27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 9 AĞUSTOS 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER SuriyeSavaş Sesleri? Masallarla Ülke Yönetilmez! “İlhan Selçuk kendi gazetesine bomba attırdı.” Böyle bir haber o günlerde bütün gazetelerde çıkmıştı! Çok geçmedi, bir sabah erkenden İlhan’ı evinden alıp götürdüler... Daha uykudaydı, kalktı, gelen görevlilere çay ikram etti, sonra birlikte emniyet müdürlüğüne gitti. Saatlerce sorguya çekildi. Neler mi sordular? Başta bomba olayını... Ardından daha başka şeyleri... İlhan iki gece emniyetin bir odasında sabahladı. Baktılar ki olmayacak, sabah karanlığı bıraktılar. Zaten rahatsızdı, bir ameliyattan yeni çıkmıştı. Ama dayanıklıydı. Sağlık açısından değil, kafa sağlamlığı, devrimlere, Mustafa Kemal’e inandığından, gücünü tarihsel bir zenginlikten aldığından... Bir yıl sürdü savaşı. Hastane koğuşlarında yattı. Türlü acılar çekti. Sonra, çekti gitti... Bizleri öksüz bırakarak... En çok da onu seven, ona inanan on binlerce okuru... Şimdi gerçek aydınlanıyor. Emniyette görevli birkaç kişi, on altı yaşındaki bir çocuğun eline bombalar tutuşturmuşlar, “Git bunları Cumhuriyet gazetesine at” demişler. O da kendi yaşındaki birkaç arkadaşıyla (hemen hepsi yoksul aile çocukları) gitmişler Cumhuriyet’in önünden birkaç kez geçmişler, sonra o bombaları değil de molotofları bahçeye atmışlar... Ünlü mahkemede bir bir açıklıyor o genç çocuk... Adlar da veriyor. Mahkeme başkanı fazla konuşturmak istemiyor, sözünü kesmeye çalışıyorsa da başaramıyor. Genç çocuk, “On altı yaşında verdiğim ifadeye inandınız, yirmi yaşımda doğruları söylüyorum, niye karşı çıkıyorsunuz? Daha da bildiklerim var” demekten geri kalmıyor... Şu Ergenekon, davalarının iç yüzü elbet bir gün ortaya çıkacak! Her şey, tarih sayfalarında bir utanç sayfası gibi yer alacak! İşte başladı bile!.. “Cumhuriyet”e atılan bomba, nasıl bir masalsa, öteki tüm suçlamalar da ayrı bir masal!.. Ne var ki uyduran iyi uydurmuş!.. Daha da uyduruyor... Ama masallarla tarihi yanıltmak olacak iş değildir. Gün gelir yalanlar bir bir ortaya çıkar. Türkiye, Suriye’ye hangi gerekçeyle olursa olsun bir müdahale düşünüyorsa, bundan derhal vazgeçmelidir. “En başarılı” bir müdahale dahi Türkiye’yi içinden yıllarca kurtulamayacağı bir bataklığa saplayacaktır. Uluslararası hukuk Türkiye’ye müdahale hakkı bahşetmemektedir. Suriye’de soydaş veya Türkiye’ye yönelik terör sorunu yoktur. Faruk Loğoğlu CHP Adana Milletvekili T ürkiye, Suriye sorununu yanlış bir mecraya sokmakta ve iki komşu ülke arasında sıcak çatışma tehlikesini arttırmaktadır. AKP iktidarının bu kabul edilmez eğiliminin işaretleri nelerdir, altında yatan nedenler nedir ve sonuçları ne olabilir?.. Bu soruların yanıtları yaşamsal önem taşımaktadır. Üç önemli gelişme, AKP iktidarının Suriye’ye bakış açısının ipuçlarını vermektedir. Bülent Keneş’in Zaman’daki son “Suriye’de Yaşanan Katliamlarda İran’ın Rolü” yorumunda, İranSuriye dayanışmasının bir ŞiiAlevi ittifakı olduğu vurgulanmakta, Suriye olayları mezhep ayrışması ekseninde ele alınmakta, hem İran, hem Esad rejimi eleştirilmektedir. “Şii hilali”nin “Tahran açısından bozulmasına asla müsaade edilmeyecek stratejik bir değer niteliğinde” olduğundan söz edilmektedir. Burada önemli olan husus, yazarın Suriye’deki gelişmeleri içine İran’a da katarak mezhep dayanışması/çelişkisi eksenine oturtmasıdır. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin komşu Suriye’deki olaylara bölge seviyesinde bir ŞiiSünni karşıtlığı açısından bakılması önerilmektedir. Yazar ve gazetesinin günümüz Türkiye’sinde sahip olduğu ağırlık dikkate alınırsa, bu tahlil önemlidir. İkinci gelişme, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın son açıklamasıdır. 6 Ağustos günü bir toplantıda basında yer alan haberlere göre, “Suriye konusunu dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü Suriye ile 850 kilometre sınırımız var. Akrabalık, tarih, kültür bağlarımız var. Dolayısıyla burada olanlar bitenler, asla bizim seyirci kalmamıza fırsat vermez. Tam aksine, oradaki sesleri duymak zorundayız, duyuyoruz ve gereğini yapmak zorundayız” demiştir. Başbakan Erdoğan bu sözleriyle uluslararası hukuk ve ilişkiler alanında yeni bir çığır açmıştır. Aynı şeyler bütün komşularımız için de söylenebilir. Ancak bu, “Sizde olanlar bizim de iç meselemizdir” deme hakkını Türkiye’ye vermez. Başbakan Erdoğan’ın bu çıkışı Türkiye’nin Suriye’ye müdahale etme niyetinin işaretiyse, bu fevkalade yanlış, tehlikeli ve sonu ancak hüsranla bitebilecek bir yaklaşımdır. Son ve üçüncü gelişme Dışişleri Bakanı Prof. Davutoğlu’nun bugün Şam’a yapacağı ziyaretidir. Bu, Esad’ı muhalefetle görüşmeye ikna etmeye yönelik bir ziyaretse, olumlu ve yerinde bir karardır. Fakat ziyaret, olası bir Türkiye müdahalesi öncesi sıra savmak için yapılıyorsa, bu, çatışma ihtimalinin gündemde yukarı tırmanmakta olduğunu gösterecektir. Bu üç gelişme yan yana konulduğunda, ortaya acaba Suriye’ye müdahale mi gündemdedir, sorusu akla gelmektedir. AKP iktidarının bu yaklaşımının altında iki neden yatmaktadır. Biri, İslam dünyasına ağırlık ve öncelik veren AKP’nin dünya anlayış ve bakışındaki Sünni dayanışmasının sahip olduğu ayrıcalıklı yerdir. ŞiiSünni saflaşması, ABD ve İsrail’de kimi çevreler tarafından da özellikle İran’a karşı teşvikinin yararları irdelenen bir husustur. Oysa mezhep ayrışmasından yararlanmaya kalkışmak, bunun üzerine politika inşa etmek “insanlığa karşı suç” mertebesinde bir yanlıştır. Bu ancak, zaten kaynayan ve sorunlu Ortadoğu bölgesinin sonu, İslam dünyasının ise geri kalmışlığa mahkumiyeti neticesini doğurur. İkinci neden ise AKP iktidarının “ustalık” döneminde ABD’nin de etkisi ve telkinleri doğrultusunda, Libya ve Mısır’dan sonra, İran ve Suriye’ye karşı da daha Batı yanlısı politikalar izleme eğilimidir. Batılıların dürtüsüyle, bu değişikliğin bölgesinde Türkiye’nin daha geniş bir rol oynama hevesiyle ilgisi olabilir. Böyle bir içgüdüyle hareket ediyorsa, AKP yine yanılmaktadır. İçerde kendi sorunlarını çözememiş olan bir Türkiye’nin bölgede lider ülke konumuna gelmesi mümkün değildir. Üstelik bölge ülkeleri ve Batılılar da buna zaten cevaz vermezler. Türkiye, Suriye’ye hangi gerekçeyle olursa olsun bir müdahale düşünüyorsa, bundan derhal vazgeçmelidir. “En başarılı” bir müdahale dahi Türkiye’yi içinden yıllarca kurtulamayacağı bir bataklığa saplayacaktır. Uluslararası hukuk Türkiye’ye müdahale hakkı bahşetmemektedir. Suriye’de soydaş veya Türkiye’ye yönelik terör sorunu yoktur. Ankara, 1998’de Suriye’ye PKK konusunda rest çekmiş ve başarmıştı, çünkü bunun ulusal güvenliğimizi ilgilendiren bir sorun olduğunu iki taraf da biliyordu. Bu sefer durum farklıdır. İnsani mülahazalarla müdahale ise uluslararası toplumun müşterek sorumluluğudur, ancak bu bile kesinlikle Libya’daki çok hatalı yaklaşım paralelinde, yani askeri müdahale şeklinde öngörülmemelidir. Ayağımızı denk alalım. Komşu Suriye’nin iç sorunlarını çözmesi için yardımcı olalım ama tehlikeli ve ısmarlama atılımlara asla heves etmeyelim. Sözümüz Var... Bizler sabahları, kavgası uğruna canını vermiş yiğit gazetecilerin duvarlarda asılı fotoğrafları arasından geçerek gireriz Cumhuriyet’e... Siz okurken de gözünüzün önünden yiğitler geçsin... Ve bu gazeteyi okurken sorun: Niçin?.. Niçin bu baskılar, bu saldırılar, bu kurşunlar, bu bombalar Cumhuriyet’e?.. Kaç gündür yine Cumhuriyet’e atılan bomba var sayfalarda. Belki de ömründe hiç gazete okumamış bir çocuğun eline bomba verip Cumhuriyet’e gönderen gücü düşünüyorum. Neden?.. Bunun yanıtını düşüne düşüne girmiştim Cumhuriyet’in arşivine... Yanıt oradaydı çünkü... Yıllar öncesinin sayılarında, Türkiye’nin bugün başına örülen çorabın ilk uyarıları vardı Cumhuriyet’te... Mustafa Kemal’in laik cumhuriyetini tarumar ederek rövanşı almak isteyenlerin büyük tuzağına ilk tepkiler, ilk uyarılar oradaydı... Manşetlerde, haberlerde, köşelerde, her satırda, her sütunda... Arşivleri taradıkça canım yandı... Sayfaları yüzüme kapatıp ağlamak istedim... Bugün namuslu aydınlarından, yargıçlarından, bilim adamlarından, askerlerinden, onurlu yurttaşlarına kadar... Cumhuriyetin temel taşlarına süren saldırı, tehlikenin ilk farkına varan ve ilk uyarıyı yapan Cumhuriyet’ten başlamıştı doğal olarak... Şu elinizde tuttuğunuz gazeteye iyi bakın... O nedenle yasaklıdır... İktidarın sözünün geçtiği hiçbir yere giremez... Ona bomba atanlar ile yasak koyanların ortak amaçlarının hangi karanlık köşelerde kesiştiğini bilemeyiz... Bildiğimiz: Cumhuriyet’in tek sahibi sizsiniz... Sadece size ihtiyacı var... Bizler her sabah, aydınlık sevdası uğruna canını vermiş yiğitlerin fotoğrafları arasından geçip gireriz Cumhuriyet’e... Moralimiz bozuk, keyfimiz kaçık, yüreğimiz ezik olabilir... İçimizde gidip gelir sızılar... Ama tehlikenin farkında olan, bugün dizine vuranları ilk uyaran, onurlu gazeteciliğinden asla ödün vermeyen, bombalarla sinmeyen, ulusuna karşı görevini yapmanın gururunu taşıyan Cumhuriyet’in hüzünlü ama onurlu yoludur bu... Asla değişmeyecek... Sözümüz var... Hiroşima ve Nagazaki’de Katledilen İnsanlık... Emperyalist dürtülerle şan kazanmak, toprak almak ve doğal zenginliklere göz dikmenin yanı sıra ırk, din ve mezhep ayrışmalarıyla da ülkeler birbirlerine saldırmaktadır. Öyleyse; “Yurtta ve dünyada barış” yaklaşımı, zorunlu bir evrensel ilke olmalıdır. Ertuğrul KAZANCI EğitimciHukukçu 945 yılının 6 ve saptananlar, insanoğlu9 Ağustos gün nun yekdiğeri için işleleri Japonya’da diği cinayetlerin doruk Onun için de Almanya’nın yersiz isteklerine boyun eğmektedir. Savaş için bahane bulamayan Nazi yönetimi, Polonya üniforması giydirilmiş üçbeş adamına sınırı geçirtip Almanya’ya ateş açtırır. İlan edilen odur ki; “Polonya, günahsız (!) Nazi rejimine saldırmaktadır!..” 52 milyon insanın yaşamına mal olan savaşın başlangıcı budur. İşin sonu da; “Berlin, Roma, Tokyo mihveriyle” Hiroşima ve Nagazaki’deki insanlara ölesiye dayanır. Patlayan atom bombalarıyla 400 bin kişi yaşamını yitirmiştir. İki kuşak radyasyondan etkilenmiştir. Bu kerteye gelen olayın nedeni, 19391945 yılları arasındaki savaştır.19141918 tarihli eski sürece de dönersek ne görürüz? Zalim bir çatışma, “Nobel Vakfı” kurucusunun ürettiği dinamitlerle karşılıklı yapılmıştır. Emperyalist rüzgârlara kapılan Osmanlı da Anadolu yiğitlerini, Galiçya’dan Süveyş’e uzanan hayallerle tüketerek, “Sevr” hezimetini imzalamıştır. Sevr’den sonra; “Megali İdea” senaryosuyla “Küçük Asya’ya” giren Yunanistan’ın serüvenini, kendi yurttaşlarının yoğunlukla desteklemediği gerçektir. Anadolu bozgunundan sonra Yunan halkı iç kavgalar yaşamış, sorumluları yargılatmıştır. Savaştan sonra Atatürk ile Venizelos tarafından başlatılan dostluğu bu anlamda değerlendirmelidir. 1 noktasıdır. Gerçi Japonya’nın; “Hiroşima” ve “Nagazaki” kentlerine atılan atom bombalarından sonraları daha da güçlü nükleer silahlar geliştirilmiştir. Ama uluslararası silah sanayii ticareti, bu yönde henüz kullanım alanı bulamamıştır. Uzakdoğu’daki sömürgen uğraşlar için ABDJapon çekişmesi, İkinci Dünya Savaşı’nın ayrı bir bölümüdür. “Tanrısal” saydıkları imparator adına Japonya, Güneydoğu Asya’da istekler içindedir. Filipinler dahil iriliufaklı adaları önceden kapmış bulunan ABD ise Okyanusya’da etkinlik peşindedir. “Pearl Harbour” baskınında rol alan Japon “kamikazelerle”, atom bombaları fırlatan “Sam Amca’nın” aslında farklılıkları yoktur. Ama her iki tarafın dilinde; “yurt ve ulus” gibi üst değerleri öne süren sahte öyküler vardır. Olan, siyasal tutkular peşindeki hükümetlerin yazık ettikleri halklardır!.. Nâzım Hikmet de, halktan birini anlatır: “Denizde bir bulutun öldürdüğü/ Japon balıkçısı genç bir adamdı/ Dostlarından dinledim türküsünü/ Pasifik’te sapsarı bir akşamdı...” Hak ve hukukları olmadığı halde, başka ülkelere el atan politikalar belleklerden silinmiş midir? Örneğin, Çin sahillerini topa tutarak İngiliz şirketleri yoluyla ülkeye zorla afyon satanları koruyan Kraliyet donanmasının 19. yüzyıldaki işlevi unutulabilir mi? Ama Londra’nın yeknasak açıklamaları, sömürgeciliğin tarihsel bir yüzsüzlük örneğidir: “Anavatan için donanma, Çin kıyılarındadır..” ABD ve Fransa ise bu hare İnsanoğlu 20. yüzyıl boyunca yaşadığı savaş lardaki korkunç boyutları şimdilerde aklından çıkarmış mıdır? Sorunun yanıtı,“evet”olacaktır. Çünkü; dünya savaşlarından sonra bile Vietnam, Kongo, Angola, Kenya, Endonezya, Cezayir, Fas, Tunus, Libya, Grenada, Burindi ve Filistin’deki katliamlarını düzenleyen; ABD, İngiliz, Fransız, İspanyol, Portekiz, Hollanda, İsrail saldırganlıkları kenara atılabilir mi? Emperyalist yalancılıkla “kitle imha silahları” varmışçasına Irak’a düzenlenen vahşet dolu sarkma, yıllardır gündemdedir. Afganistan, vurgunlarla dolu bir trajedi tahtası olarak içler acısı konudur. Libya’ya “NATO” müdahaleleri acımasızca sürdürülmektedir. Balkanlar’da savaş fırtınaları sonrası göreceli bir sessizlik hüküm sürerken, Kafkasya sancılar içindedir. Bir irdeleme: Tarih, emperyal yayılmacılığı; “ülkesel çıkar” kavramına payanda eden safsatalarla doludur. “Haçlı seferleri” adı altında ön Asya’yı kana bulayan bağnazlardan tutunuz da mezhep ayrılıklarıyla aynı dinden insanların, ötekileri nasıl hedeflediklerini günümüzde de görürsünüz. ABD ve AB’nin, ulusların egemenlik erklerini çalan siyasetleri dikkatinizi çeker. Asya ve Afrika’daki devletlerarası kabile kavgalarını seyredersiniz. Kimi ülkelerin şoven politikalarını da saptarsınız. İşte o zaman çoğu savaşların orijinini buldunuz demektir!.. Savaş nedenleri oluşturmak için aldatmalar yapıldığını örneksemek üzere sadece 1 Eylül 1939 sabahını anımsamak yeter: Polonya, tetikteki komşusundan kuşkuludur. Sonuç Masum insanların da katledildiğini anlayan yoğun bir dünya kamuoyu, Hiroşima ve Nagazaki’deki törenleri üzülerek izlemektedir. Ama bilinmelidir ki, emperyalizm asla uslanmayacaktır. Ta ki; “İnsan, insanın kurdudur” tutkusu yadsınarak; “Yurtta ve dünyada barış” esaslı bir evrensel düzen kurulana kadar... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle