17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
23 EYLÜL 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR ‘MAMMA LI TURCHI!’ VE TÜRKLER GELD ! (2) 17 Yaşasın sinema! NUR B LGE CEYLAN ‘Cannes soğuk, Adana sıcak’ SAVAŞ KÜRKLÜ ADANA 18. Altın Koza Film Festivali’nde, Nuri Bilge Ceylan’ın, Cannes Film Festivali’nden ödülle dönen, “Bir Zamanlar Anadolu’da” adlı filmi, Türkiye’de ilk kez Adanalı sinemaseverlerle buluştu. Türkiye prömiyerine eşiyle birlikte katılan Ceylan, bugüne dek yaptığı filmlerde Anadolu motifini işlemek yerine, daha çok insanın iç dünyasına odaklandığını belirtti. “Bir Zamanlar Anadolu’da bunun en güzel örneği. Altın Koza’yı çok önemsiyoruz. Cannes profesyonel ama soğuk, Adana ise daha sıcak” diyen Nuri Bilge Ceylan sözlerine şöyle devam Vali Hüseyin etti: “Böyle bir Avni Coş, Nuri salon ve ilgi Bilge Ceylan’a plaket verdi. görmek çok güzel. Umarım böyle kalabalık salonları son görüşümüz olmaz.” Gecede Vali Hüseyin Avni Coş tarafından Nuri Bilge Ceylan’a katkı ve desteklerinden dolayı teşekkür plaketi verildi. Ayrıca festivalde “Yaşam Boyu Onur Ödülü” alan Adanalı yönetmen Ali Özgentürk’ün, aynı öyküden esinlenerek çektiği “Beni Sev” ve “Görünmeyen” adlı filmlerinin dünya prömiyeri yapıldı. Özgentürk, “Araştırmadım ama dünya sinema tarihinde ilk kez, aynı hikâyenin iki farklı yorumuyla yapılmış bir film çekildi” dedi. oma’da “Türk Filmleri Festivali”ndeyim. Dün bıraktığım yerden devam: Kültür Bakanlığı, Sinema ve Telif Hakları Genel Müdürü Abdurrahman Çelik kısa ama özlü açıklamasını yapınca, “Sinema Evi”’ndeki İtalyanlar önlerini ilikleyip neredeyse saygı duruşuna geçtiler… Mamma! Türkler gerçekten gelmişlerdi! Bu kez, filmleriyle! Çelik’in açıklamalarını şöyle özetleyebilirim: Türkiye, kendi ürettiği filmleri izlemekte Avrupa’da birinci, dünyada dördüncü sıradaydı: 2002 yılında Türkiye’de Türk filmi izlenme oranı yüzde 9, yabancı film izleme oranı yüzde 91’di. Bugünse yerli film izleme oranı yüzde 53’tü. Ve şimdiye dek bu alanda birinci olan Fransa’yı sollamıştık… Beş yıl önce Türkiye’de yılda uzun metrajlı 12 film üretilirken, bugün yılda 6070 uzun metrajlı film üretiliyordu. Beş yıl önce 120 milyon dolar gişe hasılatı, geçen yıl 250 milyon dolara yükselmişti. Dizilerin de eklenmesiyle, bu sayı 2 milyar dolardı. Halen Türkiye’de gerçekleştirilen 70 dizi, 47 ülke televizyonunda gösterilmekteydi… Çelik’in bu açıklamaları Türkiye’de sinemanın bir endüstri sektörüne dönüştüğünü, gelişmekte olduğunu ortaya koyuyordu… R ‘Kuzuların Sessizliği’ ve Üniversiteler... Vakıf üniversitelerinin çoğalmaya başladığı dönemdi. Aklına ve bilgisine güvendiğim, fakat iyimserliğinden ötürü bazen acele karar verdiğine inandığım bir dostum şöyle demişti: “Vakıf üniversitelerinin hızla çoğalmasını çok olumlu buluyorum. Çünkü onlar, devlet üniversitelerinin boyun eğmek zorunda olduğu kimi kısıtlamaların dışındalar. Böylece ‘özgür üniversite’ kavramı ülkemizde de yerine oturacak. Ben, artık özerklik ve bilimsel özgürlük açısından geleceğin vakıf üniversiteleri eliyle biçimleneceğine inanıyorum…” Bunları söylemiş olan dostum, artık çoktandır bu konuda konuşmuyor. Çünkü işin kokusu ne yazık ki çabuk çıktı. Bir defa vakıf üniversiteleri, öyle dıştan bakınca görüldüğü kadar ‘yönetimsel özerkliğe’ sahip değil. Örneğin yeni bölümler açmaktan başlayan ve uzayıp giden bir yelpazede, vakıf üniversiteleri de tıpkı devlet üniversiteleri gibi YÖK’ün onayına muhtaç. YÖK ise ‘Devlet’ demek. Devlet’in üniversitelerde yeni bölümleri onaylama veya onaylamama yetkisinin bulunması ise, Devlet’in bu üniversitelerdeki ‘bilimsel’ örgütlenmeye doğrudan karışabilmesi demek. Yani diyelim bir vakıf üniversitesi ‘Felsefe Bölümü’ diye bir bölüm açmak için Devlet’e, yani YÖK’e başvurduğunda, Devlet/YÖK bu talebi onaylamayabiliyor ya da onaylamayı istediği kadar sürüncemede bırakabiliyor. Bu konuda YÖK’ün önünde kimi zaman epeyce uzun kuyrukların oluştuğu, artık en azından bütün üniversite çevrelerinde bilinen bir sır(!). Öte yandan, YÖK’ün bu bağlamda yaptığı değerlendirmeler sırasında, işlemleri için onayını bekleyen üniversitelerin bünyesinde Devlet’in hoşuna gitmeyen veya ‘gitmeyebilecek’ öğretim elemanlarını barındırıp barındırmadığını araştırabilmesini ve gerektiğinde o üniversitenin ‘kulağını çekebilmesini’ de o kurumun, hem de doğrudan ‘kuruluş gerekçesinden’ kaynaklanan en doğal (!) hakkı saymak gerekiyor. Ayrıca hem devlet, hem de vakıf üniversitelerinin bu konuda ‘titiz’ davranmaları da, taşıdıkları ‘akademik’ sorumluluk bilincinin (!) doğal bir yansıması sayılabilir. Bu sorumluluk bilincinin yeterince korunabilmesi için vakıf üniversiteleri, devlet üniversitelerinde şimdilik! bulunmayan bir özgürlükle de donatılmışlar. Devlet üniversitelerinde kadrolu çalışan öğretim elemanları, ‘devlet memuru’ sayıldıklarından ötürü, görevlerinden kolay uzaklaştırılamıyorlar. Buna karşılık vakıf üniversitelerindeki ‘kadrolu’ öğretim elemanları aslında ‘sözleşmeli’ olduklarından, sözleşme süresinin sonuna doğru kendilerine ‘sözleşmelerinin bundan böyle yenilenmeyeceği’ bildirildiği anda kendilerini kurumlarının dışında buluveriyorlar. Tıpkı geçtiğimiz aylarda Beykent Üniversitesi’nde görevli olan Prof. Dr. Ataol Behramoğlu’na yapılan bildirim gibi! Ya da 18 yıllık bir iletişimci olan sevgili Zeynep Altıok’un geçtiğimiz günlerde Sıvas olayları nedeniyle ‘yaptığı/yapacağı’ açıklamalar nedeniyle Doğuş Üniversitesi’ndeki görevine son verilmesi gibi! İki yıl kadar önce, İstanbul’daki bir devlet üniversitesinden sanat kuramı üzerine çeşitli dersler vermem için davet edilmiştim. Atama işlemleri başladığı sırada derslerim arasında bulunan ‘Antik Çağdan Günümüze Eleştirel Düşüncenin Gelişmesi’ başlığındaki ‘eleştirel’ sözcüğünün atamanın onaylanmasını güçleştirebileceği söylenerek, ‘eleştirel’ yerine ‘başka bir şey’ bulmam söylenmişti. ‘Başka bir şey’ bulamadığım için, o ‘özgür’ üniversitenin bünyesinde yer almaktan vazgeçtim… Soldan sağa; Ali Pandır, Ferzan Özpetek, Cem Yılmaz ve Şener Şen. izden çaldığımız yönetmen’ Roma Türk Filmleri Festivali boyunca yer alan her toplantı, her konuşmada sık sık vurgulanan nokta, iki ülke arasında kurulan bağların, işbirliğinin, sinema sanatı aracılığıyla güçlenmesiydi… Bana soracak olursanız en sağlam köprüyü kuran Ferzan Özpetek’in ta kendisi. İtalyanlar ondan söz ederken sık sık “Sizden çaldığımız yönetmen” diyorlar. Roma Belediyesi Kültür İşleri Danışmanı Dino Gasperini’nin sözleri hâlâ kulağımda: “Biz Ferzan’ı İtalyan sayıyoruz ve yaşamı böylesine derinlemesine ve incelikle yansıttığı için ona her an teşekkür ediyoruz… Biz bu festivali sadece kültür karşılaşması olarak benimsemiyoruz. Türkiye’nin görsel ve işitsel zenginliğini tanımamız için bir fırsat olarak değerlendiriyoruz.” Ferzan Özpetek bir yandan festivalin sorumluluğunu üzerine almışken bir yandan da ekim sonunda çekimlerine başlayacağı yeni filmini damıtıyor aklında ve yüreğinde. Türkçeye “Muhteşem varlık” diye çevirebileceğimiz ‘S (adı bu olmasa da) film bu kez Roma’da geçiyor. Ve Cem Yılmaz’ın da rolü var bu yeni filmde. Elbet Sezen Aksu’nun sesi de olacak… Ferzan Özpetek’in beni her şeyden daha çok heyecalandıran sonraki işi ise: “La Traviata” operasını Napoli’da o harikulede San Carlo Operası’nda sahnelemek! Floransa’da “Aida” ile yarattığı mucizeyi gördükten sonra nasıl heyecanlanmaz ki insan! (Sinemaya dönüyorum: ) Türkiye’nin sesleri ve renkleri Türkiye’nin görsel ve işitsel zenginliğiyle birlikte tüm sesleri ve renklerini sunacak zengin bir festival programı var. Yavuz Turgul’a Onur Ödülü de getiren festivalde, ona ayrılmış “Usta’nın filmleri” dışında şu bölümler var: “Filmleriyle Geliyorlar”: “Aşk Tesadüfleri Sever”, “Atlıkarınca”, “Kosmos”, “Kavşak”, “Press”, “Usta”, “Uzak İhtimal”, “Çoğunluk”... “Türkler Neye Güler?”: “Beynelmilel”, “Hokkabaz”, “Organize İşler”… İlk filmler: “Sonbahar”, “Nefes”, “Takva”… Ayrıca belgeseller ve kısa filmlerle dolu dolu bir program. Festival Nuri Bilge Ceylan’ın “Bir Zamanlar Anadolu” filmiyle sona erecek. Toplam 30 filmmiş… Farklı renklerden ve seslerden, harikulade hazırlanmış kısacık tanıtım filmi, dünden başla yarak İtalyan televizyonlarında gösterilmeye başlandı. Akşam elçilikteki davette tanıtım filmini izlemiş tüm İtalyanlar bütün filmleri görme isteği uyandıran bu tanıtım filminden söz ediyorlardı… İtalyan sinemasının büyük ismi Lilian Cavani’yi karşımda görünce şaşkınlığımdan sıyrılıp yanından ayrılmıyorum: (Dirk Bogarde ve Charlotte Rampling’li “Gece Bekçisi” filmini unutmadınız ya!) Dolu dolu çalışmaya devam ediyor Cavani, film çekiyor, opera sahneliyor, oyun yazıyor ve “Ferzan Özpetek hayranıyım onu yakından izliyorum” diyor… Katıldığım her sanatsal etkinlikte ya devamı gelmesi, ya burada kesiliverirse endişesi kara bir bulut gibi peşimi bırakmaz. Bu kez içim rahat. Tofaş Ceo’su Ali Pandır, “Biz vazgeçmeyeceğiz, onlar gerçekleştirdikleri sürece biz katkıya devam edeceğiz” diyor. “Ülke ekonomisi ve istihdamına yaptığımız katkıları, sosyal sorumluluk alanında destek verdiğimiz böylesi değerli kültürsanat projeleri ile artırmayı ilke edindik” diyor. Bursa Anadolu Arabaları Müzesi; Umurbey Hamamı içerisine kurulan Tofaş Sanat Galerisi; Venedik Bienali Türk Pavyonu… Yaşasın sanayiden sanata akın var akın… Evet, evet, sanata daha çok, daha çok, daha çok destek... Yazıyı bitirmem gerek: Birazdan kırmızı halılı açılış var: Yavuz Turgul’un ödülünü, onun eşsiz ve vazgeçilmez oyuncusu Şener Şen alacak…. Cem Yılmaz’ın da keyfine diyecek yok. Çünkü ondan illaki “komiklik beklemeyen”, önyargısız bir izleyicinin karşısına çıkacak… Sonra… Biz susacağız filmler konuşacak…Yaşasın sinema! Bir çocuk daha okusun diye 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) ZÜLFİKAR NAKLİYAT Ev ve Ofis Ta şımac ılığı Telefon: 0216.575 91 22 0532.564 17 17 0555.302 66 34 Sizin için taşınmayı sorun olmaktan çıkarıyoruz... Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 0212 275 52 44 www.yekuv.org [email protected] Vakıflar Bankası Osmanbey Şubesi 00158007287986476 C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle