19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 OCAK 2012 CUMA CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 19 IRKÇILIĞIN MEŞRULAŞTIRILMASI VE ŞİDDETİN TIRMANMASINA ‘HAYIR!’ Hepimiz Ermeniyiz! Önce başlığı açıklamalıyım. Çünkü bu “Hepimiz Ermeniyiz” sözü, çoğu kimseyi fena halde kızdırıyor. Dünkü yazımda vurguladığım, bu devletin iliklerine işlemiş faşizm, kanımızı emmeye devam ettiğinden ve bireylere de egemen olduğundan, bunu diyene karşı tehdidin bini bir para. En açık seçik biçimde söylemem gerek. Tek tek, tane tane anlatmalıyım: O, “çoğu kimse” bu yazıyı okumayacaksa da ben bıkmadan, korkmadan, acı çeke çeke de olsa, tekrar tekrar anlatmalıyım: “Hepimiz Ermeniyiz” sözü sizi kızdırıyor, öfkelendiriyor, küfür ve hakaret gibi geliyorsa, bilin ki, ırkçısınız, faşistsiniz! Çünkü burada kullanılan “hepimiz Ermeniyiz” sözü sadece ve sadece sizin her tür şiddet uygulamalarınıza karşı bir tepkidir. Siz, Ermeni olmayı, “Türk olmanın” karşısına koyuyorsunuz. Ermeni olmayı, Türklüğe düşmanlık sayıyorsunuz. Siz Ermeni olmayı, Türk olmanın yanında değil, aşağısında görüyorsunuz. O nedenle her fırsatta Ermeni olmayı aşağılamaya çalışıyorsunuz! Siz, Ermeni olmayı, Türklüğe karşı bir tehdit olarak algılıyorsunuz. O nedenle sizinle aynı teraneyi tekrarlamayan Ermeni vatanmız için… Biz, Ermeni olmayı, Japon olmayı, İngiliz ya da Meksikalı olmayı, Arap ya da Slav olmayı, Türk olmanın altında ya da üstünde görmediğimiz için… Hiçbir ırkın, hiçbir etnik kimliğin, hiçbir ulusun, hiçbir yörenin, hiçbir dinin, hiçbir mezhebin, hiçbir dilin bir diğerinden daha yüksek ya da daha alçak olduğuna inanmadığımız için… Biz, Ermeni olmayı, Türklüğe düşmanlık saymadığımız için…. Biz, Ermeni olmayı, Türklüğe karşı bir tehdit olarak algılamadığımız için…. Ermeni olmayı ya da Kürt olmayı, Türklüğe hakaret olarak değerlendirmediğimiz için… Biz, Ermeni olmayı, Türk olmanın karşısında bir kışkırtma olarak görmediğimizden, kimseyi kışkırtmıyoruz. Kışkırtanlarla mücadele etmek için … Sözel, fiziksel, eylemsel, psikolojik, her tür şiddete “Hayır” dediğimiz için… Şu ya da bu nedenle ayırımcılığa, haksızlığa uğramış, sömürülen, aşağılanan, şiddete uğrayan her kesimle dayanışma içinde olmak için… Bütün bunlar için, bugün göğsümüzü gere gere “Evet, hepimiz Ermeniyiz”, diyoruz. Ermeni olmanın, Kürt olmanın ya da Türk olmanın değil, ırkçılığın yarattığı tehlikeyi kavrayıncaya dek… Irkçılığın, şiddeti nasıl meşrulaştırdığı bu ülkede her insanın bilincine yerleşene dek… Ben o toplumsal şiddete uğrayanın kimliğindenim… O kimlik, bugün benim de kimliğim. O kimlik bugün bana da ait! Bugün hepimiz Ermeniyiz. Bugün ben de Ermeniyim. [email protected] Fotoğraf: VEDAT ARIK Bütün Öldürmelere Karşı mıyız? Yıllar önce bu köşede, “Bütün Ölümlere Karşı mıyız?” başlıklı bir yazı yayımlamıştım. Bugün, aynı yazıyı bazı önemsiz kısaltmalarla ve yorumsuz olarak tekrar köşeme koymayı son derece gerekli buluyorum: “Acaba Türk toplumu, öldürülenler ve ölenler kim olursa olsun, öldürmelere ve istenseydi önlenebilecek ölümlere karşı, doğal bir eğilim olarak, yeterince duyarlı mıdır? İnsan yaşamı bu toplumda, karşısında ‘bütün akan suların durduğu’ bir ölçüt olabilmiş midir? Öldürülenlerin ve istenseydi önlenebilecek ölümlerle ölenlerin ölümlerine ölenler kim ve hangi kamptan olurlarsa olsunlar karşı çıkma bağlamında, toplumda bir consensus’a varılmış mıdır? Olaylara ‘politik’ ya da ‘eleştirel’ bakmanın, ‘insanca’ bakmayı asla dışlamaması gerektiği yolunda bir bilinç yerleşmiş midir? Öldürülenin ve ölenin, son çözümlemede ölümün kendisini kanıtlamaktan başkaca bir işlevinin olamayacağı, yeterince anlaşılmış mıdır? Yoksa bütün bunların yerine, toplumumuzda onyıllardır sürdürülen yanlış yönlendirme sonucu yerleşen, aklın ve insan olmanın gereklerini çoğu kez hiçe sayan bir ‘politik kılma’ eylemi, insanoğlunun öldürmeler karşısında takınması gereken doğal tavrı da mı etkilemiştir? Yoksa bu toplumda, insan yaşamının değerini her şeyin ölçütü diye benimsemenin yerini, bazı öldürmelere ses çıkarılmayabileceği, bazı ölümlerin daha ‘sessiz’ geçiştirilebileceği, dahası o günkü politika gereği, yerine göre ‘sessiz’ geçiştirilmesi gerektiği yolunda bir anlayış mı almıştır? Kimilerinin öldürülmelerini ‘kayda değer cinayetlerden saymama’ noktasına gelen toplumları bekleyebilecek tek yazgı, bundan böyle insan değerleriyle ilintisiz bir ortamda yaşamaktır. Şu ya da bu inançla bazı öldürmeleri ötekiler kadar önemsemeyen, önemsememeyi ‘politika’ gereği bulanlar, kendi önemsedikleri ölümlerin de başkalarınca umursanmamasına hazır olmak durumundadırlar. Ölümü böylece sınıflandıran toplumları insan toplumları diye adlandırmayı sürdürmek ise, kanımca doğrudan insanlık kavramına yöneltilmiş korkunç bir aşağılamadır. Hangi nedenle olursa olsun, başkalarının yaşamını umursamama noktasına gelmiş olan insan, kendisi bunun bilincinde olmasa bile, artık bütünüyle yaşamın kendisini umursamama noktasına varmıştır. Ve bu noktadaki bir insanın sadece ‘bazı’ ölümler karşısında tepki göstermesi, ne yaşamı ne de insanı ve insanlığı savunmak adına inandırıcı olabilir. Bugün bulunduğumuz noktada, insanlığımız adına kendimize sormamız gereken soru, şudur: Bizler, bütün öldürmelere ve istenseydi önlenebilecek bütün ölümlere karşı mıyız? Bu soruya hiç çekinmeden ve gecikmeden kocaman bir ‘Evet’le yanıt veremediğimiz sürece, hayat ve insanlık adına yürüteceğimiz bütün savaşımlarımız yenilgiyle sonuçlanacaktır. Çünkü herkesin yaşama hakkının dokunulmaz sayılmadığı bir toplumda, dokunulmaz olan hiçbir hayat yoktur; ölümleri, umursananlar ve umursanmayanlar diye sınıflandırma alışkanlığını edinmiş bir toplum, bir bütün olarak hayatın kendisini yadsıyor demektir. Fransız yazarı Maurice Rostand’ın Birinci Dünya Savaşı’nı konu alan ünlü ‘Öldürdüğüm Adam’ adlı oyunu, savaşta oğlunu yitirmiş olan bir Fransız annenin şu sözüyle noktalanır: ‘Ben, kendimi savaşta çocuklarını yitirmiş olan Alman analarına, hiçbir şeylerini yitirmemiş olan Fransız analara olduğumdan daha yakın hissediyorum.’ Bütün hayatları savunmayı, bütün cinayetleri de lanetlemeyi ilke olarak benimsediğimiz gün, tek tek öldürmelere ve ölümlere karşı çıkışımız hiç kuşkusuz daha etkili ve daha inandırıcı olacaktır...” daşlarımızı tehdit ediyorsunuz. “Ya sev ya terk et, yoksa ölürsün” diyorsunuz. Makamınıza çağırtıp “Ayağını denk al” diyorsunuz. Mahkeme kapılarında yuhalatıyorsunuz… Katillerle birlikte Türk bayrağı önünde fotoğraflar çektiriyorsunuz… Katiller, “Akıllı ol yoksa…” diye kanlı dişlerini gösterdiklerinde, sadece sırıtıyorsunuz… Siz Ermeni olmayı, Türklüğe hakaret olarak değerlendiriyorsunuz. O nedenle “Ermeni dölü” diyerek insanlara hakaret ettiğinizi sanıyorsunuz! Siz, Ermeni olmayı, Türk olmanın karşısında adeta bir kışkırtma olarak görüyor, o nedenle kışkırttığınız medyanızla, televizyonlarınızla, mahkemelerinizle, güvenlik güçlerinizle şiddete sarılıyorsunuz. Sözel, fiziksel, eylemsel, psikolojik, her tür şiddete! Bütün bunları yaparak ırkçılığı bu ülkede meşrulaştırıyorsunuz! ??? Sevgili okurlar, bu başlıklı bir yazıyı buraya dek okuduysanız, şunu vurgulamam gerek: Yukarıda “Ermeni” sözcüğünün yerine, “Kürt” sözcüğü ya da ülkemizde “öteki” sayılan, “ötekileştirilen”leri koyabilirsiniz. İster etnik kimliği, ister cinsel tercihleri, ister görüşleri ve düşünceleri yüzünden olsun, ayırımcılığa, haksızlığa uğramış, sömürülen, aşağılanan, şiddete uğrayan her kesimi koyabilirsiniz. Sonuç değişmeyecektir: Irkçılığın meşrulaştırılması ve şiddettin tırmanması! ??? İşte biz, Ermeni olmayı, (Kürt olmayı) “Türk olmanın” karşısına koymadığı Başta Topkapı Sarayı Müzesi olmak üzere pek çok müze ve kütüphanenin yöneticiliğini yapmıştı Sabahattin Batur’u yitirdik Kültür Servisi Topkapı Sarayı Müzesi eski müdürlerinden, şair ve kütüphaneci Sabahattin Batur, önceki gece yaşamını yitirdi. Bir süredir diyaliz tedavisi gördüğü Aydın Atatürk Devlet Hastanesi’nde yaşamını yitiren Batur’un cenazesi, pazar günü Didim Merkez Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Didim Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 1920’de Devrek’te dünyaya gelen Batur, 1946’da İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra öğretmenliğe başladı. 1951’de İzmir Arkeoloji Müzesi, 1956’da Ankara Umumi Kütüphanesi, 1960’ta ise İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi’nde çalıştı. Ardından görevi nedeniyle Paris’e gönderilen Batur, buradan Belçika, Almanya, İngiltere, İspanya ve Portekiz’e geçerek oralardaki müzeler ve kütüphanelerde incelemelerde bulundu. 1964’te Ayasofya Kütüphanesi, 1965’te Ragıp Paşa Kütüphanesi, 1966’da Atıf Efendi Kütüphanesi ve 1978’de Topkapı Sarayı Müzesi’nde müdürlük yaptı. 1980’de kendi isteğiyle emekli olan Batur, ardından Sadberk Hanım Müzesi başta olmak üzere, birçok müze ve sanat galerisinde, Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yöneticilik yaptı. Batur’un ilk şiirleri ise 19391940 yıllarında, Kastamonu’da çıkan Görüşler dergisinde yayımlandı. Daha sonra Yeditepe, Varlık, Cumartesi, Yaratış, Değirmen, Hareket, Türk Dili dergilerinde şiirleri, Dost, Yeni Ufuklar, Demokrat İzmir gibi dergi ve gazetelerde ise yazıları yayımlandı. Batur’un 1960’ta Varlık Yayınları’ndan çıkan “Yeni Şiirimiz” başlıklı antoloji çalışması bulunuyor. ? Aynı zamanda yeni şiirimizin ilk şairlerinden olan Batur 92 yaşındaydı. Batur, Türk şiirini yakından incelemiş, bir antoloji hazırlamıştı. DOSTLARININ GÖZÜNDEN SABAHATTİN BATUR ‘Bir Cumhuriyet aydınıydı’ Turgay Gönenç: Sabahattin Batur’u 1955 yılında İzmir’de pasajda açtığı küçük galeride tanıdım. Dostluğumuz Türk Dil Kurumu elimizden alınıncaya dek sürdü. Kurultay boşluklarında gittiğimiz bir kahvede geçen şair sohbetlerini hiç unutamıyorum. Özellikle söz İzmir’e geldiğindeki duygusallığını... O aynı zamanda çok iyi bir kütüphaneciydi. Türk şiirini yakından inceledi, antoloji hazırladı. Ancak her şeyden önce o gerçek anlamda bir Cumhuriyet aydınıydı. Batur’un anısı bende hep sürüp gidecek... Oktay Akbal: Sabahattin Batur benim çok eski, çok sevdiğim bir arkadaşımdı. İyi bir şair, düşünür, usta bir felsefeciydi. Uzun zamandan bu yana rahatsız olduğunu biliyordum, ama ölümüne çok üzüldüm. Doğan Hızlan: Renkli bir dostu kaybettik. Şairliğiyle, kütüphaneciliğiyle ve konuşmalarıyla bizim kuşağın sevdiği ve aradığı biriydi. Kütüphane çalışmalarında, yöneticiliklerinde onu her zaman ziyaret ettim. Artık anılarımızda yaşayacak. Evin Esen son yolculuğuna uğurlandı ? Kültür Servisi Geçirdiği rahatsızlık sonucu hayatını kaybeden tiyatro, dizi oyuncusu Evin Esen (53), dün son yolculuğuna uğurlandı. Esen, Şakirin Camisi’nde kılınan ikindi namazının ardından Karacaahmet Mezarlığı’nda toprağa verildi. Bakan Günay tazminattan kurtuldu ? ANKARA (ANKA) Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Ressam Emine Öztürk’ün resimlerine “Bu tam bir rezalet! Bu resimleri ilkokul çocukları yapmaz” sözlerine verilen tazminat kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ndan döndü. Kurul, Bakan Günay’ın sözlerini “oyçokluğu” ile hakaret kabul etmedi. Bakan Günay, Kültür ve Turizm eski Bakanı Atilla Koç’un bakanlığı döneminde, “Atatürk’ün Doğumunun 125. Yılında Türkiye Resimleniyor” isimli proje kapsamında hazırlanan kitapta ressam Emine Öztürk’ün çalışmalarını eleştirmişti. Ressam Emine Öztürk de eleştirinin ardından Bakan Günay hakkında tazminat istemiyle dava açmıştı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle