Fazla çalışma için işçilere normal ücretine ilave olarak her bir saat için normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde 50 yükseltilmesi suretiyle ödeme yapılması gereklidir. Fazla çalışma süresinin toplamı ise bir yılda her bir işçi için 270 saatten fazla olamaz. Fazla çalışmalarda, çalışma sürelerinin hesabında yarım saatten az olan süreler yarım saat, yarım saati aşan süreler ise bir saat sayılır. Burada ince bir nokta var. Fazla çalışma yapan işçi, isterse işverene yazılı olarak talepte bulunarak zamlı ücret yerine, serbest zaman kullanabilir. Fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakika hakkı vardır. Ücret Gelirlerinin Vergisinde İncelik Çok Kör ve Duyarsız Bir Toplum!.. Lise edebiyat kitaplarının birinde hiç unutmadığım, beynime adeta nakşedilmiş bir yazı vardı: Bakmak ve Görmek! Çok etkilenmiştim. O güne dek bilmediğim, ayırt edemediğim yaşamsal bir farkı açıklıyor, bakmanın görmek demek olmadığını anlatıyordu!.. Uzun yıllar sonra konuşmacı olarak katıldığım bir panelde Türk halkının duyarsızlığı, unutkanlığı ve kolay idare edilebilirliğinden söz ederken özellikle bir cümlenin altını çizmiş, kuvvetle vurgulamıştım; Biz bakar kör bir toplumuz!.. Bir toplum nasıl olur da körleşir?.. Nasıl olur da gözlerinin önünde söylenen yalanları, yapılan alçaklıkları, ihanetleri, işlenen cinayetleri göremez?.. Çok basit; eğer 65 70 milyonluk bir ülkede ortalama 3 milyon gazete, o da okuyucuya rüşvet vererek satılıyorsa, halkın yalnızca yüzde 6.3’ü kitap okuyorsa, “okumuş insan” oranı ilkokul mezuniyetiyle eşdeğer tutuluyorsa o toplum bakar ama göremez! Acı ama gerçek! ??? Böylesine körleşmiş bir toplum, doğası gereği duyarsızdır. Sonunda mutlaka ama mutlaka sonsuz acılar çekeceği olaylara bile büyük bir vurdumduymazlıkla bakar. Sadece bakar, göremez!.. Bu tür mazoşist toplumlar, kendilerini daha rahat kandırabilmek için atasözleri, deyimler bile icat ederler: “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, “Pişmiş aşım, ağrısız başım”, “Gelen ağam, giden paşam...” Ama o bin yaşayan yılan eninde sonunda dokunur!.. Dokunmakla da kalmaz ezer, yok eder, köleleştirir!.. Ortada ne pişmiş aş ne ağrısız baş kalır. Gelen ağanın da, giden paşanın da bu anlamda hiçbir farkı yoktur. Duyarsız ve kör bir toplumda düşüncelerin iğdiş edilmesi, milliyetçilik adına, Tanrı adına insanların acımasızca sömürülmesi vakayı adiyedendir!.. Ne yazık ki toplumun büyük bölümü bu durumun farkında bile değildir. Farkında olanların büyük bölümü ise sinmiş ya da satın alınmıştır. Geriye kalanlar da zaten bu sistemi sürdürenlerdir!.. Dehşet verici ama gerçek!.. ??? Okumayan, körleşmiş ve duyarsız toplumlar aynı zamanda korkak ve unutkandır!.. Bir kısırdöngüdür bu. Okumayan, araştırmayan, hakkını aramayan toplumlar körleşir. Körleşen toplumlar duyarsızdır. Duyarsız toplumlar ise korkaklık ve unutkanlığı bir yaşam biçimi olarak benimser. Böyle bir toplumda alın teri ve emek alıklık, onur ve erdem modası geçmiş, içi boş kavramlar olarak algılanır!. Önemli olan, moda olan en çabuk şekilde köşeyi dönmek, yükselen değerlere ve Yeni Dünya Düzeni’ne adapte olmaktır. Bu düzenin satılık kalemşorlarının görevi, işte bu aşağılık sistemi bıkmadan usanmadan halka dayatmaktır. Uyanık, ne istediğini bilen, çağdaş toplumlarda yatacak yeri bile olmayan bu güruh, ne yazık ki körleşmiş, duyarsız ve korkak toplumlarda kuruldukları köşelerde halkı zehirleme görevini başarıyla sürdürürler. Çünkü efendilerin, köleleri eğitmek ve olası başkaldırıları engellemek için ruhu satın alınmış uşaklara ihtiyacı vardır!.. Peki, Türk halkı böyle bir yaşama layık mı? Yanıtı yine Türk halkı verecek. Vermek zorunda. Seçmek zorunda. Çünkü; Her halk layık olduğu biçimde yönetilir!.. ??? Bu yazı, neredeyse 15 yıl önce, 25 Eylül 1997’de yazıldı!.. Daha ortada ne AKP ne de 10 yıllık süreçte gerçekleştirdiği karşıdevrim vardı!.. Ama toplum o zaman bile yalnızca “ bakıyor”, “görmüyor”, adım adım “haymatlos” yani vatansız olmasını sağlayacak “düzenin” taşlarını örenleri adeta şehvetle cesaretlendiriyordu!.. Aradan 15 yıl geçti.. O günlerde yazılanlar gerçek oldu!.. Bugün, o günden çok daha vahim derecede gerilemiş bir toplum ve ırkçılığın ve duyarsızlığın ve doğal sonuç olarak faşizmin zirveye yerleştiği bir utanç ikliminde debeleniyoruz… O zaman “layık olduğu biçimde yönetilir” demiştim… Bugün ise.. Layık olduğumuzu yaşıyoruz… YANLIŞ HESAPLANAN EMEKLİLİĞE İTİRAZ Hangisinden Başlayayım Bilmem ki! PERİHAN ERGUN KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] İlk ele almaktan kendimi alamadığım konu; çocuklarımızın eğitim kurumlarında gereğince eğitim ve öğretimden yoksun bırakılmaları. Böylece acımasızca Türk gençliğinin, doğal olarak da halkının bilimsizlikle, bilgisizlik çukuruna atılması. Bu hükme varışımda birçok örnek verilebilecekken Sayın Pakize Suda’nın “Türkiye Konuşuyor” başlıklı röportajlarıyla kentin caddelerinde her yaştan ve sınıftan vatandaşa, mikrofon uzatarak, güncel ve tarihi konularla ilgili kısa cevaplar kapsamında soru yöneltmesi çok ilgi çekici oluyor. Ekran karşısında ilginç konular dışında çokça kalmayı sevmediğim halde toplumun nabzını yansıtan bu çalışma benim de ilgimi çekiyor. Nedeni; toplumdan kopuk birçok önbilicinin halka inmeden onlar hakkındaki eksik yargılarına görünen bir cevap niteliğini taşımasıdır. Örneğin 22 Ocak günlü çalışmasında Sayın Denktaş’ın yaşamını yitirmesiyle Kıbrıs sorununun tüm yazılı ve görüntülü medyada büyük yer almasını gündem başı sayarak yaşlı, orta yaşlı, genç halk kesimine yönelttiği iki soruydu. İlk soru; ‘Yavru Vatan Kıbrıs’taki kardeşlerimize yapılan sabır taşıran zulüm ve haksızlıklara karşı 20 Temmuz 1974’te TSK’nin giriştiği Kıbrıs Barış Harekâtı’nın tarihi, ikincisi de o tarihteki TC’nin Başbakanı’nın kim olduğuydu. Sorulara cevapta yaşlı ve orta yaşlı yurttaşlardan özellikle ev kadınlarından doğru cevaplar alınırken çoğunluğu ortaöğrenimle üniversiteli olduklarını söyleyen gençlerimizin, “bilemeyeceğim, hatırlayamıyorum, bu konulara ilgi duymam, siyaseti sevmem” gibi cevaplarını esef ve üzüntüyle izledim. Bu çocuklar bırakın uzak tarihimizi, yakın tarihimizden bile bu denli nasıl uzak kalabilirler? Bu görüntülerin nedenleriyle sonuçlarını acıyla düşünürken rahmetli anacığımın öğüdünü anımsadım. İlkokulun 4’üncü sınıfındaydım. Birinci devre karnelerimizi almıştık. Değerlendirmelerde sadece sosyal bilgiler (tarih, coğrafya, yurttaşlık) ‘iyi’, öteki derslerin tümü ‘pekiyi’ydi. Karneme bir de değerli, hep borçluluk duyduğum öğretmenim Nuriye Çakaloz tarafından takdir yazısı da eklenmişti. Sevinçten uçarcasına eve koşarak, karneyi övünçle anneme uzattım. Ondan öpücükle aferin beklerken karneyi elime vererek “Tüm derslerinden allame de olsan, tarih bilgin gerideyse durumun takdire değmez” dediğinde hıçkırıklarla gözyaşlarına boğulmuştum. Büyükannemden teselli geldiyse de onun da düşüncesi annemden yanaydı. O günden sonra fen derslerine büyük tutkumun eşliğinde içerde ve dışarda tarihi konulara da ilgi duydum ve izlemeye çalıştım. Sonunda, öğrencilerdeki mazur görülemez bu eksikliklerin, doğrudan doğruya milli eğitimdeki yetmezliklerden kaynaklandığı kanısına vardım. Öğretim ve eğitimdeki bu açmazların sadece kırsal kesimlerde değil, kentlerde de var olduğunu gördüm. Bunun nedeni okul, sınıf, kitaplık, özellikle de öğretmensizliğin yanında bir de Anadolu’nun yağmurlu, karlı kış günlerinde ekonomik yoksunluklar içindeki ailelerin, yavrularının üzüntü veren durumlarını giderecek donanımlardan mahrumiyetleridir dedim. Sonuçta bu meşakkatli koşullarda çocukların okul ve öğrenimden yoksun bırakıldıklarını düşündüm. Bu eksiklikler de önemli etkisi olan yıllardır atama bekleyen gerçek öğretmenlerin atamalarının yapılmasına Milli Eğitim Bakanlığı’nca gereken ilgi gösterilmediğini, giderek toplumun cehalet denizinde boğulmaya terk edildiğini düşündüm. Kentlerin, hatta büyük kentlerin varoşlarındaki okullarda da öğretimle eğitimin aynı koşullar içinde olduğu görülmektedir. Van’da depremin getirdiği sorunların başında beslenme, barınma ve ağır kış koşullarının getirdiği eksikliklere doğal olarak eğitim de eklenmiştir. Uygarlığın önkoşulu olan eğitimle öğretimin sağlanamadığı ülkelerin çağdaşlaşması, uygarlaşması olanaksızdır. Bilinen bu gerçeğin giderilebilmesi, devletin geçmişten gelen eksiklikleri yaptırım gücünü en yüksek düzeye ulaştırmayı amaçlayarak eğitime büyük emek vermesi en büyük dileğimdir. ??? Uğur Mumcu’yu 24 Ocak 1993’te salı günü evinin karşısında park halindeki aracına hain ellerin yerleştirdiği bombanın patlamasıyla 19 yıl önce yitirdik. Eşi zor bulunan, uzağı görüşlerinde erenlerin izlenimini veren değerli gazeteci yazarımızı o gün yaşadığımız kederle 19 yıl sonra da içimiz yanarak, özlemle anıyoruz. Onun yürekli, dik duruşuyla hep mazlumların, haklarını kaybedenlerin yanında Atatürk’le memleket sevdasını yansıtan kitaplarıyla gazetedeki köşe yazılarını hiç unutmuyoruz. Yeni kuşaklara ‘Aydınlanmayı’, ‘Kurtuluş’la ‘Kuruluşumuzu’ kitaplarıyla öğreteceği inancımla, ailelerin onun yapıtlarını evlerinin başköşesinde bulundurmalarını önenirim. Bir de Uğur’un katilleriyle bağlı oldukları örgütleri o zaman saptanıp cezalandırılsaydı o günden bu yana, tüm örgütsel cinayetler çözülür, Hrant Dink de katledilerek yaşamını yitirmezdi. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Sarımsaklı yo 1 ğurtla yapılan yumurta yemeği... 2 Gürcistan’ın plaka 3 imi. 2/ Şarkı, tür 4 kü... Türk müziğinde bir makam. 3/ 5 Yolsuz ya da emek 6 siz elde edilen şey. 7 4/ Ekmek parçası, lokma... Elazığ ilin 8 de bir baraj. 5/ As 9 ya’da bir ülke... Ka1 2 3 4 5 6 7 8 9 palı ve dört tekerlekli bir at arabası. 6/ 1918’den bu 1 Z İ L K A L E U yana İngiliz Kraliyet Ha 2 A D A L A P A S va Kuvvetleri’ne verilen 3 R A N D A E K ad... Elma, armut, kayısı 4 B D O B O O K gibi meyvelerin kurutul 5 E K O A L A R A muşu. 7/ Ortodokslarda 6Z İ NO B E R V İsa’nın doğum yortusuna 7 E N K U A Y A verilen ad... Mısır’ın plaA T ka imi. 8/ Orhan Veli 8 N İ H A L E Ş A R A Ş U R A Kanık, Melih Cevdet An 9 day ve Oktay Rifat’ın öncülük ettikleri şiir akımının adı... Nine. 9/ Genişlik... Resim yapımında kullanılan bir tür renkli kalem. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yulara takılan ip ya da zincir... Germanyum elementinin simgesi. 2/ Siirt yöresine özgü, kıyma ve bulgurla yapılan bir yemek... Gaziantep’in bir ilçesi. 3/ Burgaç, girdap. 4/ Kuşbaşı et, arpacık soğanı ve bayat ekmekle yapılan bir yemek... Her türlü arazide kullanılabilen motorlu taşıt. 5/ Türk müziğinde bileşik bir makam... İskambildeki dört renkten biri. 6/ Sergen... Yağmur suyunun biriktiği çukur yer. 7/ Domuz... Bir gıda maddesi. 8/ “Bir ölmüş diyeler / Üç günden sonra duyalar” (Yunus Emre)... Oyunda cezalı çocuk. 9/ Hayvanlara vurulan damga... Hafif ve soluk renk için kullanılan sözcük. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle