17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 6 EYLÜL 2011 SALI [email protected] 14 KÜLTÜR Kendini Yazmak “Kurtuldum, kurtarıldım, yarı boğulmuş olarak derinliklerinde süründüğüm karanlık ırmaktan çıkarıldım. (…) Acıyı, mücadeleyi ve boğulmayı unuttum artık.” “Günaydın Geceyarısı” bir BBC çalışanınca Londra’da, kaldırımda satılan döküntü kitaplar arasında bulunduğunda yazarı Jean Rhys’ın hayatta olup olmadığı bilinmiyordu. İzi sürüldü, bir kıyı kasabasında bulundu. 72 yaşındaydı, emekli aylığı ile geçinmeye çalışan, yapayalnız, alkol sorunu olan bir kadındı. Yazmayı umutsuzca sürdürüyordu ve bir süre önce komşularına saldırıdan tutuklanmıştı. Roman, radyoya uyarlanıp yayımlandı ve büyük yankı uyandırdı. Kitapları arka arkaya basılıyor, kapışılıyordu. Rhys yıllar önce bıraktığı Londra’ya döndü. Neler hissettiği sorusuna yanıtı kısaydı: “Çok geç!” Önemli, özgün bir yazarın bunca geç kalışı nedendi peki? Niye zamanında anlaşılamamıştı? Kimi yorumlara göre; bazen erkek söylemi ve bakışını ödünç alması, kadın kahramanlarının varlığını onlarla süslemesi es geçilmesine neden olmuştu. Erkeklik hallerini romanlarında gerçekçi bir bakışla sergilemesi iticiydi. Kadınlar ise yazdıklarını, hayalleri gölgeleyici, umut kırıcı ve karamsar buluyorlardı. Herhalde asıl neden onun gözden kaçan, değeri sonradan anlaşılan yazar soyundan oluşuydu. Çoğu birbirine benzese de erkek karakterler karton değildiler. Onları incelik ve kabulle anlatıyordu. İyi niyetli, şaşkın, bir yerden sonra çaresizdiler. Rhys bu çaresizliğin acımasızlığa dönüşmesini yansıtıyordu. Öte yandan biraz da geleneksel kadınerkek rollerine dayalı ilişkilerde kadının verici ve duygusal yanının zekâsıyla çatışmasından ileri gelen bir çözülmeydi bu. 1890’da eski İngiliz kolonisi Dominik’te doğan Jean Rhys, on altı yaşında okumak için Londra’ya gitmiş, babası ölünce okulu bırakarak koro kızı, manken, ressam modelliği gibi işlere girip çıkmıştı. Daha sonra yasadışı ilişkilere bulaşmış bir Belçikalıyla evlendi, bir süre Paris’in bohem çevrelerinde yaşadılar. Kocası hapse düştükten sonra, kendisini yazmaya teşvik eden edebiyat eleştirmeni Ford Madox ile birlikte oldu. Dar bir çevrede adını duyurduktan ve bu aşk bittikten sonra yazmayı bırakmadı ama köşesine çekildi. Dörtlü (1928), Ayrılıktan Sonra (1930), Karanlıkta Yolculuk (1934), Günaydın Geceyarısı (1939) ve Geniş, Geniş Bir Deniz (1966) romanlarını yazdı ve her birinde hayatının farklı evrelerini değişik kadın kahramanlarla kurgulayarak anlattı. “Ben her zaman yalnızca kendimi yazdım” diyordu. Hayata şanssız başlamış, gençlik yılları boyunca, güçsüz, büyüleyici, edilgen, aşk özlemi içindeki küçük güzel kızı oynamıştı. Esin kaynağı zorluklarla geçmiş hayatı, paylaşmak istediği deneyimleriydi. Belki de bu yüzden haksız yere küçümsenmişti. Rhys, 1958’de Good Morning, Midnight ile İngiltere’nin en büyük yazarlarından biri olarak yeniden selamlandı. Wide Sargasso Sea, yazarın bitmemiş olduğu itirazına rağmen yayınevinin çabasıyla 1966 yılında yayımlandı ve ertesi yıl WH Smith edebiyat ödülünü aldı. 1978’de edebi katkılarından dolayı İmparatorluk nişanı ile onurlandırılan Rhys, sonraki yıllarını ünlü, sosyetik, zengin biri olarak geçirdi. Ne var ki kendinden nefret ediyor, yaratıcı çalışma dönemlerinde dönüşümlü öfke nöbetleri yaşıyordu. 87. doğum gününden önce bir bakımevinde öldü. Bir söyleşisinde “Bütün o arayışlar, parayla seks, üç felaket evlilik, alkolizm, depresyon, içimde saklı son derece ilkel ve aynı zamanda derin bir şeyden doğuyordu” dedi. “Şimdi bana öyle geliyor…” Jean Rhys: Adı geçen eserler / Can Yayınları Çev: Pınar Kür Çölde HANDE EAGLE Çöl denince akla ilk olarak Büyük Sahra Çölü gelir. Ben hem Büyük Sahra Çölü’nden, hem de bu çölün Mali sınırları içerisine giren bölgesinde muhteşem bir emek ve alın teriyle yaklaşık 32 yıldır müzik yapan Tinariwen’in 30 Ağustos’ta piyasaya çıkan yeni albümü “Tassili”den söz etmek istiyorum. 2.5 milyon yıllık olduğu bilinen Büyük Sahra Çölü’nü, çok büyük olduğundan olsa gerek, hep bizden çok uzaklarda bir yermiş gibi algılarız... Çölü aynı zamanda insan hayatının sürekliliği açısından zorluklar içeren, açlık, yoksulluk, sömürülmüşlük, yalnızlık, petrol zenginliği ve politik çatışmayla bağdaştırılan bir ekosistem olarak da düşünürüz. Bir başka açıdan çölleri develer, Bedeviler, çadırlar, kum fırtınalarıyla anımsarız. Romantik Hollywood filmlerinde ise çölleri geceleyin yıldızların pırıl pırıl parladığı, gündüzleri ise güneşin yakıp kavurduğu yerler olarak görürüz. Ben hayatımda hiç çöle gitmedim. yaşama Tinariwen Sezonu ‘Midnight Express’ serisiyle açacak olan Babylon’un bu kapsamdaki konuklarından biri de 23 24 Eylül’de göçebe müzisyenlerden oluşan topluluk Tinariwen şarkıyı dinledikçe, yaptıkları müziğin yaşadıkları ortamı nasıl yansıttığına tanık oldum. O ayak basmadığım çölde yaşanan acılara karşın bu müzisyenlerin beslediği hayat sevincini ve tutkusunu hissettim. Sanki çöldeymişim, gecenin geç saatlerinde bir ateşin çevresinde bu özgürlük tutkunu müzisyenlerle onların çaldığı mü “Çöller” anlamına gelen Tinariwen, hiçbir kategoriye sığmayan bir topluluk. Sanırım, en doğrusu, “Tinariwen” diye bir müzik kategorisi oluşturmak. Led Zeppelin’in vokalisti Robert Plant, “Tinariwen dinlemek, derin bir kuyuya kova salmak gibi” diyor. Dolayısıyla çöllerle ilgili bilgim izlediğim belgeseller ve filmler, dünya tarihine ilişkin okuduğum kitaplarla sınırlı. Yalnız bu kısıtlı bilgi dağarcığıma son zamanlarda bir yenisi eklendi: Tinariwen. Şu an kapsamlı bir dünya turnesi gerçekleştirmekte olan 8 muhteşem Tuareg müzisyenden oluşan bu grubun 5. albümü “Tassili”den 8 şarkı dinleme olanağını birkaç gün önce yakaladım. Doğrusu, Tinariwen’in varlığından, Zülal Kalkandelen’in 19 Ağustos 2011’de bu sayfada çıkan “Babylon’da Yenilikçi Dalgalar” başlıklı yazısını okuduğumda haberdar oldum. Ve bu 8 ziği paylaşıyormuşum gibi hissettim kendimi. Araştırdığımda, Tinariwen’le ilgili yabancı albüm eleştirilerinde, yaptıkları müziğin “blues, rock ve geleneksel Afrika müziğinin olumlu ve olgun bir karışımı” olarak tanımlandığını okumak benim için oldukça ilginçti. Galiba dinlediğimiz müziğin içinde elektro gitar, bas gitar ve akustik gitar olunca, hep yakından tanıdığımız, çocukluğumuzdan beri haşır neşir olduğumuz müziklerle ilişkilendiriyoruz onu. 1979’da Tinariwen’i kuran Ibrahim Ag Alhabib’in çocukken bir Western fil mindeki kovboyu gitar çalarken görmesinin ardından oturup kendine bir teneke kutu, bir sopa ve bisiklet fren telinden gitar yapması bence tüm bu değerlendirmelerin temelini oluşturuyor. Nass El Ghiwane ve Jil Jilala gibi protest müzik yapan Marakeşli grupların yanı sıra Elvis Presley, Led Zeppelin, Dire Straits, Jimi Hendrix ve Bob Marley gibi Batılı rock ve pop müzisyenlerinin yaptıkları müzikleri keşfettiklerini göz önünde bulundurmamız önemli olsa bile bence Tinariwen ne rock ne blues ne de Afrika müziğiyle alakalı. Bence Tinariwen gerçek çoksesli, çokuluslu, geniş açılı, dinlemesi oldukça düşündürücü ve rahatlatıcı müziği ayağımıza getiriyor. Rock, blues ve Afrika müzikleri de bir o kadar çoksesli, çokuluslu ve düşündürücü ancak bazen hiçbir kategoriye sığdırılmaması gereken müzikler/topluluklar vardır. Özellikle 1960’lardan bu yana Afrika’da yaşanan politik durum ve yol açtığı hasar düşünüldüğünde, Tinariwen’in “Tassili” albümünü değerlendirmenin en iyi yolu, bu albüm ve diğer tüm albüm çalışmaları için “Tinariwen” adlı bir müzik kategorisi yaratmak. Çünkü “Tinariwen” Berberi dillerinden biri olan ve Tinariwen’in güftelerini yazdığı Tamaşek dilinde “çöller” demek. Tinariwen’in Büyük Sahra Çölü’nde binbir zorlukla başlayan serüveni politik çatışma, yoksulluk, sömürülmüşlük, açlık içerebilir, ama kesinlikle yalnızlık içermiyor; özellikle de 2001’den bu yana artmakta olan hayranları düşünüldüğünde... Cezayir’in güneyindeki bir çöl kasabasında kaydettikleri yeni albümleri “Tassili”nin büyük ses getireceğine eminim, çünkü Led Zeppelin’in vokalisti ve söz yazarı Robert Plant’ın dediği gibi, “Tinariwen dinlemek derin bir kuyuya kova salmak gibi” ve bu albümlerinde de bu hissi aktarmayı bir hayli başardıkları söylenebilir. ([email protected]) Kevin Spacey ile buluşma III. Richard oyunu kapsamında atölye çalışması Kültür Servisi 59 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da seyirciyle buluşacak Kevin Spacey’nin başrolünde olduğu “III Richard” oyunu kapsamında İKSV Tiyatro Festivali ve Kevin Spacey Vakfı önümüzdeki yıllarda da devam etmesi düşünülen atölye çalışmaları başlatıyor. Bu yıl 9 Ekim’de yapılacak olan atölyenin biri bizzat Kevin Spacey’nin 18 30 yaş arası oyuncularla buluşacağı bir çalışma olacak. Bu çalışmaya katılmak için İstanbul Tiyatro Festivali aracılığıyla, İngilizce olarak yapılacak olan başvurular Kevin Spacey Vakfı tarafından değerlendirilecek ve 15 sanatçı davet edilecek. 7 Ekim’de yapılacak ve topluluğun deneyimli sanatçılarının yöneteceği atölye ise liselerin tiyatro kulüplerine, konservatuvar öğrencilerine yönelik olacak. Yaş sınırı 1518, katılımcı sayısı 30 olarak belirlenen atölye için yoğun talep olduğu takdirde 30’ar kişilik iki ayrı atölye düzenlenebilecek. Kevin Spacey Vakfı söz konusu atölye çalışmalarında yer alacak genç profesyonel sanatçıları ve de oyuncu adaylarını 7 Ekim suarede oyunu izlemeye davet edecek, oyundan hemen sonra da sanatçıyla kısa bir sohbet gerçekleştirilecek. Her iki atölye çalışması için son başvuru tarihi 14 Eylül. Detaylı bilgi için www.iksv.org, başvurular için [email protected]. T YATROKARE YEN SEZONA HAZIR TALYA’NIN BAŞKENT NDE ÜÇ ANIT TAHR P ED LD Roma’nın tarihine saldırı Kültür Servisi Roma’nın tarih ve sanat mirası son yıllarda yeni nesil vandalların saldırısı altında. İtalya’nın başkentinde son olarak üç önemli tarihi anıt saldırılar sonucu tahrip edildi. Saldırıların ilkinde “Piazza Navona”daki (Navona Meydanı) “Fontana del Moro”yu (Mağripli Çeşmesi) süsleyen mermer heykel hedef alındı. Güvenlik kameraları, bir erkeğin meydandaki çeşmeyi süsleyen heykele tekrar tekrar vurarak başının iki yanındaki iki parça mermeri kırıp aldığını kaydetti. Tüm saldırı bir dakikadan kısa bir sürede gerçekleşti. Yetkililerin en önemli tesellisi saldırıya uğrayan heykelin, büyük değer taşımasına rağmen, 200 yıl kadar önce yapılmış bir kopya olması. 16. yüzyılda Giacomo della Porta tarafından yapılan ve çeşmeyi süsleyen orilerinin sevk edildiğini, ancak onlar ulaşana dek saldırganların kaçtığını belirtiyorlar. Polis daha sonra Amerikalı bir öğrenciyi mermer parçaları koparmak üzere Colosseum’un duvarlarına tırmanırken yakaladıklarını duyurdu. Bu kişinin mermer parçalarını anı olarak ülkesine götürmek istediği belirtildi. Bu olayın diğer iki saldırıyla ilgisi olup olmadığı bilinmiyor. Son aylardaki saldırılarda, bundan 2000 yıl önce Roma’ya götürülen bir obelisk de (dikilitaş) graffitilerle kaplandı. Yetkililer bu gibi saldırıları önlemek için Roma’nın merkezine 1200 güvenlik kamerası yerleştirdi ve polis devriyelerini sıklaştırdı. Ancak kentin her gün on binlerce turist ağırladığı ve hükümetin bütçede kesintiye gittiği bir ortamda bu gibi saldırılarla mücadele etmek bir hayli güç. 20. yılda 5 yeni oyun Kültür Servisi Tiyatrokare 20. sanat yılına, farklı türde 3 yeni oyun ile geçen sezonun beğenilen 2 oyunu olmak üzere toplam 5 oyunla giriyor. Tiyatrokare’nin yeni sezona hazırladığı yapımlardan biri, Fransa’nın Goncourt Ödülü’ne değer görülen Emile Ajar’ın “Onca Yoksulluk Varken” adlı roman uyarlaması. Hatice Meryem’in kadın erkek ilişkilerine farklı bir boyut getiren ve yayımlandığı dönem çok ses getiren “Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun” adlı romanı da bu sezon Tiyatrokare tarafından sahneye taşınıyor. Tiyatrokare bu yıl ayrıca, kabare dalında bir denemeye de yer verecek. Kabare tiyatrosunun yeni, genç ve dinamik bir dil kazanması için “Ekşi Sözlük” ekibiyle uzun zamandır birlikte çalışan ekip, 2012’den itibaren interaktif ve her gece kısmen yenilenebilen “Ekşi Kabare” adıyla bir kabare yapmaya hazırlanıyor. Tiyatronun geçen sezonun beğenilen oyunlarından “Büyük İkramiye”, “Leyla’nın Evi” de bu sezon tekrar izleyiciyle buluşacak. Öte yandan “Bu da Benim Ailem” adlı komedi de turnelerde ve İstanbul’da farklı salonlarda sahnelenmeye devam edecek. K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K K Ü L T Ü R jinal heykeller ise bir müzede korunuyor. Bu saldırıdan birkaç saat sonra, kentin simgelerinden “Fontana di Trevi”ye (Trevi Çeşmesi) bir taş fırlatıldı, ancak taş çeşmeyi süsleyen heykellere isabet etmedi. Yetkililer iki saldırının aynı kişi tarafından düzenlenmiş olabileceğini düşünüyor. Olay yerine hemen polis kuvvet C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle