19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 31 AĞUSTOS 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Topyekun Savaş HERHALDE vaktiyle kendimize “asker milletiz” dediğimizden olacak, olur olmaz her mücadeleye “savaş” demeyi pek severiz; sıtma savaşı, verem savaşı gibi. Şimdi, çok şükür, gerçek savaşa benzer ciddi bir tek sorun kaldı: Terorizmle savaştığımızı söylüyoruz. Hem de şehitler vererek, acılar çekerek, matemler tutarak. ma, İkinci Dünya Harbi’nden beri bütün savaşların temel düsturu olan bir kuralı unutarak: Unutuyoruz ki, bu çağda her savaş, ister silahlı, ölümlü olsun, ister sağlık ya da eğitim gibi alanlarda kullanıldığı mecazi anlamda söylensin: Artık her savaş “topyekun” olmak zorundadır. Yani, hangi anlamda alınırsa alınsın, her savaş kararı hedefin üzerine bütün gücünüzle gitmeyi, her yanını, her boyutunu, her uzantısını göz önünde tutarak, eksiksiz, toptan, “total” olarak bütünüyle. elki de bu kuralı unutuyor oluşumuz, en ciddisinden en mecazisine kadar, artık hiçbir savaşı tam bir tutarlılıkla, her cephesine önem vererek, uyumlu biçimde yürütecek bir devlet felsefesine, mekanizmasına, hukuk yapısına, hatta amaç bütünlüğüne sahip olamayışımızdandır. Gerçek anlamına en yakın olarak adlandırdığımız “terorizmle, terörle, teröristlerle savaş” durumunda bile topyekunluk var mı? Siyasal partilerimiz arasında bu savaşın anlamı, hedefi, kapsamı, gerekleri ve sonuçları bakımından görüş birliği var mı? Bırakın partiler arasını, muhalefet ve bazen iktidar partisinin içinde de değişik yaklaşımlara rastlanmıyor mu? a da bambaşka bir açıdan bakalım: Başka hangi ülke vardır ki, mecazi olmayan, ölümlü bir savaş içinde olsun da öyle bir ülkenin medyasındaki cepheleşme sivilasker ilişkisini, ulusal özgüveni ve kurumlar arası uyumu böylesine bozucu boyutlara ulaşmış olabilsin? Tamgün Kandırmacası: Halkımız Gerçeği Bilmeli Ö KHK’den sonra ne olacak? Gerek üniversite, gerekse Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan yetişmiş, deneyimli hekimlerimizin emekli olarak ya da istifa ederek özel alana geçmesi, beklenen bir sonuç olacaktır. Prof. Dr. Erdener ÖZER İzmir Tabip Odası Başkanı Memleketimizden Manzaralar Dr. Coşkun ÖZDEM R A 2 B Y 6.08.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan kanun hükmündeki kararname (KHK) ile kamuda görev yapan hekimlerin serbest meslek faaliyetlerini kısıtlayan düzenlemeler yapılmıştır. Hekimlere ve hekimlik mesleğine kin dolu bir ruh hali ile hazırlanan, hekimlerin serbest çalışma hakkını gasp eden ve ne vahimdir ki, Anayasa Mahkemesi’nin iptale ilişkin gerekçeleri ve Danıştay kararları hiçe sayılarak yapılan bu düzenleme ile “Tam Gün” olarak bilinen hekimlik mevzuatı yeniden kanunlaştırılmıştır. Anlaşılan mevcut iktidarın halkın iradesini temsil eden Meclisi ve toplumsal alanda çalışan demokratik örgütlerin düşüncelerini hiçe sayarak hazırladığı çok sayıdaki KHK’lerden, bu kez hekimler de nasibini almış görünüyor. Üstelik kamuoyu önünde hekimlik onuru yine ayaklar altına alınıyor; hekimler ve tabip odaları yıpratılmak isteniyor. KHK ile yapılan düzenlemelerin kamu yararı gözettiğini öne sürerek, haklarının gasp edildiğini savunan tabip odalarını ve Anayasa Mahkemesi’ne tek itiraz edebilecek kurum olan ana muhalefet partisini kamuoyu karşısında hedef göstermek, ne ölçüde ileri demokrasi örneği sayılabilir? Kamuoyu tarafından açık olarak bilinmelidir ki, hukuk devleti ve yargı kararları yok sayılarak, ilgili hiçbir kişi ve kurumun görüşü alınmadan, kapalı kapılar ardında hazırlanan son KHK ile hekimlerin serbest mesleki faaliyet hakkı ortadan kaldırılmaktadır. Bu düzenleme ile özetle: nehane ve benzeri yerler açamayacak ve vakıf üniversitelerinde çalışamayacaklardır. 4 Kanunun yürürlüğü açısından herhangi bir geçiş süresi öngörülmemiş, kanunun derhal uygulanacağı düzenlenmiştir. Biz hekimler, vatandaşımıza sağlık sistemi konusundaki gerçekleri bir türlü anlatamıyoruz, anlattırılmıyoruz. Halkımızın eskiye göre sağlık hizmetine daha kolay ulaşmasına karşın, ulaştığı hizmetin nitelikli olmadığını, “paran kadar sağlık” gerçeğini ve sistemin aksayan parçalarının üzerinin nasıl örtüldüğünü sürekli ifade etsek de, anlaşılan halkımız polikliniklerde beş dakikada muayene olmaya, acil servislerde ve yoğun bakımlarda sıkıntı çekmeye, kanser ve kronik hastalıklara daha kolay yakalanmaya razı görünüyor. yorgun argın neden muayenehanenin yolunu tutsun? Bu değerli zamanı, ailesi ya da sosyal yaşantısı yerine, neden işte geçirsin? Bu ülkede yıllarca sıralarda dirsek çürütmüş, işe yeni atılmış bir hekim, işe yeni başlamış bir polisten daha az maaş almaktadır. Yıllarını mesleğine adamış emekli bir hekim, aynı kıdemdeki emekli bir hâkimden daha düşük bir emekli maaşına sahiptir. Serbest çalışma hakkı Hep söylüyoruz: Biz hekimler güvenceli iş ve emekliliğe yansıyan güvenceli ücret istiyoruz. Performansa dayalı ek ödeme bizi mutlu etmiyor. Bizler çok hasta bakarak, çok hasta ameliyat ederek değil, çok can kurtararak ücret almak istiyoruz. Bizler emeklilik dönemimizde kimseye muhtaç olmadan yaşamak istiyoruz. Bu nedenle bizler, tek sanatımız olan hekimliği kullanmak için serbest çalışma hakkımıza sahip çıkıyoruz. Pekiyi bu KHK’den sonra ne olacak? Gerek üniversite, gerekse Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinde çalışan yetişmiş, deneyimli hekimlerimizin emekli olarak ya da istifa ederek özel alana geçmesi, beklenen bir sonuç olacaktır. Dolayısı ile vatandaş, bu hekimlere ulaşmak için, ne yazık ki özel sağlık kurumlarına yönelecektir. Gönül ve akıl isterdi ki, özellikle eğitim ve araştırma hastanelerindeki hekimlerimiz için yaşanan olumsuzluklar, bu yasaklayıcı düzenlemeler ile değil, güvenceli iş ve ücret sağlayıcı düzenlemeler ile çözümlenseydi. Sosyal devlet anlayışı bunu gerektirirdi. Kandırmaca Pekiyi biz hekimler, kendi mesleki haklarımızı kamuoyuna yeterli düzeyde anlatabiliyor muyuz? Yaşadığımız dönemde hekime ve hekimliğe karşı kamuoyu önünde yürütülen olumsuz tutum ve davranışlar nedeniyle, karşımıza önyargıdan oluşan koskoca bir duvar çıkıyor ne yazık ki. Oysa biz hekimler de bu ülkenin insanlarıyız. Bizim de taleplerimiz herkes gibi; geçinmek, barınmak ve insanca yaşamak üzerine. Bir kere daha ifade etmekte yarar var: “Tamgün” konusu tam bir kandırmacadır. Kamu hastanelerinde çalışan hekimlerin, 40 saat olan haftalık çalışma zamanının tamamını çalıştığı kurumda tamamlaması “Tamgün çalışma” olarak isimlendirilmektedir. Geçen yıl çıkarılan “Tamgün” yasasından ve yapılan değişikliklerden sonra, 2011 Şubat ayından bu yana, kamuda çalışan tüm hekimler zaten kurumlarında tamgün çalışmak zorundadır. Tamgün çalışma konusunda değişen bir mevzuat hiçbir zaman olmamıştır. Bu nedenle ortada gürültüsü koparılan “Tamgün Yasası” aslında tamgün çalışma ile ilgili değildir. İşin gerçeği ve asıl hedeflenen, hekimlerin mesailerini tamamladıktan sonraki zaman diliminde serbest çalışma hakkının elinden alınmasıdır. Bu şekilde hekimlerin kamuda ya da özelde kıstırılarak, hekim emeğinin karşılığı olan ücretin değersizleştirilmesidir. Hekimlerin serbest çalışma hakkına olan istekleri nereden kaynaklanmaktadır? Bir hekim günde 8 saat çalıştıktan sonra, Hakkımızı arayacağız Diğer yandan söz konusu KHK hakkında vurgu yapılması gereken bir başka sorun da, üniversite ya da Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerinde mesleki eğitim alan öğrencilerin eğitiminin ne olacağıdır. Zira tıp eğitiminin usta çırak ilişkisine benzer geleneksel bir yapısı vardır. Bir başka deyişle işin erbabı olan kişi, mesleğini ancak ameliyatta ya da poliklinikte hasta bakarken öğretmektedir. Oysa son düzenleme ile serbest çalışma hakkını tercih edecek bir üniversite öğretim üyesi, gelir getirici faaliyetlerde bulunamayacağından, ameliyat ve hasta muayenesi gibi eğitimde yararlandığı modellerden mahrum kalacaktır. Sonuç olarak elbette ki biz hekimler, hekim örgütümüze ve paydaşlara sarılıp, özlük haklarımızı sonuna kadar savunacağız. İzmir Tabip Odası olarak kararnameye itiraz etme olanağımızın bulunmamasına karşın, bu kararnamenin dayanak olacağı uygulamalara karşı hakkımızı yasal zeminde arayacağız. içbir kurumun görüşü alınmadı 1 Sağlık Bakanlığı’na bağlı kurum ve kuruluşlarda görev yapan hekimlerin serbest meslek faaliyetini (muayenehane, işyeri hekimliği, özel sağlık kuruluşu vb.) engelleyen bir mevzuat oluşmaktadır. 2 Üniversitede görevli öğretim üyeleri, yalnızca eğitim ve araştırma faaliyetlerinde bulunmak ve döner sermaye faaliyetleri kapsamında gelir elde edilen hizmetlerde çalışmamak kaydıyla, yükseköğretim kurumlarından başka yerlerde mesleki faaliyette bulunabilecek, meslek ve sanatlarını serbest icra edebileceklerdir. 3 Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu hekimler de mesleki faaliyette veya serbest meslek icrasında bulunmak üzere muaye H nce biraz geriye gidip şu son ayların gündeme düşen olaylardan örnekler vereceğim. Sonra bugünlere geleceğim? Unutulmaz olaylar bunlar ve açıkça geri kalmışlığımızı, ilkelliğimizi vurguluyor. Ülkenin Başbakanı Kars’ta dünyaca ünlü bir sanatçımızın yaptığı anıtı ucube olarak nitelendiriyor ve yıkılması direktifini veriyor. Çünkü sanattan anlayan(!) odur. Her kararı o verir. Yakında Can Yücel’in mezarına saldırı gerçekleşiyor. Kanuni Sultan Süleyman dönemini konu alan bir TV dizisinin muhafazakâr Osmanlı hayranları tarafından tepki ile karşılandığını hatırlarsınız. Bu tepkilere birbirinden ilginç çıkışları ve incileri ile ün yapan Bülent Arınç “İcabı yapılmalı” diyerek katılıyor. Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Doğu Perinçek, Mehmet Haberal, rektörler ve üst düzey, yüksek rütbeli subayla birlikte çok sayıda generalin tutukluluğu devam ediyor. Onlara yenileri ekleniyor. Orduda tam bir çökertme gerçekleştiriliyor. Tahliye kararı veren hâkimin görev yeri değiştiriliyor. Ucube diye tanımlanan heykelin yıkım kararını durduran hâkimin de... Deniz Feneri davasının 3 savcısı değiştiriliyor. Ülke rüşvet ve yolsuzluk haberleri ile çalkalanıyor. Bilgi Üniversitesi’nde porno içerikli bir tez çalışması nedeni ile 3 öğretim üyesi görevden alınıyor. 14 yaşındaki erkek çocuk ailenin kararı ile 17 yaşındaki ablasını 21 bıçak darbesi ile öldürüyor. İnanılmaz bir kolaylıkla sayısız cinayet işlendiğine tanık oluyoruz bu ileri demokrasi(!) ülkesinde. Bir üniversite rektörü bazı uygulamalara karşı protesto gösterisi yapan öğrencileri “Sizi kovarım, dışarı atarım, siz Atatürk’ten ilham alamazsınız” diye tehdit ediyor. Özerk ve ücretsiz üniversite isteğinde bulunan öğrenciler cop ve sopa ile dövülerek yerlerde sürükleniyor ve aylardır hapis yatıyorlar. Hamile bir öğrenci bebeğini kaybediyor. İlgili bakan, çocuklara zarar verilmemiştir buyuruyor. “Çok sayıda yurtseverin ve 3 parti başkanının 57 bin hükümsüz tutuklu ile birlikte hapiste olduğu basın özgürlüğü, kadınerkek eşitliği, gelir dağılımı sıralamalarında en gerilerde yer alan ve uluslararası endekslerde Melez (hibrid) rejim olarak anılan, İslami engizisyondan söz edilen, basının ağır baskılar altında olduğu bu ülkenin Başbakanı Libya’dan sonra Katar’da ‘İslam âleminin kahramanı’ Üstün Müslüman Şahsiyet unvanları ile ödül alarak selamlanıyor. Aynı Başbakan Libya olayları için ‘NATO’nun orada ne işi var’ çıkışından 10 gün sonra Libya’ya birlikte savaş gemilerimizi Haçlılarla birlikte NATO’nun emrine veriyor ve bir vakitler övgü ile anılan Kaddafi’nin devrilişi alkışlanıyor. İleri demokrasi ile ilgili daha öğreneceğimiz çok şey var.” C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle