26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 28 AĞUSTOS 2011 PAZAR 8 PAZAR YAZILARI Bindiği dalı kesen Brükselli vimizin yakınlarındaki parkttaki futbol sahasının yanında, eline testere almış ağaç dalı kesen birini gördük. 30 saniye geçmeden adam yere düştü. Kendi bindiği dalı kesmişti. Kendisi ne “Laz”dı ne de Nasrettin Hoca! Geçen hafta Brüksel’de yaşandı olay ve kahramanımız yerli bir Brükselliydi! Nasrettin Hoca’nın heykeli boşuna dikilmemiş sürrealitenin başkenti Brüksel’e demek ki... Ya “tanıtım afişleri üzerinde yer alan Fransızca slogan” yüzünden Türklerin şirketine Flamanların tepki göstermesine ne demeli? Belçika’daki FlamanFrankofon anlaşmazlığının kurbanı bu defa bir Türk şirketi oldu. BrükselHalleVilvoorde seçim bölgesinin ayrılması krizi Türk inşaat şirketinin şantiyesine yansıdı. Brüksel civarındaki Krainem ile sınır komşusu olan Flaman Sint Stewens Woluwe semtinde Limbouw İnşaat şirketine ait şantiye Flaman ırkçılarının saldırısına uğradı. Şantiyeyi güvenlik açısından kapatmak üzere kullanılan bariyerlerin üzerindeki şirket logosu ve altında bulunan Fransızca “nous batissons la confianceGüveni inşa ediyoruz” sloganı Flaman ırkçılarını rahatsız etti ve tanıtım afişleri üzerine Frankofon partilerinden Brüksel’deki Frankofonların haklarını en sert şekilde savunan siyasi partisi FDF’yi nazilerle eşdeğer gösteren gamalı haç çizildi. Ayrıca Flamanca olarak “pardon anlamadım” anlamına gelen “wablief” yazısı yazan saldırganların kim olduğu bilinmezken inşaat şirketi sahiplerinden Muhammed Yıldırım, “Birlik içerisinde çokluk, çokluk içerisinde birlik, sloganıyla yola çıkan Avrupa başkentinin sınırlarında herhangi bir dile hem de Fransızcaya bu denli bir saldırıda bulunulmasını son derece trajikomik ve çirkin buluyoruz” dedi. Bu son olay, eğer olur da Belçika bölünürse, biz Türklerin de önemli bir sorunla karşı karşıya kalacağını gösteriyor. Flamanların arasında yaşayan Türkler Flamanlarla, Valonların arasında yaşayan Türkler Valonlarla kalır da olan biz Brüksel’de yaşayan Türklere olur. Sahi biz de bildiğimiz dile göre mi belirleriz acaba tarafımızı? Daha ramazan başlamadan Brüksel’de Faslıların yoğun olarak yaşadığı Molenbeek semtinden komedyen BRÜKSEL Ben Hamidou, “Ramazanda oruç tutmayan Molenbeek’te ortada gözükmesin” demişti. Fas kökenli Belçikalı ve ERDİNÇ UTKU yerli Belçikalı bir çiftin Brüksel’de oruç tutmadığı gerekçesiyle Müslüman gençlerin tacizine maruz kalmasından sonra Musulmans Progressistes (İlerici Müslümanlar) tarafından çifti desteklemek amacıyla “Azınlıklar içindeki azınlıklar”a hoşgörü imza kampanyası başlatıldı. Dernek “çokkültürlü toplumdan yana olanların, özellikle de Müslümanların, barışçıl ve kültürel çeşitlilik içindeki bir toplumu savunmak için harekete geçmesi gerektiğine” inanıyor. Flamanlar arasında da tanınan Türk kökenli Belçikalı siyasetçi Selahattin Koçak, Flamanca olarak yayımlanan ikinci kitabı “Eigen Volk Eerst”de “yerli” ve “göçmen” kavramlarını sorguluyor, ırkçıların sloganı olan “eigen volkkendi halkımız” kavramını irdeliyor ve çokkültürlü yaşamın fiyaskoyla sonuçlanıp sonuçlanmadığını ele alıyor. Koçak “mizahi ve iğneleyici bir dille kaleme aldığı kitabında ırkçıların ipliğini pazara çıkarmayı” amaçlıyor. Hakiki Kabakçı mahlasıyla başarılı taşlamalar kaleme alan, Brüksel’de yaşamını sürdüren Emirdağlı hiciv yazarının geçen ay Türkiye’de yayımlanan “Gâvurcuya Mektup” adlı şiir kitabı Belçika’da da okurlarıyla buluştu. Yazının başında anlattığım anekdota uygun olarak Nasrettin Hoca’nın torunlarından Hakiki Kabakçı’nın “Belçika’yı niye sevdim” başlıklı taşlaması ile bitirelim yazıyı. (parantez içindeki açıklamaları ben ekledim) Uymadı bana ne Flaman ne de Fransız dili. / Olunca bir paket firit (kızarmış patates) ve üstünde pili pili (acılı sos). / Ben senin başka yemek aramamanı sevdim. Sevmedim Atomium’daki dokuz topunu. / Sevmedim Grand Palace’daki “Gotik” yapını. / Sevmedim heykelden işeyen çocuğun tipini. / Ben Nasreddin heykelini tam kıramamanı sevdim. Sanıyorsun, çocuk parasıyla nüfus patlıyor. / Peki yerli vatandaşın bu teşviki neden atlıyor. / Bunu kullanan yabancılar; bak! nüfusları katlıyor. / Ben senin bunlara kafa yoramamanı sevdim. Her aklı esen kişi nasıl da kuruyor dernek. / Her derneğe akıtırsın oluk oluk ödenek. / Bir eline ödenek raporu alıp, ötekine değnek. / Ben senin gider hesabı soramamanı sevdim. İş aramayıp yan gelip yatana verirsin somacı (işsizlik parası). / Ya da mütüvelde (sağlık sigortası) tutarsın, ne ağrı vardır ne acı. / Kafa doktorundan rapor almış; kullanmıyor ilacı. / Ben senin akıllı delinin üstüne varamamanı sevdim Ne bu kadar yabancının Belçika’ya doluşunu. / Ne bu karma karışık “seçim sistemi” buluşunu. / Ne de bir Türk’ün Belçika’da bakan oluşunu./ Ben senin aylarca hükümet kuramamanı sevdim. [email protected] B E ir önceki yazımızda Fransa’da yaşayan Müslümanlara dair en taze resmi verilere değinmiş; sayıları, ibadet, gelenek eğilimleri hakkındaki araştırmalardan derlemeler yansıtmıştık. “Helal ürünler” pazarının coştukça coşan rakamlarına “helal olsun” demiştik. Bugün biraz daha sübjektif, kişisel gözlemlere dayanan bazı ayrıntıları aktarmak istiyoruz. Epeydir “Paris, 11 ayın 1 Sultanı ramazanı nasıl ağırlar” diye merak eder dururdum. Bizi buralarda öncelikle biraz şaşırtan (şeytan avukatlığı yaparsak) fakirzengin demeden herkesin normal zamanlardan daha fazla tüketme olgusuydu. Dinin icaplarına rağmen ramazanda tıkınma çılgınlığı nasıl bir çelişkidir? Üç kez Paris’in Kuzey Afrika Arabı ve Kara Afrikalı sakinlerinin yaşadığı semtlerine pazar kurulduğu veya sair günlerinde özel açılmış ramazan tezgâhlarını görmek için gittik. Pazara girdiğiniz anda kendinizi adeta bir Afrika ülkesi pazarında hissediyorsunuz. Biriki has Fransız veya meraklı turist dışında kuzeyi ve ortası ile Afrikalı’dan başka müşteri görmek epeyce zor. Özellikle de Paris’in 18. Bölgesi’ndeki Barbes Mahallesi civarında. Poissonniers ile Dejean sokaklarının kavuştuğu köşedeki Kara Afrika pazarına bakınca kendinizi bir an Bamako, Dakar, Konakri’de sanabilirsiniz. Satıcılar mallarını sepetler, kullanılmış meyvesebze küfeleri veya karton kutuların üstünde sergiliyor. Alıcılar Fransa Müslümanları ve ramazan: Yavuz hırsız otlu galetalar, arasında ağır hamur tatlıları ve tek tük geleneksel tarzla, kuşkusuz ramazan ayının gözbebeği başta yeni moda İslamcı kılıkları bağdaştırmış hurma olmak üzere çeşit çeşit kuru kadınların dışında Afrikalı Müslüman yemişler... Buranın bir başka özelliği kadınların çoğunluğu “ilkellik”lerini (!) Selefiler ve Biraderlerin varlığının biraz keyifle koruyorlar. daha hissedilir olmasında. Yasal Anlaşılan Müslüman yasaklara rağmen 12 cesur (!) PAR S Biraderler veya Hoca nikaplı dışında kadınların çoğunluğu Efendi’nin “Modern sıkma başörtülü. Mahrem” neferleri henüz Ramazan pazarları etrafında bir onlara ulaşamamışlar. başka ilginç tespitimiz daha oldu. Şu Paris’in 11. ile 20. sıralar Paris’te hayretlik biçimde Bölge’lerini ayıran Asyalı, özellikle de Çinli fahişeler Belleville bulvarına salı ve UĞUR HÜKÜM yaygınlaştı. Belleville pazarının cuma günleri kurulan pazar girişinde 10 civarında kadının piyasa gerçekten tam bir cümbüş. yaptığını görünce önce şaşırdım. Kısa bir Benzetmek gerekirse herhalde Cezayir, araştırmada bakın neler buldum: Kahire Oran, Marakeş, Tunus veya Kahire çarşı pazarlarına benzetilebilir. Estetik açıdan bir Arap Dünyası Sosyal İncelemeler Enstitüsü’nün müminlerin ramazan birikim taşıdığını söylemek zor. Fakat yine ayındaki davranışları hakkında araştırması de biraz daha karışık etnik nüfusu bir Liberté isimli gündelik Cezayir gazetesinde yanda, ahenkli bir bütünlüğüyle daha bir yayımlanmış. Buna göre ramazanda Arap panayır havasını hissetmek olası. Yoğurt, ülkelerinde üretim verimliliği yüzde 73.3 peksimet, tür tür tuzlu, şekerli, baharatlı, düşerken trafik kazaları 3 misli, fuhuş ise yüzde 216.4 oranında artıyormuş... Söz araştırmadan açılmışken ismi bir dönem Fransa Milli Görüş Teşkilatı genel sekreteri diye geçen Fransalı bir Türk Müslüman, Dr. Ahmet Bakcan’ın “ilmi” incileriyle bitirelim. Bu zat 2007’de İstanbul’da yapılan Uluslararası İslamofobi Konferansı’na VII. Paris Üniversitesi Sosyal ve İlimler Uzmanı sıfatıyla katılmış. Tabii ki bu üniversitenin kadrosunda böyle bir isim yok. Ama R.T. Erdoğan veya Ekmeleddin İhsanoğlu isimlerinin altında bir toplantıya katılınca olur bu kadar “takıyye.” Bakcan bir taşla iki kuş vuruyor. Hem edebiyat, hem ilim yapıyor: “Fransa’da 20. yüzyılın başından beri yaşanan sosyokültürel çalkantıların sebeplerinin arkasında 1789’da Fransız ihtilaliyle başlayan ve 1879’lu yıllarda eğitim camiasında dindarların tasfiyesiyle devam eden, 1905 yılında laikliğin ihdas edilmesi ile pekiştirilen antidin mantığının yerleştirilmesini görmek mümkündür. Irkçılık veya ayrımcılık Albert Camus’nün Veba eserinde söylediği gibi, ‘Veba basili ne ölüyor ne de kayboluyor, hepimizin odasında herhangi bir yerde veya çamaşırlarımızın arasında bir veba basili bulunur.’ Dün veba basili antisemitizm idi, bugün ise ırkçılık ve İslamofobilik olarak karşımıza çıkmış durumda.” Gördünüz mü nasıl yavuz hırsız olunur? [email protected] Ağır işlere sarılmak ve renkli ipler mcam “Oğlum ye iç de seni okuttuğumuza dua et, okumamış olsaydın bizden farkın olur muydu?” cevabını vermişti bana. Kendisinden bu cevabı beklememiştim. Benim sorum basitti, karşılığında da basit bir cevap alacağımı sanmıştım. O ise bana ders niteliğinde bir yanıt vermişti. Bu cevap aslında konuya bir girişti, devamı vardı. Kendisi, Viyana’ya 70’li yılların ortalarında Türkiye’den gelmiş, girmiş olduğu inşaat firmasında 90’lı yılların sonuna kadar, tam tamına yirmi yıl aralıksız çalışmıştı. Bu aslında bir rekordu. Viyana’da günümüzde inşaat firmalarında sadece aylarla ifade edilen bir süre çalışılmakta. Köyde çiftçilik, çobanlık yapardı. Kışları ise Çukurova’da portakal bahçelerinde, kanallarda ve inşaatlarda çalışırdı amcam. Kazandığını, ağabeyinin kazancıyla birleştirir, evleri için hayati ihtiyaç olan gazı, tuzu ve bezi telafi ederlerdi. Önce ağabeyi gurbete çıkmıştı. Daha sonra da ağabeyi onu götürmüştü Viyana’ya. Sorum yirmi yıl boyunca aynı firmada kendisine çıkış verilmeden nasıl kaldığıydı. “Okuttuğumuza dua et” sözünden sonra başladı anlatmaya; “Oğlum, ben gönüllü olarak hep zor işlere gittim, kanallara girdim, bundan dolayı da beni firmada tuttular.” Neden hep kanallara girdin diye sık yaşamışımdır. sormuştum: “Dedim ya oğlum Aynı firmada kalabilmenin çaresinin ağır sana, seni okuttuğumuza dua et diye. İşte işlere sarılmaktan geçmesi de Nesin’i haklı ondan dolayı. kılmıyor mu diye düşünmüşümdür. Hep kanalın içine girmemin bir sebebi Sorunlara çare bulmanın örneklerinden bir vardı. Kanalın üstünde kalmış olsaydım, tanesi daha vardır ki çocuklarıma anlattığımda aşağıdakiler benden ölçüyle ifade edilen bir bana inanmamışlardı. Harf ve rakamları bile şey isteyebilirlerdi. Ben de okur yazar bilmeyen amcam, kalmış olduğu haymdan olmadığım için istenilen ölçüde veya (Avusturya’da bekâr göçmen işçilerin kaldığı ağırlıkta veremeyecektim. Gönüllü olarak ev) bacanağı tarafından evine misafirliğe başkalarının yapmak istemedikleri ağır götürülür. işlere sarıldım. Böylece de İki yerin arasındaki mesafe tramvay ile firmada kalmış oldum. Nedeni V YANA yaklaşık bir saat kadardır. İlk defa okur yazar olmamak, oğlum, gitmektedir arkadaşının evine. anladın mı şimdi beni?” dedi ve Arkadaşı “Ali sana evin yolunu sözünü bitirdi. Amcamla göstereyim, bir dahaki sefere sen tek Avusturya’da yaşamını nasıl başına gelirsin” der. Amcam bir defa sürdürdüğü konuşurken ve bu gittiği yolda daha sonra tek başına konuşmalarımızı düşündüğümde KADİM ÜLKER gider ve gelir. hep Türk mizahının ustası Aziz Ancak bu arkadaşının tarifi ve Nesin’i anımsarım. “Otobüs” adlı gösterdiği yolu iyice öğrenmesinden dolayı bir film vardı. Filmde, dolandırılan bir grup değildir. İşte Nesin’in en zor şartlarda bile bir Türk vatandaşının Avrupa macerasında çözüm bulabilme kıvrak zekâlılık tespiti karşılaştıkları sorunlar anlatılmaktaydı. buradadır. Ali amcam yola çıkmadan önce Film Türk basınında o zamanlar bir “harika” renkli ipler koymuştur cebine.Yol üzerinde olarak değerlendirilmişti. Filmi Türkiye’de beğenmeyen tek kişi Aziz Nesin’di. Aziz bindiği, indiği, Nesin, filmi ile ilgili düşüncesini Atillâ döndüğü ve durduğu her yere belli olsun diye İlhan’ın o zamanlar çıkarmış olduğu Sanat cebindeki iplerden birer tane bağlayarak, Olayı dergisine yazmıştı. Hatırladığım eve kadar gitmiştir. kadarıyla Nesin, “Otobüs” filmini o zaman Bir sonraki ziyaretinde arkadaşının evini o aşağı yukarı şöyle eleştirmişti: iplerle işaretlemiş olduğu yolu takip ederek Türkler kıvrak zekâlıdır, en zor şartlarda bile bulur. Aziz Nesin’in “Türkler en zor sorunlarına mutlaka bir çözüm yolu bulurlar. şartlarda bile bir çözüm bulur” tespitine ek Türkler temizdir, yattıkları yere katiyen olarak, amcamın gözleri görmeyen ve pislemezler. Nesin, Türklerin kaçta kaçı nedir kilometrelerce uzakta olan bahçesinden, açıklamasını yapmadan önce filmi eleştirirken köydeki evine yalnız gelen Türklerin kıvrak zekâlılığına ve temizliklerine Âşık Veysel’in de köylüsü olduğunu vurgu yapıyordu. belirteyim. Bu yılın mart ayında kaybettiğim Aziz Nesin’in de tespit ettiği Türklerin kıvrak amcamı saygıyla anıyorum. zekâlılığına ait örnekleri, kendilerine sosyal [email protected] danışmanlık yaptığım mesleki yaşamımda sık ‘Eski tüfek’ler, yeni çıraklar... Mürsel, Mehmet ve Kemal, Cengiz, Sabri,ben, Ankara Atatürk Lisesi’nin tıfıl Suphi ve arkadaşlarını bir anma toplantısında, sesimizi Mihri hocanın sesine katmıştık: “Hayâli gönlümde yadigâr öğrencileriydik. Boyumuza posumuza bakmadan, “Deli kalan, Bir yanım deryada Veli” gibi zalim okul çalkanır şimdi, On beş müdürünün baskılarına yoldaşıyla boğulup ölen, aldırmadan, Hukuk’ta, Bir yanım deryada çalkanır şimdi...” Mihri Belli, 1940’ların Siyasal’da düzenlenen siyasi toplantılara katılır, amfilerde Che Guavera’sıydı. İlk üniversiteli ağabeylerimizin sosyalist fikirlerle üniversitede arasına karışarak konferans okuduğu Amerika’da tanıştı. dinlerdik. Sol düşünceyle yeni 1947’de, Yunan İç Savaşı’nda devrimcilerin safında dövüştü, tanıştığımız günlerdi. Mihri Belli’nin, küçük kitapçık yaralandı, ölüm tehlikeleri halinde basılmış Milli atlattı, yüzbaşı rütbesine dek Demokratrik Devrim broşürü yükseldi. Yunanlı arkadaşları, ona, Mustafa Kemal’i başucu kitabımızdı. Liseli altı çağrıştıran “Kapetan (yüzbaşı) kafadar, birimizin yüksek sesle okuduğu broşürü yorumlayarak Kemal” adını vermişlerdi. anlamaya çalışırdık... Yasaklı Türkiye Komünist Siyasal Bilgiler Fakültesi Partisi Merkez Komitesi üyeliği görevinde bulundu. Milli amfisine gittiğimiz bir günde, Muzaffer Erdost, toplumların Demokratik Devrim tarihi gelişimini anlatıyordu: hareketinin ve 68 Kuşağı İlkel toplum, köleci toplum, devrimci gençlik hareketinin feodal toplum diyerek o güne önderi oldu. 12 Eylül darbesinden sonra ömrünün geldi... İşçi sınıfının, proleteryanın özelliklerini önemli bir bölümünü İsveç’te sıraladıktan sonra, küçük geçirmek zorunda kaldı. Ancak burjuvazi, orta burjuvazi ve “sığınmacılığa” hiç sıcak büyük burjuvazinin özelliklerini bakmadı. Ona göre, “sığınmacılık”, ülkedeki anlattı. Kafamız karmakarışıktı. Yarı anlamış, yarı anlamamış devrimci mücadeleye yeniden bir halde amfiden ayrıldık, dönebilmek için başka bir Kurtuluş Parkı’na, oradan da ülkede “bir nefes molası”ydı. Ankara Koleji’nin önüne geldik. Sığınmacılar, gittikleri ülkelerde yok olmamalı, bir Ankara Koleji, o yıllarda tek özel gün yeniden MALMÖ öğretim kurumuydu... ülkelerine Akşam üzeri, kolejin dönmeliydiler. Bu ilkokul öğrencileri düşüncelerini kendi yaşamında kapıya yanaşan özel arabalarla evlerine da gerçekleştirdi, ALİ HAYDAR götürülüyordu. Mürsel, koşullar NERGİS aniden durdu, onları elverdiğinde göstererek, Türkiye’ye geri döndü, “Konferansta hocanın sözünü ettiği ‘küçük mücadelesini kaldığı yerden burjuvalar’ bunlar olsa gerek” sürdürdü. Türkiye Emekçi dedi. Olurdu olmazdı diyerek Partisi , Özgürlük ve Dayanışma yeniden tartışmaya başladık. Partisi ve Sosyalist Demokrasi Partisi’nin kurucuları arasında Cebimizdeki Milli Demokratik Devrim broşürünü çıkarıp yer aldı. Geçirdiği bir kaza kitapta yerini bulmaya çalıştık. sonucu son yıllarını yatakta Evet, tutarsızlıklarına, geçirdi. Buna karşın, kararsızlıklarına karşın, “küçük mücadeleden çekilmedi. Son seçimlerde “Emek ve burjuvazi” diye bir sınıf vardı ve mücadelede devrimci Demokrasi Bloku”nun güçlerin safında yer alıyordu. milletvekili adayları arasında Her şeye aklımız yatıyordu da yer aldı. Belli için uzun yıllar “kolej bebesi” diyerek alay yaşadığı İsveç’te de bir anma ettiğimiz bu zengin çocuklarının toplantısı düzenlendi. Runt devrimci mücadeleye nasıl Hörnet salonunda yapılan katkıda bulunacaklarına bir türlü konuşmalardan sonra gazeteci akıl erdiremiyorduk... Daha Abdullah Gürgün tarafından sonra, konuyu Kemal’in, Ziraat İsveç televizyonu için hazırlanan “Mihri Belli Fakültesi’nde okuyan ağabeyi Oktay’a sorduğumuzda, Belgeseli” gösterime sunuldu. aldığımız yanıt karşısında Belgeselin sonunda, Paul mosmor olmuştuk. İleriki Robeson’un, ABD tarafından süreçte de, Oktay’ın etkisiyle öldürülen İsveçli Devrimci Joe Hill için seslendirdiği şarkı yer PDA’cı (Proleter Devrimci Aydınlıkçı) olmuştuk... alıyordu. Şarkıda, Hill sadece Sonraları farklı görüşlere sahip kendi mücadelesini değil, dava olmamıza karşın, Mihri Belli’ye arkadaşı Belli’yi de anlatıyordu sevgimizi, saygımızı yitirmedik. adeta; “Mücadele neredeyse, O, bizim için devrimci mücadeleye yıllarını vermiş bir ben oradayım.. “eski tüfek”ti; bizlerse çırak... Ben hiç ölmem, Karadeniz’de, 15 yoldaşıyla Ben hiç ölmem!..” katledilen Türkiye’nin ilk [email protected] sosyalistlerinden Mustafa A Ne Gent’i sevdim ne Anvers’i ne Brüksel’i. / C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle