23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 AĞUSTOS 2011 CUMA CUMHUR YET SAYFA kultur@cumhuriyet.com.tr KÜLTÜR Torre di Lago’da Puccini Festivali 17 Doğa ile müziğin buluşması Geçen haftadan sizlere sözüm var: Torre di Lago’daki Puccini Festivali’ni paylaşıyorum… Önce biraz atmosfer: İtalya’nın Toscana bölgesi… Uçsuz bucaksız uzanan bağlar… Üzüm ve şarap kokuları… Etrüsklerden kalma biçimleri yeniden yaratan eller ve köyler… Servilerle şekillenmiş tepeler… Bunları aşıp varıyorsunuz Torre di Lago’ya. Yani “Gölün kulesi”ne. Minicik bir köy burası. Güller, begonvilyalar ve sardunyalarla bezenmiş. Tek tük suya uzanmış tahta iskeleler, önünde küçük kayıklar. Gölün çevresinde doğayı tedirgin edecek tek yapılanma yok. Bir iki küçük kahve, restoran, o kadar... Birkaç kentinde doğmuş; ama yaşamının 30 yılını burada geçirmiş. Yukarıda özetlediğim doğa ile bestecinin doğası buluşunca ortaya çıkan sonucu ancak “romantizmin doruğu” diye taçlandırabiliriz… Puccini, göle ilk görüşte vurulmuş, sevgilisi, (sonradan karısı) Elvira’yla buraya yerleşmiş, fırtınalı aşklarını burada yaşamış, esin perileriyle burada sevişmiş, büyük operalarını burada bestelemiş, ömrünün son demlerinde, hayalini, kendi operalarını bu gölde dinleme arzusunu yakınlarına açmış… Puccini’nin ölümünden altı yıl sonra da 1930’da yakın dostların girişimiyle, bu gölün kıyısında, Puccini’nin müzeye dönüşmüş evinin önündeki meydanda, “La Boheme”, 1931’de ise “Madama Butterfly” temsil edildi. Ve böylece Torre Del Lago Puccini Festivali’nin tohumları atılmış oldu. Her yıl 20 Temmuz 20 Ağustos tarihleri arasında yineleniyor Puccini Festivali. Sahnesi gölün üzerine kurulmuş olan 3 bin 500 kişilik bir açık hava tiyatrosu var… Tiyatroya minicik bir köprüden geçerek ulaşıyorsunuz. Bu yıl bir haftaya “Madam Butterfly”, “La Boheme” ve “Turandot” operalarını sığdırdım. Verdi’den aldığı “mirası” daha da ileri götüren; gerçeklikten dışavurmculuğa, romantizme yönelen Puccini, İtalyan opera geleneğinde dramatik içerikle “melodik” yapıyı en ustaca harmanlayanlardan biri. Aryaların birçoğunun dillerden düşmemesini, her şeyden önce eserlerindeki armonik zenginliğe borçlu… Ama başarısını vokal çizgiyi sürekli yükselterek duyguların egemenliğine salıvermesi de söz konusu… Puccine’de melodiyi sürükleyen duygudur… Zaten bu nedenle onun operalarının birçok aryası tek tek, kendi başlarına da daha geniş kitleler tarafından sevilir . ‘Ölüm Kültürü’nde Ölçütler Üzerine... Geçen hafta bu köşede yayımlanan “Yanlış Bir ‘Ölüm Kültürü’ Üzerine Düşünceler” başlıklı yazımı paylaştıklarını bildiren okurlarıma çok teşekkür ediyorum. Bu arada Sayın Dr. Tekin Özertem’in mesajını, izniyle aynen alıntılıyorum: “Sayın Cemal, ‘Yanlış Bir ‘Ölüm Kültürü’ Üzerine Düşünceler’ yazınız için size teşekkür ederim. Yazınız bana Perikles’in Peleponezya Savaşı’nda ölenlerin gömü töreninde verdiği söylevi hatırlattı ve bizim çocuklarımızın ‘Hangi Değerler’ uğruna öldüklerini düşündürdü. Belki o değerlerin günümüzde ne olduğunu köşenizde insanlarımıza anımsatmak ya da belirtmek yararlı olur diye düşündüm. Saygılarımla, Dr. Tekin Özertem” Geçen haftaki yazımı şöyle noktalamıştım: “Son öldürülen on kişi, son bir ayda öldürülen kırk altı kişi, yıllardır öldürülen on binlerce kişi isterseniz bırakalım artık şu yalan temelinde yükselen yanlış ölüm kültürünün hamasetini de, bunca genç geçmişte neler yapılsaydı ölmemiş olurdu, bu sorunun yanıtını/yanıtlarını –ama artık hiçbir yalana sığınmadan! – arayalım!” Şimdi burada iki noktaya önemle dikkatleri çekmek istiyorum. Dr. Özertem, “bizim çocuklarımızın” hangi değerler uğruna öldüklerini düşünmenin ve anımsatmanın önemine değinmiş. Benim yazımın sonunda ise: “Bunca genç geçmişte neler yapılsaydı ölmemiş olurdu, bu sorunun yanıtını/yanıtlarını –ama artık hiçbir yalana sığınmadan!– arayalım!” şeklinde bir söylem yer alıyor. Bu söylem, geçen haftadan bu yana bir rastlantı sonucu kanımca çok, ama çok önem kazandı. Çünkü aradan geçen süre içersinde, Genelkurmay Başkanlığı görevinden daha yeni ayrılmış olan Sayın Org. Koşaner’in ‘gizli’ bir toplantıda söylemiş oldukları, basında ayrıntıları ile yer aldı. Örneğin bu bilgilere göre, “bazı askerlerimizin teröristler tarafından yerleştirilen mayınlara basarak şehit oldukları” yolundaki haberleri bundan böyle çok dikkatle karşılamamız gerekiyor. Çünkü geçmişte birçok gencimiz, çok daha önceki bir zamanda kendi ordumuz tarafından yerleştirilen, ama sonradan temizlenmeyen ve yeri de belirsiz hale gelen mayınlara, yani kendi mayınlarımıza basarak ölmüşler! Yine Sayın Org. Koşaner’den öğrendiğimize göre, bir saldırıya uğrayınca silahını bile bırakıp kaçan komutanlarımız varmış. Bu komutanlardan bazılarının terk ettikleri tüfekleri, daha sonra numaraları ile birlikte teröristler tarafından kendi televizyonlarında gösterilmiş. Ama bu komutanlar içersinde sonradan orduda kalmayı ve ‘göğüslerini gere gere’ askerler arasında dolaşmayı sürdürenler olmuş! Bu iki örnekle yetinelim. “…bunca genç, geçmişte neler yapılsaydı ölmemiş olurdu…” sorusuna dönelim. Bu sorunun yanıtı, artık çok güç, hem de nasıl ağır! “Geçmişte mayınlarımızı arsada misket oynar gibi değil, sayarak ve nereye gömdüğümüzü bilerek yerleştirseydik, çoğu gencimiz şehit olmazdı…” demek zorunda kalmak, çok çok zor! Bunun gibi, “Eğer saldırılar sırasında bazı komutanlar kaçmasalardı, pek çok gencimiz bugün hayatta olurdu!” demek zorunda kalmak da çok çok zor! Bizim ölüm kültürümüzde ‘anma’ olayının genel olarak, yani yalnızca ordumuzun verdiği şehitlerle sınırlı olmanın ötesinde kalan, çok önemli bir yeri vardır. Bu da, yine bizim için, ‘doğal’ sayılması gereken bir yazgıdır. Çünkü bütün dünyada ‘yaşatmayı’ beceremeyen toplumlar, ‘anma’ya pek meraklıdırlar; belki yaşatamadığımızı unutturabiliriz diye, ‘anma’lara can simidi gibi sarılırlar. İyi de, öte yanda ‘tarihin belleği’ diye bir gerçek de var! Ve o bellek, çoğu zaman belki ağır bir tempoyla, ama acımasız bir yansızlıkla ve titizlikle çalışıp ‘kayda alır’! Bunu düşünen var mı acaba? yüzyıl öncesinden kalma taş kule, taş kemerler... Taş kulenin eteklerinde kamışlar, sazlık, papirüsler... Bunların tümü sulara yansıyor. Zaman durmuş gibi… Romantizmin doruğu Opera dünyasının son romantik bestecisi ve belki de en büyüğü Puccini, (18581924) hemen yakınlardaki Lucca ’80 kuşağından bir yıldız kaydı Şair Seyhan Erözçelik’i edebiyatçı, sanatçı ve reklamcı dostları Emirgân’dan son yolculuğuna uğurladılar söyleyen Haydar Ergülen, şairin deKültür Servisi Karaciğer rahatğerinin her geçen gün daha fazla ansızlığı nedeniyle önceki gün yaşama laşılacağını belirterek “O yalnızca gözlerini yuman “Sansar” lakaplı şa‘80 kuşağının değil, Cumhuriyet ir Seyhan Erözçelik, dün Emirgan dönemi Türk şiirinin de önemli bir Camii’nde kılınan öğle namazının arşairiydi” diye konuştu. dından Zincirlikuyu Mezarlığı‘nda küçük İskender de “Seyhan Eröztoprağa verildi. çelik, hem hayatıyla hem de şiir80 kuşağının önde gelen şairlerinleriyle içimizden olan biriydi. Biz den, “Şiir Atı” oluşumunun önemli onunla aynı masada büyüdük. kalemlerinden biri olan Erözçelik’i Yalnızca aynı dergilerde görünson yolculuğuna ailesi, dostları ve semek değil, zaman zaman bir aravenleri uğurladı. Şairin cenaze töreya gelip hayatı da paylaşmıştık. nine katılanlar arasında edebiyat dünSeyhan Erözçelik’le ilk ve en yasından Adalet Ağaoğlu, küçük İsönemli anım, ilk kitabımın çıkakender, Haydar Ergülen, Egemen Berköz, Orhan Kahyaoğlu, Cenaze törenine katılanlar arasında oyuncu Pelin Batu da vardı. cağını ondan öğrenmiş olmamdı. O bizim ‘sansar’ımızdı” ifadelerini Fatih Özgüven, Doğan Hızlan, Emine Çaykara, Mahir Öztaş, Hami yın Yönetmeni Raşit Çavaş, Simurg ¨Ki kullandı. PEN Türkiye İkinci Başkanı Çağdaş, Halil İbrahim Özcan, Yrd. Doç. tabevi kurucusu İbrahim Yılmaz, rek Halili İbrahim Özcan ise şunları söyledi: Nazmi Ağıl, Prof. Dr. Suat Karantay; yö lamcılar Salih Ecer, Haluk Mesci, Doğan “Özgün, kendine has şiir dili oluşturan ve şiirleri geleceğe kalacak olan üyemiz netmenler Derviş Zaim, Seçkin Yasar, Yazıcı da bulunuyordu. Seyhan Erözçelik’in ölümünün Türk şii Seyhan’ı kaybetmek hepimizi derinden oyuncular Levent Öktem, Pelin Batu; tasarımcı Bülent Erkmen, YKY Genel Ya ri açısından büyük bir kayıp olduğunu üzmüştür.” Doğu’nun çıkarması Çin 100 şarkıyı yasakladı Listede, Lady Gaga ve Beyoncé gibi dünyaca ünlü pop yıldızlarının şarkıları da var Kültür Servisi Çin Halk Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı, Lady Gaga ile Beyoncé’nin de şarkılarının aralarında bulunduğu yüz şarkının internetten indirilmesini yasakladı. Yasağı, “ülke kültürüne verilen zararı gidermek” olarak açıklayan bakanlık, bu şarkıların 15 Eylül tarihine kadar sitelerden kaldırılması gerektiğini belirtti. Yasaklananlar arasında ayrıca Kanadalı Simple Plan grubu, İngiliz Take That grubu ve Backstreet Boys grubunun “I Want It That Way” parçası da yer alıyor. Beyoncé Seçtiğim üç opera da kadın karakterler çevresinde gelişiyor. (Zaten Puccini’nin çoğu eseri öyle). İçlerinde dramatik yapısı en zayıf olanı “La Boheme”. Öteki ikisi “Butterfly” ve “Turandot” öykülerini Doğu’dan Japonya ve Çin’den alıyor. Dönemin “bilinmeyen, egzotik Doğu’ya merak, özlemi” de diyebilirsiniz… Ancak benim vurgulamak istediğim, izlediğim her üçünde de uzak Asyalı sanatçıların önemli rolleri paylaşmalarıydı. Yakında tüm sahnelerde en çok onları izleyeceğiz. Gümbür gümbür geliyorlar! Maestro Valerio Galli yönetiminde, Tokyo Operası’yla ortak yapımı “Madama Butterfly” ünlü Japon yönetmen Takao Okamura’nın rejisiyle sahnelenmişti. Okamura’nın yorumunda “kötü emperyalist cici Doğulu”dan çok, kültür farklılığı, inanç farklılığı vurgulanıyordu. Abartıdan, klişelerden uzak, düz çizgide ilerleyen, coşkusu az, “sakin” bir rejiydi. Müzik hep ön plandaydı. Bu yorumda iki muhteşem ses insanın ruhunu arındırıyordu: Soprano Saiko Ninomiya ve mezzo soprano Kimiko Suehiro . “La Boheme” ise HongKong Operası’yla ortak yapımdı. Puccini’nin gerçekçilikten uzaklaşıp romantizme yöneldiği, festivalin dev korosunun yer aldığı eser, benim gibi bir tiyatro ve opera tutkununun beklentilerini karşılamaktan uzaktı. Giampaolo Mazzoli yönetiminde “Turandot” ise üçü içinde en mükemmel olanıydı. Sadece teması değil, kimi ezgileriyle de Uzakdoğu’yu çağrıştıran eseri İtalya’nın ünlü opera ve tiyatro yönetmeni Maurizio Scapparo sahneye koymuştu. Dekorlar, Strehler’in eşsiz tasarımcısı Ezio Frigerio’nundu. İkisinin işbirliğiyle “Art Nouveau” akımının tüm incelikleri gelip o büyülü sahneye egemen olmuştu. Aşk ve iktidar çatışması boyunca İtalya’nın genç yeteneği Antonia Cifrone (Turandot); son yıllarda eleştirmenlerin olumlu ya da olumsuz çok söz ettiği Kyu Sung Park (Kalaf) ve Japonya’nın parlayan yıldızı Satomi Ogawa (Liu) izlemek, müziğin yüceliğine bir kez daha inanmamıza yetiyordu! Müzik, nitelikli müzik, insanı ve toplumları geliştiren en önemli etkenlerden biri. Dilerim ülkemizi yönetenler de bunun bilincine bir gün varırlar! Bir çocuk daha okusun diye 21.YÜZYIL EĞİTİM VE KÜLTÜR VAKFI (YEKÜV) Tel: 0212 274 15 02 0212 213 74 02 Fax: 0212 275 52 44 yekuv@yekuv.org Vakıflar Bankası Osmanbey Şubesi 00158007287986476 C MY B C MY B www.yekuv.org
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle